bidat bidattir, güzeli (hasenesi), çirkini (seyyiesi) olmaz !!!

Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Yine adnan oktar.. bu zevatın niyetini hâlâ anlayamayıp onun sapkın fikirlerinin intişarı için çalışanlara inanamıyorum.. Niyeti bir şeyler öğrenmek değil fikirlerini tasdik ettirmek.. Bu oyuna nasıl kanıyor iki dalkavukluğa nasıl inanıp yardımcı oluyorsunuz anlayamıyorum.. Allah akıl fikir versin..
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Yukarıdaki bir yazıda, meselenin yani ihtilafın lafzi olduğunu asli olmadığını ifade etmiştim..Gureba mecmuasında da meselenin lafzi ihtilaf olduğunu okuyunca bu tevafuktan mutlu oldum.şimdi yazıyı aktarıyorum:



Büyük Muhaddis ve Fakih Abdülğenî el-Müceddidî, İbn-i Mâce Hâşiyesi İncâhu’l-Hâce’de, Kim bizim bu dîn işimizde ondan olmayan şeyi uydurursa o (uydurduğu) merdûddur hadîsini îzâh ederken şöyle diyor: Ondan (dînden) olmayan şeyi demek, dînin vesîlelerinden (de) olmadıkça demektir. Zîrâ vesîleler, ona (dîne) dâhildir. İşte bundan dolayı, Müceddid (İmâm Rebbânî) -Allah celle celâlühû ondan râzı olsun- dîn işinin vesîleleri olan sarf ve nahiv gibi ilimlerin, Sünnet’e dâhil olduğunu bid’at ta'bîrinin bunlar için kullanılmayacağını, söylemiştir.

Zîrâ O’na göre, -Allah celle celâlühû Ondan râzı olsun- bid’atta kesinlikle bir güzellik yoktur. İşte bu yüzden O şöyle diyor: Nûru, sabâhın aydınlığı gibi de olsa, bid’at-i hasene[57] terk edilir. Çünki bid’at kesinlikle Sünnet’i kaldıran bir şeydir. Bir kişi Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yapmadığını yaparsa o hususta ona muhâlif olur. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığını yapmazsa yine öyle olur. (O’na muhâlif olur. İmâm Rebbânî) İşte bundan dolayı, namaza başlarken dil ile yapılan niyyeti men' etti. Zîrâ niyyetin dille yapılması ne Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, ne Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim, ne de müctehidlerden birinden sâbit olmamıştır.

Âlimlerden bid’at-i hasene/güzel ve seyyieye ayıran da vardır. Bununla beraber âlimlerimiz şöyle demişlerdir: Helâya girerken önce sol ayağı içeriye sokmak gibi küçük bir şey de olsa, Sünnet’i işlemek, medreseler inşâ etmek gibi büyük bir iş de olsa bid’at-i haseneden evlâdır, daha iyidir.[58] (El-Müceddidî’nin sözü bitti.)

Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar.

Yani her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir. İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’

ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat ma’nâsıyla bid’at, Şerîat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilâf/anlaşmazlık lafzîdir, ma’nevî değildir. Esâsda hepsi bir kapıya çıkmaktadır
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Yukarıdaki bir yazıda, meselenin yani ihtilafın lafzi olduğunu asli olmadığını ifade etmiştim..Gureba mecmuasında da meselenin lafzi ihtilaf olduğunu okuyunca bu tevafuktan mutlu oldum.şimdi yazıyı aktarıyorum:



Büyük Muhaddis ve Fakih Abdülğenî el-Müceddidî, İbn-i Mâce Hâşiyesi İncâhu’l-Hâce’de, Kim bizim bu dîn işimizde ondan olmayan şeyi uydurursa o (uydurduğu) merdûddur hadîsini îzâh ederken şöyle diyor: Ondan (dînden) olmayan şeyi demek, dînin vesîlelerinden (de) olmadıkça demektir. Zîrâ vesîleler, ona (dîne) dâhildir. İşte bundan dolayı, Müceddid (İmâm Rebbânî) -Allah celle celâlühû ondan râzı olsun- dîn işinin vesîleleri olan sarf ve nahiv gibi ilimlerin, Sünnet’e dâhil olduğunu bid’at ta'bîrinin bunlar için kullanılmayacağını, söylemiştir.

Zîrâ O’na göre, -Allah celle celâlühû Ondan râzı olsun- bid’atta kesinlikle bir güzellik yoktur. İşte bu yüzden O şöyle diyor: Nûru, sabâhın aydınlığı gibi de olsa, bid’at-i hasene[57] terk edilir. Çünki bid’at kesinlikle Sünnet’i kaldıran bir şeydir. Bir kişi Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yapmadığını yaparsa o hususta ona muhâlif olur. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığını yapmazsa yine öyle olur. (O’na muhâlif olur. İmâm Rebbânî) İşte bundan dolayı, namaza başlarken dil ile yapılan niyyeti men' etti. Zîrâ niyyetin dille yapılması ne Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, ne Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim, ne de müctehidlerden birinden sâbit olmamıştır.

Âlimlerden bid’at-i hasene/güzel ve seyyieye ayıran da vardır. Bununla beraber âlimlerimiz şöyle demişlerdir: Helâya girerken önce sol ayağı içeriye sokmak gibi küçük bir şey de olsa, Sünnet’i işlemek, medreseler inşâ etmek gibi büyük bir iş de olsa bid’at-i haseneden evlâdır, daha iyidir.[58] (El-Müceddidî’nin sözü bitti.)

Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar.

Yani her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir. İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’

ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat ma’nâsıyla bid’at, Şerîat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilâf/anlaşmazlık lafzîdir, ma’nevî değildir. Esâsda hepsi bir kapıya çıkmaktadır


1- imam rabbaniden ağırlığını hatırlatmak isterim. Sözü söyleyen şu bu değil imam rabbani. İmam rabbani sözününün başka anlama geldiğini yine imam rabbaniden örnek vererek ifade etmek gerekir. Siz bunu yapmamaışsınız. Daha az güçlü başka kaynaklardan örnekler vermişsiniz.
2- Sizin pencerenizden bakarsak (bidai hasene olarak isimlendirilen - mevlid kandili dahil) bida bulmak neredeyse imkansız.
3- “imam rabbaninin 255. mektubundaki mehdi hazretleri ile ilgili kısmı, yukarıda anlatılanlar ışığında, günümüz perspektifinden değerlendirebilirmisin?” demiştim bu soruya cevap vermemişsiniz.
4- “imam rabbaninin şu cümlesinin de hatırlatayım;

“işitdiğimize göre, hazret-i mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i mehdînin emrlerine şaşarak, (bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. hazret-i mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. "

diyor. yani bidatlaer o kadar çoğalmış olacak ki medinedeki "alim" bile yanılacak.

dikkat edin siz biz değil... "alim" hem de, "medinedeki alim"...

ayrıca bu alimin mehdi hazretleri tarafından öldürüleceği müjdesini de alıyoruz.”

İfademi hiç dikkate almamışsınız.

Madem ahir zamanın ahirindeyiz. yani bidatlaer o kadar çoğalmış olacak ki medinedeki "alim" bile yanılacak. İfadesi var. Dikkat edin siz biz değil "alim" hem de, "medinedeki alim"...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Meselenin özeti şu cümledir :''Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar''

Ulema arasında bu gibi lafzi ihtilaflar olmuştur......Bunlarda bir nevi güzellikler bulunur......İslam bahçesi içinde bir çok güzel çiçekler vardır...Siz bu güllerden bir tanesine daha fazla atfı nazar yapabilirsiniz, amma bütün bahçenin tek bir gülle izah edilmesi tarafgirliktir, taassubdur..
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Mevlid değil, Mevlid adı altında işlenen menhiyat bid'attır..İmam Şa'rani Tenbihatında diyorki:'' Kadınların büyük ibadet olarak itikad ettikleri mevlut toplantıları bid'attır.. Bilhassa buluğa yakın erkek çocukların onların yanında bulunması ve başka fitne fesadın olması, nağmelerinin işitilmesi haramdır'',
Halvet , nağmeli sesin işitilmesi , süslü elbise giyme ve yollarda sık sık erkeklerle karşılaşma olmaması ve uzun mesafe gitmemek şartıyla kadınların dinlerini öğrenmesi , kıraat ve mevlutleri bid'at değildir..

