dedekorkut1
Doçent
ASLİ VATAN CENNET YURDU
SELİM GÜRBÜZER
Ukrayna asıllı Amerikalı fizikçi ve kozmolog George Gamow bakın ne diyor: “Hayat denilen olgunun aslında termodinamik kanunlarına aykırı olduğunu, buna rağmen yine de canlılık olabiliyor. Normalde Termodinamik kanunların gereği canlılığın olmaması gerekirdi. Belli ki araya giren bir takım etken faktörler nedeniyle canlılık bir realite olarak karşımızda durmaktadır.” Ve bu ileri sürdüğü tezi az ötede masanın üzerinde duran bir bardak suyla örneklendirerekten bilim dünyasına sunmayı ihmal etmez de. Tabii bilim dünyasına gösterilen bu örnek sunumda bizim için asıl ders çıkarmamız gereken husus zaten doğup büyüdüğümüz bize ait olan topraklarda suya bakışımızın ‘ab-ı hayat’ bir bakış olmasıdır. Şayet suya bakışımız ab-ı hayat bir bakış açısından değil de kimyasal bileşik yönden bakacak olursak su moleküllerinin tıpkı diğer moleküller gibi hareket halinde olduğunu gözlemlemiş oluruz. Ancak bu hareketlilik asla gelişi güzel bir hareketlilik değildir, her şeyde olduğu gibi ab-ı hayat suyun akışı içinde ilk yaratılışında belli kanunlar belli ölçüler tayin edilmiştir. Öyle ya, hareket halindeki su moleküllerinin ezelde kendisine tanınmış belli ölçülerin dışında normal yatağında akmayıp da devamlı olarak yokuş yukarıya doğru akmış olsaydı tüm insanlığın bir dizi felaketlerle karşılaşacağı muhakkaktı. Bir an yatağında akan suyun sakin halden yüksek basınç kuvvetiyle hortum misali yokuş yukarılara doğru yükseldiğini düşünün, bu durumda ya tıpkı bulutlardan yerle gök arasına kadar uzanan büyük yıkıcı güce sahip hortum felaketi yaşardık ya da Tsunami dalgasına benzer bir tufan hadisesiyle karşı karşıya kalırdık. Malum dünyanın çeşitli yerlerinde zaman zaman televizyon haberlerinden izlediğimiz felaket haberleriyle gelecekte bir takım fiziki olayların dalga dalga büyüyeceğini ve büyük bir tufanın kopmasının an meselesi olduğunu şimdiden görebiliyoruz. Gelecekle ilgili öngörülerimiz bize öyle gösteriyor ki küresel çapta her an volkan misali patlamaya hazır düzensiz molekülerin içten içe hareketiyle birlikte büyük bir kıyamet patlaması yaşanacaktır.
Evet, zaman zaman karşı karıya kaldığımız istisnai kabilden olağan üstü felaketler hariç şimdiye kadar dünya ölçeğinde küresel çapta hemen her gün geceli gündüzlü bir dizi felaketler zinciriyle karşılaşmıyorsak bunun sebebi ta evrenin yaratılışında orijinal kanunlarla işleyen kurulu nizamının Yüce Allah’ın “Ol” emri doğrultusunda bugüne dek vazifesini yerine getiriyor olmasındandır. Ta ki bu durum Yüce Allah’ın “Yok” emri fermanı gelene dek kurulu nizam devam edecekte. Hiç kuşkusuz dünya fani, baki olan sadece Allah’tır. Hatta her daim ab-ı hayat gözüyle baktığımız suyun da vakti saati geldiğinde şimdiye kadar ki vazifesinin dışında bir bakmışsın dünyadaki tüm kıtaları yutacak şekilde karşımıza Tsunami felaketi olarak her an çıkması pekâlâ mümkün diyebiliriz. Baksanıza küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buzulların hızla erimeye yüz tutmuş olması daha şimdiden bizi bekleyen büyük kıyametin kopacağına dair alarm zilinin çalacağının işaretini vermekte. Zaten bilim adamlarının adına ‘kıyamet günü buzulu’ dedikleri bu türden alarm veren buz erimelerinin ve buz kaymalarının dünyanın gidişatının ileriki evrelerinde domino etkisi yaparaktan Antarktika’daki