AKİF YALANLARI...

Abbas yel

İhvan Forum Üye
Katılım
20 Eki 2022
Mesajlar
93
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Van
AKİF YALANLARI...

Ne zaman Mehmet Akif Ersoy’dan laf açılsa, birileri yokluk ve sefalet içinde yaşadı ve öldü diye bir yerlerinden yalanlar uydurup, Mehmet Akif Ersoy’u acıklı ama yalan hikâyelerle temize çıkarmaya çalışır nedense.

Öncelikle Mehmet Akif 150’likler gibi kanun çıkarılıp sürgüne gönderilenlerden biri bile değildi.

Mehmet Akif Ersoy mısırda bulunduğu zamanların tamamında Mısır hıdivinin meşhur Nil nehri kıyısında içinde ceylânların geyiklerin ve dahi türlü hayvanların bulunduğu Mısırın en güzel çiftliğinde sefa sürdü.

İstanbul’da yaşadığı ev ise bugün bile İstiklâl caddesinin en iyi apartmanlarından biri olan yine Hıdivin ailesine ait Mısır apartmanıydı.

Mısır apartmanı aynı zamanda İsrail gizli servisi MOSSAD’ın kurumsal olarak yapılanmaya başladığı yerdir. MOSSAD İsrail devleti kurulmadan var olan bir örgüttü ve Akif’in o apartmanda oturduğu yıllarda kurumsal kimliğe büründü.

Neyse gelelim esas konuya; şimdiye kadar yayınlanmamış birkaç vesikayı sizlerle paylaşayım o zaman.

TBMM’nin 1925 Şubat ayında Diyanet İşleri’ne ayırdığı bütçeyi müteakip Kuran’ın Türkçe meal ve tefsirinin yazdırılması için Diyanet adına Ahmet Hamdi Akseki ile Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi arasında Beyoğlu 4. Noteri Mithat Cemal (Kuntay) huzurunda imzalanan mukavelenin orijinal nüshası resimler. (Ekim 1925).

Kur'an meali ve tefsiri yazımı için biner lirası peşin, geri kalanı her bir Kur'an cüzünün tamamlanmasında ödenecek taksitlerle tamamlanmak üzere toplamda kişi başı altışar bin (6 bin) liraya pazarlık ile anlaşılmış.

İlginç olan ise tefsirin hangi hususları ihtiva edeceği ve şekli de belirlenmiş...!

Bak bak baaakkkk.

Kim yazdırdı, kimin emriyle yazıldı, bu hususları kim belirledi diye merak ediyor insan tabi...

Tabi dünya büyük bir savaştan çıkmış en kıymetli maden altın. O zamanki tarihte bir Reşat altınının sadece 5.3 lira olduğunu hesap edersek ve şimdiki paraya çevirip hesap yaparsak Mehmet Akif Ersoy bu anlaşma karşılığı toplam (2,438,000) iki milyon dört yüz otuz sekiz bin küsur lira para almıştır.

Ayrıca torunu olan bir hanımefendi, genç akademisyenlerimizden Tarihçi Yasin Ersin hocamızın da bulunduğu bir konferansta canlı yayınla bağlanarak Mehmet Akif Ersoy’un istiklal marşı yazması sebebiyle kendisine Ankara bir çiftlik hediye edildiğini söylemiştir.

Evet, gerçek şu ki; Akif, Sultan Abdülhamit hanın en şiddetli muhalifi idi, daha önce bir makalemizde yazdığımız üzere Sultan Abdülhamid Hana ağza alınamayacak sözleri sarf etmiştir ve Akif bu kinle ve düşmanlıkla pişmanlık duymadan ölmüştür.

• HABER ANALİZ / YUNUS DANABAŞ - 17 MART 2020

Resimdeki şahıslar: Soldan sağa Prens Abbas Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy, Em. Bahriye Miralayı Nuri, 1908 Meşrutiyet Ayan Meclisi Üyesi Sami Paşa oğlu Halim, Ressam Halim Paşa, Eski Şura-i Devlet Üyesi Kadri Bey.

• Yazıda bahsi geçen belgeler ve daha fazla fotoğraf ve belge için [medyamit.com](http://medyamit.com/?fbclid=IwAR2QpPaguY0HPsqBMM8ymvRoXrmeJKHivTv-3tX9TIscks3wEA5ACiEFpzU) haber sitesine bakılabilir. 1672150217165.jpg
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Forumu ırkçı kafatasçı yazılar ile doldurdun tamam
ama orda dur
M.Akif ERSOYA dil uzatma
sen ve kaynak aldığın o yalancılar uzak durun
akiften zaten
onu karalamaya gücünüz yetmez
çoook cüce kalırsınız
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113

Umar mıydın?​



«Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:
O gün akşama kadar İslâm’ın garibliğine,
müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım...»
Sebîlürreşâd
Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin
Görünmez âşinâ bir çehre olsun reh-güzârında;
Ne gurbettir çöken İslâm’a İslâm’ın diyârında?
Umar mıydın ki: Ma’bedler, ibâdetler yetîm olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
Umar mıydın: Cemâ’at bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?
Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?
Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,
Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
İşit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
Kopan ra’din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;
Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhîdin enkàzı,
O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
Gezerken tavr-ı istîlâ alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca îman «nehye kalkışsam» demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
Silinmiş emr-i bi’l-ma’rûfun artık ismi yâdından.
Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde...
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan ma’nâ ibâdullâhı istihkàr.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl!
* * *
Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
Nihâyet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samîmî yaşlarından coştu rûhum, hercümerc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâ’at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak! .. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet,
Nasıl hâsir kalır «tevfîki hakkettim» diyen millet?
İlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da,
Çıkarsın Şark’ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
İstanbul, 24 Teşrînievvel 1334
(24 Ekim 1918)


Mehmet Akif Ersoy


 

gamsız

Profesör
Katılım
10 Ağu 2015
Mesajlar
2,682
Tepkime puanı
367
Puanları
83
senİn bu adi iftiraların sana cennet kapsını kapatıp cehennemim kapısını ardına kadar açar İNŞALLAHHHHHHHHHHHHHHHHHHH
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,656
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Mehmet akif merhumu bende severim. hatta safahatından bazı şiirleride ezbere bilirim. Abdülhamid han hazretle sorunu olduğunu da bilirim. kimse hatadan münezzeh değil. akifte olsa böyle, saidi nursi hazret olsa da böyle cennet mekan abdülhamid han olsa da böyle.

ilk defa mı duyuyorsunuz mehmet akifin bu şiirlerini?
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Mehmet akif merhumu bende severim. hatta safahatından bazı şiirleride ezbere bilirim. Abdülhamid han hazretle sorunu olduğunu da bilirim. kimse hatadan münezzeh değil. akifte olsa böyle, saidi nursi hazret olsa da böyle cennet mekan abdülhamid han olsa da böyle.

ilk defa mı duyuyorsunuz mehmet akifin bu şiirlerini?
onu demiyoruz Abdulhamid hana karşı şeriat istmiyle bayrak açmıştı bunu herkes biliyor
biz diğer alçakça iftiraları diyoruz
 