Mevlid, Süleyman CELEBI tarafindan yazilmis bir naattir... Mevlidi ölülerin arkasindan okunmasi gereken bir vecibedir anlayisi bid'at'tir... Din'in bir emri gibi algilanmasi bid'at'tir...
Lakin, onun bir naat oldugu bilinir güzel sesli mevlithanlar tarafindan okunulmasi, sanaatinin icra edilmesi, dinlenmesi bid'at degildir... Ölenler adina verilen ikramlarda güzel sesli birinin mevlit okumasi ve oraya gelenlerin de mevlidi dinlemesi bid'at degildir, ama mevlidin Din'deki hükmünü bildikten sonra...
Mevlit toplantilari Din'in bir emri imis gibi icra ediliyorsa bid'at'tir, öylesine tertip ediliyorsa bid'at degildir...
Bidat insanin anlayisiyla alakali bir husustur... Ona verdigi deger, hükmü ile ile ilgili bir husustur...
Hikem kadinlardan cenahindan mes'eleye yaklasarak, mevlit toplantilarinin
Cahiliyyet teberrücüyle,
Bülüg cagina girmis erkeklerle beraber,
Halvet,
Süslü elbesilerle, icra edilmesinden yola cikmis ve bid'at yakistirmasinda bulunmus,
Bu yaklasim tamamen batildir...
Cahiliyye teberrüücü, halvet vs. bunlar bid'at degil haramdir...

Bidat'in hasenesi olmaz...
Ya bid'at vardir ya da bid'at yoktur....
Rabbani'nin vs bir sürü hocaefendilerin bid'at'e yaklasimi hatali ve yanlistir...
 

cahid

Kıdemli Üye
Katılım
18 Ağu 2009
Mesajlar
6,051
Tepkime puanı
1,415
Puanları
113
Konum
Muamma...!
Mevlid, Süleyman CELEBI tarafindan yazilmis bir naattir... Mevlidi ölülerin arkasindan okunmasi gereken bir vecibedir anlayisi bid'at'tir... Din'in bir emri gibi algilanmasi bid'at'tir...
Lakin, onun bir naat oldugu bilinir güzel sesli mevlithanlar tarafindan okunulmasi, sanaatinin icra edilmesi, dinlenmesi bid'at degildir... Ölenler adina verilen ikramlarda güzel sesli birinin mevlit okumasi ve oraya gelenlerin de mevlidi dinlemesi bid'at degildir, ama mevlidin Din'deki hükmünü bildikten sonra...
Mevlit toplantilari Din'in bir emri imis gibi icra ediliyorsa bid'at'tir, öylesine tertip ediliyorsa bid'at degildir...
Bidat insanin anlayisiyla alakali bir husustur... Ona verdigi deger, hükmü ile ile ilgili bir husustur...
Hikem kadinlardan cenahindan mes'eleye yaklasarak, mevlit toplantilarinin
Cahiliyyet teberrücüyle,
Bülüg cagina girmis erkeklerle beraber,
Halvet,
Süslü elbesilerle, icra edilmesinden yola cikmis ve bid'at yakistirmasinda bulunmus,
Bu yaklasim tamamen batildir...
Cahiliyye teberrüücü, halvet vs. bunlar bid'at degil haramdir...

Bidat'in hasenesi olmaz...
Ya bid'at vardir ya da bid'at yoktur....
Rabbani'nin vs bir sürü hocaefendilerin bid'at'e yaklasimi hatali ve yanlistir...

İmam-ı Rabbâni'nin (r.h.) hangi yaklaşımı niçin hatalıdır?
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Mevlid, Süleyman CELEBI tarafindan yazilmis bir naattir... Mevlidi ölülerin arkasindan okunmasi gereken bir vecibedir anlayisi bid'at'tir... Din'in bir emri gibi algilanmasi bid'at'tir...
Lakin, onun bir naat oldugu bilinir güzel sesli mevlithanlar tarafindan okunulmasi, sanaatinin icra edilmesi, dinlenmesi bid'at degildir... Ölenler adina verilen ikramlarda güzel sesli birinin mevlit okumasi ve oraya gelenlerin de mevlidi dinlemesi bid'at degildir, ama mevlidin Din'deki hükmünü bildikten sonra...
Mevlit toplantilari Din'in bir emri imis gibi icra ediliyorsa bid'at'tir, öylesine tertip ediliyorsa bid'at degildir...
Bidat insanin anlayisiyla alakali bir husustur... Ona verdigi deger, hükmü ile ile ilgili bir husustur...
Hikem kadinlardan cenahindan mes'eleye yaklasarak, mevlit toplantilarinin
Cahiliyyet teberrücüyle,
Bülüg cagina girmis erkeklerle beraber,
Halvet,
Süslü elbesilerle, icra edilmesinden yola cikmis ve bid'at yakistirmasinda bulunmus,
Bu yaklasim tamamen batildir...
Cahiliyye teberrüücü, halvet vs. bunlar bid'at degil haramdir...

Bidat'in hasenesi olmaz...
Ya bid'at vardir ya da bid'at yoktur....
Rabbani'nin vs bir sürü hocaefendilerin bid'at'e yaklasimi hatali ve yanlistir..[/SIZE].


boyundan büyük laf etmişsin...

imam rabbaninin bidat yaklaşımı neye ve kime göre hatalıdır? (neyle ve kimle kıyaslıyorsun - kuran ve sünnet dersen delil getir deriz)

hatasız olan hocaefendi kimdir?

kimse yok diyorsan.. demek doğruyu den biliyorsun... vebalini de düşünerek bizimle paylaşırmısın?
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Muhteremler, Islam Dini tamamlanmistir...
Hadisler ve onlarin hükümleri bellidir...
Islam Fikhi ve onun hükümleri bellidir...
Islam Fikhi; Kur'an ve Sünnet'in ortaya koymus oldugu hükümler toplulugunu bildirir...
Dolayisiyla bid'at;
Tamamlanan Dine eklemeleri ya da tamamlanan Din'den nakis edilenleri ihtiva eder... Yani, bunlar insan merkezlidir... Dolayisiyla, kisilerin inaci bid'at'tir...
Mesela Mevlid, genellikle bizim topraklarimizda ölülerin arkasindan onlara sevap olmasi amaciyla okunur...
Bu anlayis bid'at'tir...
Cünkü Dinin böyle bir emri yoktur... Bu din'e bir eklemedir...
Din'in emri ölenlerimize duadir... Peygamberimiz'in tatbikatinda da bu vardir...
Kur'an okuma gelenegi müctehid ülemaya sorulmus, onlar da kiyasen okunabilir demisler, o da dua niyyetiyle... Kur'an okumak zaten sonraki bir ekleme inanc degidir, Kur'an gönderildiginden bu yana onun okunmasi emredilmis ve onu okuyanlarda ecir kazanmislardir...
Lakin, Mevlid'in Dinde ölülere okunmasi baglaminda hic mana ifade etmedigi biliniyor, bir iki güzel sesli mevlithana bir sanat icra ettirilmesi isteniyorsa, gerek mevlidi bu manada okutan ve gerekse de bu manada mevlidi dinleyen ve mevlide gelen bu anlayisindan ötürü bid'at islemiz sayilmaz...
Cünkü zaten mevlidin ne oldugunu ya da ne olmadigini Islam acisindan degerlendirmisler ve ögrenmislerdir...
Yani formül budur ve bu formül her hususta uygulanabilir...


Hatasiz olan hocaefendi yok gibidir, insan olur da hatasiz olur mu...?
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Mevlid, Süleyman CELEBI tarafindan yazilmis bir naattir... Mevlidi ölülerin arkasindan okunmasi gereken bir vecibedir anlayisi bid'at'tir... Din'in bir emri gibi algilanmasi bid'at'tir...
Lakin, onun bir naat oldugu bilinir güzel sesli mevlithanlar tarafindan okunulmasi, sanaatinin icra edilmesi, dinlenmesi bid'at degildir... Ölenler adina verilen ikramlarda güzel sesli birinin mevlit okumasi ve oraya gelenlerin de mevlidi dinlemesi bid'at degildir, ama mevlidin Din'deki hükmünü bildikten sonra...
Mevlit toplantilari Din'in bir emri imis gibi icra ediliyorsa bid'at'tir, öylesine tertip ediliyorsa bid'at degildir...
Bidat insanin anlayisiyla alakali bir husustur... Ona verdigi deger, hükmü ile ile ilgili bir husustur...
Hikem kadinlardan cenahindan mes'eleye yaklasarak, mevlit toplantilarinin
Cahiliyyet teberrücüyle,
Bülüg cagina girmis erkeklerle beraber,
Halvet,
Süslü elbesilerle, icra edilmesinden yola cikmis ve bid'at yakistirmasinda bulunmus,
Bu yaklasim tamamen batildir...
Cahiliyye teberrüücü, halvet vs. bunlar bid'at degil haramdir...

