Ali Şeriati Düşüncesinde Aydın ve Entellektüel (Yavuz Yılmaz)

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Ali Şeriati, genç sayılabilecek bir yaşta şehit edilmesine karşın, Müslüman bir coğrafyaya ait olmanın bütün sıkıntılarını çekmiş, İslam dünyasının geri kalmış ve sömürgeleştirilmiş konumundan kurtarılması için önemli çalışmalar yapmış ve bu yolda ömrünü harcamış bir aydındı. Burada ‘aydın’ kavramını, 18. yüzyıldan itibaren Batı düşüncesinde gelişen‘aydınlanma felsefesini’ temel alarak ortaya çıkan ve bu düşüncenin savunuculuğunu yapan kişi anlamında kullanmadığımızı belirtelim. Çünkü Ali Şeriati, aydın kavramına aydınlanma felsefesinin ve modern entelektüellerin bakış açılarından çok değişik bir anlam yüklemektedir. O, tam manasıyla çevresini uyarmayı, yaşadığı toplumu içinde bulunduğu durumdan kurtarmayı hedef edinmiş ve bu yolda hayatını harcamış bir düşünürdü. Hamit Algar, İran İslam Devrimini anlattığı ‘İslam Devriminin Kökleri’ adlı eserinde, Şeriati’nin devrimin oluşumuna katkısı olmuş üç kişiden biri olduğunu söyler.
Ali Şeriati düşüncesinde aydın kavramı merkezi bir yer tutar. Aydının tanımı, aydının toplumsal değişimde üstlendiği rol, aydınla toplum arasındaki etkileşim, aydının fonksiyonu, üçüncü dünya aydınlarının problemleri, aydın entelektüel ilişkisi, aydının din ve toplumsal değerler karşısındaki konumu, aydının evrenselliği ve yerelliği gibi konuları kendine özgü üslubuyla analiz eder.
Ali Şeriati, ilk olarak aydın kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve aydın kelimesinin entelektüel kelimesi ile karıştırıldığını savunur. Aydın ve entelektüel kelimeleri birbirine karıştırıldığından, çoğu kez aydının kim olduğu, özelliklerinin ne olduğu ve toplumsal değişimde üstleneceği fonksiyon da bilinemiyordu. Bu zihinsel karışıklığın ortadan kalkması için kavramların doğru olarak tanımlanması gerekir. Şeriati, Batı düşüncelerini iyi bilmenin getirdiği avantajı kullanarak aydın ve entelektüel arasındaki farklılığı şöyle açıklıyor: “Karşılık olarak aydın dediğimiz kelime, Avrupa dilinde ‘entelijansiya’dır. Bu kelime mastar isim olup sıfatı ‘entelektüel’dir. Entelektüel kelimesinin kökü ‘entelekt’dir. Entelekt, beyin, akıl, şuur, kavrama gücü ve zekilik ve anlama manalarına gelir. Entelijans insan, akıllı, kavrayış sahibi ve düşünen insan demektir”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı) Bundan dolayı aydın kavramı ve entelektüel kavramı aynı değildir. Yanlış tercümeden dolayı aydın ve entelektüel kavramları özellikle Batı dışı toplumlarda birbirine karışmıştır. Aydın entelektüel olabilirde olmayabilirde, nitekim aydınların önderleri olan Peygamberlerin çoğu entelektüel değildir. Ancak peygamberler halkı durgunluk uyuşukluktan kurtarıp bilinçlendirmeye çalışan ve tarihin akışını değiştiren önemli insanlardır. Belki entelektüeller aydınlardan daha bilgilidirler, ancak onlar kadar toplumu dönüştürücü role sahip değillerdir. “Aydınlar, entelektüellerin tersine toplumda seçkin sosyal statüye sahip belli bir gurup değildir. Aydınlar, entelektüellerin aksine ,sosyal tabaka ve sınıf bakımından kitlenin,halkın ve avam tabakasının karşısında veya kenarında yer almazlar. Çünkü aydınlık, aydın oluş, belirli bir sosyal form değil, insandaki bariz bir manevi niteliktir. Aydın mutlaka entelektüel ve bilgin olmak durumunda değildir. Entelektüel ve aydın arasında genel ve özel boyutlarıyla iki tür bağ bulunmaktadır. Entelektüel bilginin görevi, hayatı idare etmek, toplum gücünü artırmak, refah seviyesini yükseltmek, kelimenin tam anlamıyla insanın iyiliğini temin etmek olarak tespit edilebilir. Aydının misyonu, hayatı organize etmek suretiyle toplumun liderlik, olgunluk ve değişimini temin etmek, yani tek kelimeyle insanı hakikatte olması gerekene ulaştırmaktır”. ( Öze Dönüş,Ali Şeriati) Aydının en önemli özelliği toplumunu tanıması,içinde yaşadığı halkla empati kurması, yaşadığı zamanı bilmesi, zamanının ihtiyaç ve isteklerini hissetmesi ve toplumun sorunlarına angaje olması gerekmektedir. Aydın toplumunun hangi dönemde yaşadığına tanık olmak,sorunlarını bilmek ve bu konuda içinde yaşadığı topluma önderlik etmelidir.Aydının misyonu, halkına bilinç ve sorumluluk kazandırmak ve onlara önderlik etmektir.Aydın somut bir ideolojiye sahip,bilinç sahibi bir düşünürdür. Bu anlayışa göre Platon, Aristo, İbn Sina Farabi, vb. entelektüeldir ama aydın değillerdir. Buna karşılık bütün Peygamberler, Ebuzer, Ömer Melüd, Katip Yasin, İkbal aydındırlar. Şeriati’nin saydığı bu isimlere Afgani, Abduh, Mehmet Akif, Said Nursi, Gannuşi, Aliya İzzetbegoviç ve Ali Şeriati’nin kendisini dahil edebiliriz. Nitekim Şeriati, İran halkının bilinçlenmesinde önemli rollerden birine sahiptir.
