Devasa heykeller dikmek bize yakışmıyor. Kimin heykeli olursa olsun. Bu iş artık görmemişin oğlu olmuş hikayesine döndü.
Görüldüğü gibi iş dönüp dolaşıp medeniyet fikrinden yoksun olmaya geliyor. Siyasal İslam'ın medeniyet fikri hiç olmadı. Bu yüzden nerede iktidara geldiyse afalladı kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Bilemez çünkü düşünürü yok. Önüne konan sahte kahramanları düşünür sanıyor. Onlar düşünür değil. Düşünür odur ki insanlığın sorunlarını, çağın sorunlarını ele alır. Felsefesini yapar. Tartışır. Sanatçısı, müzisyeni olur, onlar da bu düşünceden bir tarz bir stil çıkartır. Yeni akımlar oluşur. Bu tarz mimariye dahi yansır.
Arkadaşlar, siyasal İslâm'ı merkeze koymayın. O bir raksiyon, bir tepki. Ruhsuz olduğu için zamanla celladına aşık olmaya mahkum. Görün işte. Celladı ne yaptıysa aynısını tersinden yapmaya başladılar. Necip Fazıl Kısakürek bu sendromu çok güzel bir metaforla izah eder. Der ki: Bir şeyin zıddı olmak o şeyle aynı iklimi paylaşmak demektir. Kuzey Kutbu ile Antarktika gibi. Coğrafi konum olarak tam ters kutuplardalar ama ikiside kara kıştır, ikisi de sıfırın altındadır. Medeniyet fikri üzerinde çalışacaksın. Hayat iklimini araya araya bulacaksın. Gaye bir şeyin tersi olmak değildir.
Tağuti sistemlerin stratejisidir bu: Önce mağdur eder, sonra zencileştirerek kendine aşık eder. Sen zannedersin ki dava adamıyım. Hayır. O seni astıkça, idam ettikçe sen ona farkında olmadan aşık olursun. Kin duygusunun bir insanı zamanla neye dönüştürdüğünü iyi anlamak lazım.