diğer buzulları da ardından sürükleyecek küresel çapta büyük bir felaketin yaşanacağına kesin gözüyle bakılmakta bile. Ki, küresel boyutta buzulların sürükleyeceği böylesi bir felaket tabloyla karşılaşmak kıyametin kopuşu demek olacaktır. Malum, kıyamet koptuğunda fani olan hiçbir şey aslını koruyamayıp ahirette ebediyete mal olacak yeni bir format âlemle yüzleşmiş olacağız. Nitekim kıyametin kopuşuyla birlikte ab-ı hayat suyun dünya tarlasındaki akış konumu bu kez format değiştirip ahiret tarlasındaki akacak olan yatağı doğrultusunda bir formatta ivme kazanacaktır. Bir başka ifadeyle ahiret tarlası cennet ve cehennemin yer aldığı bambaşka formatta ebedi bir âlemdir. Şu an yaşadığımız dünya tarlasından çok farklıdır. Nasıl mı? Bilindiği üzere zaman, ağırlık, çekim kuvveti gibi pek çok fiziki kanunlar dünya için geçerli kanunlardır, bu tür dünya formatında ki kanunlar Cennette yok hükmündedir. Dolayısıyla cennette enerjiye de ihtiyaç kalınmayacaktır. Dünya hayatımızda malum yer çekim kanunlarına tabii olmamız hasebiyle kendi kendimize gerçekleştirdiğimiz pek çok eylemlerimiz için mutlaka enerji sarf etmemizi gerektirir, bu kaçınılmazdır. Bu arada unutmayalım ki, kütle çekim ivmesi sadece dünya sathında konumlanmış cisimlere has bir özellik değildir, gök cisimleri de buna dâhildir. Nitekim zaman zaman gök cisimlerinin yörüngesinde ve yüzeyinde ki cisimlerin gerek güneşin çekim ivmesinin etkisiyle gerekse gezegenler arası çekim etkisiyle tıpkı meteor taşları türünden düşmelere yol açabiliyor. Ancak buradan şu anlaşılmasın çekim kuvveti sadece düşmek için vardır diye, hiç kuşkusuz çekim kuvveti daha çok tüm gök cisimlerini dengede tutmak için vardır. Örnek mi? İşte kütle çekim kanununu güneşin çekim gücüne bağlı olarak dünyada deniz kabarmalarına yol açan gel git hadiseleriyle gözlemleyebildiğimiz gibi atmosferdeki hava akımını yeryüzüne bağlama cihetiyle de ivme kazandığında dünya atmosferini oluşturan gazların bulundukları konumdan öyle kolay kolay uzaya firar edemediklerini de gözlemleyebilmekteyiz. Anlaşılan o ki, kütle çekim kuvvet kanunu hem dünyamızı hem de uzayda serbest halde dolaşan atomları denge de tutup ivme kazandırmak için vardır. Derken Yüce Allah’ın halk ettiği çekim kanununu sayesinde uzayda konumlanan atomlar bir anda kozmik bulutların oluşumuyla birlikte yoğunlaşıp yıldız kümelerini meydana getirmek gibi bir misyon yüklenmiş olurlar da. Öyle anlaşılıyor ki, dünyamız kendine özgü yarıçapı ve kendine özgü kütle yapısıyla sanki kurulu saat misali hiç dur durak bilmeksizin yer çekim kuvvetinin etki gücü eşliğinde atmosfere göbekten bağlı konumlanmış durumdadır. İyi ki de göbekten bağlı konumdayız, baksanıza yerle gök arasında çekim kanunun etkisi sayesinde:
-Bir bakıyorsun soluduğumuz havanın dünya sathında dolaşıma girmesiyle birlikte nefes almamız sağlanmakta,
-Bir bakıyorsun atmosferde şimşek çakması eşliğinde yağacak olan yağmurun yer çekim kuvvetinin etkisiyle adeta bulutlardan paraşütle atlarcasına dünya sathına güvenli bir şekilde çizil çizil inişi sağlandığı gibi bizde bu arada beşer olarak yağan yağmurun rahmet ve bereketinden de istifade etmiş oluruz,
- Bir bakıyorsun yer çekimi kanunu sayesinde dünyada ayağımız yerden kesilmediği gibi bu arada dünyanın dış kabuğundan sağ sola savrulup fırlamaktan kurtulmuş oluruz da.