Abbas yel

İhvan Forum Üye
Katılım
20 Eki 2022
Mesajlar
93
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Van
MİLLİ ŞAİRDEN MİLLİ MÜSLÜMANA MEHMET AKİF*
Toplumları dizayn etmenin en geçerli yolu, o toplumun içinde yetişmiş popüler isimleri elde ederek onları eleştirilemez ulvi kişilikler kılmak ve nesilleri onların düşünceleri etrafında toparlayıp -saflara ayırarak- kontrol edebilmektir. Bu mekanizma, eğitim sistemlerinin içine ustalıkla yerleştirilmiş özendirme politikalarıyla sağlanır. Eğitim sistemleri bu tür model kişiliklerle doludur. Tarih boyunca en geçerli hükmetme yolu bu olmuştur. Mehmet Akif’le ilgili eleştirilerimi dillendirmeye başladığım zaman çevremden aldığım tepkiler, nihai noktada bizim gibi sıradan yaşantısı olan insanların Akif gibi ulvi bir kişiliği eleştiremeyeceği noktasına bağlanıyordu. Bu yaklaşım Akif’in bir şair olmanın ötesinde bir kanaat önderi ve model kişilik olarak algılanmasından kaynaklanıyordu. Bu eleştiri sahiplerine şunu söyledim. Mehmet Akif, Cennetmekan Sultan Abdülhamid Han’a;
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kafirdi”
Dediği zaman; Cennetmekân koca bir imparatorluğun padişahı ve dünyanın çok yerinde adına hutbeler okutulan bütün Müslümanların halifesiydi. Akif’se heyecanlı sözler söyleyen genç bir baytardı. O zamanın şartları altında Akif’in yaptığı çılgınlığa karşı bizim kendi zamanımızda yaptığımızın kıymet hükmü sadece hiçtir. Akif’in cüretine karşılık biz Akif’e ne desek hiçbir şey demiş sayılmayız.
Mehmet Akif’in kişiliği bizim alanımız değildir. İyi yada kötü ölmüş bir insanın işi artık Rabbiyledir. Bu ölen kişi üzerinden bir kısım toplum mühendisliği faaliyetleri yürütülüyor ise eserleri ve düşünceleriyle entelektüel yaşantımızda, fikir dünyamızda tesir sahibi ise, biz bu tesiri konuşmak, eleştirmek ve yorumlamak zorundayız.
Daha da önemlisi söz konusu kişi sadece sanatıyla anılmıyorsa, bugün bütün eğitim kurumlarında resmi asılı olan iki kişiden biriyse,* hayatımızın içindedir, her gün çocuklarımızın karşısındadır. 2011 yılının ülkemizde Mehmet Akif yılı olarak ilan edildiğini ve çok yoğun bir şekilde anılıp değişik açılardan işlendiğini hatırlatmakta fayda var. M: Akif’in sanatını ve kişiliğini aşan bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlamak hiçte zor değil. O, artık gençlere sadece “Milli Şair” olarak tanıtılmıyor, aynı zamanda “milli Müslüman” modeli olarak sunuluyor.
Konu inancımız bağlamında ele alındığı zaman “Kişi sevdiği ile beraberdir” ölçüsü mucibince imanımızı kullanarak kalplerimize yerleştirilmek istenen kişilere karşı gereken özeni ve hassasiyeti göstermek vazifemiz olmaktadır.
Bütün bu gerekçeler benim gibi sıradan insanlara Akif’i değişik açılardan inceleme, sorgulama, yorumlama ve eleştirme hakkını vermektedir.
M Akif’in başyapıtı şüphesiz İstiklal Marşı’dır. Güftesi ile bestesi arasında ciddi uyumsuzluklar bulunması nedeniyle okunurken güfte anlamını yitirmekte daha çok bir karambol havasında terennüm edilmektedir. Her çalındığı ve söylendiği zaman zaman ayakta ve saygı duruşunda dinlemek zorunda olduğumuz bu marş hakkında olumlu/olumsuz birçok eleştiri yapılmıştır. İçinde bir tek Türk kelimesinin geçmemesinden tutunda, ırkçı duygularda yazılmış olmasına kadar çok geniş bir yelpazeye sahiptir eleştiriler. 28 Şubat paşalarından Doğu Silahçıoğlu birçok meslektaşının taşıdığı duyguları dile getirip. Aşırı dinci bir söylem taşıdığı için bir ömür boyu selam durduğu İstiklal Marşı’nı hiçbir zaman içine sindiremediğini yazdı Cumhuriyet Gazetesinde ki köşesinde.
* Milli Müslüman tanımlaması Janset Bulvari ismli Twitter kullanıcısına aittir.
* İstiklal Marşı metinlerinin arkasında Akif’in fotoğrafı vardır. M. Kemal’in resmi ile yan yana bütün eğitim kurumlarında bulunmak zorundadır.
“O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Ezan, şahadet, din ilk bakışta mısralarda, Paşa haklı dedirtecek bir görüntü var. Peki ya mana; inlemek sözcüğü acı ile feryad etmek, ızdırapla ses çıkartmak anlamlarına geliyor. Peki, ezanlar neden ebediyen inlemeli? Gür bir sada ile coşmak varken. Paşa bu çelişkiyi fark etseydi şüphesiz Akif’e ve İstiklal Marşı’na olan saygısı artardı. Bizim içinse ancak bir din karşıtı tarafından söylendiğinde anlam kazanacak bu mısralar, zihinlerde hep bir soru işareti olarak kalacak.
Akif’in yaşamı gibi sanatı ve fikride gelgitlerle, çelişki ve paradokslarla dolu. Safahat okumalarında dikkatimi çeken bir husus Arnavut babadan olma Milli Şairin, biyografilerinde bu hususun anne tarafından Türklüğe bağlanarak geçiştirildiğidir. Mehmet Akif’in resmi ideoloji doğrultusunda millileştirilmesinin ilk emarelerini bu biyografilerde gördüm. Bu durum Akif’in bir kabahati olmamakla birlikte Safahat yoluyla toplum mühendisliği yapma gayretleri hakkında ipuçları vermektedir. Akif’le ilgili yaptığım incelemelerde mirasına, oğullarından çok damadı Ömer Rıza Doğrul’un sahip çıktığını gördüm. Bunun birinci sebebi Ömer Rıza’nın gerçekten Akif’in en özel talebesi olması İkinci sebebi evlatlarının Akif’in dünyasıyla pek alakadar olmamalarıdır.
Büyük oğul Mehmet Emin (Safahat-i bu oğluna ithaf etmiştir.) Uyuşturucu müptelası ve alkolik olarak feci bir yaşam sürmüş ve cesedi Beşiktaş’ta bir çöp konteynırı içinde bulunmuştur. Küçük oğul Tahir Ersoy ise kendi halinde bir yaşam sürmüş Ömrünün son demlerinde Üsküdar belediyesinin sahip çıkmasıyla hayata tutunabilmiştir.
Akif oluşturduğu ideal genç tipi Asım’la yüceltilirken bunun pratik hayattaki karşılığı olan çocuklarının halleri hep göz ardı edilmiştir. Oysa muarızı Tevfik Fikret’in ideal genci Haluk öz oğluyla özdeşleştirilir ve akıbeti nedeniyle Fikret kınanır. Evet, Tevfik Fikret’in Haluk’u papaz olmuştur. Akif’in Asım’ı ise –ki oğlu Mehmet Emin olması gerekir.- üzüntü verici ama bir ayyaş olarak ömrünü nihayetlendirmiştir. İki şair içinde acı gerçek şu ki; ideallerini evlatları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmışlar ve ikisinin sonu da hüsran olmuştur.
