Arslan yabgu

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ARSLAN YABGU


ALPEREN GÜRBÜZER



Selçuklu Türkleri Anadolu’da varlık gösterirken, Gazneli Türkleri de Hindistan’da varlık gösterir. Hiç kuşkusuz Selçuklu Devletinin hükümran olmasında ilk temel harç Selçuk Bey'e aittir. Düşünün ki Selçuk Bey, ömrünün son demlerinde bile Samanîlerin yardım isteği üzerine, ikinci büyük oğlu Arslan Yabgu komutasında orduyu Karahanlılar’a karşı göndermekle kayıtsız kalmayacaktır. Tabi Samanî hükümdarı II. Nuh'ta buna karşılık Buhara ve Semerkant arasında kalan Nur kasabası civarını Selçukluya vermekle yurt edinmesini sağlar.
Tarihler 1009 yılını gösterdiğinde Selçuk Bey, Cend şehrinde hayata gözünü kapadığında kardeşi Mikail sağlığında vefat etmiş olması hasebiyle yerine Arslan Bey geçecektir. Bu demektir ki ülke idare etmek Mikail’in kısmetinde yokmuş, ama ileri ki dönemlerde oğullarından ancak Tuğrul ve Çağrı Bey’e nasip olacaktır.
Arslan Bey Yabgu unvanıyla sorumluluk üstlendiğinde ilk iş Selçuk ailesini teşkilatlandırmak olur. Akabinde Karahan Hükümdarı İlig Han Nasr’ın ölümüyle yerine geçen Ali Tegin’le anlaşma yoluna gidecektir. Fakat bu anlaşma teşebbüsü Karahanlı ailesini içten içe tedirgin edecektir. Tedirgin olsalar ne fayda verir ki, Arslan Yabgu adına yakışır Arslanca tutumuyla Karahanlı ailesinin hakkından gelip, Buhara’da konumunu daha da bir güçlendirecektir. Tabii Karahanlı hükümdarı Yusuf Kadir Han ise bu durum karşısında Gaznelilerle ittifak yapmak suretiyle tedbiri elden bırakmayacaktır.
Peki ya Samaniler? Hani yukarıda Samanî Sultanının yardım talebi üzerine Selçuklunun derhal Hızırca yardımına koşup yurt edindiğini belirtmiştik ya, hiç kuşkusuz dara düştüklerinde yine birbirinin yar ve yardımcısı olacakları muhakkak. Ama bunun da bir sınırı vardı elbet, Samanî Devleti bir şekilde Selçukludan koparıp çökertilir de. Yine de her şeye rağmen Selçuklu her şartta alternatif güç olarak karşılarına çıkmasını bilecektir. Zaten Gazneli Mahmut, bu gücün farkında olduğu içindir, tez elden Arslan Yabgu'yu bir hile yoluyla yakalatıp Kalincar Kalesine haps ettirecektir. Neyse ki Arslan Han Kalincar kalesinde esaret kaldığı süreç içerisinde eli kolu bağlı boş durmaz, bir şekilde ortak hükümdar modelini hayata geçirip Çağrı Bey komutasında dağılmaya yüz tutmuş Selçuklunun ayakta tutunmasını sağlar. İcabında bu da yetmez Çağrı Bey emrinde üç bin kişilik süvari kuvvetiyle Gazne engelini aşıp Doğu Anadolu sınırlarına dayanılır da. Böylece Selçuklunun öyle kolay yutulur lokma olunamayacağı cümle âleme gösterilmiş olur. Ancak bu arada Kalincar kalesinden gelen vefat haberi yürekleri dağlamaya yetecektir. Nasıl yürekler dağlanmasın ki, Arslan Bey esir kaldığı hapishanede vefat etmişti. Sonuçta doğan ölmek için, ölen dirilmek içindi. Nitekim Devlet olma yolunda Selçuklu Arslan Han’a olan bağlılığını Horasan’a ani taarruzda bulunarak yâd edip öyle dirilişe geçecektir. İşte bu diriliş sayesinde Gazneli Mahmud sonrası yerine geçen oğlu Sultan I. Mesud Selçukluyu tanımak zorunda kalır. Fakat bunun üzerinden daha dört ay geçmeden tarih sathı yeniden Selçuklu ve Gazneli kapışmasına sahne olacaktır. Gazneliler ayak diretti de ne oldu, sonuçta 3 Mayıs 1040 Dandanakan savaşıyla hezimete uğrayıp devlet olarak yıkılış sürecine geçerken, Selçukluda tam aksine ‘bir ölür bin diriliriz’ ruhuyla gerçek anlamda resmi Selçuklu Devletinin kuruluşu vuku bulur. Bu arada Saman Oğulları’nın yıkılışının akabinde Çağrı Bey önderliğinde yapılan hamlelerle Anadolu’nun vatanlaşması yolunda önemli mesafe kat edilir de. Elbette ki bu sıradan bir hadise değildir. İşte bu noktada 1040 Dandanakan zaferi dönüm noktasıdır diyebiliriz. Nasıl dönüm noktası olmasın ki, Büyük Selçuklu imparatorluğunun doğuşu gerçekleşir. Derken bir zamanlar yer darlığı içerisinde göç edemeyen Türk toplulukları artık Anadolu’yu yurt edinecek bir muzafferiyete ilerleyeceklerdir. İşte Türklerin bu ilerleyişi karşısında yerli ahalinin bir kısmı soluğu batıda alırken bizimse kansız fethimiz gerçekleşir. Soluğu batıda aldılar da ne oldu, onların boşalttıkları alanlarda Türk’ün adalet nizamı tesis edildiğinde Latin şapkasını giymektense Türk sarığını giymeyi tercih etme noktasına geleceklerdir.
Çağrı Bey zafer kazanmış bir kumandan olması bir yana son derece kadirşinas bir Bey olduğu da dikkatlerden kaçmaz. Nasıl mı? Yeri geldiğinde kadirşinaslığını hiç sanki Dandanakan zaferini kazanmış Başkumandan değilmişçesine kardeşi Tuğrul Bey’i Selçuklu Sultanı olarak ilan etmesiyle gösterecektir. Hatta aynı kadirşinaslığı diğer kardeşleri arasında görev taksimi yaparak da gösterir.
Ne de olsa taşlar yerli yerine oturmuştu, artık Arslan Bey kabrinde gözü arkada kalmaksızın rahat uyuyabilirdi. Ve nöbeti kardeşi Mikail oğlu Çağrı ve Tuğrul Beyler devr aldığında tüm cümle âleme her iki Bey’de çift başlı Selçuklu kartal kanadının kırılmadığını ispatlamış olurlar. Dahası tarihe ‘Bir kilime bir ülke sığar ama iki padişah sığmaz’ sözünü adeta boşa çıkartacak bir not düşmüş olurlar. Tabii bu Selçukluya has istisnai bir uygulama değil, malumunuz tarihi süreç içerisinde yine buna benzer istisnai uygulamaları Göktürklerde Bilge Kağan ile Göltekin (Kül Tegin) ve Orhan Gazi ile Alaaddin Paşa kardeş ikilisinde de görmek mümkün. Bu demektir ki icabında devletin birliği ve bekası için tıpkı Selçukluda olduğu gibi çift başlı kartal olunabiliyor. Madem öyle, o halde ne mutlu devlet-ebed müddet için birlikte kanat çırpanlara..
Vesselam.

http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1355/arslan-yabgu.html
 
Üst