Ali Şeriati’ye göre günümüz İslam toplumlarında aydınlar taşıdıkları sorumluluk bakımından, Peygamberlerin tarihte oynadıkları dönüştürücü ve özgürleştirici rolün mirasçılarıdır. Peygamberler halkın içinden çıkmış ve halkı bilinçlendirmeye yönelmişlerdir. Yaşadıkları çağın vicdanı olmuşlar ve halkı sahte ilahların boyunduruğundan kurtarma mücadelesi vermişlerdir. Şeriati’ye göre “ aydının kendi zamanındaki sorumluluğu, peygamber olmadığı halde toplumuna peygamberlik etmek, halk kitlesine mesajı aktarmak, onlara seslenmek, halkın donuk kapanmış kulaklarına bilinç ve kurtuluşu seslenmek, yönü göstermek, durağan toplumda harekete önderlik etmek ve hareketsiz kalmış toplumda yeni bir iman ateşi tutuşturmaktır.”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Aydın entelektüelden farklı olduğu gibi herhangi bir alanda kendini geliştirmiş olan bilginden de farklıdır. Bilgin yorum getiren olayları açıklamaya çalışan, bu özellikleriyle insanı rahatlatan bir özelliğe sahiptir. Oysa aydın problemleri sadece tespit etmez, aynı zamanda nasıl olması gerektiğini söyler ve topluma önderlik eder.
İslam’a göre yaralı bilgi, insana bilinç ve aydınlık kazandıran, onu sorumluluk sahibi yapan bilgidir, ilahi bir aydınlanma gerçekleştiren ve yol gösteren bilgidir. Ali Şeriati’ye göre Ebuzer’de bulunan ancak İbn Sina ve Molla Sadr’da bulunmayan bilinç budur. Dolayısıyla aydının hedefi, “ halkta bilinç meydana getirmek, onlara coşkun bir iman kazandırmak ve çağlarındaki insanın hayatında ideal belirlemektir.” (Ali Şariati,Ne Yapmalı)
Entelektüel sanat, edebiyat gibi alanlarda faaliyet gösteren herkesin ortak özelliğidir.“Bundan dolayı her akıllı insan yani tefekkür, zeka ve kavrayışı hayatta ve toplunda diğer özelliklerinden daha belirgin olan herkes entelektüeldir.” Bir anlamda entelektüel, zihin işleriyle uğraşan ve temel özelliği toplumdaki diğer kişilerden farklı olan ve zihinsel üretimle meşgul olan sınıfa mensuptur “ Şair ve yazarlar gibi beyin işçilerine yani zihinsel faaliyet yapanlara ‘entelektüel’ denir”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Oysa aydın tam tersi geleneğin esaretinden kurtulmuş, soyut felsefi tartışmalar yerine halkı donukluktan kurtarmaya çalışan bir misyon üstlenmiştir. Bu yönüyle aydın filozof, bilgin, sanatçı ve din adamı değildir. “Sınırlı ve durgun olmayan, donuk düşünmeyen, aydın ve açık düşünen, kendi zaman ve konumlarını, ülkelerinin durumunu ve toplumlarında gündeme gelen meseleleri ayırt eden, analiz edebilen, akıl yürütebilen ve başkasına anlatabilen insanlar ‘aydın’dırlar, ‘clairvoyant’dırlar”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Entelektüelleri aydınlardan ayıran önemli özelliklerden biriside, entelektüellerin yaptıkları işi meslek olarak yapmalarıdır. Yazar, şair, din bilgini entelektüel olabilir, ancak aydın değildirler.
“Aydın, bir ferdin düşünme bakımından sıfatı iken entelektüel, ferdin meslek bakımından sıfatıdır, bu kurala göre bazı aydınlar entelektüel iken bazıları değildir.” (Ali Şariati, Ne yapmalı) Bir kişi sadece ideolojileri öğrendi ve belli bir alanda bilgi sahibi oldu diye aydın sayılamaz Aydın topluma yol ve hedef gösteremezse, onları bilinç sahibi kılamazsa, kısaca onlara önderlik edemezse hem görevini yapmamış, hem de dönüştürücü rolünü oynayamamıştır.