Akif’in oğlunun feci hali insanlık adına üzüntü verici. Ama Milli Müslüman modeli olarak tasarlanan bir kişilik için gözden kaçırılan bir husus hissi uyandırıyor bende. Babam bana Safahat’ı bırakacağına biraz para bıraksaydı keşke dediği biliniyor ki. Bu onlarca baskı yapan Safahat’ın kaymağını başkalarının yemesine bir sitem olarak da algılanabilir.
Akif’le ilgili hatıralarda dikkat çekici bir başka husus arkadaşlarının ekser içki müptelalığı ile şöhret yapmış kişiler olması. Bunlardan biri Neyzen Tevfik’dir. Neyzen’in içkisiz sofraya oturduğu vaki değildir. Bir gün Akif’i misafir eder yer içerler. Yemekten sonra Akif ellerini yıkar ama havlu yerine kendi mendili ile kurulanmak ister. Neyzen havlu ile kurulanması için ısrar edince “–yapamam ellerim kirlenir” der. Damadı Ömer Rıza’nın anlattığı bu hatıra Akif’in zekâsına yorulsun diye anlatılmış ama derin bir çelişki taşıyor. Neyzen; havlusu kullanılmayacak kadar şerli biriyse ve Akif bu denli hassasiyet sahibi ise onun yemeğini nasıl yer onunla nasıl dostluk eder.
Damadı ve talebesi Ömer Rıza Doğrul’da meşhur içicilerdendir. Hatta rakı sofrasında tefsir yazmak gibi bir küstahlığın sahibidir.
Arkadaşları, evladı, damadı içici olunca insan kuşkuya kapılıyor. Üstüne üstlük Akif’in siroz’dan öldüğü de ortada. Ben merakımı zail etmek için erişebildiğim kaynaklarda aradım 24 yaşından sonra ağzına bir damla içki koymadığı bilgisine ulaştım.
Milli Şairin bir yönü de musiki şinaslığı. Mısır’da olsun Türkiye’de olsun musiki cemiyetlerinin müdavimidir. Ağır bestelerin çoğunu ezbere bildiği ve nısfiye denilen ney küçüğü aleti çaldığı biyografilerinde geçiyor.
Şiirlerinin bestelenmeye uygun olmasını çok önemser bu hususta hassasiyet gösterir üzerinden yıllar geçse bile kulağını tırmalamış her kafiye bozukluğunu giderirmiş. Hayattayken Safahat 3 defa basılmış. (ayrı ayrı kitaplar halinde bazı kısımlar 4-5 kere de basılmıştır.) Bu baskılarda sürekli düzeltmeler ve değiştirmeler yapmıştır.
Bu bilgi çok önemlidir zira Akif’in eserini bırakmadığını onu sürekli tetkik edip hata olarak gördüklerini düzeltme gayreti güttüğünü gösterir. Ama asıl düzeltmesi gereken, bütün imanlı kalpleri inciten bazı sözlerine aynı özeni göstermemiş olması da çok şaşırtıcıdır. Bunların başında meşhur şiirlerinden Çanakkale Destanı’nda geçen
“Bedrin aslanları, ancak bu kadar şanlı idi.” Mısralarıdır.
Akif Çanakkale Savaşı esnasında Almanya ve Arabistan’da bulunmuş cepheyi görmemiştir. Buna rağmen cephedeymişçesine heyecanla yazdığı bu şiir, Ankara’da mecliste Türk’ün en büyük destanı, Türk olmayan biri tarafından yazılmıştır denilerek takdim edilmiştir. Bir zaman sonra üyesi olacağı meclisin maalesef imparatorluk halklarına karşı bakışı budur.
“Bedrin Aslanları” yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük mücahitleridir. Hiçbir ordunun o ordudan hiçbir komutanın o şanlı komutandan üstün olma ihtimali yoktur. Onların kahramanlığı ve komutanlarının büyüklüğü mümin kalpler için şüphe götürmeyecek kadar kesin ve nettir. Fatih Sultan Mehmet Han’ın peygamber duasına mazhar olmuş ordusu bile onların yanında hiç mesabesindeyken ve İslam tarihi boyunca nice savaşlar şanlı mücadeleler verilmişken Çanakkale’ye böyle cüretkâr bir yakıştırma nasıl yapılabilir?
Yeni bir ulus inşa etme gayretinde olan ittihatçı kalemler bu ve benzeri birçok sözler söyleyip İslami kaideleri tepetaklak etmeye çalışmışlardır ama onların hiçbirinin dindarlık gayesi olmadığı gibi inançsızlıklarını aleni olarak dillendirmişlerdir. Onların bu sebeple mümin kalplere sirayet etmesi mümkün değildir. Ama Milli Müslüman Akif’in bu sözleri imanlı kalpleri çok derinden sarsmış travma tesiri yapmıştır.
Akif bu mısraları ile “Bedrin Aslanlarını” aşağılamış ve ömrü hayatı boyunca bunu değiştirme düzeltme gayreti gütmemiştir. Şu kedi aslan kadar cesur denirse. Aslanın üstünlüğü tescil edilip kedi yüceltilir. Ama şu aslan kedi kadar cesur denilirse bu aslana hakaret ve onu aşağılamak olur. Kedi de yüceltilmediği gibi komik bir duruma düşürülmüş olur.
Akif’in kafiyelerine gösterdiği hassasiyeti esirgediği bir diğer husus Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han’a yaptığı yakıştırmalardır. En son 1966 baskılı Safahat’ta bulunan ve sonraki baskılarda yer verilmeyen şu mısralar doğrusu; bırakın dindarlığıyla ile nam salmış Müslümanların halifesine söylenmeği sıradan bir Müslüman’a söylenemeyecek sözlerdir.
“Herifin sofrada şampanyası hala ayran, bari yirminci asırdan sıkıl artık hayvan”
Evet, şairler normal insanlar gibi değildir, duyguları hissedişleri farklıdır, fakat imanının yerine kinini ikame eden bir kişi sadece bir şair olur, onun dindarlığından bahsedilemez. Çünkü kini dinini bastırmış en temel ve basit inanç ölçülerini çiğnetmiştir. Bir Müslüman’a şampanya içmiyor, ayran içiyor diye ancak bir gayrimüslim söylerse mantık zemininde bu sözün bir anlamı olur.
Mehmet Akif’in Sultan Abdülhamid Han’a yaptığı hakaret ve iftiraların büyük kısmı yeni baskılı Safahat’larda da bulunmaktadır. Bunlar eleştiri hakkaniyet ve İslam ölçülerini aşmış sınırsız ve buutsuz, iflah olmaz bir kinin eserleridir. Oysa dindarlık numunesi olacak bir şahıstan, Müslümanlığın en ağır darbeler aldığı bir zamanda daha akıllı olması, esas bozguncuları görmesi beklenirdi.
Görmedi, görmediği gibi onlarla işbirliği içinde bulundu. Mısırlı Mason Abduh’u muhteşem üstad ve onun talebesi tescilli İngiliz ajanı Cemalettin Afgani’yi kendine ve yolundakilere rehber gösterdi.
“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh “
.........
“Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer, yer; oradan Alemi İslam’a Cemaleddin’ler.”
O Abduh ki (damadı Ömer Rıza Doğrul gibi) masondur. Dinde reform teraneleriyle İslam alemini fitneye boğmuş ve bölük pörçük olarak İngilizlerin kucağına atmıştır.
Model kişilerin bu gibi yanılgıları ortaya çıkıp gözden düştükleri zaman hemen bir pişmanlık mekanizması devreye sokulur. Şartlar değişmiş ve hakikatler ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu model kişilikleri de dönüştürmek, revize etmek gerektir. Fakat bu tövbeyi mirasından geçinenlerin değil kendisinin yapması önemlidir. Kendisinden böyle bir pişmanlık vaki olmadığı ortada iken oluşturulmuş pişmanlık hikayeleri toplum mühendislerinin değişen şartlara göre model kişilikleri dönüştürme gayretinden başka bir şey değildir.
Cennetmekan Sultan Abdülhamid Han’a buğzedip düşmanlığından fena söyleyen ve daha sonra hakikati görüp nedamet getiren bu pişmanlığını destansı ifadelerle dile getirenler az değildir. Doktor Rıza Nur, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik Bölükbaşı bunların en çok bilinenleridir.
Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhundan İstimdat” şiiri bütün ittihatçılar adına itiraf, kendi namına bir tövbe metnidir.
“Şevketlim Sultan Hamid Han
Feryadım varır mı barigahına
Ölüm uykusundan bir lahza uyan
Şu nankör milletin bak günahına.”
Milli şairin bilinen meşhur bir pişmanlığı vardır. Fes ve dualarla girilen meclisten kadeh ve fötr şapka çıkınca Akif soluğu Mısır’da almış, bir nevi yeni düzene küskünlük duymuştur. Mısır’dan son dönüşünde bu küskünlüğünden pişmanlık duyduğunu “Ne varsa bizim millette varmış.” Diyerek dile getirmiş ve yeni düzenin banisine “Allah ömrüm kaldıysa benden alsın ona versin” diyerek biatini bildirmiş birkaç ay sonrada sirozdan ölmüştür.
Akif ilk meclisin Burdur milletvekilidir. Bu Mustafa Kemal’in ona bir jestidir. İlerde gerçekleştirmek istediği düşünceleri için Akif aklında ki isimdir ve yakınında olmalıdır. Nitekim Akif, Konya isyanının bastırılmasından Kastamonu konuşmalarına kadar bir çok yerde halkın Ankara Hükümetini kabullenmesinde çok etkili olmuştur. Yeni düzenin farklı felsefesine karşı, halkın içinden, onların dilini duygularını bilen biri olarak Osman oğullarına duyulan bağlılığı Ankara Hükümetine çevirmeyi başarmıştır.
İlerleyen yıllarda İttihad Terakki’nin projeleri bir dizi inkılaplar olarak uygulamaya konulurken Akif’e Kuran-ı Kerim meali yazma görevi verilir. Mustafa Kemal neden özellikle Akif’in yazmasını istemiştir? Şimdilik meçhul. Ama onun da ortaya çıkacağına inanıyorum.
Akif bu teklifi kabul etmemiş ortaya konan büyük paraya rağmen bu işe temkinli yaklaşmıştır. Belki yeni düzene karşı duyduğu küskünlüğü naza çekerek ifade etmeye çalışmış olabilir. Ama Ulu Önder! Onun yazmasını buyurmuştur. Akif ikna olur, paranın bir kısmını alıp Mısır’a giderek yazmaya başlar. Aynı proje kapsamında Elmalı’lı Hamdi’de tefsir yazmaya başlar. Akif Mısır’da tanıştığı biricik talebesi (daha sonra damadı olacaktır) Ömer Rıza Doğrul’a da tefsir yazması konusunda rehberlik eder.
Bu meal biter ama yayınlanmaz. Akif, yeni düzenin ibadetleri Türkçeleştirme çalışmalarından ürkmüş olacak ki meal’i Mısır’da dostu Yozgatlı Müderris İhsan Efendi’ye bırakarak dönmezsem bunu yakın der. Hikmeti Huda dönemez. İhsan Efendi’de meali yakamaz. Akif’in damadı Ömer Rıza, meali İhsan Efendi’den almak için çok uğraşır, ama alamaz. Bu meali İhsan Efendi’den almak için devlet katından hatırlı kimseler araya girer, İhsan Efendi yakıldı diyerek mevzuyu kapatır.
İhsan Efendi ölüm döşeğindeyken oğlu Ekmeleddin’i çağırır yakmasını vasiyet ederek meali ona teslim eder. O Ekmeleddin; şimdiki İslam Konferansı Teşkilatı başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu’dur.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Abdülhamid Han devri şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu Prof İbrahim Sabri ve üç kişi daha Mısır’da bir evde buluşarak metal bir leğen içinde mealin mührünü sökerek sayfaları tek tek yakarlar. Yakma işlemi bitince Prof İbrahim Sabri Bey’in okuduğu dörtlük dünya durdukça mealden din öğrenmeğe kalkanların suratına şamar gibi inecektir.
“O bir eserdi ki, yangın denilse layıktı.
Eğer kalaydı yakar kül ederdi imanı
O bir ateşti ki, sönmezdi etmeden ihrak
Yakıldı, sönmesi kurtardı Nass-ı Kuran’ı”*
Hulasa M Akif milli şair olmaktan çıkartılıp Milli Müslüman modeli yapılmaya çalışılırken, onun dindarlığı resmi söylemin dışında incelenmeye ve araştırılmaya muhtaçtır. Bu hususta bazı çalışmalar vardır. Ahmed Davudoğlu Hoca’nın Dini tamir davasında, din tahripçileri kitabında Akif önemli bir yer tutar. Adem Çevik’in Abdülhamid’de yanılanlar kitabı da önemli bir araştırmadır. Rahmetli Necip Fazıl’ın ise Akif’i milli bir bozguncu olarak değerlendirdiği bilinmektedir.
Mehmet Akif, Kemalist ideolojinin elinde, Kemalist Müslüman tiplemesi olarak şekillendirilmiş, bu veçhile eserlerinin, fikirlerinin neşrine hatta okullara resminin asılmasına müsaade edilmiştir. Çünkü nihai noktada Akif bütün gel gitlerinden sonra huzuru Kemalist düzende bulmuştur. Günümüzde Akif statükonun en sağlam kalelerinden biri olarak karşımıza çıkmakta Kemalist rejimle dindarlar arasında köprü vazifesi görmektedir. Akif’in şahsını ve şiirini aşarak onu statükonun kalesi haline getiren bu toplum mühendisliği faaliyeti ciddi bir şekilde yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
Mazhar Candan – 14.02.2012
*Akif’in beyitlerinin tamamı İnkılap ve Aka Yayınları 1996 baskılı Safahat’tan alınmıştır. 1672303477946.jpg
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat adlı eserinde yer alan “Âsım” adlı şiirdeki “zalim”, “ödlek” ve “kızıl kâfir” gibi ifadelerin bizzat Âkif’in ağzından II. Abdulhamit için sarf edildiği öne sürülmektedir.