İşte yukarıda madde madde sıraladığımız içimizi ferahlatacak bu söz konusu kurtuluş reçetelerin hepsi bunlarla sınırlı değil, dahası var elbet. Ama asıl bunlardan daha öte bizim için asl olan ebediyete mal olacak kurtuluş reçeteleri çok mühimdir. Bunun için de mutlaka cennet yurdunun kapısından içeri girebilmemizi sağlayacak kurtuluş reçetelerini uygulamaya ihtiyaç vardır. Düşünsenize kâinatın yaratılışından bugüne geldiğimiz noktada halen başımıza gök kubbeden taş yağmıyorsa evrenin yaratılışında kodlanmış çekim gücü kanunlarının milim sapmaksızın işliyor olması sayesindedir. Ancak şu da var ki evren kanunlarının da ömrü bir yere kadardır. Bu demektir ki dünyanın yaratılışından beri kodlanmış mevcut fiziki kanunlar bizi bir takım felaketlerden ancak bir yere kadar koruyabiliyor. İşte bir yere kadar denilen o nokta hiç şüphe yoktur ki büyük kıyamet denen hadiseyle nihayet bulacaktır. Ki o gün geldiğinde dünya için geçerlilik arz eden kanunlarında miadı dolacağından değil tüm insanlığı korumak kendini bile korumaktan aciz kalacaktır. Dahası gerek dünya için geçerlilik arz eden kanunların son bulmasıyla gerekse dünyada yer çekim kanunlarına bağlı olarak üzerimize ağırlık oluşturan birtakım eylemlerimizin bedenimizde yol açtığı yıpranmışlığın getirdiği ihtiyarlık ve ardından gelen ölümle birlikte ahiret kanunlarıyla buluşmamıza kapı aralanmış olacaktır. Derken eninde sonunda dönüp dolaşacağımız mekân, yani en son konaklayacağımız ebedi durağımız ya cennet yurdu olacaktır ya da cehennem. Hiç şüphe yoktur ki ebedi yurdun kapısından içeri girdiğimiz de burada dünyadaki gibi yer çekim kanunlarının bir hükmü olmayacağından artık tüm ağırlıkların üzerimizden kalkıp yerini ya cennet yurdunda uçmaya ya da cehennem yurdunda yanmaya bırakacaktır.
SELİM GÜRBÜZER
Ukrayna asıllı Amerikalı fizikçi ve kozmolog George Gamow bakın ne diyor: “Hayat denilen olgunun aslında termodinamik kanunlarına aykırı olduğunu, buna rağmen yine de canlılık olabiliyor. Normalde Termodinamik kanunların gereği canlılığın olmaması gerekirdi. Belli ki araya giren bir takım etken faktörler nedeniyle canlılık bir realite olarak karşımızda durmaktadır.” Ve bu ileri sürdüğü tezi az ötede masanın üzerinde duran bir bardak suyla örneklendirerekten bilim dünyasına sunmayı ihmal etmez de. Tabii bilim dünyasına gösterilen bu örnek sunumda bizim için asıl ders çıkarmamız gereken husus zaten doğup büyüdüğümüz bize ait olan topraklarda suya bakışımızın ‘ab-ı hayat’ bir bakış olmasıdır. Şayet suya bakışımız ab-ı hayat bir bakış açısından değil de kimyasal bileşik yönden bakacak olursak su moleküllerinin tıpkı diğer moleküller gibi hareket halinde olduğunu gözlemlemiş oluruz. Ancak bu hareketlilik asla gelişi güzel bir hareketlilik değildir, her şeyde olduğu gibi ab-ı hayat suyun akışı içinde ilk yaratılışında belli kanunlar belli ölçüler tayin edilmiştir. Öyle ya, hareket halindeki su moleküllerinin ezelde kendisine tanınmış belli ölçülerin dışında normal yatağında akmayıp da devamlı olarak yokuş yukarıya doğru akmış olsaydı tüm insanlığın bir dizi felaketlerle karşılaşacağı muhakkaktı. Bir an yatağında akan suyun sakin halden yüksek basınç kuvvetiyle hortum misali yokuş yukarılara doğru yükseldiğini düşünün, bu durumda ya tıpkı bulutlardan yerle gök arasına kadar uzanan büyük yıkıcı güce sahip hortum felaketi yaşardık ya da Tsunami dalgasına benzer bir tufan hadisesiyle karşı karşıya kalırdık. Malum dünyanın çeşitli yerlerinde zaman zaman televizyon haberlerinden izlediğimiz felaket haberleriyle gelecekte bir takım fiziki olayların dalga dalga büyüyeceğini ve büyük bir tufanın kopmasının an meselesi olduğunu şimdiden görebiliyoruz. Gelecekle ilgili öngörülerimiz bize öyle gösteriyor ki küresel çapta her an volkan misali patlamaya hazır düzensiz molekülerin içten içe hareketiyle birlikte büyük bir kıyamet patlaması yaşanacaktır.