İslam toplumunda entelektüel insanların çalışmalarının hiç işe yaramadığını söylemek mümkün değildir. Yalnız toplumların dönüşümünde entelektüellerin aydınların oynadığı rolü oynamaları imkansızdır.
“Din alimleri, vaizler, yazarlar ve şairler, bizim entelektüel topluluğumuzdur. Şüphesiz Mir Fendereski, Molla Sadra, Hafız, Gazali, Sadi, Firdevsi, Seyyid Rıza ve Allame Hilli, bizim zihinsel faaliyet yapan entelektüel sınıfımıza mensupturlar. Avrupa’da ise 17. yüzyıldan önce Orta Çağ’da yine de din alimleri, doktorlar, filozoflar, bilgeler ve şairler entelektüel sınıfa mensup idiler.”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Ali Şeriati’ye göre entelektüel, seçkin makamlara sahip, insanın iyiliğini isteyen, taklitçi, uzmanlaşmış, içinde yaşadığı topluma yabancılaşabilen, edebiyat, fıkıh, tarih ve benzeri alanlarda uzmanlaşmış kişidir. Oysa aydın halk yığınlarının karşısında yer almayan, toplumun hidayetini ve değişimini savunan, toplumu gerçek ve doğru bir biçimde kavrayan, taklitçi değil yaratıcı olan, geçmişe dönmesi gerekiyorsa bunu bilinçli bir şekilde yapan ve daima içinde yaşadığı topluma öncülük eden kimsedir.
Aydın genel anlamda Avrupa’da 17. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve kendine özgü sosyal ve felsefi özellikleri olan bir sınıftır. Bu sınıfın oluşumunda din-bilim ve felsefe ilişkilerinin özel bir önemi vardır. “ Bundan dolayı bizim asıl kaynağımız olan 17. yüzyıl Avrupa aydın sınıfı özel şartlar altında meydana geldi.”Avrupalı aydınla doğulu aydını karşılaştırırken, ortaya çıktıkları özel şartları iyi analiz etmek gerekir.
Ali Şeriati’ye göre Avrupa’da aydın sınıfı Ortaçağ din alimlerine karşı mücadele ederek ortaya çıkmıştır. Çünkü “Ortaçağ alimleri, din alimleri, düşünce ve hayatın özgürce gelişmesine fırsat vermiyorlardı. İlmi yalnızca İncil’in, onların düşünce tarlarının ve Hıristiyanlık hakkındaki itikatlarının işine yarayacak düşünce ve inançlardan ibaret kabul ediyorlardı.” Bu yüzden Avrupalı aydının din karşısındaki olumsuz tavrını anlayışla karşılamak gerekir. Çünkü Avrupalı aydının, topluma yön veren ve kilisenin baskısı altında şekillenen Skolâstik felsefe ile hesaplaşmadan olumlu adım atması ve toplumu dönüştürmesi mümkün değildir.
Ortaçağ felsefesinin baskın özelliği dini karakterde olmasıdır. Bundan dolayı bu felsefeye ‘Skolastik felsefe’ denir. Skolastik felsefe, otoritelere bağımlı, ezbere dayanan, Hıristiyanlığın gölgesinde gelişen, baskıcı, aklı dışlayan ve felsefeyi Hıristiyan dogmalarının açıklanmasının emrine veren bir anlayıştır.“ Ortaçağ’da doğmuş ‘Skolastik’ adlı bu klasik iklimler topluluğu, halkın düşünmesine, yeni bir keşif yapmasına, yetenekleri ve yenilikleri kullanmasına, düşünce hayatında ve toplum yaşamında bir reform, değişiklik ve hareket meydana getirmesine fırsat vermez.” Bundan dolayı Avrupalı aydınlar din alimlerinin aksine bilime ve bilimsel düşünceye dayandılar. Ancak buradaki bilim anlayışı sadece mantığa ve deneye dayanan bilgi için kullanılmaktadır. Pozitivizm felsefesinin etkisiyle gelişen bilim anlayışında metafizik ve dini bilgiler deneyle denetlenemediği için bilimsel sayılmamaktaydı. Dolayısıyla aydınlanma çağı bilim anlayışı dini her türlü düşünceye karşı materyalist bir karakter taşımaktadır.
Ali Şeriati, aydın sınıfının din karşıtı olmasına Kilisenin kurum olarak uyguladığı baskının neden olduğunu savunur. “ Bundan dolayı yeni bilginler yani aydın sınıfı, din karşıtı olarak yetişti. Niçin? Din karşısında, kilise kurumuna rakip olarak ve Katolik mezhebinin 1000 yıllık zindanından kaçan bir mahpus olarak kendi hayatını devam ettirmek ve gelişmek için kendi kendisine mantiki ve tabi olarak o zamanın dinine muhalif olması gerekiyordu oldu da.”