Bahse konu ifadeler Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat adlı eserinin Altıncı Kitabı Âsım’da Âsım Şiirinde geçer.

Aşağıda ilgili aktarılan şiirin genelinden anlaşılabileceği üzere, Mehmet Âkif Ersoy her ne kadar II. Abdulhamid’in izlediği siyasete karşı olsa da, şiir içinde bu kelimeleri bizzat kendi ağzından II. Abdulhamid için kullanmaz. Tam aksine, II. Abdulhamid’in etrafını saran dalkavukların ağzından aktarır bu ifadeleri ve padişahı bu dalkavuklara karşın uyarır.

Şiirde dalkavukların ağzından aktardığı bölümler tırnak içindedir. Safahat’ın İnkılap ve Aka Yayınevinde 1958 yılında çıkarılan sürümünde şiirin ilgili bölümü, dalkavukların dilinden aktarılıyor gibi italik yazılıdır.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Milli şairimiz mehmet akif ersoya iftira atan dil uzatan alçaklar yukarıdaki yazıyı okuyun
bu alçakların bu iftiraları atmalarının tek sebeni akfin türk olmaması ve ırkçılığa karşı olmasıdır
ırkçı kafatasçı bu zihniyet bulunduğu çukurda debelensin akif son yüzyılın en büyük şair ve fikir adamıdır
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
MİLLİ ŞAİRDEN MİLLİ MÜSLÜMANA MEHMET AKİF*
Toplumları dizayn etmenin en geçerli yolu, o toplumun içinde yetişmiş popüler isimleri elde ederek onları eleştirilemez ulvi kişilikler kılmak ve nesilleri onların düşünceleri etrafında toparlayıp -saflara ayırarak- kontrol edebilmektir. Bu mekanizma, eğitim sistemlerinin içine ustalıkla yerleştirilmiş özendirme politikalarıyla sağlanır. Eğitim sistemleri bu tür model kişiliklerle doludur. Tarih boyunca en geçerli hükmetme yolu bu olmuştur. Mehmet Akif’le ilgili eleştirilerimi dillendirmeye başladığım zaman çevremden aldığım tepkiler, nihai noktada bizim gibi sıradan yaşantısı olan insanların Akif gibi ulvi bir kişiliği eleştiremeyeceği noktasına bağlanıyordu. Bu yaklaşım Akif’in bir şair olmanın ötesinde bir kanaat önderi ve model kişilik olarak algılanmasından kaynaklanıyordu. Bu eleştiri sahiplerine şunu söyledim. Mehmet Akif, Cennetmekan Sultan Abdülhamid Han’a;
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kafirdi”
Dediği zaman; Cennetmekân koca bir imparatorluğun padişahı ve dünyanın çok yerinde adına hutbeler okutulan bütün Müslümanların halifesiydi. Akif’se heyecanlı sözler söyleyen genç bir baytardı. O zamanın şartları altında Akif’in yaptığı çılgınlığa karşı bizim kendi zamanımızda yaptığımızın kıymet hükmü sadece hiçtir. Akif’in cüretine karşılık biz Akif’e ne desek hiçbir şey demiş sayılmayız.
Mehmet Akif’in kişiliği bizim alanımız değildir. İyi yada kötü ölmüş bir insanın işi artık Rabbiyledir. Bu ölen kişi üzerinden bir kısım toplum mühendisliği faaliyetleri yürütülüyor ise eserleri ve düşünceleriyle entelektüel yaşantımızda, fikir dünyamızda tesir sahibi ise, biz bu tesiri konuşmak, eleştirmek ve yorumlamak zorundayız.
Daha da önemlisi söz konusu kişi sadece sanatıyla anılmıyorsa, bugün bütün eğitim kurumlarında resmi asılı olan iki kişiden biriyse,* hayatımızın içindedir, her gün çocuklarımızın karşısındadır. 2011 yılının ülkemizde Mehmet Akif yılı olarak ilan edildiğini ve çok yoğun bir şekilde anılıp değişik açılardan işlendiğini hatırlatmakta fayda var. M: Akif’in sanatını ve kişiliğini aşan bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlamak hiçte zor değil. O, artık gençlere sadece “Milli Şair” olarak tanıtılmıyor, aynı zamanda “milli Müslüman” modeli olarak sunuluyor.
Konu inancımız bağlamında ele alındığı zaman “Kişi sevdiği ile beraberdir” ölçüsü mucibince imanımızı kullanarak kalplerimize yerleştirilmek istenen kişilere karşı gereken özeni ve hassasiyeti göstermek vazifemiz olmaktadır.
Bütün bu gerekçeler benim gibi sıradan insanlara Akif’i değişik açılardan inceleme, sorgulama, yorumlama ve eleştirme hakkını vermektedir.
M Akif’in başyapıtı şüphesiz İstiklal Marşı’dır. Güftesi ile bestesi arasında ciddi uyumsuzluklar bulunması nedeniyle okunurken güfte anlamını yitirmekte daha çok bir karambol havasında terennüm edilmektedir. Her çalındığı ve söylendiği zaman zaman ayakta ve saygı duruşunda dinlemek zorunda olduğumuz bu marş hakkında olumlu/olumsuz birçok eleştiri yapılmıştır. İçinde bir tek Türk kelimesinin geçmemesinden tutunda, ırkçı duygularda yazılmış olmasına kadar çok geniş bir yelpazeye sahiptir eleştiriler. 28 Şubat paşalarından Doğu Silahçıoğlu birçok meslektaşının taşıdığı duyguları dile getirip. Aşırı dinci bir söylem taşıdığı için bir ömür boyu selam durduğu İstiklal Marşı’nı hiçbir zaman içine sindiremediğini yazdı Cumhuriyet Gazetesinde ki köşesinde.
* Milli Müslüman tanımlaması Janset Bulvari ismli Twitter kullanıcısına aittir.
* İstiklal Marşı metinlerinin arkasında Akif’in fotoğrafı vardır. M. Kemal’in resmi ile yan yana bütün eğitim kurumlarında bulunmak zorundadır.
“O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Ezan, şahadet, din ilk bakışta mısralarda, Paşa haklı dedirtecek bir görüntü var. Peki ya mana; inlemek sözcüğü acı ile feryad etmek, ızdırapla ses çıkartmak anlamlarına geliyor. Peki, ezanlar neden ebediyen inlemeli? Gür bir sada ile coşmak varken. Paşa bu çelişkiyi fark etseydi şüphesiz Akif’e ve İstiklal Marşı’na olan saygısı artardı. Bizim içinse ancak bir din karşıtı tarafından söylendiğinde anlam kazanacak bu mısralar, zihinlerde hep bir soru işareti olarak kalacak.
Akif’in yaşamı gibi sanatı ve fikride gelgitlerle, çelişki ve paradokslarla dolu. Safahat okumalarında dikkatimi çeken bir husus Arnavut babadan olma Milli Şairin, biyografilerinde bu hususun anne tarafından Türklüğe bağlanarak geçiştirildiğidir. Mehmet Akif’in resmi ideoloji doğrultusunda millileştirilmesinin ilk emarelerini bu biyografilerde gördüm. Bu durum Akif’in bir kabahati olmamakla birlikte Safahat yoluyla toplum mühendisliği yapma gayretleri hakkında ipuçları vermektedir. Akif’le ilgili yaptığım incelemelerde mirasına, oğullarından çok damadı Ömer Rıza Doğrul’un sahip çıktığını gördüm. Bunun birinci sebebi Ömer Rıza’nın gerçekten Akif’in en özel talebesi olması İkinci sebebi evlatlarının Akif’in dünyasıyla pek alakadar olmamalarıdır.
Büyük oğul Mehmet Emin (Safahat-i bu oğluna ithaf etmiştir.) Uyuşturucu müptelası ve alkolik olarak feci bir yaşam sürmüş ve cesedi Beşiktaş’ta bir çöp konteynırı içinde bulunmuştur. Küçük oğul Tahir Ersoy ise kendi halinde bir yaşam sürmüş Ömrünün son demlerinde Üsküdar belediyesinin sahip çıkmasıyla hayata tutunabilmiştir.