Bidat'in hasenesi olmaz...
Ya bid'at vardir ya da bid'at yoktur....
Rabbani'nin vs bir sürü hocaefendilerin bid'at'e yaklasimi hatali ve yanlistir...

boyundan büyük laf etmişsin...




imam rabbaninin bidat yaklaşımı neye ve kime *göre hatalıdır? (neyle ve kimle kıyaslıyorsun - kuran ve sünnet dersen delil getir deriz)




hatasız olan hocaefendi kimdir?




kimse yok diyorsan.. demek doğruyu den biliyorsun... vebalini de düşünerek bizimle paylaşırmısın?
*

Muhteremler, Islam Dini tamamlanmistir...
Hadisler ve onlarin hükümleri bellidir...
Islam Fikhi ve onun hükümleri bellidir...
Islam Fikhi; Kur'an ve Sünnet'in ortaya koymus oldugu hükümler toplulugunu bildirir...
Dolayisiyla bid'at;
Tamamlanan Dine eklemeleri ya da tamamlanan Din'den nakis edilenleri ihtiva eder... Yani, bunlar insan merkezlidir... Dolayisiyla, kisilerin inaci bid'at'tir...
Mesela Mevlid, genellikle bizim topraklarimizda ölülerin arkasindan onlara sevap olmasi amaciyla okunur...
Bu anlayis bid'at'tir...
Cünkü Dinin böyle bir emri yoktur... Bu din'e bir eklemedir...
Din'in emri ölenlerimize duadir... Peygamberimiz'in tatbikatinda da bu vardir...
Kur'an okuma gelenegi müctehid ülemaya sorulmus, onlar da kiyasen okunabilir demisler, o da dua niyyetiyle... Kur'an okumak zaten sonraki bir ekleme inanc degidir, Kur'an gönderildiginden bu yana onun okunmasi emredilmis ve onu okuyanlarda ecir kazanmislardir...
Lakin, Mevlid'in Dinde ölülere okunmasi baglaminda hic mana ifade etmedigi biliniyor, bir iki güzel sesli mevlithana bir sanat icra ettirilmesi isteniyorsa, gerek mevlidi bu manada okutan ve gerekse de bu manada mevlidi dinleyen ve mevlide gelen bu anlayisindan ötürü bid'at islemiz sayilmaz...
Cünkü zaten mevlidin ne oldugunu ya da ne olmadigini Islam acisindan degerlendirmisler ve ögrenmislerdir...
Yani formül budur ve bu formül her hususta uygulanabilir...


Hatasiz olan hocaefendi yok gibidir, insan olur da hatasiz olur mu...?


bak soruma cevap vermemişsin...

kıvırııp durmuşsun..

esas meseleye dön ve soruya cevap ver.

(imam rabbaninin bidat yaklaşımı neye ve kime *göre hatalıdır? (neyle ve kimle kıyaslıyorsun - kuran ve sünnet dersen delil getir deriz)

hatasız olan hocaefendi kimdir?




kimse yok diyorsan.. demek doğruyu sen biliyorsun... vebalini de düşünerek bizimle paylaşırmısın?
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Muhteremler, Islam Dini tamamlanmistir...
Hadisler ve onlarin hükümleri bellidir...
Islam Fikhi ve onun hükümleri bellidir...
Islam Fikhi; Kur'an ve Sünnet'in ortaya koymus oldugu hükümler toplulugunu bildirir...
Dolayisiyla bid'at;
Tamamlanan Dine eklemeleri ya da tamamlanan Din'den nakis edilenleri ihtiva eder... Yani, bunlar insan merkezlidir... Dolayisiyla, kisilerin inaci bid'at'tir...
Mesela Mevlid, genellikle bizim topraklarimizda ölülerin arkasindan onlara sevap olmasi amaciyla okunur...
Bu anlayis bid'at'tir...
Cünkü Dinin böyle bir emri yoktur... Bu din'e bir eklemedir...
Din'in emri ölenlerimize duadir... Peygamberimiz'in tatbikatinda da bu vardir...
Kur'an okuma gelenegi müctehid ülemaya sorulmus, onlar da kiyasen okunabilir demisler, o da dua niyyetiyle... Kur'an okumak zaten sonraki bir ekleme inanc degidir, Kur'an gönderildiginden bu yana onun okunmasi emredilmis ve onu okuyanlarda ecir kazanmislardir...
Lakin, Mevlid'in Dinde ölülere okunmasi baglaminda hic mana ifade etmedigi biliniyor, bir iki güzel sesli mevlithana bir sanat icra ettirilmesi isteniyorsa, gerek mevlidi bu manada okutan ve gerekse de bu manada mevlidi dinleyen ve mevlide gelen bu anlayisindan ötürü bid'at islemiz sayilmaz...
Cünkü zaten mevlidin ne oldugunu ya da ne olmadigini Islam acisindan degerlendirmisler ve ögrenmislerdir...
Yani formül budur ve bu formül her hususta uygulanabilir...


Hatasiz olan hocaefendi yok gibidir, insan olur da hatasiz olur mu...?


Önce, bid'atı hasene yok derken, bid'at kelimesine yüklediğin anlamı bilelim..Bid'at derken Şer'i istilahı mı kasdediyorsun, yoksa lugat manasınımı kasdediyorsun...? Buna vereceğin cevaba göre , bid'at hasene yok veya var diyebilirsin

''''Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar''
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Râğib el- İsfehânî, Müfredâtü’l-Kurânda şöyle dedi: İbdâ’ bir san’atı bir şey hizâsında bulunmadan ve bir şeye uymadan yoktan var etmektir. (Bu ibdâ’ kelimesi) Allah celle celâlühû hakkında kullanılırsa, bir şeyi, âletsiz, maddesiz, zamansız ve mekânsız olarak var etmek demektir.

Bu da ancak Allah celle celâlühû’ya âiddir. Bedî’, mübdi’/modelsiz olarak yoktan var eden için kullanılır. Allah celle celâlühû’nün Göklerin ve yerin bedî’i sözü(nde olduğu) gibi.[35] Bedî’ kelimesi, mübde’/ misâlsiz/modelsiz olarak yoktan var edilen için de kullanılır. Aynı şekilde, el-bid’u kelimesi de, misâlsiz/modelsiz olarak yoktan var eden ve modelsiz olarak yoktan var edilen ma'nâlarında kullanılır.

Ahkâf sûresinin dokuzuncu âyetinin ma'nâsı, denildiğine göre, ben peygamberlerden, kendimden önce bir peygamber geçmeyen bir mübda’ değilim, bir ma'nâlandırmaya göre de, söylemekte olduğum şeyler husûsunda bir mübdi’ değilim, demektir. Mezhebde bid’at, bir kanaat bildirmektir ki, onu söyleyen ve yapan o husûsta Şerîat sâhibinin yolundan gitmemiş ve geçmiş misâlleri ve sağlam kılınan usûllerine riâyet etmemiştir. Her bir sonradan îcâd edilen şey bid’attır. Her bir bid’at sapıklıktır. Her sapıklık (sâhibi) de cehennem ateşindedir.[36]

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye’de şöyle demiştir: Bid’at iki türlüdür; hidâyet bid’ati, sapıklık bid’ati. Allah celle celâlühû ve Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in emrettiğinin zıddına olan bid’at kınanılacak ve inkâr edilecek bid’attir. Allah celle celâlühû’nün teşvik etmiş olduğu husûsların umûmu/geneli altında/çerçe-vesinde bulunan, Allah celle celâlühû ve Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in teşvik ettikleri, medhedilenler altındadır. Bir tür cömertlik ve iyi işi yapmak gibi mevcud bir misâli bulunmayan şeyler ise övülen işler zımnındadır.

Bunun Şerîat’
ın getirdiğine zıt bir şekilde olması câiz olmaz. Çünki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bunun için şu husûsta bir sevab koymuş ve kim güzel bir çığır açarsa, o kişi için onun ecri ve onunla amel edenlerin ecri vardır, buyurmuştur. Bunun zıddı hakkında da kim de kötü bir çığır açarsa, onun üzerine onun günahı ve onunla amel edenin günahı vardır[37] buyurdu. Bu Allah celle celâlühû ve Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin emri zıddına olduğu zamandır.

Hazreti Ömer radıyallâhu anh’in bu ne güzel bir bid’attir[38] sözü bu türdendir. Bu (terâvîh namazının topluca kılınması) hayırlı fiillerden olunca ve medhedilen fiillere dahil bulununca onu bid’at diye isimlendirip medhetmiştir. Çünkü Nebî sallallâhu aleyhi vesellem onu (bu şekliyle) onlara sünnet kılmamıştır. Onu bazı gecelerde kılmış, sonra da terk etmiş, ona devam etmemiş, onun için insanları toplamamıştır. Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh zamanında da yoktu. Sadece Ömer radıyallâhu anh insanları onun için topladı ve ona teşvik etti. Bu yüzden ona bid’at ismini verdi. Hâlbuki o gerçekte sünnettir

. Çünkü aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm efendimiz sünnetime ve benden sonraki raşid halîfelerin sünnetine yapışınız[39] ve benden sonra iki kişiye Ebû Bekir ve Ömer’e uyunuz[40] buyurdu. Diğer her îcâd edilen bid’attir hadîsi bu te'vîle hamledilir. Sadece şunu murâd etmektedir: Şerîatın asıllarına ters düşen, sünnete uymayan şeyler.[41](İbnü’l-Esîr’in sözleri burada son buldu.)

