dedekorkut1
Doçent
BEY’AT
SELİM GÜRBÜZER
Mürşit, Allah yolunda kendisine tabi olanlara hem veli bir dost hem de öncü bir rehber olmak için vardır. Hani birlikten kuvvet doğar ya, aynen öyle de bir mürşidin rehberliğinde Allah için yola çıkan kafileyle birlikte seyr u sefer eylemekle büyük bir kuvvet doğacaktır. Malum, tasavvufta bir mürşidin öncülüğünde kurulan zikir ve hatme-i hacegan halkasının üzerine inen ilahi rahmetten toplu halde istifade etmek esastır. İşte bunun içindir, Allah Teâlâ sadık kullarla beraber olmamızı beyan buyurmaktadır. Madem, Yüce Allah (c.c) sadıklarla bir arada bulunmazı diliyor, o halde daha ne duruyoruz, tez elden gün bugündür deyip bir kâmil mürşide bey’at edip aynı halkada cem olmak gerekir.
Hele bir mürşid-i kâmilin dizinin dibinde diz çökmeye görelim daha önceden tereddüt ettiğimiz pek çok hususların bir bir kafamızdan silindiğini görürüz. Öyle ki kendimizi yeniden dünyaya gelmiş gibi hissettiğimiz gibi hatta bu arada bir mürşide bey’at etmenin ne demek olduğunu da idrak etmiş oluruz. Nasıl öyle idrak etmeyelim ki, şöyle kendimize dönüp baktığımızda daha öncesinden hiç böylesine bizi bizden alıp yine bizi kendimize getiren herhangi bir iç dalgalanma yaşamamıştık çünkü. Şayet dert dava titreyip kendi özümüze dönmekse, işte öze dönmek bu biat etmenin tılsımında kodlu. Nitekim o kodun tılsımını ancak o halka içerisinde bulunduğumuz zaman fark edip idrak edebiliyoruz. Tıpkı gezegenlerin güneşin etrafında pervane olup kendi yörüngelerinde seyr u sefer eylemelerinde olduğu gibi bir tılsımdır bu. Öyle ya, gezegenler güneşin etrafında pür dikkat milim sapmadan seyr u sefer eylerde, biz niye bir mürşidin çekim alanında halka olup seyr-u sefer eylemeyelim ki. Ki, seyr-u sefer eyleyeceğimiz halka sıradan bir halka değil, bilakis bize seyr u süluk yolunun kapısını açacak halkadır. Bu öyle bir halkadır ki, gücü etkisinde gizli. Hele bir insan kendini bu çekim gücü etkisinin dışına atmaya görsün sanki gökten bir yıldız kaymışçasına kendini bir anda meteor çukurunda bulur. Keza gezegenlerin de güneşin çekim etkisinden sıyrıldıklarını bir düşünün, bir anda yörüngelerinden çıkıp kendi kıyametlerini yaşayacaklardır. Aynen bir sofide mürşidinin çekim etki alanının dışına çıktığında kendi küçük kıyametini yaşayacaktır. Dahası bu hale düşen sofinin kendi nefsinin elinde zebun, şeytanın kucağında ise bir oyuncak hale gelmesi kaçınılmazdır.
Peki, yörüngeden ya da halkadan çıkmamak için ne yapmak gerekir? Elbette ki bir mürşidin elini tutup bey’at aldığımızda verdiğimiz sözün mana ve ruhuna sadık kaldığımız sürece evvel Allah’ın izniyle hiç kimse bizi o halkadan söküp atamayacaktır. İşte, bey’at etmek bu ya, derin bir bağlılığı da içerisinde barındıran bir kavram, bu bağ nasıl koparılabilir ki. Kaldı ki o tutulan el, sıradan bir el değil, silsile yoluyla elden ele ta Allah Resulüne kadar uzanıp yüce makamlara bizim adımıza arzı endam edilen eldir. Dikkat edin bizim adımıza dedik, çünkü Allah dostları ümmetin kurtuluşu için elimizden tutmaktalar. Bizde onların elini tutaraktan tıpkı Akabe bey’atı ve Rıdvan bey’atında olduğu gibi sünneti seniyyenin gereğini yerine getirmiş oluruz da. Böylece karşılıklı ahitleşmiş oluruz.