Akif oluşturduğu ideal genç tipi Asım’la yüceltilirken bunun pratik hayattaki karşılığı olan çocuklarının halleri hep göz ardı edilmiştir. Oysa muarızı Tevfik Fikret’in ideal genci Haluk öz oğluyla özdeşleştirilir ve akıbeti nedeniyle Fikret kınanır. Evet, Tevfik Fikret’in Haluk’u papaz olmuştur. Akif’in Asım’ı ise –ki oğlu Mehmet Emin olması gerekir.- üzüntü verici ama bir ayyaş olarak ömrünü nihayetlendirmiştir. İki şair içinde acı gerçek şu ki; ideallerini evlatları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmışlar ve ikisinin sonu da hüsran olmuştur.
Akif’in oğlunun feci hali insanlık adına üzüntü verici. Ama Milli Müslüman modeli olarak tasarlanan bir kişilik için gözden kaçırılan bir husus hissi uyandırıyor bende. Babam bana Safahat’ı bırakacağına biraz para bıraksaydı keşke dediği biliniyor ki. Bu onlarca baskı yapan Safahat’ın kaymağını başkalarının yemesine bir sitem olarak da algılanabilir.
Akif’le ilgili hatıralarda dikkat çekici bir başka husus arkadaşlarının ekser içki müptelalığı ile şöhret yapmış kişiler olması. Bunlardan biri Neyzen Tevfik’dir. Neyzen’in içkisiz sofraya oturduğu vaki değildir. Bir gün Akif’i misafir eder yer içerler. Yemekten sonra Akif ellerini yıkar ama havlu yerine kendi mendili ile kurulanmak ister. Neyzen havlu ile kurulanması için ısrar edince “–yapamam ellerim kirlenir” der. Damadı Ömer Rıza’nın anlattığı bu hatıra Akif’in zekâsına yorulsun diye anlatılmış ama derin bir çelişki taşıyor. Neyzen; havlusu kullanılmayacak kadar şerli biriyse ve Akif bu denli hassasiyet sahibi ise onun yemeğini nasıl yer onunla nasıl dostluk eder.
Damadı ve talebesi Ömer Rıza Doğrul’da meşhur içicilerdendir. Hatta rakı sofrasında tefsir yazmak gibi bir küstahlığın sahibidir.
Arkadaşları, evladı, damadı içici olunca insan kuşkuya kapılıyor. Üstüne üstlük Akif’in siroz’dan öldüğü de ortada. Ben merakımı zail etmek için erişebildiğim kaynaklarda aradım 24 yaşından sonra ağzına bir damla içki koymadığı bilgisine ulaştım.
Milli Şairin bir yönü de musiki şinaslığı. Mısır’da olsun Türkiye’de olsun musiki cemiyetlerinin müdavimidir. Ağır bestelerin çoğunu ezbere bildiği ve nısfiye denilen ney küçüğü aleti çaldığı biyografilerinde geçiyor.
Şiirlerinin bestelenmeye uygun olmasını çok önemser bu hususta hassasiyet gösterir üzerinden yıllar geçse bile kulağını tırmalamış her kafiye bozukluğunu giderirmiş. Hayattayken Safahat 3 defa basılmış. (ayrı ayrı kitaplar halinde bazı kısımlar 4-5 kere de basılmıştır.) Bu baskılarda sürekli düzeltmeler ve değiştirmeler yapmıştır.
Bu bilgi çok önemlidir zira Akif’in eserini bırakmadığını onu sürekli tetkik edip hata olarak gördüklerini düzeltme gayreti güttüğünü gösterir. Ama asıl düzeltmesi gereken, bütün imanlı kalpleri inciten bazı sözlerine aynı özeni göstermemiş olması da çok şaşırtıcıdır. Bunların başında meşhur şiirlerinden Çanakkale Destanı’nda geçen
“Bedrin aslanları, ancak bu kadar şanlı idi.” Mısralarıdır.
Akif Çanakkale Savaşı esnasında Almanya ve Arabistan’da bulunmuş cepheyi görmemiştir. Buna rağmen cephedeymişçesine heyecanla yazdığı bu şiir, Ankara’da mecliste Türk’ün en büyük destanı, Türk olmayan biri tarafından yazılmıştır denilerek takdim edilmiştir. Bir zaman sonra üyesi olacağı meclisin maalesef imparatorluk halklarına karşı bakışı budur.
“Bedrin Aslanları” yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük mücahitleridir. Hiçbir ordunun o ordudan hiçbir komutanın o şanlı komutandan üstün olma ihtimali yoktur. Onların kahramanlığı ve komutanlarının büyüklüğü mümin kalpler için şüphe götürmeyecek kadar kesin ve nettir. Fatih Sultan Mehmet Han’ın peygamber duasına mazhar olmuş ordusu bile onların yanında hiç mesabesindeyken ve İslam tarihi boyunca nice savaşlar şanlı mücadeleler verilmişken Çanakkale’ye böyle cüretkâr bir yakıştırma nasıl yapılabilir?
Yeni bir ulus inşa etme gayretinde olan ittihatçı kalemler bu ve benzeri birçok sözler söyleyip İslami kaideleri tepetaklak etmeye çalışmışlardır ama onların hiçbirinin dindarlık gayesi olmadığı gibi inançsızlıklarını aleni olarak dillendirmişlerdir. Onların bu sebeple mümin kalplere sirayet etmesi mümkün değildir. Ama Milli Müslüman Akif’in bu sözleri imanlı kalpleri çok derinden sarsmış travma tesiri yapmıştır.
Akif bu mısraları ile “Bedrin Aslanlarını” aşağılamış ve ömrü hayatı boyunca bunu değiştirme düzeltme gayreti gütmemiştir. Şu kedi aslan kadar cesur denirse. Aslanın üstünlüğü tescil edilip kedi yüceltilir. Ama şu aslan kedi kadar cesur denilirse bu aslana hakaret ve onu aşağılamak olur. Kedi de yüceltilmediği gibi komik bir duruma düşürülmüş olur.
Akif’in kafiyelerine gösterdiği hassasiyeti esirgediği bir diğer husus Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han’a yaptığı yakıştırmalardır. En son 1966 baskılı Safahat’ta bulunan ve sonraki baskılarda yer verilmeyen şu mısralar doğrusu; bırakın dindarlığıyla ile nam salmış Müslümanların halifesine söylenmeği sıradan bir Müslüman’a söylenemeyecek sözlerdir.
“Herifin sofrada şampanyası hala ayran, bari yirminci asırdan sıkıl artık hayvan”
Evet, şairler normal insanlar gibi değildir, duyguları hissedişleri farklıdır, fakat imanının yerine kinini ikame eden bir kişi sadece bir şair olur, onun dindarlığından bahsedilemez. Çünkü kini dinini bastırmış en temel ve basit inanç ölçülerini çiğnetmiştir. Bir Müslüman’a şampanya içmiyor, ayran içiyor diye ancak bir gayrimüslim söylerse mantık zemininde bu sözün bir anlamı olur.
Mehmet Akif’in Sultan Abdülhamid Han’a yaptığı hakaret ve iftiraların büyük kısmı yeni baskılı Safahat’larda da bulunmaktadır. Bunlar eleştiri hakkaniyet ve İslam ölçülerini aşmış sınırsız ve buutsuz, iflah olmaz bir kinin eserleridir. Oysa dindarlık numunesi olacak bir şahıstan, Müslümanlığın en ağır darbeler aldığı bir zamanda daha akıllı olması, esas bozguncuları görmesi beklenirdi.
Görmedi, görmediği gibi onlarla işbirliği içinde bulundu. Mısırlı Mason Abduh’u muhteşem üstad ve onun talebesi tescilli İngiliz ajanı Cemalettin Afgani’yi kendine ve yolundakilere rehber gösterdi.
“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh “
.........
“Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer, yer; oradan Alemi İslam’a Cemaleddin’ler.”
O Abduh ki (damadı Ömer Rıza Doğrul gibi) masondur. Dinde reform teraneleriyle İslam alemini fitneye boğmuş ve bölük pörçük olarak İngilizlerin kucağına atmıştır.
