Ali Aydın - Hatırlamanın uygarlığından unutuşun uygarlığına

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Eğitim tartışmasının hâl-i pür melâli

Eğitim tartışması dershaneler üzerinden yeniden alevlendi. Konu ile ilgili görüş beyan etmeyen hemen hemen hiç kimse kalmadı. Hükümetin seri bir hamlesi ile tartışmanın içinde kendisini bulanların, karşıtlık-yandaşlık sarkacına eklemlenmeleri, Türkiye’deki siyasetin düzlemini bilenlerce artık şaşırtıcı bir durum değil.

Hükümet-cemaat geriliminin tetiklediği söylenilen dershane tartışması, ne türden bir gizemi bağrında taşıyor bilmiyoruz. Ancak biz verili durum üzerinden bir şeyler söyleyebiliriz.
Eğer, hükümet ile cemaat arasında, bugüne kadar çeşitli kişilerce dile getirilen ayrışma, dershaneler üzerinden bir hesaplaşmaya dönüştüyse vay halimize! Kamuoyunu olası belirsizlikler yüzünden endişeye sevk eden bir noktaya savurmaya kimsenin hakkı yoktur. Hele hele eğitim meselesi üzerinden bunu yapmak hiçbir biçimde izah edilemez.
BU OYUNU OYNAMIYORUZ
Türkiye’de eğitim sistemi olarak bahse konu olan eğitim-öğretim uygulamalarının bütünü ister devlet ister özel sektör bağlamında ele alınsın ortada her iki taraf açısından da bir iftihar tablosunun olduğu söylenemez. Dershanelerin verili sistem içerisinde gördükleri işleve dair onlarca olumlu özellik sıralanabilir; keza dershanelerin zaten dökülen sistem içerisinde onlarca olumsuz özelliğine de vurgu yapılabilir. Ancak mesele bu değil.
Tartışmanın akışı içinde Milli Eğitim Bakanı’ndan köşe yazarlarına, eğitimcilerden televizyon programcılarına kadar herkes bir gerekçeler listesi ile söze başlıyor, bir gerekçeler listesi ile sözü bitiriyor. Bir şeyi ister savunun isterseniz karşısında durun, gerekçeler sıralamakta hiçbir zorlukla karşılaşmazsınız. Oysaki mesele fayda-zarar analizinde haklı çıkma meselesi değil. Burada yanlış olan en başta bu oyunun kendisidir. Bu oyuna mahkûm olmak hazin bir biçimde esastan konuşulması gerekenleri de konuşulmaz kılıp perdelemektedir.
İYİ BİR GELECEK ÜMİDİ YOK EDİLEMEZ
Hükümetin konuya bakışını özetleyen bir cümle Bülent Arınç’tan geldi. Bülent Arınç basın toplantısında "Eğitime çok yatırım yaptık. Dershanelere ihtiyaç kalmamalı. Nitelikli dersleri okullar vermeli. Ailelere ekstra masraf olmamalı." ifadelerini kullandı.
Önce verili duruma bir bakalım. Bu ülkede yaklaşık 20 milyon öğrenci var. Bir de devletin hiçbir biçimde ortak kabul etmediği ve alternatifsiz bir biçimde belge, diploma, sertifika dağıtım şebekesi olarak kullandığı ve 12 yıl gibi bir süre ile zorunlu kıldığı bir eğitim süreci var.
Bu sürecin sonunda bir sınav var. Sınavın amacı elemek. Kimi? Milyonları. Herkesi üniversite mezunu yapabilecek ne yeterli sayıda üniversite ne de kontenjan var. Öğrenciyi kreşten almışsın ve neredeyse 20’li yaşlara kadar bir yere kıpırdamasına müsaade etmemişsin. Aileler bu noktada çaresiz. Ne yapıp edip o sınavı çocuklarının kazanmasını ve gelecek vadeden iyi bildikleri bir üniversiteye girebilmesini istiyorlar. Gayet insani bir arzu. Aileler bu arzularını gerçekleştirebilmek için çocuklarına destek eğitimi aldırıyorlar. Dershane dediğimiz şey bundan ibaret.
Yani mesele okullardaki dersin niteliği ile ilgili değil. Aslına bakarsanız dershanelerin kerametiyle de ilgili değil. Zira dershaneye her giden öğrenci kendisini 1 yıl sonra üniversitede bulmuyor. Bütün devlet okullarında derslere Einstein girse, durum yine değişmez. Tek bir eleme sınavına çocuklarının kaderi iliştirildiği müddetçe, insanlar kendi çocuklarını avantajlı kılacağını düşündükleri desteği arayacaklardır.
BİR GARİP DERSHANE TARTIŞMASI
“Efendim okulların yapamadığını 1 yılda dershaneler yapıyor.” ucuzluğunda bir savunuya gerek yok. Dershanelerden bir ahlak ve fazilet merkezleri olarak bahsedip, dershaneleri fetişleştirmeye de gerek yok. Hükümet buyurdu, vardır bir hikmeti diyerek “Dershaneler vazgeçilmez değil” keyfiliğine de gerek yok. Dershaneyi verili sistem içerisindeki konumuyla değerlendirip asıl meseleye gelebilmek bu noktada en anlamlı iş olarak beliriyor.
ZORUNLU EĞİTİMDE ‘BAŞARISIZLIK’ ARİZİ DEĞİL ASLİDİR
Şimdi sanılıyor ki eğitime çok yatırım yapılırsa, eksiklikler giderilirse, fiziki şartlar iyileştirilirse her şey çok güzel olur. Bütün sınıflar teknoloji ile ihya olursa, akıllı tahtalar sınıfları doldurursa, tabletler gençlerin elinden düşmezse başarıdan başarıya koşulur. Böyle bir bakışın en temel yanlışı ‘başarısızlığı’ birtakım donanım eksikliklerinin neticesi olarak görmesidir.
Zorunlu eğitimin kendisi her yönü ile başlı başına bir başarısızlık abidesidir. Sadece Türkiye özelinde değil tüm dünyada bu böyledir.
Türkiye’de zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılırken, bir eğitim sendikasının dışında hiçbir Allah’ın kulu bu ülkede bu noktaya temas etmedi. Zorunlu eğitim uygulaması başlangıcından günümüze-Türkiye’de çok sözü edilmese de - bir tartışma konusudur.
Ayartıcı/baştan çıkarıcı, kaotik ve parçalanmış oluşundan dert yanılan zamanımızda, sadece zorunlu eğitim değil; “eğitim fikri” bütünüyle kriz içindedir.
Türkiye’de ne mevcut eğitim sistemini kıyasıya eleştirenlerden ne de anakronik alternatif model rüyası görenlerden şu ana kadar bu noktayı yeterince anladıklarına dair bir işaret alabilmiş değiliz.
[email protected]
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hatırlamanın uygarlığından unutuşun uygarlığına