Evet, öyle kirlenmiş eller var ki; insanı uçuruma yuvarlar, öyle de öpülesi eller vardır ki insanı vuslata erdirir. Anlaşılan her şey tutacağımız ele bağlı olarak hayatımız şekillenmekte. Gönül ister ki; tercihimizi ikinciden yana kullanma istidadı göstersek de durduk yere hayatımızı zindana çevirmemiş olsak. Allah muhafaza kirli ellerden tutarsak vay halimize, yok eğer Allah dostunun elini tuttuysak biliniz ki hayatımızda kendimize yepyeni bir temiz sayfa açmışız demektir. Hele bir sofi, seyru süluk yolunda piştikçe bey’at ettiği zatın ahlakıyla boyanır da. Öyle ya, Peygamberimiz (s.a.v)’in “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir” diye beyan buyurduğu şekliyle o emin el tutulduğunda hiç kuşkusuz tutan elinde ona paralel olarak emin bir kişi olacağı muhakkak. Zira bir mürşidi kâmilin alameti sofisinin güzel ahlak haline bürünmesinden belli olur. O halde güzel ahlak sahibi olmak için ilk evvela tüm geçmiş günahlara tövbe ederekten işe koyulmamız icab eder.
Şu bir gerçek, şairin “Oluklar çift, birinden nur akar; birinden kir” dediği iki seçenekle karşı karşıyayız. Tercihimiz kirlilikten yanaysa Allah muhafaza şeytana bey’at etmiş buluruz kendimizi, yok eğer tercihimiz hak ve hakikatten yanaysa başta Allah Resulü olmak üzere o’nun izini iz süren gelmiş geçmiş tüm sadatlara ve sadatların en son halkasında yerini alan diri bir mürşide biât etmiş oluruz. Unutmayalım ki; şeytan kıyamete kadar boş durmayacaktır, o da kendine göre bir halka oluşturmak için pusuya yatmış durumda. Pusuya düşürdükleri olabildiği gibi düşüremedikleri de var elbet. Mesela şeytan, peygamberler ve kâmil mürşitleri avlayamadığı içindir onlardan çok sıkıntı çekmekte. Öyle ki, Allah dostlarının alınlarında parlayan nuru gördüğünde kaçacak delik arar da. Her şeye rağmen yinede onlar şeytanın hile ve desiselerinden Allah’a sığınmayı ihmal etmezler.
Malumunuz şeytan her türlü kötülüğe giden yolda azıp sapmışlara rehber olmak için var, mürşidi kâmil ise iyiliğe giden yolda ümmete rehber olmak için vardır. Öyle ki insanların kalblerine sirayet etmiş her ne kadar kibir, ucub, riya, haset, gaflet, dünyalık hırs gibi maraz hastalıklar varsa tüm bu marazlardan kurtulmalarına vesile olmak için varlardır. Şimdi gel de ümmetin kurtuluşu için kendini adayan böylesi mürşidi kâmillere biat etme, elbette ki bize bu noktada ne mutlu kıymet bilene demek düşer.
SELİM GÜRBÜZER
Mürşit, Allah yolunda kendisine tabi olanlara hem veli bir dost hem de öncü bir rehber olmak için vardır. Hani birlikten kuvvet doğar ya, aynen öyle de bir mürşidin rehberliğinde Allah için yola çıkan kafileyle birlikte seyr u sefer eylemekle büyük bir kuvvet doğacaktır. Malum, tasavvufta bir mürşidin öncülüğünde kurulan zikir ve hatme-i hacegan halkasının üzerine inen ilahi rahmetten toplu halde istifade etmek esastır. İşte bunun içindir, Allah Teâlâ sadık kullarla beraber olmamızı beyan buyurmaktadır. Madem, Yüce Allah (c.c) sadıklarla bir arada bulunmazı diliyor, o halde daha ne duruyoruz, tez elden gün bugündür deyip bir kâmil mürşide bey’at edip aynı halkada cem olmak gerekir.
Hele bir mürşid-i kâmilin dizinin dibinde diz çökmeye görelim daha önceden tereddüt ettiğimiz pek çok hususların bir bir kafamızdan silindiğini görürüz. Öyle ki kendimizi yeniden dünyaya gelmiş gibi hissettiğimiz gibi hatta bu arada bir mürşide bey’at etmenin ne demek olduğunu da idrak etmiş oluruz. Nasıl öyle idrak etmeyelim ki, şöyle kendimize dönüp baktığımızda daha öncesinden hiç böylesine bizi bizden alıp yine bizi kendimize getiren herhangi bir iç dalgalanma yaşamamıştık çünkü. Şayet dert dava titreyip kendi özümüze dönmekse, işte öze dönmek bu biat etmenin tılsımında kodlu. Nitekim o kodun tılsımını ancak o halka içerisinde bulunduğumuz zaman fark edip idrak edebiliyoruz. Tıpkı gezegenlerin güneşin etrafında pervane olup kendi yörüngelerinde seyr u sefer eylemelerinde olduğu gibi bir tılsımdır bu. Öyle ya, gezegenler güneşin etrafında pür dikkat milim sapmadan seyr u sefer eylerde, biz niye bir mürşidin çekim alanında halka olup seyr-u sefer eylemeyelim ki. Ki, seyr-u sefer eyleyeceğimiz halka sıradan bir halka değil, bilakis bize seyr u süluk yolunun kapısını açacak halkadır. Bu öyle bir halkadır ki, gücü etkisinde gizli. Hele bir insan kendini bu çekim gücü etkisinin dışına atmaya görsün sanki gökten bir yıldız kaymışçasına kendini bir anda meteor çukurunda bulur. Keza gezegenlerin de güneşin çekim etkisinden sıyrıldıklarını bir düşünün, bir anda yörüngelerinden çıkıp kendi kıyametlerini yaşayacaklardır. Aynen bir sofide mürşidinin çekim etki alanının dışına çıktığında kendi küçük kıyametini yaşayacaktır. Dahası bu hale düşen sofinin kendi nefsinin elinde zebun, şeytanın kucağında ise bir oyuncak hale gelmesi kaçınılmazdır.