Model kişilerin bu gibi yanılgıları ortaya çıkıp gözden düştükleri zaman hemen bir pişmanlık mekanizması devreye sokulur. Şartlar değişmiş ve hakikatler ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu model kişilikleri de dönüştürmek, revize etmek gerektir. Fakat bu tövbeyi mirasından geçinenlerin değil kendisinin yapması önemlidir. Kendisinden böyle bir pişmanlık vaki olmadığı ortada iken oluşturulmuş pişmanlık hikayeleri toplum mühendislerinin değişen şartlara göre model kişilikleri dönüştürme gayretinden başka bir şey değildir.
Cennetmekan Sultan Abdülhamid Han’a buğzedip düşmanlığından fena söyleyen ve daha sonra hakikati görüp nedamet getiren bu pişmanlığını destansı ifadelerle dile getirenler az değildir. Doktor Rıza Nur, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik Bölükbaşı bunların en çok bilinenleridir.
Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhundan İstimdat” şiiri bütün ittihatçılar adına itiraf, kendi namına bir tövbe metnidir.
“Şevketlim Sultan Hamid Han
Feryadım varır mı barigahına
Ölüm uykusundan bir lahza uyan
Şu nankör milletin bak günahına.”
Milli şairin bilinen meşhur bir pişmanlığı vardır. Fes ve dualarla girilen meclisten kadeh ve fötr şapka çıkınca Akif soluğu Mısır’da almış, bir nevi yeni düzene küskünlük duymuştur. Mısır’dan son dönüşünde bu küskünlüğünden pişmanlık duyduğunu “Ne varsa bizim millette varmış.” Diyerek dile getirmiş ve yeni düzenin banisine “Allah ömrüm kaldıysa benden alsın ona versin” diyerek biatini bildirmiş birkaç ay sonrada sirozdan ölmüştür.
Akif ilk meclisin Burdur milletvekilidir. Bu Mustafa Kemal’in ona bir jestidir. İlerde gerçekleştirmek istediği düşünceleri için Akif aklında ki isimdir ve yakınında olmalıdır. Nitekim Akif, Konya isyanının bastırılmasından Kastamonu konuşmalarına kadar bir çok yerde halkın Ankara Hükümetini kabullenmesinde çok etkili olmuştur. Yeni düzenin farklı felsefesine karşı, halkın içinden, onların dilini duygularını bilen biri olarak Osman oğullarına duyulan bağlılığı Ankara Hükümetine çevirmeyi başarmıştır.
İlerleyen yıllarda İttihad Terakki’nin projeleri bir dizi inkılaplar olarak uygulamaya konulurken Akif’e Kuran-ı Kerim meali yazma görevi verilir. Mustafa Kemal neden özellikle Akif’in yazmasını istemiştir? Şimdilik meçhul. Ama onun da ortaya çıkacağına inanıyorum.
Akif bu teklifi kabul etmemiş ortaya konan büyük paraya rağmen bu işe temkinli yaklaşmıştır. Belki yeni düzene karşı duyduğu küskünlüğü naza çekerek ifade etmeye çalışmış olabilir. Ama Ulu Önder! Onun yazmasını buyurmuştur. Akif ikna olur, paranın bir kısmını alıp Mısır’a giderek yazmaya başlar. Aynı proje kapsamında Elmalı’lı Hamdi’de tefsir yazmaya başlar. Akif Mısır’da tanıştığı biricik talebesi (daha sonra damadı olacaktır) Ömer Rıza Doğrul’a da tefsir yazması konusunda rehberlik eder.
Bu meal biter ama yayınlanmaz. Akif, yeni düzenin ibadetleri Türkçeleştirme çalışmalarından ürkmüş olacak ki meal’i Mısır’da dostu Yozgatlı Müderris İhsan Efendi’ye bırakarak dönmezsem bunu yakın der. Hikmeti Huda dönemez. İhsan Efendi’de meali yakamaz. Akif’in damadı Ömer Rıza, meali İhsan Efendi’den almak için çok uğraşır, ama alamaz. Bu meali İhsan Efendi’den almak için devlet katından hatırlı kimseler araya girer, İhsan Efendi yakıldı diyerek mevzuyu kapatır.
İhsan Efendi ölüm döşeğindeyken oğlu Ekmeleddin’i çağırır yakmasını vasiyet ederek meali ona teslim eder. O Ekmeleddin; şimdiki İslam Konferansı Teşkilatı başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu’dur.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Abdülhamid Han devri şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu Prof İbrahim Sabri ve üç kişi daha Mısır’da bir evde buluşarak metal bir leğen içinde mealin mührünü sökerek sayfaları tek tek yakarlar. Yakma işlemi bitince Prof İbrahim Sabri Bey’in okuduğu dörtlük dünya durdukça mealden din öğrenmeğe kalkanların suratına şamar gibi inecektir.
“O bir eserdi ki, yangın denilse layıktı.
Eğer kalaydı yakar kül ederdi imanı
O bir ateşti ki, sönmezdi etmeden ihrak
Yakıldı, sönmesi kurtardı Nass-ı Kuran’ı”*
Hulasa M Akif milli şair olmaktan çıkartılıp Milli Müslüman modeli yapılmaya çalışılırken, onun dindarlığı resmi söylemin dışında incelenmeye ve araştırılmaya muhtaçtır. Bu hususta bazı çalışmalar vardır. Ahmed Davudoğlu Hoca’nın Dini tamir davasında, din tahripçileri kitabında Akif önemli bir yer tutar. Adem Çevik’in Abdülhamid’de yanılanlar kitabı da önemli bir araştırmadır. Rahmetli Necip Fazıl’ın ise Akif’i milli bir bozguncu olarak değerlendirdiği bilinmektedir.
Mehmet Akif, Kemalist ideolojinin elinde, Kemalist Müslüman tiplemesi olarak şekillendirilmiş, bu veçhile eserlerinin, fikirlerinin neşrine hatta okullara resminin asılmasına müsaade edilmiştir. Çünkü nihai noktada Akif bütün gel gitlerinden sonra huzuru Kemalist düzende bulmuştur. Günümüzde Akif statükonun en sağlam kalelerinden biri olarak karşımıza çıkmakta Kemalist rejimle dindarlar arasında köprü vazifesi görmektedir. Akif’in şahsını ve şiirini aşarak onu statükonun kalesi haline getiren bu toplum mühendisliği faaliyeti ciddi bir şekilde yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
Mazhar Candan – 14.02.2012
*Akif’in beyitlerinin tamamı İnkılap ve Aka Yayınları 1996 baskılı Safahat’tan alınmıştır. Ekli dosyayı görüntüle 4226
. 28 Şubat paşalarından Doğu Silahçıoğlu birçok meslektaşının taşıdığı duyguları dile getirip. Aşırı dinci bir söylem taşıdığı için bir ömür boyu selam durduğu İstiklal Marşı’nı hiçbir zaman içine sindiremediğini yazdı Cumhuriyet Gazetesinde ki köşesinde.
* Milli Müslüman tanımlaması Janset Bulvari ismli Twitter kullanıcısına aittir.
* İstiklal Marşı metinlerinin arkasında Akif’in fotoğrafı vardır. M. Kemal’in resmi ile yan yana bütün eğitim kurumlarında bulunmak zorundadır.
“O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Ezan, şahadet, din ilk bakışta mısralarda, Paşa haklı dedirtecek bir görüntü var. Peki ya mana; inlemek sözcüğü acı ile feryad etmek, ızdırapla ses çıkartmak anlamlarına geliyor. Peki, ezanlar neden ebediyen inlemeli? Gür bir sada ile coşmak varken. Pa
alıntı yaptığım bu kısmı okuyun ve akifi eleştirenlerin niyetini ve cehaletini görün
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
bu topiği şikayet ettim ancak sanırım yöneticiler henüz teşrif edip görmediler
 