“E
ğer bugünlerde zorunlu olarak ve takıntı derecesinde bir inatla hafıza meselesine dönüyorsak, bunun nedeni bir süreç, dolayısıyla öğrenme ve hatırlama uygarlığından fanilik ve dolayısıyla unutuş uygarlığına taşınmış olmamızdır. Bu hareket noktasının yan zayiatlar kılığına girmiş en önemli kurbanı hafızadır.”Zygmunt Bauman

*
Kendini tekrar ile malûl, gündem olmayan-gündem ile meşguliyet hâli, zorlama yorum enflasyonu ile birlikte seyreden bir içerik boşalması ve mesele edilenin ancak anlamdan arındıktan sonra sözün konusu olabilmesi. Birkaç haftadır süren dershane tartışmasının özeti bundan ibaret. Bu özette, hükümet ile cemaat arasındaki gerilime bir atıf yapılmamış olması bir eksiklik olarak görülebilir.
Açıkçası, şimdilik aktüel bir çekim gücü yaratsa da benim için bu, eğitim sistemi üzerinden ülke insanın yaşadığı trajediyi kavramaktan ve konu etmekten daha öncelikli bir yere sahip değil.

Modern dönemin başlangıcında kazandığı anlamıyla eğitimi, değişmez bir veri kabul ederek girişilen dershane tartışmasının; küreselleşme, tüketim ve kitle iletişim araçlarının tetiklediği dönüşüm içerisinde beliren bugünün koşullarında anakronik bir seviyede asılı kaldığını söyleyebiliriz.
Dershaneler üzerinde odaklanarak girişilen eğitim tartışmasının ufuksuzluğu yaşadığımız trajediyi de kavramaktan aciz oluşumuzu gösteriyor. Neye maruz kaldığımızı idrak etmediğimiz sürece gelecek, bizler için kayıp bir kıta olacaktır.