Feyyûmî el-Mısbâh’da şöyle dedi: Allah celle celâlühû mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, onları modelsiz olarak yarattı demektir. Ebda’tü ve Ebda’tühû onu çıkardım ve ihdâs ettim demektir. Bu ma'nâdan olarak muhâlif hâle bid’at denilmiştir. Bid’at ibtida’dan isimdir. Nasıl ki, rıf’at (yükseklik) irtifa’dan ise.

Sonra bunun (bid’atın) dinde noksanlık ve yahud fazlalık olan şeylerde kullanılması galib oldu. Lâkin kimi zaman bir kısmı mekrûh olmaz ve mübâh bid’at diye isimlendirilir. Bu mübâh bid’at cinsine Şerîat’ta bir aslın şâhidlik yaptığı, yahud kendisiyle bir zararın savulduğu bir maslahatın gerektirdiği bid’at demektir. Halîfenin insanlarla içli dışlı olmaktan perdelenmesi gibi.(Feyyûmî’nin sözleri bitti.)[42]

Kamus ve Şerhi’nde şöyle denmiştir: Bid’at dinin ikmâl edilmesinden sonra, onda yeni bir şey yapmak demektir.[43] Sizi işlerin sonradan îcâd edilenlerinden sakındırırım. Zîrâ her sonradan îcâd edilen bid’attır, her bid’at da dalâlettir hadîsi bundandır. Yahud o Leys’in sözüdür. İbnü’s-Sikkît, bid’at her sonradan îcâd edilen şey demektir, dedi. Sonra Şârih (Zebîdî) Nihâye’nin kelâmını yukarıdaki gibi nakletti.

Geçen bilgilerden her sonradan îcâd edilenin lüğatte ve Şerîat'te bid’at olduğu ve Şerîat örfünde bid'atın övülen ve yerilen iki çeşide ayrıldığı ortaya çıkmaktadır. Kaçınılmaz olarak bilinen şeylerdendir ki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem mübâhların tamamını işlememiştir. Çünkü onlar çoktur. Hiçbir beşerin gücü onları saymaya yetmez. Nerede kaldı ki onları kullanabilsin.

Çünkü Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem zâhid ve mübâhları az kullanan birisiydi. Onlardan ihtiyacı giderecek kadar ve hacetin davet ettiği kadarıyla yetinir bundan fazlasını terk ederdi. O yüzden kim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem bir şeyi yapmadı da’vasıyla bir şeyin harâmlığını iddiâ ederse, hakkında delîl bulunmayan bir şeyi iddiâ etti demektir. Da’vası da merduddur. Gene kaçınılmaz olarak bilinen şeylerdendir ki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem mendûbların tamamını da işlememiştir.

Çünki o vaktinin büyük bir kısmını içine alan da’veti tebliğ etmek, müşrikler ve ehl-i kitâbla mücadele etmek, kâfirlerle cihad etmek, İslâm yumurtasını himaye etmek, sulh anlaşmalarını akdetmek ….. gibi mühim işlerle meşguldü. Hattâ kendisi işlediği zaman Ümmet'ine farz olması yahud onlara meşakkatli hâle gelmesi korkusuyla bazı mendûbları kasden terk etmiştir.

Müslim Sahîh’inde Cabir radıyallâhu anh’den o da Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivâyet etti. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde şöyle derdi: Hiç şübheniz olmasın ki sözlerin en hayırlısı Allah celle celâlühû’nun hitâbı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yolu, işlerin en şerlisi sonradan îcâd edilenleridir ve her bid'at sapıklıktır.[44]

Nevevî şöyle demiştir: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in her bir bid'at sapıklıktır sözü sınırlandırılmış bir umûmî hükümdür. Kasdedilen bid'atlerin çoğunluğudur. Lugat âlimleri demişlerdir ki; bid'at demek geçmiş misâli olmadan yapılan her bir iştir. Âlimler bid'at’
ın beş kısım olduğunu söylemiştir:

Vâcib, mendûb, harâm, mekrûh ve mübâh. Vâcib olan bid'atlerden birisi kelam âlimlerinin mülhid ve bid'atçılara karşı delîlleri dizmeleri ve benzeri şeylerdir. Mendûb olan bid'atlerden biri de ilim kitâblarını yazmak, medreseleri, tekkeleri ve başka şeyleri bina etmektir. Mübâh olan bid'atlerden biri de değişik yemekler ve benzeri şeylerde genişliktir. Harâm ve mekrûh olan bid'atler ise açıktır.

Bu anlattığım bilinirse hadîsin aslında ma'nâsı genel olan ama sınırları (başka delîller yüzünden) daraltılan bir hadîs olduğunu bilir. Gelen buna benzer sâir hadîsler de böyledir. Ömer radıyallâhu anh’in ne güzel bid'at sözü de bunu te’yid etmektedir. Hadîsin tahsîs edilen bir âmm oluşuna, her bir bid'at sözünün her bir ifâdesiyle pekiştirilmesi mâni' değildir. Aksine buna rağmen hadîse bir sınırlandırma gelmektedir. Bu, Allah Tealâ’nın her bir şeyi tedmîr/kahr ve helâk edersin[45] sözü gibidir.[46]

Hâfız ibn-i Receb, Erbaîn Şerhi’nde şöyle demektedir: Bid'at’le murâd edilen Şerîat’
ın kendisine delâlet edeceği aslı bulunmayan şeyler türünden yapılan ihdâslar/îcâdlardır. Şerîat’tan kendisine delâlet edecek bir aslı bulunan şeyler ise, lüğat olarak her ne kadar bid'at ise de Şerîat’ça bid'at değildir.[47] (İbn-i Receb’in sözü bitti)

İbn-i Hacer şöyle demiştir: Muhdesât, (sonradan îcâd edilen ma’nâsına gelen) muhdese kelimesinin çoğuludur. Bununla murâd edilen, Şerîat’ta aslı olmadığı hâlde îcâd edilen şey demektir. Bu, Şerîat örfünde bid'at diye isimlendirilir. Şerîat’
ın delâlet edeceği aslı bulunan bir şey ise bid'at değildir. O hâlde Şerîat örfünde bid'at mezmûmdur ama lüğattaki bid'at böyle değildir. Zîrâ misâlsiz olarak ihdas edilen her bir şey övülen olsun, yerilen olsun bid'at diye isimlendirilir.[48](İbn-i Hacer’in sözü bitti.)

Ben (Ğumârî) derim ki; Şerîat’
ın şâhidlik yapacağı bir aslı olduğu hâlde sonradan îcâd edilen şeye sünnet-i hasene/güzel sünnet ismi verilir. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem onu böyle isimlendirmiştir. Bunun mukabili de sünnet-i seyyie/kötü sünnet diye isimlendirildiği gibi, bid'at diye dahî isimlendirilir.

Ebû Nüaym İbrâhim ibnü’l-Cüneyd’den şöyle dediğini rivâyet etti: Şâfi'î’yi şöyle derken işittim: Bid'at iki çeşittir; övülen bid'at ve yerilen bid'at. Sünnet’e uyan övülen, Sünnet’e ters düşen de yerilen bid'at demektir.[49]

Beyhaki, Menâkıbu’ş-Şafi’î’de İmâm Şâfi'î’den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Sonradan îcâd edilen şeyler iki çeşittir: Bir âyete veya bir sünnete, yahud bir esere, yahud da bir İcmâ'a ters düşen bid'at. Bu sapıklık olan bid'atıdır.[50]

İbn-i Hacer, Fethu’l-Bâri’de şöyle demiştir: ’İrbâz b. Sâriye’nin hadîsindeki sizi işlerin sonradan îcâd edilenlerinden sakındırırım sözünden sonraki, zîrâ her bir bid'at bir sapıklıktır ifâdesi, sonradan îcâd edilen şeyin bid'at diye isimlendirildiğini göstermektedir. Her bir bid'at bir sapıklıktır sözü mantûku/açık ibaresi ve mefhûmu yani ma'nâsıyle küllî bir Şer’î kaidedir.

Mantûkuyle bunun böyle olması sanki şöyle denilmesi gibidir; şunun hükmü bid'attır, her bir bid'at sapıklıktır, o hâlde bid'at Şerîat’ten olmaz, çünkü Şer'îat’ın tamamı, hidâyettir. Eğer sözü geçen hükmün bid'at olduğu sâbit olursa, iki mukaddime yani öncül sahîh olur ve matlûbu netice verir. Her bir bid'at bir sapıklıktır sözüyle anlatılmak istenen, sonradan îcâd edilip de Şerîat’tan ne husûsî ne de umûmî bir yolla delîli bulunmayan şey demektir.[51] (İbn-i Hacer’in sözü burada bitti)

İmâm Nevevî, Tehzîbu’l-Esma ve’l-Lüğât isimli eserinde şöyle demiştir: Şerîat’ta bid'at, Resûlüllah sallâhu aleyhi ve sellem zamanında bulunmayan bir şeyin sonradan ihdâs edilmesi demektir ki, güzel ve çirkin diye ikiye ayrılmaktadır. Abdülazîz b. Abdisselâm el-Kavâid isimli kitâbının sonunda şöyle demiştir: Bid’at, vâcib, harâm, mendûb, mekrûh ve mübâh’a ayrılmaktadır. Bundaki yol, Şerîat’in kaidelerine arzedilmesidir. Eğer vâciblik kâidesine dâhil oluyorsa, vâcibdir. (Abdülazîz b. Abdisselâm’ın sözü bitti.)

