"An"da Var Olmalı İnsan

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
53
Yaşı elliyi bulmuş bir insanın, geçen günlerini düşündüğünde sanki geçmişini bir anda tüketmiş gibi hissetmesi zamanın an’da tükenmişliğinin en somut göstergesidir. Saatin saniyelerinin sürekli raks ederek ilerlemesi de aynı manada düşünülebilir, ama an’a ait değerin tükendiğinin ancak geçince anlaşıldığını da her kes bilir. Rahmetlik anam seksen beşine geldiğinde, “Dün gibi oğlanım” derdi, demek ki insanın bazı serzenişleri ve zamana dair yemini anlaması için çok uzun zamanın geçmesi gerektiği bir gerçekmiş.

Bir insanın seksen yıl öncesinden bir şeyler anlatması ile kırk yıl öncesinden bir şeyler hatırlaması ya da birkaç yıl öncesinden hatıralarını yad etmesi mahiyet olarak aynı şeydir, uzun bir geçmişe ait olanın biraz öncesi gibi hissedilmesidir. Geleceğin hiç geçmeyecekmiş gibi görünmesi, geçmişin hiç yaşanmamış gibi tezahürüdür aynı zamanda. An’ın tarifsiz değeri de bu noktada asıl anlamına kavuşmaktadır.

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."(Mü’minun 23/ 112-113)

Her şeyin yitip tükendiği bir dünyada, zamanın da akıl almaz bir hızla ve pervasızca aktığının en yakın şahitliğini, her akşam başımızı yastığa koyuşumuzda, geçen akşamın adeta her saniye önceymiş gibi hissettiğimizde anlıyoruz. Günün bir saatinden başka hiçbir ömür sürmediğini de (10 Yunus/45) insan bu hal üzere olduğunda daha iyi anlamakta ve idrak etmektedir. İnsan, geçip giden uzun bir ömrün sonunda dünyada zamanın göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğinden dolayı pek az bir süre kaldığını sanmaktadır.(İsra Suresi 17/52)

Fahruddini Razi, Asr Suresini tefsir etmeye başladığında, zamanı nasıl anlatacağını, nasıl etkili bir tefsir yapacağını, uzun zaman düşünmesine rağmen nereden başlayacağını bilememiş, karar verememiş. Bu düşüncelerle bir gün pazara çıkmış dolaşıyor, kafasında zaman mefhumu derin düşüncelerle ilerliyor. Bir satıcının yanık yanık bağırtısını duyunca dikkat kesiliyor ve ne dediğini anlamaya çalışıyor. Satıcı pazarda buz satıyor ve şöyle sesleniyor etrafa; “Sermayesi eriyen bu adama merhamet edin.”“İşte” diyor Razi, “işte, zamana yemin olsun ki ancak bu kadar güzel ve net anlatılabilir.”Zamanda aynı buzun güneşte eridiği gibi erimektedir insanın avuçlarında ve aynanın karşısında sürekli değişen şakaklarına baktığında, geçen günlerine yanıkırken, gözlerinin dolmaması elinde midir acaba?

İnsan için kalan ömrünün kıymeti yoktur diyor Razi, çünkü geçmişin, zikrinden de anlaşıldığı gibi geçtiği alenen bellidir, lakin bulunduğun andan sonrasının geleceği asla belli değildir, o yüzden insan için yaşadığı an vardır. “Ansızın gelecektir” diyor Rabbimiz ve ekliyor ardından, “Lakin insanların çoğu bilmezler”(Araf 7/187) diye. Ansızın gelecek olanın haberi, geleceğin garanti kapsamına girmediğinin işareti olmakla birlikte, geçmişin tüketildiğinin de haberini vermektedir aynı zamanda. Ünlü bir şarkıcının kendisine, yaş gününü nerede ve nasıl kutlayacağını soran medya görevlisine, şarkıcının İslami bir kaygısı olmamasına rağmen verdiği cevap çok manidar gelmişti bana, “İnsan tükenen ömrünü hangi mantıkla kutlar ki! ” diyordu şarkıcı.