Aydınlar sadece skolastik düşünce ve felsefeye karşı değil, aynı zamanda dönemin siyasal sistemlerine de karşı çıkıyorlardı. Bunun nedeni Avrupa’da skolastik felsefenin yanı sıra, aristokrasi ve feodal yönetimlerin hakim olmasıdır.“Aydının diğer özelliği, aristokrasiye, özel bir sınıfın yönetimine ve feodalizme karşı olmasıdır. Çünkü hem aydının doğuşuna zemin hazırlayan Orta Çağ’da din aristokrasi taraftarıdır hem de papanın seçim şekli, halk tarafından değil, seçkinler tarafından gerçekleştirilen aristokratik seçimdir.”(Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Aydınlar Ortaçağ boyunca hem dinin, hem de siyasal sistemlerin baskısı altında bulunuyorlardı.“ 17. yüzyıl Avrupa’sında aydın, feodalizmin yaşandığı ve Sezar yönetiminin din adına herkese hükmettiği şartlarda ortaya çıkar. Bu nedenle Avrupalı aydın sınıfı, ruhani istibdadın zorba otoritesinden kurtulup özgürleşmek için din karşıtı veya dinsiz olur.” Aydının milliyetçi olmasının en önemli nedeni de papalık sistemidir. “ Papanın dünyayı kapsayan vatan anlayışını güçsüzleştirdiği için milliyetçi olur. Sınırsız ilmi düşünce özgürlüğüne ve bilim maddeciliğine inanır.”(Ali Şariati,Ne Yapmalı)
Avrupalı aydın, Avrupa tarihinin ve kültürünün bir ürüne olduğu için, bu tarihin sosyolojik, dini ve tarihsel şartlarından etkilenerek ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı içinden çıktığı toplumsal şartların özelliklerini taşırlar. Avrupalı aydının tarihte oynadığı rolü anlayabilmek ve analiz edebilmek için bu özellik göz önünde tutulmalıdır.
Tarih ve kültürel özellikler bakımından Avrupa’ya hiç benzemeyen Batı dışı toplumlarda aydın sınıfı, toplumsal rol ve sorumluluğu bakımından kendilerine hiç benzemeyen Avrupalı aydınları birebir taklit etmişlerdir. Avrupa’da Katolik mezhebinin oynadığı rolle hiç benzeşmeyen dini özellikler olmasına rağmen Batı dışı toplumlardaki aydın sınıfının en büyük handikabı, dine tıpkı Batıdaki gibi olumsuz tepki vermesidir. Bundan dolayı “ İslam toplumundaki, Doğulu toplumdaki aydının yaptığı ilk iş din ile mücadele etmek oldu.” Oysa din hiç şüphesiz farklı sosyal ve kültürel atmosferde farklı sonuçlara yol açar. Ancak aydınlar bütün dinleri, Batıda geçerli olan dinin özellikleriyle aynı tuttular. Oysa Muhammed Abduh tamda bu noktayı göz önüne alarak, aydınların bütün dinleri Hıristiyanlığın şahsında mahkum etmelerini eleştiriyordu. “ Onlar dini terk ettiler; özgürlük, efendilik ve dünya hakimiyetine ulaştılar. Biz ise dini terk ettik, çöküş, zillet, bölünme, tefrika ve bize dikte edilen, empoze edilen ve önümüze konulan her şeyi kabul etme istidadına ulaştık” (Ali Şeriati,Ne Yapmalı)
Şeriati’ye göre aydınımızın Avrupalı aydın gibi düşünüp tepki vermesi hem onu içinde yaşadığı topluma yabancılaştırmış, hem de içinde yaşadıkları halkın duygularını, düşüncelerini, önceliklerini hesaba katmadıkları için uygulamaları ve çalışmaları her zaman aksi yönde sonuçlar vermiştir.
Ali Şeriati aydını ikiye ayırır: Asıl aydın ve taklitçi aydın. “ Avrupalı aydın sınıfı, daha önce belirttiğim ve şu an işaret edeceğim gibi, bu özellikleri kendi tarih ve toplumunu esas alarak, içinde yaşadığı toplumların durum ve şartlarına dayanarak seçti. Bu özellikler onun toplumunda doğal olarak meydana geldi. Ama bizim aydınımız bu özellikleri nasıl edindi? Tamamen taklit ettiği kimselerin, öncülerinin ve asıl nüshalarının aksine olarak yani Avrupalı aydın, toplumunu değiştirmek ve yönlendirmek için bu özellikleri tepki olarak bizzat doğrudan kendi toplumundan aldı… Ama Doğulu ve Müslüman toplumlara mensup olan aydın, bu özellikleri içinde yaşadığı sosyal çevresine ait kültür ve maneviyata yabancılaşarak Avrupalı aydınla temas, tercüme ve taklit yoluyla aldı.”(Ali Şeriati, Ne Yapmalı) Dolayısıyla sahip oldukları bilgi ve fonksiyonları bakımından Avrupalı ve Doğulu aydınların hiçbir benzerlikleri yoktur. Taklitçi aydınlar kendi medeniyetlerini kopyacı bir medeniyet haline getirmişlerdir. Oysa aydın sınıfı tercüme ve kopya yoluyla meydana gelmez. Şeriati’ye göre tercüme ve taklit yoluyla mühendis, doktor, mimar yetiştirilebilir, ancak bu yolla aydın yetiştirmek mümkün değildir.