İmâm Beyhekî, Menâkıbu’ş-Şâfiîde, isnâdıyla İmâm Şâfiî’den, şöyle dediğini rivâyet etti: Sonradan îcâd edilen işler iki kısımdır: Birincisi, bir âyete veyâ bir hadîse, yâhud bir eser’e, yahud da bir icmâa ters düşen şeylerdir ki, işte sapıklık olan bu bid’attır. İkincisi de, îcâd edilen hayırlı şeylerdir. Bunun hakkında âlimlerden hiç birinin muhâlif görüşü yoktur. Bu kınanmayan bir sonradan îcâd edilen şeydir. Ömer radıyallahu anhu Terâvîh namazı için bu ne güzel bir bid’attir derken, “önceden mevcûd olmayan, olduğu zaman da kendinde geçmişi inkâr bulunmayan bir îcâd olduğu”nu, kasdetmektedir. Bu, Şâfiî’nin -Allah celle celâlühû ondan râzı olsun- sözünün sonudur. [52] (Nevevî’nin sözü bitti.)

Yukarıdaki nakillerden anlaşılmaktadır ki, âlimler bid'atın mahmûd/övülen ve mezmûm/yerilen diye ikiye ayrıldığında ve Hazreti Ömer radıyallâhu anh’in bunu ilk defa konuşan olduğunda söz birliği hâlindedirler ve gene âlimler Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in her bir bid'at bir sapıklıktır sözünün âmm-i mahsûs olduğunda da müttefiktirler.

İmâm Şâfi'î şöyle demiştir: Şerîat’tan dayanağı olan her bir şey, Selef onu yapmasa da bid'at değildir. Zîrâ Selef’in onunla amel etmeyi terk etmesi bazen o anda kendileri için mevcûd olan bir ma’zeret sebebiyle, yahud ondan daha üstün bir şey sebebiyle, yahud da onun bilgisi tamamına ulaşmaması sebebiyle olmuş olabilir.(Şâfi'î nin sözü bitti.)

İbnü’l-Arabî şöyle dedi: Bid'at ve muhdes, lafızları veya ma'nâları yüzünden zemmedilen iki lafız değildir. Bid’atın Sünnet’e muhâlif olanı kınanır. Muhdeslerin yani sonradan îcâd edilen şeylerin sapıklığa çağıranları zemmedilir. (İbnü’l-Arabî’nin sözü bitti.)

Ulemânın Her bir bid'at bir sapıklıktır hadîsinin tahsîs edildiğine, yani sınırlarının daraltıldığına dâir olan görüşlerinin hadîslerden bir çok delîli vardır. (Bunlardan biri de şu hadîsdir:) “Kim İslâmda güzel bir çığır açarsa, onun için o çığırın ecri ve kendisinden sonra onunla amel edecek kimselerin, onların ecrinden hiçbir şey noksan olmaksızın ecri vardır.. Kim de islâmda kötü bir çığır açarsa onun günahı ve kendisinden sonra onunla amel edecek kimselerin günahı, o kimselerin günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin onun üzerinedir.”[53]

Nevevî şöyle dedi: Hadîsde, hayırlı işleri ilk yapan olmak ve güzel sünnetler îcâd etmeye teşvik ile bâtıllar ve çirkin görülen şeylerden sakındırmak vardır. Bu hadîsde, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Sonradan îcâd edilen her bir şey bir bid’at, her bir bid’at da bir sapıklıktır sözünün sınırlandırılması ve bununla anlatılmak istenenin sonradan îcâd edilen bâtıl şeyler ile kınanan bid’atlar olduğu vardır.[54]

Sindî İbn-i Mâce Hâşiyesinde şöyle demektedir: Güzel bir sünnet demek, uyulacak ve gidilecek güzel bir yol demektir. Güzel ile kötünün arası Şerîat’
ın ölçülerine uyup uymamakla ile ayrılır.. (Sindî’den nakil son buldu.)

Bu hadîs (ve buna benzer hadîsler) bid’at’in, hasene ve seyyie diye ikiye ayrıldığını açıkça ifâde etmektedir. Hasene şahsı bakımından bid’at ise de nev’i/türü bakımından, Şer’î bir kâide veya bir âyet yahud, hadîsin geneli altına girmesi sebebiyle meşrû’dur. İşte bundan dolayı hasene diye isimlendirilmiştir. Ve ecri o çığırı açan üzerinde öldükten sonra devâm eder. Seyyie de Şerîat’in kaidelerine muhâlif olandır. Kınanan sünnet ve sapık olan bid'at da budur.[55] (Ğumârî’den nakiller bitti.)

Bu husûsta geçmiş bir çok büyük âlimden nakil yapılabilir. Lâkin buna lüzûm görmüyoruz.

Mühim Bir Süâl: Râbıta inkârcıları bize sorsalar; Ey Râbıtayı kabûl eden Nakşî Tarîkati mensûbları!.. Yukarıdaki nakillerinizden bid'atin, hasene/güzel ve seyyie/kötü diye ikiye ayrıldığı görülmektedir. Hâlbuki, Râbıta’yı kabûl edip onunla amel eden sizlerin imâmlarınızın en büyüklerinden olan İmâm Rebbânî, bunu kabûl etmemektedir; bid’atin hepsi kötüdür, güzeli olmaz demektedir;[56] buna ne dersiniz?

Cevâb: Büyük Muhaddis ve Fakih Abdülğenî el-Müceddidî, İbn-i Mâce Hâşiyesi İncâhu’l-Hâce’de, Kim bizim bu dîn işimizde ondan olmayan şeyi uydurursa o (uydurduğu) merdûddur hadîsini îzâh ederken şöyle diyor: Ondan (dînden) olmayan şeyi demek, dînin vesîlelerinden (de) olmadıkça demektir. Zîrâ vesîleler, ona (dîne) dâhildir. İşte bundan dolayı, Müceddid (İmâm Rebbânî) -Allah celle celâlühû ondan râzı olsun- dîn işinin vesîleleri olan sarf ve nahiv gibi ilimlerin, Sünnet’e dâhil olduğunu bid’at ta'bîrinin bunlar için kullanılmayacağını, söylemiştir.

Zîrâ O’na göre, -Allah celle celâlühû Ondan râzı olsun- bid’atta kesinlikle bir güzellik yoktur. İşte bu yüzden O şöyle diyor: Nûru, sabâhın aydınlığı gibi de olsa, bid’at-i hasene[57] terk edilir. Çünki bid’at kesinlikle Sünnet’i kaldıran bir şeydir. Bir kişi Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yapmadığını yaparsa o hususta ona muhâlif olur. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığını yapmazsa yine öyle olur.

 

(O’na muhâlif olur. İmâm Rebbânî) İşte bundan dolayı, namaza başlarken dil ile yapılan niyyeti men' etti. Zîrâ niyyetin dille yapılması ne Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, ne Sahâbe rıdvanullâhi teâlâ aleyhim, ne de müctehidlerden birinden sâbit olmamıştır. Âlimlerden bid’at-i hasene/güzel ve seyyieye ayıran da vardır. Bununla beraber âlimlerimiz şöyle demişlerdir: Helâya girerken önce sol ayağı içeriye sokmak gibi küçük bir şey de olsa, Sünnet’i işlemek, medreseler inşâ etmek gibi büyük bir iş de olsa bid’at-i haseneden evlâdır, daha iyidir.[58] (El-Müceddidî’nin sözü bitti.)

Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar. Yani her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir. İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’
ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat ma’nâsıyla bid’at, Şerîat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilâf/anlaşmazlık lafzîdir, ma’nevî değildir. Esâsda hepsi bir kapıya çıkmaktadır.[59]

 

 

[35] Bakara:117, En’âm: 101

[36] [İsnadı sahîhtir. Ebû Dâvûd, es-Sünne (4607), Tirmizî el-İlm (2676), Tirmizî bu hadîs hasen ve sahîhtir demiştir. İbn-i Mâce Mukaddime (42, 43), Ahmed İbn-i Hanbel (4/126,127), Hâkim (1/95,1/96), Hâkim, bu hadîs illeti olmayan sahîh bir hadîstir, dedi ve Zehebî O'na muvâfakat etti.]