Eğer bir gün insanlık, "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp döküyor?" (Kehf 18/49)diyecekse ki, mutlaka diyecek, bu pişmanlık tamamen geçmişle, zamanın hüsrana sebep olan tüketim tercihiyle alakalıdır. Ve yine insanlık, “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”(Fatır 35/34) diyecekse ki, mutlaka diyecek, bu sevinç ve mutluluğun kaynağı da geçmişe ait olan zamandır. Sevince sebep de zamanın aslına uygun sarfının tercih edilmesinden kaynaklanmaktadır.

İnsanların çoğu kendilerinin sermayesi sürekli eriyen bir tüccar olduklarını farkında değildir ve çoğu zaman geçmişiyle öğünür durur merhamete muhtaç acınası haliyle. Ansızın gelecek olan insanın kıyametidir aslında, insanın kıyameti kendi ölümüyle gerçekleşir, her gün ölüp giden insanlara bakar da, bir gün ansızın sıranın kendisine geleceğini aklına getirmez. Aslında bilmediği şey, kıymetli olanın yaşadığı an olması durumudur, anın kıymetinin idrakinden uzak olunca an’ın da hoyratça harcanması kaçınılmaz oluyor bu durumda.

Her gün, boy boy reklamlarla yeni şehirler kurduklarını iftiharla insanlığa sunan dünyevi zihniyet, mezarlığı olmayan şehirlerin mimarisini, ölümü unutan insanların rahat yaşaması için dizayn eder durur. Sosyal bir kent kurduklarını, yaşam alanları oluşturduklarını, her türlü eğlencenin, alış veriş merkezinin, yeşil alanların varlığından bahsederken, devasa gökdelenlerde yaşayanların hiç ölmeyecekleri üzerine hesap yaparlar ve oralarda yaşayanlarda hiç ölmeyeceklermiş gibi bir hayat yaşarlar. Çünkü hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar, hiç ölmeyecekmiş gibi tüketirler, nasılsa ölenlerin gömüleceği bir yer mutlaka bulunacaktır, Zincirli Kuyu Mezarlığı, bir şehri gömsen alacak kapasiteye sahiptir neticede.

Yaşam alanlarının alabildiğine tanıtımının reklamsal boyutu, insanı, geçmişini nasıl tükettiğinin idrakinden uzaklaştırırken, an’ın değerini de etkisiz hale getirerek, olmaması mümkün olan yarınların üzerine uzun hesaplar yapmasına neden olmaktadır. İnsan yarınlar için de hesap yapacaktır mutlaka, ama gerçek yarınlarını hayatının merkezinde tutarak yapmalıdır. “Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.”(59 Haşr/18)

Artık modern insanın yaşam alanları, mezarlıkların olmadığı, mezarlıkların görünmeyeceği şekilde dizayn edilerek kurulmakta, insanın ölebileceğini düşünmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Çağın kapitalist projesi kentsel dönüşüm, aynı zamanda, mezarlıksız kentler kurmanın da bir çabasını yansıtmaktadır. İnsanlar, geçmişinden pişman, an’ında israfçı, geleceğinden kaygılı ruh haliyle, kayıp bir dünyayı keşfetmek için sürekli didinmekteler.

Her şeyin güvenlik ve huzur üzerine planlandığı, avemelerin içindeki bodrum katlarına ibadethanelerin sıkıştırıldığı kentlerde yaşayan insanların ise, öldüklerinde gömülecek yerlerinin nerede olduğunu sormamaları da ayrı bir düşünülesi durumdur. Sessiz kalış, ifsadın filizlenmesi ve boy salarak salınmasına en büyük yardımdır aslında. Sessiz kalışın, bilerek ve idrak edildiği halde kabullenişi ise ifsadın yayılmasına daha büyük bir yardımdır, yardımdan öte manalarda içerir.