Batılı öncülerini izleyen aydınlar ancak kendi ülkelerinde Avrupa’nın ajanları gibi çalışırlar, kendi insanlarını küçümserler ve aşağılarlar. “ Diyeceğim gibi, Avrupalı olmayan Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı toplumdaki aydın, Avrupalı aydın sınıfın tam bir kopyasıdır.” (Ali Şeriati,Ne Yapmalı) Kopyacı aydınlar başka toplumların ürettiği problemlerin kendi toplumlarında da var olduğuna inanırlar ve yanlış üzerine yanlış yaparlar. Ne yazık ki, Doğulu toplumlar, sahte aydınların yaptığı yanlışların bedelini ödemeye devam etmektedir.
Aydınlar toplumu dönüştürmek için hedefini ve yöntemini iyi belirlemelidir. Yanlış algılamaların ve genellemelerin yanlış sonuçlara yol açmaması mümkün değildir. Toplumunu değiştirip dönüştürmek isteyen aydınlarla en kötü örnek, tarihte Deli Petro olarak bilinen, Büyük Petro örneğidir. Bilindiği gibi Hollanda’da eğitim gören Petro, toplumunu dönüştürmeye hedefleyen ancak bunu yanlış yönteme dayanarak yapmaya çalışan, yanlış algılayan aydınlardandı. Hollanda’yı inceleyen Petro, kalkınmayı Hollandalıların sürekli traş olmasına bağlamıştı. Ona göre Hollandalıların dünya çapında bir güce ulaşmalarının temelinde her gün sakallarını kesmeleri vardı. Bunun üzerine Rusya’ya döndüğünde sakal bırakmayı yasaklayan bir ferman yayınladı. Görünürde Ruslar Hollandalılara benzemişti, ama yapılan işlem Rusya’nın kalkınmasını sağlayamadı. Ne yazık ki, Üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleşen değişimler öz bakımından değil şekil bakımından ortaya çıktığı için, bu değişim hareketlerinde etkili olan anlayış Petroculuktu. Bu yanlış bilinç yüzünden Doğulu toplumlar gelişeceği yerde kendi kimliklerini büyük ölçüde kaybettiler.
Ali Şeriati’ye göre bir kısım aydınlar da gelişmemenin suçunu kendi dillerinde aramaya başladılar. Oysa kullanılan yazının geri kalmışlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayacağı açıktır. “ çöküntüyle sakal arasındaki ilgi, geri kalmışlıkla çarşaf arasındaki ilgi, cahillikle alfabe arasındaki ilgi, istismar edilenle istismar eden arasındaki ilgi, hep yanlış ilgilerdir; uçkur türü ilgiler!” İşte tam bu noktada gerçek aydının sorumluluğu başlıyor. Aydın, toplumu eline alacak, aydınlatacak ve kurtuluşa ulaştıracaktır. “ (Ali Şeriati,Ne Yapmalı) dolayısıyla toplumda aydının en büyük sorumluluğu, toplumun çöküntüsünün temel ve gerçek nedenini bulmak ve insan ve onun soyu ve çevresi için duraklamanın, geri kalmışlığın ve facianın gerçek etkenini keşfetmek, bunun ardından da uygulu ve gafil toplumunu kötü kader ve tarihin farkına vardırmak, toplumun hareket edip bu durumdan kurtulması için seçmesi gereken doğru hedef ve çizgiyi kendisine göstermek ve imkanlara, ihtiyaçlara, sıkıntılara ve aynı şekilde toplumun sahip olduğu sermayelere bakarak millet için var olan çözüm yollarına ulaşmaktır.”
Aydın her zaman toplumdaki düzensizliklerin ve çelişkilerin farkındadır. O peygamberin varisçisi olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. Sahte arayışlardan ve çözümlerden uzaklaşarak toplumu oyalamaz.
Hümanizm ve milliyetçilik gibi çözüm arayışları da sahte arayışlardır. “Hümanizm, sömürücü insanla sömürüye uğrayan insan arasında sahte bir bağ kurmak ve bu ikisi arasındaki düşmanlık, savaş ve nefret durumunu ortadan kaldırıp insanı kutsayan mistik bir genel barışa dönüştürmek için egemen güçler tarafından dünyaya ve milletlerin kaderine sunulan bir tezdir.” (Ali Şeriati, Ne Yapmalı) Burada sömüren ve sömürülen arasında sahte bir bağ kurularak, sömürülenlerin kurtuluş mücadelesi engellenmek istenmektedir. Aynı tutum milliyetçilik için de geçerlidir.
