Yoksulların kahramanı Cavit baba
Ankara’da oturan 68 yaşındaki Cavit Etleç ve eşi Hafize Etleç, yıllardır hayatlarını savaş mağduru insanlara adadı.
Kırk yedi senedir evli olan çift, ülkelerinden kaçan Suriyelilere Türkiye gibi kapılarını açtı. Yardımsever karı koca, her gün evlerinin önüne gelen mültecilere gıdadan ilaca, eğitimden iş bulmaya kadar birçok konuda destek sağlayarak âdeta onların anne babası oldu. İkili, bu yardımları sayesinde 2017 senesinde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından “İyilik Ödülü”ne layık görüldü. Biz de kendilerini Ulubey Mahallesi’ndeki evlerinde ziyaret ettik. Mahalleye girdiğimizde kendimizi küçük bir Suriye’de gibi hissettik. Yolda kime “CavitEtleç’in evini biliyor musunuz?” diye sorduğumuzda bize “Cavit Baba” diyerek adresi gösterdi. O meşhur kapıya geldiğimizde ise Cavit Etleç, bizi güleryüzüyle karşıladı. Hemen avluda sohbete başladı. Bu süre zarfında en az on Suriyeli gelerek öğrendikleri birkaç Türkçe kelimeyle dertlerini anlatıp gıda istedi. Bu sebeple konuşmamız sık sık bölündü. Ama kendisi yine de sorularımızı içtenlikle cevapladı. İşte röportajımız:
Bu hikâye ne zaman başladı?
Suriyeliler gelmeden sekiz sene önce burada Somalililer vardı. Onlara da yardım etmiştik. Hatta Somalili olan İlham isminde bir kızı okuttuk ve mezun ettik. Her bayram bizi arar ve sürekli teşekkür eder. Ardından Suriyeliler gelmeye başladı. İlk olarak 60 aile geldi, korkuyorlardı. Bir gün eşim Hafize geldi. ‘Bir çocuk gördüm. On yaşlarında ve iki büklüm kıvranıyor, bana da ‘ekil’ diye sesleniyor’ dedi. ‘Ekil’ onların dilinde ‘yemek’ demek. Çocuğu kolundan tutmuş, eve getirmiş. Önüne üç tabak yemek ve iki de ekmek koymuş. Çocuk hepsini yemiş. Sonra ben onun evine gittim; 25 kişilerdi. Yerde ne halı var ne de kilim. Pencerede perde ve cam yok. Dışarısı -5 derece. Birbirlerine sarılarak oturuyorlar. İçlerinden altısı çocuktu ve titriyordu. Sonra hemen eve döndüm, eşime büyük bir tencereye yemek yapmasını istedim. Markete gittim, 20 ekmek kalmış. Onları aldım, tencere ile birlikte o eve geri döndüm. Tencereyi 25 kişinin ortasına koydum. Ne ben onların dilini biliyorum ne de onlar bizim dilimizi biliyor. El işareti ile tabak ve kaşık getireceğimi söyledim. En fazla üç dakika sürmüştür. Yanlarına geri geldiğimde ne ekmek kalmıştı ne de yemek. Karınları doydu ama bu sefer nasıl uyuyacaklarının derdine düştüm. Kış günü olduğu için bir tek salonda soba var. O yüzden biz de salonda uyuyoruz. Eşim Hafize uyumuştu ama benim gözüme uyku girmedi. Yatak odasındaki karyolayı, yorganları ve battaniyeleri götürdüm. Sabah kalktım eşim Hafize bağırıyor, ‘Eve hırsız girdi. Yatağı, yorganı götürmüş’ diye. ‘Hırsız yatağı, yorganı götürür mü? Onları ben aldım Suriyelilere götürdüm’ dedim. Ardından Hafize Hanım depoda çeyizinden kalan bütün yorgan ve battaniyeleri aldığı gibi Suriyelilerin yaşadığı eve götürdü. Bizim bu hikâyemiz de böyle başladı. Her gün 60 kişiye yemek götürdük.
Size bu yardımlar nereden geliyor? Para mı gönderiyorlar?
Asla, ben para kabul etmiyorum. Duyanlar beni arıyor ve ‘Sizi ziyaret etmek istiyoruz. Gelebilir miyiz?’ diye soruyorlar. Biz de ‘Başımızın üstünde yeriniz var’ diyoruz. Gelenlerin bazıları ‘Beş dakika kalacağım’ deyip beş saat oturuyor, bazıları her gün geliyor. Burada kimi zaman milletvekillerini ağırladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan da geldi, üst düzey yetkililer de... Onlara sahayı gezdirdim. Bazen Avrupa’dan öğrenciler de buraya gelip röportaj yapıyorlar. Gelenlerin birçoğunun, ikinci geldiklerinde elleri dolu oluyor. Muhakkak gıda ya da kadınlara, çocuklara hediyeler getiriyorlar. Bir gün Tayvan Büyükelçisi geldi. İnternetten görmüş, merak etmiş. Büyükelçiyi kahve içmeye davet ettim. Yanında tercümanları da vardı. Eşi ‘Hiç vaktimiz yok, beş dakika oturacağız. Arabada da bebek var’ dedi. Ben de ‘Alın bebeği, bizim kahvemiz güzeldir’ dedim. Bebeği aldılar, eve getirdiler. Bir kahve içti, sohbet ettik. Sonra bir kahve daha içtiler. Bu şekilde iki saat oturdular. Hatta bir sonraki hafta da geldiler; bir meyve kokteyli getirmiş. Onu dağıttık beraber.