Geçen zaman ömrün kısaldığının delilidir, geleceği olmayanın geçmişle hemhal olacağı bir hayata her an hazır olması, asla aklından çıkarmaması gereken bir durumdur, geçmişin geri gelme ihtimali olmadığı gibi, yarına çıkma ihtimalide yoktur. O yüzden, “İnsan hüsrandadır”, “Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (Tevbe 9/116)

Atlanılan nokta, önceliklerin sırasıdır, öncelik sırasına göre hayata düzen vermektir, önceliğin ne olduğunun insan hayatında mana bulmasıdır. İnsanın öncelediği ne ise, değerli olan da o dur. Bu durum öncelediğini ne kadar diğerlerinden daha anlamlı kılıyorsa, diğerleri de o kadar anlamsızlaşıyor demektir. Bu mistik bir anlayış dahilinde bir hırka bir lokmaya razı olmak değildir, hayatı kurgulamakta belirlenecek stratejinin usulüne dair düşünülmesi gerekendir.

İnsanın hayatında “Keşke” ler hep olmuştur ve bunların tamamı geçmişin mirasıdır ve çoğu zaman yürek yakan türdendir, hatırlandığında derin düşüncelere insanı gark eder. Bütün geçmişini onarmak, yaşadığı an’da mümkündür, biraz sonra onarmak için imkanı olup olmayacağı kesin değildir. Var olduğu an’ı değerlendiremiyorsa, “Zamana and olsun ki insan hüsrandadır.” Yaşadığı müddetçe an be an geçen zamana, dünyası ve ukbası için hayati ve ebedi olarak ihtiyacı vardır.

An’ı ıskalayanlar, an’ı yitirenler, an’ı kaybedenler aslında bin yılda yaşasalar bütünü kaybetmiş gibi olurlar. Sonra şöyle derler: “Eyvah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?”(Yasin 36/52) İnsan her gece ölür, sonra sabah hayata devam edecek ömrü varsa tekrar dirilir ama her gece öldüğünün hiç farkına varmadan sabahlar aslında. Tıpkı güneşin her gün sabah doğduğu akşam battığı gibi, gece ve gündüzün ardı ardına geldiği gibi, bütün olağan üstü şeyler alışılmışlığın verdiği vurdumduymazlıkla olağan geldiği gibi, her gece ölümümüz de olağan gelmektedir.

Resulullah(s.a.v.) her sabah uyandığında “Bizi, öldükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da O'dur.” Diye dua ederken, uykudan sonra uyanmanın yeniden dirilmek olduğunu söyleyerek çok önemli bir duruma işaret etmektedir. Her sabah yeniden dirilmek, kaldığımız yerden yeni bir günle başladığımız hayatı, geçecek her an’ıyla değerlendirmemiz ve an’da kurtulmamız için paha biçilmez bir imkandır. Her şeyi kaybedişin bir telafisi olabilir ama zamanı kaybedişin ve dolayısıyla da hayatı kaybedişin telafisi mümkün değildir.

An’ı kaybedenlerin "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Diye feryatları ortalığı çınlatırken, Rabbimizin, “Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi?” hitabı yüzlerine tokat gibi çarpılacaktır.

An’da var olmalı insan, bulunduğu an’da, geçmişin tükenmişliği, geleceğin mümkünsüzlüğü an’ın alternatifsiz tercih olduğunun kanıtıdır. An’sızın gelecek olana karşı her daim korunmak için, an’a sahiplenmenin şuurunu kuşanmanın mecburiyetini hissetmeli insan.

An’ını değerlendirmeyenler, “Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp döküyor?”(Kehf 18/49) "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım.” (Secde 32/12)diyeceklerdir, an’ını ihya edenler de, “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun!”(Araf 7/43. “Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık.”(Tur 52/26) diyeceklerdir.

An’ın kıymetini bilenlerden olmak duasıyla, biri Müslüman olarak yaşatan Allah’a hamd olsun.

Yakup Döğer

Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
 
Üst