[37] [Müslim, Zekat (69/1017)]

[38] [Buhârî, Terâvîh Namazı (2010)]

[39] [Önceki hadîsin kendisi (Ebû Dâvûd ve Tirmizî hadîsi)]

[40] [Ahmed İbn-i Hanbel (5/382), Tirmizî, Menâkıb (3662, 3805), İbn-i Mâce (97)],

[Taberânî el-Kebîr (8426), İbn-i Hibbân (İhsân-6863)]

[41] [En-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs: (1/106, 1/107)]

[42] [El-Mısbâhu’l-Münîr: (38). El-Mektebetü’l-ilmiyye Beyrut.]

[43] [Feyrûz Âbâdî, Kâmûs-i Muhît, (b,d,a) maddesi, (907) Müessesetü’r-Risâle]

[44] [Müslim Cumu’a: (43/867)]

[45] Ahkâf 25

[46] [Sahîh-i Müslim, Nevevî şerhi ile beraber (6/154-155)]

[47] [Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem (397, Darü’l-Fürkân-Ürdün)]

[48] [Fethu’l-Bârî (13/266, 13/267), Reyyan Baskısı]

[49] [Ebû Nüaym, Hilyetü’l-Evliyâ (9/113)]

[50] [Fethu’l-Bâri (13/267)]

[51] [Fethu’l-Bâri (13/267-13/268)]

[52] İmâm Nevevî, Tehzîbu’l-Esma ve’l-Lüğât: 3/22-23

[53] [Müslim, Zekât (1/1017), Nesâî, Zekât (5/75-77), İbn-i Mâce, Mukaddime (203) Cerîr b. Abdillâh el-Becelî’den]

[54] [Sahîh-i Müslim, Nevevî Şerhi ile (1/226-227)]

[55] Ğumârî’nin İsmi geçen risâlesinden hulâsa

[56] İmâm Rabbânî, Mektûbât:1/159-160, 186. Mektûb

[57] Allahu a’lem, vesîlelerden olmamasına rağmen isâbetsiz olarak, vesîle kabûl edilip kendisine hasene/güzel denilen sonradan îcâd edilen şeyleri kasdediyor. Namaz niyyetinin dille yapılması ve kefene yapılacak ilâve, açıktır ki, niyetin ve kefenin vesîlelerinden değildirler, ve bu hususlardaki sünneti ortadan kaldırmaktadırlar. Ama O, buna rağmen bunların güzel bulunmasına -haklı olarak- bir ma'nâ veremiyor. Bunların hasene diye isimlendirilişleri, bid’ati, hasene ve seyyieye ayıranların ta'rîfine de uymuyor.

[58] İncâhu’l-Hâce:3

[59] Bu bid’at husûsunda Allâme Leknevî’nin, İqâmetü’l-Hucceh isimli kıymetli bir risâlesi vardır
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
hem "Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar;" demişsiniz,

hem de "her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir" demişsiniz. bu iki cümelniz birbirini çürütüyor.


ayrıca imam rabbaniye ait mektup bir bütün olarak değerlendirilmeli. mektubun başı sonu var. mektubun içinden cımbızla kelime seçip, bunun imam rabbaniye göre daha az güçlü kaynaklardan referans vererek başka anlamlara geldiğinii ifade etmek bence doğru değil. mektup bir bütün ve sana daha önce ifade ettiğim gibi, imam rabbaniden örnek vererek çürütmen gerekirdi.

"İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez." ifadenizdeki bu cümleniz bence eksik. birçok anlama gelebilir. bunu örnek vererek daha açık yazmak yanlış anlamaları önleyebilir. (örnek vererek; bilgisayar kullanmak ve bilgisayar başında vakit geçirmek bidat değildir deseniz anlaşılır, ama sizin cümleniz birçok anlama gelebilir)

ayrıca ahir zamanın ahirinde olduğumuzu ve imam rabbaninin yukarıda da ifade edlen 255. mektubunun devamında ifade ettiği "...Bugün, bid’atler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. Fekat, âhıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır. İşitdiğimize göre, hazret-i Mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan Medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i Mehdînin emrlerine şaşarak, (Bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. Hazret-i Mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. Onun güzel sandığı bid’atin, kötü olduğunu bildirecekdir. Bu, Allahü teâlânın ni’metidir..."" ifadesine ısrarla hiç değinmemişsiniz.

unutmayın mektup bir bütün. başı ve sonu ile bir anlam ifade eder.

ben her ihtimale karşı mesajımı yineleyeyim.


çağımızın hastalığı bidat nedir? çeşitli tanımlar yapılmış.

“bid’at: sonradan ihdas edilen adetler . dinin aslında olmayıp sonradan icad edilen şeylerdir. şer’i delile istinad etmiyerek ve dine dayalı olarak çıkarılan şeylerdir. din alimleri tarafından din namına beğenilen ve dine müteallik olan yeni icad ve hükümlere bid’a-yı hasene, beğenilmeyip tasvib görmeyenlere bid’a-yı seyyie denilmektedir.” (yeni lügat, abdullah yeğin, sh.67)

“bidat, peygamber efendimiz (asv)'in sünnetini beğenmeyip, onun yerine başka bir yol başka bir tarz başka bir yaşam şekli ve alternatif bir çığır açmaktır ki bu hem sünnete hem de bir çok ayetin hükmüne aykırıdır.” ( sorularlarisale.com)


ve benzeri çeşitli bi’at tanımlamaları yapılmaktadır.

bir kısım büyüğümüz, “mevlid kandili” gibi bidalara, bidayı hasene demişler ve bunlar bida olmakla birlikte, bidayı hasene dir. yani içerik olarak güzeldir. bunu yapmakta mahzur yoktur demişlerdir.

biz bu minvalde yapılan tanımlamalara, imam rabbaniden referans vererek katılmadığımızı (eksiklikler olduğunu ifade ederek) ifade ederiz.

imam rabbani 255. mektubunda aynen şöyle demektedir.

“İmam rabbani, 255. mektup

Bu mektûb, molla Muhammed Tâhir-i Lâhorîye yazılmışdır. Sünnet-i seniyyeyi her yere yaymağı ve bid’atleri yok etmek lâzım olduğunu bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği sevdiği iyi insanlara selâm olsun! Hâfız Behâeddîn ile göndermiş olduğunuz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi. Ne büyük ni’metdir ki, yanınızda olanlar ve sevdikleriniz, bütün gücleri ile, Resûlullahın sünnetlerinden bir sünneti diriltmeğe çalışmakdadırlar ve bütün varlıkları ile, kötü ve beğenilmeyen bid’atlerden bir bid’ati yok etmeğe uğraşmakdadırlar. Sünnet ile bid’at, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. Birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. Sünneti diriltmek, bid’ati yok eder. Bid’ati diriltmek de, sünneti yok eder. İster hasene, ya’nî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid’at, sünneti yok eder. Belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. Hiçbir bid’atin kendisi güzel olamaz. Çünki Allahü teâlâ, sünnetlerin hepsini beğenir. Sünnetlerin zıddı ise, şeytânın beğendiği şeylerdir. Bugün, bid’atler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. Fekat, âhıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır. İşitdiğimize göre, hazret-i Mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan Medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i Mehdînin emrlerine şaşarak, (Bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. Hazret-i Mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. Onun güzel sandığı bid’atin, kötü olduğunu bildirecekdir. Bu, Allahü teâlânın ni’metidir. Dilediğine verir. Onun ihsânı çokdur. Size ve yanınızda olanlara selâm ederim. Çok unutkan oldum. Mektûbunuzu kime verdiğimi hâtırlıyamıyorum. Süâllerinize cevâb veremediğim için afvınızı dilerim. Meyân şeyh Ahmed-i Garmelî, sevdiklerimizdendir. Size yakındır. Kendisine teveccüh buyurunuz! ”


yani; “ister hasene, ya’nî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid’at, sünneti yok eder.” diyor. yani bidat bidattir. güzeli çirkini olmaz diyor imam rabbani hazretleri. (ahir zamanın ahirinde olduğumuzu yinelemek istiyorum.)

ayrıca imam rabbaninin bu görüşü ile üstadın 11. lemanın 6 nüktesindeki görüşü arasında tezatta yoktur. 11. lemanın 6 nüktesi aşağıdaki gibidir.