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
24,988
Tepkime puanı
1,501
Puanları
113
Maalesef Türkiye'de sadece kendini ve kendi bulunduğu cemaati doğru yolda zanneden bir güruh var.

Tek ehli sünnet biziz, Fırka-i Naciye biziz, diğerlerinin hepsi yanlış yolda.

Bunu iddia ederken de diğer bütün cemaatleri karalamaktan hatta daha da ileri gidip tekfir etmekten çekinmezler.

Ama şunu düşünmezler ki dünyanın dört bir yanında nice müslüman toplumlar var ve bu toplumlar Türkiye'de ki hiç bir grubu cemaati bilmezler.

İçerisinde bulunduğunuz cemaat Fırka-i Naciye ise Somali'de Kanada'da Çin'de Endonezya'da yaşayan Müslümanlar ne yapacak.

Şu sokakta Kuran okuyan Müslüman hangi cemaatten mesela. Ehli sünnet mi değil mi ?



Gelelim M.Akif ERSOY meselesine. M.Akif ERSOY hatasıyla doğrusuyla günahıyla sevabıyla yaşadı gitti, Allah rahmet eylesin.

Arkasından kötü konuşmak size ne kazandırır. Sadece ve sadece ölmüş bir adamın arkasından gıybetini yaparsınız. Anlınız secdeden kalkmasa bu günah size yeter. Şeytan herkesi bir yerlerden yakaladığı gibi sizi de buradan yakalamış farkında değilsiniz.

Benim hiç hatam yok mu ? Sizin hiç hatanız yok mu ?

M.Akif ERSOY'un kahrolduğu bir anısı:

Umumi Harpte Viyana'da idim; bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar. dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkancıya:

-Bir zafer haberi mi var! dedim.

Adam:

-Zafer de söz mü? dedi. İngilizler Müslümanlardan Kudüs'ü aldılar: İngiliz ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes şehir aydan kurtuldu, haça kavuştu. Ve Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı:

-Milletim nevi beşer, vatanım rüy-i zemin! Öyle mi? dedi. Sonra ilave etti:

-Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne ruy-i zeminimiz! Avrupa'nın nevi beşerinde ben yoksam, benim nevi beşerimde de o yoktur.


Biz o dönemde Almanya Avusturya Osmanlı beraber aynı cephedeyiz. Ama Kudüs'ü İngilizler alınca Avusturyalılar sokaklara dökülüyor bayram yapıyor.

Selam ve dua ile.
 

Abbas yel

İhvan Forum Üye
Katılım
20 Eki 2022
Mesajlar
93
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Van
m.akifi mısırlı meşhur mason Abduh yetiştirdi..akifin yetiştirdikleri de bugún aramízda yaşıyor..şairlik yõnú hariç uyduruk dini gõrúşleriyle zehir saçmaya devam ediyorlar ..bizide bu yönü ilgilendiriyor zaten...şairlik yõnüne zaten birşey dediğimiz yok...!!!!
 

Abbas yel

İhvan Forum Üye
Katılım
20 Eki 2022
Mesajlar
93
Tepkime puanı
13
Puanları
8
Konum
Van
Yazmayayım bu işe karíşmayayım diyorum
ama bakıyorum sap ile saman hakikat ile hilafet birbirine karışmış...!!!!
Tarihi gerçekleri bilerek geleceğe yõn
vermek en doğrusu ...!!!

********

M.akifin üç tehlikeli görüşü
Padişaha hakaret
Mason abduh'a övgü
Haşa Allah'a isyan...!!!

Devleti Alî Osmanî ve peygamber varisi
halifelik makamı yerine Laik kemalist ateist rejim kuruldu ve bu çarpık düzen kurulurken cennet mekan Abdülhamit hana kızíl sultan baykuş karı kılıklı kızıl kâfir derken 600 yíllík devleti Osmani yıkılırken halifelik kaldırílırken Mehmet Akif'in aklı neredeydi...????

bade harap olduktan sonra ..!!!!

Düzenin kurucularí kendini kullanílmíş eşya gibi bir kenara attíklerı gibi bu ümmeti de başsız bıraktılar..bunun vebalini kim verecek....??????

1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında
diyor ki:
“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer”
(s. 402)
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)
“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.”
(s. 421)
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.”
(s 422)

“Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.”
“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,
Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.”

İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine
diyor ki:
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.

Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor:

Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,
Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah!

diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor.

Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç?
Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ?



Allahü teâlâ milletimize basiret versin...
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
abduh un mason olduğunu nereden bileceğiz
yada senin mason olmadığını nasıl bileceğiz?

sen ki böyle şeyler ispat edilemez diyorsun
sonrada kalkmış filankes mason diyorsun

şaka mısın @Abbas yel



forumda ırkçılık tarzı yazılar paylaşıyorsun
sonra tarihsel bir kişiliğe olmadık ithamlar yapıyorsun

amacın ne niye ortalığı karıştıyorsun
 

gamsız

Profesör
Katılım
10 Ağu 2015
Mesajlar
2,682
Tepkime puanı
367
Puanları
83
abduh un mason olduğunu nereden bileceğiz
yada senin mason olmadığını nasıl bileceğiz?

sen ki böyle şeyler ispat edilemez diyorsun
sonrada kalkmış filankes mason diyorsun

şaka mısın @Abbas yel



forumda ırkçılık tarzı yazılar paylaşıyorsun
sonra tarihsel bir kişiliğe olmadık ithamlar yapıyorsun

amacın ne niye ortalığı karıştıyorsun
abbas yel in mason olup ol madığını ne biliyoruz niyet,i halis değil mesela.
 
Üst