Ali Şeriati’ye göre bütün İslam toplumlarında aydın tabakası ile halk tabakası arasında büyük bir uçurum vardır. Bu durumun en büyük sebebi, aydınların din karşısındaki olumsuz tutumudur. Oysa tarihte bütün İslam alimleri din sayesinde halkla iyi bir iletişim kurmuşlar ve sıradan insanların gönlünden uzak kalmamaya gayret etmişlerdir. “ aydın olan ve sorumluluk taşıyan herkesin inandığı öğretiye göre yapacağı her işteki ilk adımı, içinde entelektüelin yaşadığı bu çok güzel, kıymetli ve gizemli adadan halkın içine bir bağlantı köprüsü kurmaktır. Hem halkın o adaya girmesini sağlayacak, hem de aydının o adadan halkı ziyaret etmesine imkan verecek bir köprüdür bu.”(Ali Şeriati, Ne Yapmalı) Aydın kendi halkının değerlerini anlamalı bir anlamda halkının vicdanı olmalıdır. Çünkü kendi halkına ve tarihine karşı yabancılaşmış bir aydının halkına önderlik etmesi mümkün değildir. Şeriati, aydınların bizim kültürümüzün başat faktörünün din olduğunu iyice kavraması gerektiğini savunur. Aydınlar din faktörünü gerçek anlamda algılayamaz ise halkla tanışma ve ona önderlik etme misyonunu tamamen kaybeder. Ayrıca aydınlar batıdaki öncüllerini birebir taklit ederek, dinlerin toplumlarda oynadığı farklı rolleri gözden kaçırarak, tıpkı onların yaptığı gibi dinle mücadele yolunu seçerlerse halkı korkutup ürküteceklerdir. Bu da onların toplumla olan bağlarını koparacak ve onları yalnızlığa mahkum edecektir. Aydınlar problemlere yüzeysel bakma hakkına sahip değildirler. Zaten onları sıradan insanlardan ayıran en önemli farklardan biri de budur. İslam toplumunda aydınlar dinle ilişkileri ne olursa olsun İslam dinini iyi bilmek zorundadırlar. Şeriati’ye göre “ Aydının düştüğü yanlış şudur: Aydın, Orta Çağ Hıristiyanlığı’nın eserleriyle avami kitle ve toplumda yaygın olan şu anki İslam’ın benzeştiğini görür ve hemen İslam’ın o dinlerle benzer olduğunu sanır. Bu yüzden de 19. yüzyıl aydınlarının yaptığı gibi din ile mücadeleye kalkışır. Bunun yerine halkına ve onun değerlerine bağlı, dini inançlarıyla kavga etmeden halkını donukluktan kurtarmayı hedeflemelidir.
Ali Şeriati’ye göre yarı aydınların İslam toplumlarında bu kadar etkili olmalarının nedeni, ruhanilerin başarısızlığında aranmalıdır. Çünkü ruhaniler oynadıkları olumsuz rolle çoğu insanı İslam’dan ürkütmüş ve kendi dinine yabancılaştırmıştır. Böylece onlara öğretilen İslam insanı özgürlüğe götüren bir inanç sistemi olmaktan çıkmış, insanı ve toplumu uyuşukluğa ve donukluğa sevk eden bir inanca dönüşmüştür. Böyle bir dini anlayışın insanlara çekici gelmesi mümkün değildir.
Ali Şeriati gerçek aydını benzerlerinden özenle ayırır. O’na göre “ Aydın tek kelimeyle içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal mekanda kendi ‘insani konumunun bilincinde olandır. Bu bilinç, cebri ve zorunlu olarak ona bir sorumluluk vermiştir.” Kendine özgü bir sorumluluk ve özbilinç taşıyan aydın belli bir entelektüel seviyeye ulaşmışsa toplumu yönlendirmede çok daha başarılı olacaktır.
Aydınlar tıpkı öncüleri olan Avrupalı aydınların yaptığı gibi bir İslami Protestanlık yaratmak için çaba harcamalıdırlar. Bu çabadan elde edilecek sonuçlar şunlardır:
1) Aydın toplumumuzun büyük kültür birikimini ortaya çıkarıp artırır, çöküşe ve yığılıp kalmaya neden olan öğeleri enerji ve harekete dönüştürür.
2) Mevcut toplum içindeki toplumsal çelişkileri, sanat, yazarlık ve hatiplik gücüyle ve sahip olduğu başka imkanlarla toplumun vicdan ve bilincine geçirir, toplumsal bilincin ve aydınlatıcı, hayat verici bilginin peygamberce ateşini halkın gecesinde ve kışında tutuşturur. Bu Promethe’nin insana verdiği ilahi ateşin ta kendisidir.
3) ‘Entelektüel adası’ ile ‘halk sahili’ arasında bir akrabalık, tanışıklık, bilişiklik ve zamandaşlık köprüsü meydana getirir; bu sayede hayat ve hareket için ortaya çıkmış olan din, hayatın hizmetine girmiş olur.
4) Halka hareket kazandırmada gerekli güce sahip olmak için din silahını, kendi güçlerini yürürlükte tutmak ve savunmak için yalan yere bu silahla silahlanmış olanların ellerinden alır ve bilyece karşı kutbu silahsızlandırmış olur.