Ankara’da oturan 68 yaşındaki Cavit Etleç ve eşi Hafize Etleç, yıllardır hayatlarını savaş mağduru insanlara adadı.
Kırk yedi senedir evli olan çift, ülkelerinden kaçan Suriyelilere Türkiye gibi kapılarını açtı. Yardımsever karı koca, her gün evlerinin önüne gelen mültecilere gıdadan ilaca, eğitimden iş bulmaya kadar birçok konuda destek sağlayarak âdeta onların anne babası oldu. İkili, bu yardımları sayesinde 2017 senesinde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından “İyilik Ödülü”ne layık görüldü. Biz de kendilerini Ulubey Mahallesi’ndeki evlerinde ziyaret ettik. Mahalleye girdiğimizde kendimizi küçük bir Suriye’de gibi hissettik. Yolda kime “CavitEtleç’in evini biliyor musunuz?” diye sorduğumuzda bize “Cavit Baba” diyerek adresi gösterdi. O meşhur kapıya geldiğimizde ise Cavit Etleç, bizi güleryüzüyle karşıladı. Hemen avluda sohbete başladı. Bu süre zarfında en az on Suriyeli gelerek öğrendikleri birkaç Türkçe kelimeyle dertlerini anlatıp gıda istedi. Bu sebeple konuşmamız sık sık bölündü. Ama kendisi yine de sorularımızı içtenlikle cevapladı. İşte röportajımız:
Bu hikâye ne zaman başladı?
Suriyeliler gelmeden sekiz sene önce burada Somalililer vardı. Onlara da yardım etmiştik. Hatta Somalili olan İlham isminde bir kızı okuttuk ve mezun ettik. Her bayram bizi arar ve sürekli teşekkür eder. Ardından Suriyeliler gelmeye başladı. İlk olarak 60 aile geldi, korkuyorlardı. Bir gün eşim Hafize geldi. ‘Bir çocuk gördüm. On yaşlarında ve iki büklüm kıvranıyor, bana da ‘ekil’ diye sesleniyor’ dedi. ‘Ekil’ onların dilinde ‘yemek’ demek. Çocuğu kolundan tutmuş, eve getirmiş. Önüne üç tabak yemek ve iki de ekmek koymuş. Çocuk hepsini yemiş. Sonra ben onun evine gittim; 25 kişilerdi. Yerde ne halı var ne de kilim. Pencerede perde ve cam yok. Dışarısı -5 derece. Birbirlerine sarılarak oturuyorlar. İçlerinden altısı çocuktu ve titriyordu. Sonra hemen eve döndüm, eşime büyük bir tencereye yemek yapmasını istedim. Markete gittim, 20 ekmek kalmış. Onları aldım, tencere ile birlikte o eve geri döndüm. Tencereyi 25 kişinin ortasına koydum. Ne ben onların dilini biliyorum ne de onlar bizim dilimizi biliyor. El işareti ile tabak ve kaşık getireceğimi söyledim. En fazla üç dakika sürmüştür. Yanlarına geri geldiğimde ne ekmek kalmıştı ne de yemek. Karınları doydu ama bu sefer nasıl uyuyacaklarının derdine düştüm. Kış günü olduğu için bir tek salonda soba var. O yüzden biz de salonda uyuyoruz. Eşim Hafize uyumuştu ama benim gözüme uyku girmedi. Yatak odasındaki karyolayı, yorganları ve battaniyeleri götürdüm. Sabah kalktım eşim Hafize bağırıyor, ‘Eve hırsız girdi. Yatağı, yorganı götürmüş’ diye. ‘Hırsız yatağı, yorganı götürür mü? Onları ben aldım Suriyelilere götürdüm’ dedim. Ardından Hafize Hanım depoda çeyizinden kalan bütün yorgan ve battaniyeleri aldığı gibi Suriyelilerin yaşadığı eve götürdü. Bizim bu hikâyemiz de böyle başladı. Her gün 60 kişiye yemek götürdük.
Size bu yardımlar nereden geliyor? Para mı gönderiyorlar?
Asla, ben para kabul etmiyorum. Duyanlar beni arıyor ve ‘Sizi ziyaret etmek istiyoruz. Gelebilir miyiz?’ diye soruyorlar. Biz de ‘Başımızın üstünde yeriniz var’ diyoruz. Gelenlerin bazıları ‘Beş dakika kalacağım’ deyip beş saat oturuyor, bazıları her gün geliyor. Burada kimi zaman milletvekillerini ağırladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan da geldi, üst düzey yetkililer de... Onlara sahayı gezdirdim. Bazen Avrupa’dan öğrenciler de buraya gelip röportaj yapıyorlar. Gelenlerin birçoğunun, ikinci geldiklerinde elleri dolu oluyor. Muhakkak gıda ya da kadınlara, çocuklara hediyeler getiriyorlar. Bir gün Tayvan Büyükelçisi geldi. İnternetten görmüş, merak etmiş. Büyükelçiyi kahve içmeye davet ettim. Yanında tercümanları da vardı. Eşi ‘Hiç vaktimiz yok, beş dakika oturacağız. Arabada da bebek var’ dedi. Ben de ‘Alın bebeği, bizim kahvemiz güzeldir’ dedim. Bebeği aldılar, eve getirdiler. Bir kahve içti, sohbet ettik. Sonra bir kahve daha içtiler. Bu şekilde iki saat oturdular. Hatta bir sonraki hafta da geldiler; bir meyve kokteyli getirmiş. Onu dağıttık beraber.