Evet, zaman zaman karşı karıya kaldığımız istisnai kabilden olağan üstü felaketler hariç şimdiye kadar dünya ölçeğinde küresel çapta hemen her gün geceli gündüzlü bir dizi felaketler zinciriyle karşılaşmıyorsak bunun sebebi ta evrenin yaratılışında orijinal kanunlarla işleyen kurulu nizamının Yüce Allah’ın “Ol” emri doğrultusunda bugüne dek vazifesini yerine getiriyor olmasındandır. Ta ki bu durum Yüce Allah’ın “Yok” emri fermanı gelene dek kurulu nizam devam edecekte. Hiç kuşkusuz dünya fani, baki olan sadece Allah’tır. Hatta her daim ab-ı hayat gözüyle baktığımız suyun da vakti saati geldiğinde şimdiye kadar ki vazifesinin dışında bir bakmışsın dünyadaki tüm kıtaları yutacak şekilde karşımıza Tsunami felaketi olarak her an çıkması pekâlâ mümkün diyebiliriz. Baksanıza küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buzulların hızla erimeye yüz tutmuş olması daha şimdiden bizi bekleyen büyük kıyametin kopacağına dair alarm zilinin çalacağının işaretini vermekte. Zaten bilim adamlarının adına ‘kıyamet günü buzulu’ dedikleri bu türden alarm veren buz erimelerinin ve buz kaymalarının dünyanın gidişatının ileriki evrelerinde domino etkisi yaparaktan Antarktika’daki diğer buzulları da ardından sürükleyecek küresel çapta büyük bir felaketin yaşanacağına kesin gözüyle bakılmakta bile. Ki, küresel boyutta buzulların sürükleyeceği böylesi bir felaket tabloyla karşılaşmak kıyametin kopuşu demek olacaktır. Malum, kıyamet koptuğunda fani olan hiçbir şey aslını koruyamayıp ahirette ebediyete mal olacak yeni bir format âlemle yüzleşmiş olacağız. Nitekim kıyametin kopuşuyla birlikte ab-ı hayat suyun dünya tarlasındaki akış konumu bu kez format değiştirip ahiret tarlasındaki akacak olan yatağı doğrultusunda bir formatta ivme kazanacaktır. Bir başka ifadeyle ahiret tarlası cennet ve cehennemin yer aldığı bambaşka formatta ebedi bir âlemdir. Şu an yaşadığımız dünya tarlasından çok farklıdır. Nasıl mı? Bilindiği üzere zaman, ağırlık, çekim kuvveti gibi pek çok fiziki kanunlar dünya için geçerli kanunlardır, bu tür dünya formatında ki kanunlar Cennette yok hükmündedir. Dolayısıyla cennette enerjiye de ihtiyaç kalınmayacaktır. Dünya hayatımızda malum yer çekim kanunlarına tabii olmamız hasebiyle kendi kendimize gerçekleştirdiğimiz pek çok eylemlerimiz için mutlaka enerji sarf etmemizi gerektirir, bu kaçınılmazdır. Bu arada unutmayalım ki, kütle çekim ivmesi sadece dünya sathında konumlanmış cisimlere has bir özellik değildir, gök cisimleri de buna dâhildir. Nitekim zaman zaman gök cisimlerinin yörüngesinde ve yüzeyinde ki cisimlerin gerek güneşin çekim ivmesinin etkisiyle gerekse gezegenler arası çekim etkisiyle tıpkı meteor taşları türünden düşmelere yol açabiliyor. Ancak buradan şu anlaşılmasın çekim kuvveti sadece düşmek için vardır diye, hiç kuşkusuz çekim kuvveti daha çok tüm gök cisimlerini dengede tutmak için vardır. Örnek mi? İşte kütle çekim kanununu güneşin çekim gücüne bağlı olarak dünyada deniz kabarmalarına yol açan gel git hadiseleriyle gözlemleyebildiğimiz gibi atmosferdeki hava akımını yeryüzüne bağlama cihetiyle de ivme kazandığında dünya atmosferini oluşturan gazların