5) Dini bir rönesans- yani o hayat, hareket, güç ve adalet dinine dönüş- yoluyla hem irtica etkenlerini( aydının şimdiye dek takviye ettiği etkenleri) felç etmiş olur, hem de halkı uyuşukluğa, durmaya, sapmaya ve aldanmaya iten şeyden kurtarmış olur. Böylece aynı öğeleri, diriliş, uyanış, hareket ve hurafelerle savaş aracı haline getirmiş olur; kendi öz kültürüne dayanarak kendi doğumunu yenilemeye ve kültürel kişiliğini diriltmeye koyulur ve Batı’nın kültürel saldırısı karşısında kendi insani, tarihsel ve toplumsal kimliğini pekiştirir.”
6) Nihayet İslami bir Protestanlık hareketi meydana getirerek halkın şu anki dininin taklide, uyuşukluğa ve temkine dayalı ruhunu; itirazcı, atılımcı ve eleştirici ictihati ruha dönüştürür ve toplumunun ve tarihinin içinde birikmiş bu muhteşem enerjiyi ortaya çıkararak arıtır ve bu enerjiden topluma hareket ve hareket verici maddeler veriri ve kendi çağını aydınlatıp kendi kuşağını uyandırır.” (Ali Şeriati, Ne Yapmalı)
Şeriati aydın kavramını “Asil aydın” ve “Taklitçi aydın olmak üzere iki kategoride inceler ve taklitçi aydınların Batının ajanı gibi çalıştığını belirler. Ona göre özelde İran genel İslam ve Doğu toplumlarının önemli bir sorunu da taklitçi ya da sahte aydınlardır. Taklitçi aydının en temel özelliği, içinde yaşadığı toplumun kültür ve medeniyetine yabancılaşması ve Avrupalı aydınları taklit etmesidir. Bu aydın türü toplumu medenileştirmek değil,modernleştirmek misyonunu üstlenirler. Kendi tarihsel ve kültürel temellerini üzerine medeniyet kuramayan toplumların medeniyet kuramadıkları gibi,medeniyet sahibi olma ihtimallerini de kaybederler.
Şeriati’ye göre aydın tercüme ve taklit yoluyla oluşan bir sınıf değildir. Bu yolla entelektüel oluşabilir. Çünkü aydın yeni bir şekilde düşünen insandır. Taklitçi aydın,kendi toplumunun içinde yabancıların bir ajanı gibi çalışır. Şeriati’ye göre, “Bu, aydının, Doğu ve İslam ülkelerinde Avrupalı aydın şeklinde oynadığı roldür. Tanımadığı ve dilini bilmediği ülkelerde emperyalizme kılavuzluk yapmış ve Batı emperyalizminin zehirli kültürel,ahlaki ekonomik, felsefi ve fikri özünü Doğu’nun taze,iri ve köklü ağaçlarının içine enjekte etmek için bir kurtçuk gibi çalışmıştır.”(Ali Şeriati, Aydın)
Ali Şeriati, ideal bir toplumun oluşumunda aydın kavramına merkezi bir sorumluluk yükler. Çünkü toplumun uyanıp, durağanlık ve donukluktan kurtulması için, bilinçli, tarihini ve sorumluluğunu bilen gerçek aydınlara ihtiyaç vardır. Bu rolü tarihte peygamberler oynamıştır; artık peygamber gelmeyeceğine göre görev peygamberlerin varisleri olan sorumlu aydınlara düşmektedir. Aydının temel sorunu bu görevine nereden başlamalı ve ne yapmalıdır sorunudur. “Ne yapmak için? Bu açıktır. Aydının kendi zamanındaki sorumluluğu,peygamber olmadığı halde toplumuna peygamberlik etmek,halk kitlesine mesajı aktarmak, onlara seslenmek, halkın donup kapanmış kulaklarına bilinç ve kurtuluşu seslenmek, yönü göstermek, durağan toplumda harekete önderlik etmek ve hareketsiz kalmış toplumda yeni bir iman ateşi tutuşturmaktır.”(Ali Şariati,Aydın)
Aydının filozof, bilgin, sanatçı olması zorunlu değildir. Aydının temel misyonu sömürülen toplumuna siyasal bilinç kazandırmaktır. Topluma önderlik etmek be peygamberin misyonunu yaşadığı dönemde üstlenmek işlevi bilginlerin yerine getireceği bir işlev değildir. Bilginler bilimsel bilgileri toplumun hizmetine sunar ,onların daha rahat yaşamasına yardımcı olurlar, aydınlar ise içinde yaşadıkları topluma hedef gösterirler. Bilgin yorum getiri,açıklar,aydın hakikati gösterir.
Ali Şeriati, nereden başlayalım sorusunu sorar ve çıkış noktası olarak, C. Afgani ve M. Abduh’un başlattıkları İslamcı akımın, Kuran’a dönüş ve içtihat kapısının açılması fikrini gösterir. Ona göre bu açılımı gerçekleştirecek olan, kendi tarihi ve kültürel kaynaklarını verimli ve devrimci bir kimliğe kavuşturan, bu anlamda Batılı öncüllerinden ayrılan, içinde yaşadığı topluma bilinç kazandıran, toplumsal ve kültürel değişimin öncü kuşakları olan “ Müslüman aydın”lardır.