“altıncı nükte

resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş:


كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ 1

yani, 2 اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrıyla, kavaid-i şeriat-ı garrâ ve desâtir-i sünnet-i seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut -hâşâ ve kellâ- nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.

sünnet-i seniyyenin merâtibi var. 3 bir kısmı vâciptir, terk edilmez. o kısım, şeriat-ı garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. bir kısmı da nevâfil nev’indendir. nevâfil kısmı da iki kısımdır:

bir kısmı, ibadete tâbi sünnet-i seniyye kısımlarıdır. onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid’attır. diğer kısmı, “âdâb” tabir ediliyor ki, siyer-i seniyye kitaplarında zikredilmiş.

onlara muhalefete bid’a denilmez; fakat âdâb-ı nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir.

bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittibâ etmektir.

meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir.

fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. o âdâbdan mühim bir feyiz alır. en küçük bir âdâbın mürââtı, resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

sünnet-i seniyyenin içinde en mühimi, islâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir.

birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.”







biz üstadın ve imam rabbaninin görüşüne katılıyoruz.

tam da bu noktada mustafa sungur abinin, bediüzzaman sempozyumunda ifade ettiği; (la yağlemül gaybe illallah), kıyametin yakın olduğu pek bir sürenin kalmadığı (yaklaşık 100-120 yıl) ifadesini ekleyerek ahir zamanın ahirinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

ve deriz ki ey ahali, ahir zamanın ahirindeyiz.

bidatın güzeli çirkini olmaz. bidat bidattir.




ayrıca bu kapsamda değerlendirilecek ve mehdi hazretleri ile ilgili çok önemli bir konuyu burada tekrarlamak istiyorum;


imam rabbaninin “işitdiğimize göre, hazret-i mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i mehdînin emrlerine şaşarak, (bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. hazret-i mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. “ ifadesi ile mustafa sungur abimizin yukarıda ifade ettiği (kıyametin yaklaştığı ile ilgili olan) görüşleri bir arada değerlendirdiğimizde ne dehşetli vede ne müjdeli bir zamanın eşiğinde olduğumuzun farkına varalım.

imtihan şiddetli olacaktır. hazırlığımızı yapalım, azığımızı hazırlayalım.

inşallah mehdinin gelişi yakındır veya gelmiştir.


Selam ve dua ile.


@Hikem yazılarını tekrar okudum. bence yanılıyorsun. benim yazdıklarımı önyargısız okumalısın.

imam rabbaniden bahsediyorum. imam rabbaniden delil getirmelisin.




ayrıca ahir zamanda olduğumuzu unutmayın. imam rabbaninin şu cümlesinin de hatırlatayım;

“işitdiğimize göre, hazret-i mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i mehdînin emrlerine şaşarak, (bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. hazret-i mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. "

diyor. yani bidatlaer o kadar çoğalmış olacak ki medinedeki "alim" bile yanılacak.

dikkat edin siz biz değil... "alim" hem de, "medinedeki alim"...

ayrıca bu alimin mehdi hazretleri tarafından öldürüleceği müjdesini de alıyoruz.









not: bu yazdıklarım mustafa sungur abinin "bediüzzaman sempozyumunda ifade ettiği; (la yağlemül gaybe illallah), kıyametin yakın olduğu pek bir sürenin kalmadığı (yaklaşık 100-120 yıl) şeklindeki ifadesi ile birlikte değerlendirilirse daha iyi anlaşılacaktır.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
rabbaniden alıntı
Sünnet ile bid’at, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. Birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. Sünneti diriltmek, bid’ati yok eder. Bid’ati diriltmek de, sünneti yok eder. İster hasene, ya’nî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid’at, sünneti yok eder. Belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir

bidat konusunda bu güzel söylemi yapan rabbani ,başka bir mektub (25699 bidati kavramları savunuyor..ne olacak şimdi?
Resûlullahın (s.a.v) izinde ilerliyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha (s.a.v) tâbi olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet derecelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara (s.a.v)bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i irşâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemekdedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da denir
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
rabbaniden alıntı


bidat konusunda bu güzel söylemi yapan rabbani ,başka bir mektub (25699 bidati kavramları savunuyor..ne olacak şimdi?

bahsettiğiniz metinde, imam rabbaninin bidati kavramları savunduğunu göremedim. (ayrıca paylaştığınız metin "Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?" sorusuna cevap olarak söylenmiştir.)

gerekçelendirerek açıklarmsınız. tşk.


ayrıca metnin başı ve sonu var. tamamını bir arada değerlendirmek gerekir.

ben metnin (256. mektup) tamamını aşağıda paylaşıyorum.

"Mektubat-ı Rabbani
256.Mektup
MEVZUU :Bu mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kutb ve Kutb-ül-aktâb ve Gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği insanlara selâm olsun. Bir dervîşle gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi.

Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?

Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerliyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet derecelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i irşâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemekdedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üstün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da denir. Çünki, Kutb-ül-aktâbın yardımcıları, hizmet edenleri, Onun vekîlleri demekdir. Bunun içindir ki, Muhyiddîn-i Arabî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Müslimânların olsun, kâfirlerin olsun, her şehrde bir kutb bulunur).

Makâm sâhibi olan, bilgi sâhibi olur. Makâm derecesi verilen, fekat makâm verilmiyen Velînin ilm sâhibi olması lâzım değildir. Yapdığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. Gaybden gelen müjde, o makâmın derecesine yükseldiğini bildirir. O makâmın verildiğini göstermez.

Süâl: (Ebû Bekrin “radıyallahü anh” îmânı ile, bütün ümmetimin îmânı dartılsa, Ebû Bekrin îmânı dahâ ağır gelir) hadîs-i şerîfindeki îmân nedir? Onun îmânı niçin dahâ yüksekdir?

Cevâb: Îmânın üstün olması, îmân edilecek şeyler üstün olduğu içindir. Ebû Bekrin îmân etdiği şeyler, ümmetin îmân etdiği şeylerin üstünde olduğu için, hepsinden ağır olmakdadır.

Yavrum! Tesavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki, bir nokta dahâ çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bütün derecelerden dahâ yüksekdir. Çünki o nokta, aşağısında olanların hepsinden dahâ çokdur. Bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öylece dahâ yüksekdir. Çünki altdaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile birlikde, üstündeki noktadan çok küçükdürler. Dahâ yukardaki bütün noktalar da, hep böyledirler. İşte, bir kimsenin îmân etdiği şeylerin derecesi yukarda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. Bunun içindir ki, Ârif ilerlerken bir yere gelir ki, bir ânda, o âna kadar kazandıklarının hepsini kazanır. Bu fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ölçüsüne göre, bir ânda, önceki derecelerin hepsinden dahâ çok dereceleri geçmekdedir. Bu, Allahü teâlânın ihsânıdır. Allahü teâlâ bunu, dilediğine ihsân eder. Allahü teâlâ, çok büyük ihsân sâhibidir.

Süâl: Şeyh Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri ve Ona tâbi’ olanlar diyorlar ki, (Hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm” için öldürülen çocukların isti’dâdlarının hepsi, hazret-i Mûsâ aleyhisselâma verildi). Bu söz ne demekdir?

Cevâb: Bu söz doğrudur. Çünki iyi belli olmuşdur ki, çok kimselerin yükselmelerine bir kimseyi sebeb eyledikleri gibi, bir kimsenin yüksek derecelere varması için, çok kimseleri sebeb kılarlar. Rehber, mürîdlerin yükselmesi için sebeb olduğu gibi, mürîdler de, rehberin yükselmesi için sebebdirler. Bu fakîr, bu sözün doğru olduğunu, yinilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de his ediyorum. Yinilen, içilen, herşey, isti’dâdı da artdırmakdadır. Başka kâbiliyyetler de kazandırmakdadır. Tatlı şeyler yimek istemediğim zemânlar, isdi’dâdın artması için yimek emr olunmakdadır. Yimemeğe izn verilmemekdedir. Bir kimsenin isti’dâdının başkasına geçdiği çok görülmüşdür. Biri boş kalmış, ötekinin cem’ıyyeti artmışdır.

Süâl: Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ “rahmetullahi aleyh”, bir mürîdini, bir Velînin yanına gönderdi ki, kendisinin hangi Peygamberin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. O zât, mürîde (Cühûdün ne yapıyor?) dedi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ, bu sözden, kendisinin Mûsâ aleyhisselâmın terbiyesi altında olduğunu anladı. O sözden bunu nasıl anladı?

Cevâb: (Cühûd), yehûdî demekdir. Mûsâ aleyhisselâmın ümmetine verilen ismdir. Buradan anladı.

Süâl: (Nefehât) kitâbında diyor ki, bütün Velîler ölünce, vilâyetleri ellerinden alınır. Yalnız dört kişinin alınmaz. Bu ne demekdir?

Cevâb: Burada vilâyet demek, Velînin “kuddise sirruh” tesarrufları, kerâmetleri demekdir. Vilâyetin kendisi alınır demek değildir. Vilâyet, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Kerâmetleri alınır demek de, çok kerâmet göstermez demekdir. Kerâmet gösteremez demek değildir. Şunu da bildirelim ki, bu söz keşf yolu ile anlaşılan birşeyi anlatmakdadır. Keşfde hatâ, çok olur. Ne görmüş, nasıl anlamışdır? Birkaç kerâmetin zuhûrunu istiyorsunuz. Bekleyiniz1 Allahü teâlâ, her güçlüğün sonunu kolaylaşdırır.

Süâl: (Nişâpûrî tefsîri)nde diyor ki, (İnne şâniyeke hüvel-ebter), yâ harfi ile yazıyor. Bunun doğrusu nasıldır. Yâ ile midir, Hemze ile midir?