bulundukları konumdan öyle kolay kolay uzaya firar edemediklerini de gözlemleyebilmekteyiz. Anlaşılan o ki, kütle çekim kuvvet kanunu hem dünyamızı hem de uzayda serbest halde dolaşan atomları denge de tutup ivme kazandırmak için vardır. Derken Yüce Allah’ın halk ettiği çekim kanununu sayesinde uzayda konumlanan atomlar bir anda kozmik bulutların oluşumuyla birlikte yoğunlaşıp yıldız kümelerini meydana getirmek gibi bir misyon yüklenmiş olurlar da. Öyle anlaşılıyor ki, dünyamız kendine özgü yarıçapı ve kendine özgü kütle yapısıyla sanki kurulu saat misali hiç dur durak bilmeksizin yer çekim kuvvetinin etki gücü eşliğinde atmosfere göbekten bağlı konumlanmış durumdadır. İyi ki de göbekten bağlı konumdayız, baksanıza yerle gök arasında çekim kanunun etkisi sayesinde:
-Bir bakıyorsun soluduğumuz havanın dünya sathında dolaşıma girmesiyle birlikte nefes almamız sağlanmakta,
-Bir bakıyorsun atmosferde şimşek çakması eşliğinde yağacak olan yağmurun yer çekim kuvvetinin etkisiyle adeta bulutlardan paraşütle atlarcasına dünya sathına güvenli bir şekilde çizil çizil inişi sağlandığı gibi bizde bu arada beşer olarak yağan yağmurun rahmet ve bereketinden de istifade etmiş oluruz,
- Bir bakıyorsun yer çekimi kanunu sayesinde dünyada ayağımız yerden kesilmediği gibi bu arada dünyanın dış kabuğundan sağ sola savrulup fırlamaktan kurtulmuş oluruz da.
İşte yukarıda madde madde sıraladığımız içimizi ferahlatacak bu söz konusu kurtuluş reçetelerin hepsi bunlarla sınırlı değil, dahası var elbet. Ama asıl bunlardan daha öte bizim için asl olan ebediyete mal olacak kurtuluş reçeteleri çok mühimdir. Bunun için de mutlaka cennet yurdunun kapısından içeri girebilmemizi sağlayacak kurtuluş reçetelerini uygulamaya ihtiyaç vardır. Düşünsenize kâinatın yaratılışından bugüne geldiğimiz noktada halen başımıza gök kubbeden taş yağmıyorsa evrenin yaratılışında kodlanmış çekim gücü kanunlarının milim sapmaksızın işliyor olması sayesindedir. Ancak şu da var ki evren kanunlarının da ömrü bir yere kadardır. Bu demektir ki dünyanın yaratılışından beri kodlanmış mevcut fiziki kanunlar bizi bir takım felaketlerden ancak bir yere kadar koruyabiliyor. İşte bir yere kadar denilen o nokta hiç şüphe yoktur ki büyük kıyamet denen hadiseyle nihayet bulacaktır. Ki o gün geldiğinde dünya için geçerlilik arz eden kanunlarında miadı dolacağından değil tüm insanlığı korumak kendini bile korumaktan aciz kalacaktır. Dahası gerek dünya için geçerlilik arz eden kanunların son bulmasıyla gerekse dünyada yer çekim kanunlarına bağlı olarak üzerimize ağırlık oluşturan birtakım eylemlerimizin bedenimizde yol açtığı yıpranmışlığın getirdiği ihtiyarlık ve ardından gelen ölümle birlikte ahiret kanunlarıyla buluşmamıza kapı aralanmış olacaktır. Derken eninde sonunda dönüp dolaşacağımız mekân, yani en son konaklayacağımız ebedi durağımız ya cennet yurdu olacaktır ya da cehennem. Hiç şüphe yoktur ki ebedi yurdun kapısından içeri girdiğimiz de burada dünyadaki gibi yer çekim kanunlarının bir hükmü olmayacağından artık tüm ağırlıkların üzerimizden kalkıp yerini ya cennet yurdunda uçmaya ya da cehennem yurdunda yanmaya bırakacaktır.