Peki, yörüngeden ya da halkadan çıkmamak için ne yapmak gerekir? Elbette ki bir mürşidin elini tutup bey’at aldığımızda verdiğimiz sözün mana ve ruhuna sadık kaldığımız sürece evvel Allah’ın izniyle hiç kimse bizi o halkadan söküp atamayacaktır. İşte, bey’at etmek bu ya, derin bir bağlılığı da içerisinde barındıran bir kavram, bu bağ nasıl koparılabilir ki. Kaldı ki o tutulan el, sıradan bir el değil, silsile yoluyla elden ele ta Allah Resulüne kadar uzanıp yüce makamlara bizim adımıza arzı endam edilen eldir. Dikkat edin bizim adımıza dedik, çünkü Allah dostları ümmetin kurtuluşu için elimizden tutmaktalar. Bizde onların elini tutaraktan tıpkı Akabe bey’atı ve Rıdvan bey’atında olduğu gibi sünneti seniyyenin gereğini yerine getirmiş oluruz da. Böylece karşılıklı ahitleşmiş oluruz.
Evet, öyle kirlenmiş eller var ki; insanı uçuruma yuvarlar, öyle de öpülesi eller vardır ki insanı vuslata erdirir. Anlaşılan her şey tutacağımız ele bağlı olarak hayatımız şekillenmekte. Gönül ister ki; tercihimizi ikinciden yana kullanma istidadı göstersek de durduk yere hayatımızı zindana çevirmemiş olsak. Allah muhafaza kirli ellerden tutarsak vay halimize, yok eğer Allah dostunun elini tuttuysak biliniz ki hayatımızda kendimize yepyeni bir temiz sayfa açmışız demektir. Hele bir sofi, seyru süluk yolunda piştikçe bey’at ettiği zatın ahlakıyla boyanır da. Öyle ya, Peygamberimiz (s.a.v)’in “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir” diye beyan buyurduğu şekliyle o emin el tutulduğunda hiç kuşkusuz tutan elinde ona paralel olarak emin bir kişi olacağı muhakkak. Zira bir mürşidi kâmilin alameti sofisinin güzel ahlak haline bürünmesinden belli olur. O halde güzel ahlak sahibi olmak için ilk evvela tüm geçmiş günahlara tövbe ederekten işe koyulmamız icab eder.
Şu bir gerçek, şairin “Oluklar çift, birinden nur akar; birinden kir” dediği iki seçenekle karşı karşıyayız. Tercihimiz kirlilikten yanaysa Allah muhafaza şeytana bey’at etmiş buluruz kendimizi, yok eğer tercihimiz hak ve hakikatten yanaysa başta Allah Resulü olmak üzere o’nun izini iz süren gelmiş geçmiş tüm sadatlara ve sadatların en son halkasında yerini alan diri bir mürşide biât etmiş oluruz. Unutmayalım ki; şeytan kıyamete kadar boş durmayacaktır, o da kendine göre bir halka oluşturmak için pusuya yatmış durumda. Pusuya düşürdükleri olabildiği gibi düşüremedikleri de var elbet. Mesela şeytan, peygamberler ve kâmil mürşitleri avlayamadığı içindir onlardan çok sıkıntı çekmekte. Öyle ki, Allah dostlarının alınlarında parlayan nuru gördüğünde kaçacak delik arar da. Her şeye rağmen yinede onlar şeytanın hile ve desiselerinden Allah’a sığınmayı ihmal etmezler.
Malumunuz şeytan her türlü kötülüğe giden yolda azıp sapmışlara rehber olmak için var, mürşidi kâmil ise iyiliğe giden yolda ümmete rehber olmak için vardır. Öyle ki insanların kalblerine sirayet etmiş her ne kadar kibir, ucub, riya, haset, gaflet, dünyalık hırs gibi maraz hastalıklar varsa tüm bu marazlardan kurtulmalarına vesile olmak için varlardır. Şimdi gel de ümmetin kurtuluşu için kendini adayan böylesi mürşidi kâmillere biat etme, elbette ki bize bu noktada ne mutlu kıymet bilene demek düşer.