Dijital anaforda, ‘hız’ile tanımlanan bugünün uygarlığı bilgi ile temasta unutmayı aranan bir nitelik kıldı. Sürekli bir değişim hâli, yeni şartlara seri bir biçimde adaptasyonu zorunlu kılarken mevcut bilgiyi unutup yeni bilgiyi öğrenme çabukluğu üzerinden işleyen bir süreç yarattı. Bilgi, “kullan at!” ve “yenisini edin!” gerilimi içerisinde, edinilmesi zorunlu, yenilenmesi ve güncellenmesi kaçınılmaz olan bir nitelik kazandı. Tüketim kültürü ile şekillenen ve piyasa şartları içerisinde oluşan isterlere anında yanıt vermesi beklenilen, gerekli ve elverişli olduğu düşünülen ne ise o ve onun bilgisi, ‘bilgi’ statüsü kazandı. Yaşanılan bu köklü değişim ve dönüşüm,‘paidea’ kavramını Yunan bilgelerinin kullanmasından bu yana geçen 2000 yıllık bir süreçte, en radikal bir biçimde son 20-30 yılda gerçekleşti. Bu durum, eğitimin temel aktörleri olan öğretmen ve öğrencinin rollerini radikal bir biçimde etkilerken, yetişkin ve çocuk kategorilerini de metamorfoza uğratarak sanayi toplum yapısına göre dizayn edilen bir eğitim sistemi ve modellemesini hükümsüz kıldı.

Eğitim sisteminin bütün kademelerinde, üniversite giriş sınavından kamuya personel alımı için gerçekleştirilen sınavlara kadar, ölçme ve değerlendirmenin ‘hafıza’ odaklı bir biçimde gerçekleşmesi,
ezber kuvvetini maharet olarak öne çıkaran yanıyla ölçtüğü her ne ise; bugün itibariyle hız, çabukluk ve adaptasyon gibi öne çıkan vasıflara karşıt bir yerde duruyor. Çabuk unutmanın, yeni davranış örüntülerini içselleştirebilme yeteneğinin aranan özellikler arasına girdiği bir nokta işlevsizliği aşikâr hâle gelen bir yapının; yasal dayanakları, kurumsal işleyişi ve içeriği ile yüzyılın başındaki amaçlılığından milim uzaklaşmaması, çağa ait yakıcı sorunların konu edilmesini de sürekli bir tehire mahkûm ediyor.
Mevcut olanın işlevsizliğini daha bir görünür kılmakla birlikte mesele salt yeni durumun koşullarına ayak uydurma meselesi de değil. Toplumsal üretim ve denetim aracı olarak yegâne fail konumunu modern dönemle birlikte kazanan modern ulus-devlet siyasal bir içerik yüklemesi ile makbul vatandaşın imal ve icat edileceği bir mahal olarak eğitim kurumlarını ‘zorunlu’ hâle getirmişti. Zorunlu eğitim, eğitime dair bir kaygının neticesinden çok politik amaçlılığı içerisinde yerine göre son derece kaba bir devlet-toplum ilişkisinin de fiili bir biçim aldığı süreçten ibaretti. Eğitimin, hak ihlallerinin fütursuz bir biçimde gerçekleştiği bir alan olması, işlevsizliğine ilaveten gayri insani yapısını da iyice çekilmez kılmaktadır.
Eğitim tartışmasının ufku ve Özgür Eğitim-Sen
23-24 Kasım tarihlerinde Adıyaman’da heyecan verici bir çalıştaya katıldım.
Dershaneler üzerinden yürütülen ve şu ana kadar anlamlı bir neden-sonuç ilişkisi ile izahı yapılamayan esastan yoksun, derinlikten uzak ve asıl meseleyi teğet geçen boğucu tartışma ortamından sıyrılıp eğitim sisteminin temel sorun alanlarına temas eden böyle bir çalıştaya katılmak bana iyi geldi.
Özgür Eğitim-SenAdıyaman İl Temsilciliği ve Uluslararası Af Örgütü işbirliği ile gerçekleştirilen ‘İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü’ konulu çalıştay Türkiye’deki eğitim tartışmasının aksine, eğitim sisteminin can alıcı sorunlarına temas etme noktasında son derece derinlikli idi.
Çalıştayın açılışında Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri Abdulbaki Değer’in Türkiye’de ve dünyada eğitimin konumlanışına ve bir sistem olarak uygulanışına dair esastan yaptığı tespit, eleştiri ve sorgulamalar eğitim meselesinin kavranması için elverişli bir çerçeve sundu. Çalıştaya katılan Özgür Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerin eğitim sistemi içerisinde hak ihlallerine karşı ortaya koydukları duyarlılık ve farkındalık, hem heyecanımı hem de ümidimi arttırdı. Açık zihinli, eleştirel ve sorgulayıcı; adalet, hak ve özgürlük diyen eğitimcilerle birlikte dolu dolu geçen iki gün, Türkiye’deki eğitim tartışmasının düzeyine meydan okurcasına ufuk açıcı ve katılımcıların üretkenlikleriyle birlikte istifadeye açıktı. Bu vesileyle şunu da gördüm ki Türkiye’de eğitim tartışmasının ufku Özgür Eğitim-Sen ile mukayyet.
[email protected]
 
Üst