Şeriati’ye göre sorumlu aydın için en temel mesele tarihini keşfetmektir. Aydın kendi konumunu hisseden,tarihi toplumsal konumundan haberdar olan ve sorumluluk üstlenen insandır. Toplumunun içinde bulunduğu konumu anlayan,dertlerine çare arayan, facianın derinliğin farkında olmak aydının özelliğidir. “ Bir milletin dış sömürüye tutsak olduğu özel bir zaman ve mekan diliminde bir fert, sömürü karşıtı tutum, ,doğru seçim, kahramanca faaliyet ve ihlas ve fedakarlık dolu devrimci bir ruhla en üstün sorumlu aydın çehresinde ortaya çıkar.”(Ali Şeriati,Aydın). Aydın bütün geri kalmış,irticai ve kendi toplumsal dinamiklerini anlamayan düşüncelere karşı savaş halindedir. İçinde bulunduğu toplumun emperyalizm ile girdiği savaşta tüm toplumsal dinamikleri harekete geçirmelidir.
Şeriati’ye göre Kur’an ve İslam’da hikmet ve ilim derken kast edilen teknolojik bilimsel bilgiler değildir, İslam’da temel alınan bilgi insana bilinç kazandıran, ilahi bir aydınlanmadır.
Ne yazık ki, Asya ve Afrika gibi üçüncü dünya ülkelerinde aydın olmak için yabancı dil bile bilmek yeterli olabilmektedir. Bu tip aydınlar tercümandır ve gerçek aydının rolünü oynamaları mümkün değildir. Onlar seçme ve hedef göstermeyi değil, taklit etmeyi temel özellik haline getirmişlerdir. Bu aydınların Peygamberin varisleri olması mümkün değildir.
Ali Şeriati’ye göre sosyolog ve tarihçiler entelektüeldir. Görevleri ele aldıkları konuyu bilimsel ve akli yönden incelemektir. Aydınlar ise sosyal sınıfını,bulunduğu konumu hissedebilen kişidir. Bu yüzden bilginler sınıf bilincinden yoksundur. Aydınlar kendi toplumunun sorunlarını kendi benliklerinde sonuna dek hissedebilen kimselerdir. Aydın entelektüeller gibi taklit etmez,hedefe ulaşmak için alıntı yapar.
Aydın sürekli olarak eleştirel bir duruşu temsil eder. Şeriati’ye göre “ Esasen aydın,bir toplumun her kültürel ve sosyal değişim dönemimde hangi ilgi ve eğilimde olursa olsun, her halükarda eleştirel bir bakışa sahiptir. Bu tabirden kastım aydının öncelikle bir mevcut duruma itiraz etmesi ve bu durumda karşısında istenen durum olarak bildiği şeyi mevcut durumun yerine koymaya çalışmasıdır.”(Ali Şeriati,Aydın)
Şeriati’ye göre aydın ideoloji sahibi bilinçli bir düşünürdür. Aydının temel misyonu ve sorumluluğu halkına milli ve sınıfsal bir bilinç vermektir. Aydın zorunlu olarak siyasetçi, entelektüel, bilgin, sanatçı ve sosyolog olmak zorunda değildir. Aydının amacı ekonomik,kültürel ve siyasi sömürü karşısında halkı bilinçlendiren ve hedef göstermektir. Bu ise hiç kuşkusuz peygamberi bir eylemdir.
1- Ali Şeriati, Ne yapmalı, Ter: Doç.Dr. Hicabi Kırlangıç,Dr. Murat Demirkol, Fecr yayınları, Mayıs 2009
2- Ali Şeriati,Öze Dönüş, Ter: Doç. Dr. Ejder Okumuş, Fecr yayınları, Aralık 2007
3- Ali Şeriati,Aydın, Ter: Prof.Dr. Ejder Okumuş, Prof.Dr. Hicabi Kırlangıç, Doç.Dr. Murat Demirkol, Fecr yayınları, Ekim 2013
KAYNAK: UFKUMUZ.COM
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
herkez kendine bir şehidlik uydurmuş,,,,demokrasi şehidimiz bile var.....
Biz de şöyle bir bakış vardır abi
Kişilere ve fikirlere hakikat merceğini alabilme adına bakılır
Şeriati kimdir diye sorsanız inanın hayatını bilmem
Bu yazıda dikkatimi çeken aydın tanımlamasını hayata islâmı hakim kılmaya
çalışan insanlar olarak tanımlaması ...
Yazıyı okusaydınız katılmasanız da acaba olabilir mi diye düşüneceğinizi sanıyorum..
Vatanı için ölene şehid deniyor da fikirleri için ölene neden denmesin
Hallacın öldürülme nedeninin farklı bir versiyonu bu durum ...
Şeriati insanları rahatsız etti gerçekten ben buna inanıyorum ve hedefine ulaştı...
 
Üst