Cevâb: Doğrusu hemze iledir. Yâ ile yazılı olanlar, Kur’ân-ı kerîmin meşhûr olmıyan okunmasıdır.

Süâl: Birkaç kadın vazîfe istiyor. Nasıl yapalım?

Cevâb: Mahrem iseler, zararı yokdur. Yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarîkati alırlar.

Süâl: Hadîs âlimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. Bunun için, hadîs-i şerîf de söyliyorlar. Ne yapalım?

Cevâb: Bu fakîrin babası, Abdül-ehad “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, şeyh Abdüllah ve şeyh Rahmetullah hadîs âlimi idiler. Haremeynde, [ya’nî Mekke ve Medînede] bu ikisine şeyhayn denirdi. Bir iş için, Hindistâna gelmişlerdi. Bu hadîsi, (Buhâri) şârihlerinden Kermânî “rahmetullahi aleyh” yazıyor. Fekat, za’îfdir. Bu işde doğru hadîs, (Günler, Allahın günleridir. Kullar da Allahın kullarıdır) dediler. Yine buyurdular ki, (Günlerin uğursuzluğu, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bitmişdir. Uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı). Bu fakîrin anladığı da böyledir. Hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. Cum’a ve Ramezân ve benzerleri günleri, islâmiyyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz.

Peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, hâce Muhammed Eşrefdeki mektûblarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. Nasıl bulabilirsiniz? O mektûb, bugünlerde yazıldı. Henüz size varmamışdır. Çok uzun bir mektûbdur. Bir cüz’den çokdur. Bir kopyasını size göndermelerini söylemişdim."
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
hem "Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar;" demişsiniz, hem de "her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir" demişsiniz. bu iki cümelniz birbirini çürütüyor.
(@denizbaker )







Yani hem lüğavi manayı kasdedenler hemde şer'i istilahı kasdedenlere göre , bid'atı hasene kısmına girenlere şer'i manada bid'at denmez...Burda çelişki yok! Mesela İslami ilimlerin tedvini (mesela hadis ilminin tedvini gibi) sonradan ortaya çıkmıştır..Lügat manaya göre bu bid'attır.Bu manayı nazara alanlara göre bid'atı hasene dir..Şer'i manayı nazara alanlara göre ise bu bid'a kısmına girmiyor .Çünkü İslami ilimlerin tedvini Kur'an ve sünnete dayanıyor, ama şeklen sonradan ortaya çıkmıştır, özü itibariyle bir asla dayanıyor. Böylece her hem luğat hem de şer'i manayı kasdedenlere göre bu kısma görenler ''şer'i manada bid'at'' değildir..Sadece lügavi manayı kasdedenlere göre lügavi manada bid'attır....Burayı anladıksa, son parağrafı tekrar okuyalım:


 

Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar. Yani her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir. İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’





ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat ma’nâsıyla bid’at, Şerîat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilâf/anlaşmazlık lafzîdir, ma’nevî değildir. Esâsda hepsi bir kapıya çıkmaktadır.[59]


 
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
hem "Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar;" demişsiniz, hem de "her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir" demişsiniz. bu iki cümelniz birbirini çürütüyor.
(@denizbaker )







Yani hem lüğavi manayı kasdedenler hemde şer'i istilahı kasdedenlere göre , bid'atı hasene kısmına girenlere şer'i manada bid'at denmez...Burda çelişki yok! Mesela İslami ilimlerin tedvini (mesela hadis ilminin tedvini gibi) sonradan ortaya çıkmıştır..Lügat manaya göre bu bid'attır.Bu manayı nazara alanlara göre bid'atı hasene dir..Şer'i manayı nazara alanlara göre ise bu bid'a kısmına girmiyor .Çünkü İslami ilimlerin tedvini Kur'an ve sünnete dayanıyor, ama şeklen sonradan ortaya çıkmıştır, özü itibariyle bir asla dayanıyor. Böylece her hem luğat hem de şer'i manayı kasdedenlere göre bu kısma görenler ''şer'i manada bid'at'' değildir..Sadece lügavi manayı kasdedenlere göre lügavi manada bid'attır....Burayı anladıksa, son parağrafı tekrar okuyalım:


 

Hâsılı, bid'atin, hasenesi/güzeli olmaz; hepsi, seyyiedir/kötüdür diyenler Şer'î ıstılâhı kasdediyorlar; lügat ma’nâsındaki bid'at’i kasdetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler, Şer’î Istılâhı kasdetmeyip lüğat ma’nâsını murâd ediyorlar. Yani her iki guruba göre de bid’at-i hasene Şer’î ma’nâda bid’at değildir. İmâm Rebbânî Şer’î ıstılâhı esas alarak Şer'îat’





ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat ma’nâsıyla bid’at, Şerîat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilâf/anlaşmazlık lafzîdir, ma’nevî değildir. Esâsda hepsi bir kapıya çıkmaktadır.[59]


 

mektubun bir başı var bir de sonu var demiştim. bir arada değerlendirilmeli demiştim. ayrıca ısrarla cevap vermediğiniz bir sorumun altını çizmiştim.

bunlara cevap vermemişsiniz.

daha başka sorularım da (önceki mesajımda) vardı ama siz sadece bir kısmına cevap vermişsiniz. o da imam rabbani gibi kuvvetli bir kaynaktan değilde daha zayıf başka kaynaktan ısrarla cevap veriyorsunuz.

bu konuda sizinle aynı fikirde değilim.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
bahsettiğiniz metinde, imam rabbaninin bidati kavramları savunduğunu göremedim. (ayrıca paylaştığınız metin "Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?" sorusuna cevap olarak söylenmiştir.)

gerekçelendirerek açıklarmsınız. tşk.

bidat tarifleyen imam rabbaninin bitadlarını göremediysen bir örnek daha veriyim..

17. İster kafir olsun, isterse mü’min olsun her şehrin bir kutbu vardır yalanı(S.566-567)

Bu mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kutb ve Kutb-ül-aktâb ve Gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir:
ALLAHü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği insanlara selâm olsun. Bir dervîşle gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi.
Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?
Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerliyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha “sallALLAHü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet derecelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i irşâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemekdedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üstün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da den.....



BURADA İSLAMDA HİÇ BULUNMAYAN,GAVS KUTB İNANCINA BİR AÇIKLAMA GETRİYOR..BU BİTAD ,HATTA DAHA ÖTESİ OLMUYORMU?

BİR ÖRNEK DAHA RABBANİDEN

. Mutasavvıflarda iki din iki ilah inancı (S.607-608)
Ey oğlum! Kutb-i irşâdın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili ma’rifetler, (Mebde’ ve Me’âd) risâlesinde, (İfâde ve istifâde) bâbında yazılmışdı. Sırası gelmiş iken, fâideli olan bu ma’rifeti de, buraya yazıyorum. Orada yazılı olan ile karşılaşdırınız! Kutb-i irşâd, kemâlât-ı ferdiyyeye de mâlikdir. Çokaz bulunur. Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma’rifet Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, [çok kuvvetli radyo dalgaları gibi] bütün dünyâyısarmışdır. O deryâ, sanki buz tutmuşdur. Hiç dalgalanmaz. O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yâhud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse, ALLAHü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. Fekat, birinci feyz dahâ fazla olur. Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhud o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, ALLAHü teâlâyı zikr etse bile, rüşd ve hidâyete kavuşamaz. Ona inanmaması veyâ onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. Ozât “kaddesALLAHü teâlâ sirrehül’azîz” bu kimsenin zararını istemese bile, hidâyete kavuşamaz. Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yokdur. Fâidesi çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve ALLAHü teâlâyı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. Mektûb burada temâm oldu


TAMAMEN TASAVVUFUN UYUDURUĞU OLAN BİRŞEYİ DİNİ BİR AKİDE İMİŞ GİBİ DİNE SOKMAK TARİFLEMEK ,TARAF OLMAK ŞİRK DEMEMEK BİDAT OLMUYORMU
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
bidat tarifleyen imam rabbaninin bitadlarını göremediysen bir örnek daha veriyim..

17. İster kafir olsun, isterse mü’min olsun her şehrin bir kutbu vardır yalanı(S.566-567)

Bu mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kutb ve Kutb-ül-aktâb ve Gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir:
ALLAHü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği insanlara selâm olsun. Bir dervîşle gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi.
Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?
Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerliyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri geçirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha “sallALLAHü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet derecelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i irşâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemekdedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üstün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da den.....



BURADA İSLAMDA HİÇ BULUNMAYAN,GAVS KUTB İNANCINA BİR AÇIKLAMA GETRİYOR..BU BİTAD ,HATTA DAHA ÖTESİ OLMUYORMU?

BİR ÖRNEK DAHA RABBANİDEN

. Mutasavvıflarda iki din iki ilah inancı (S.607-608)
Ey oğlum! Kutb-i irşâdın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili ma’rifetler, (Mebde’ ve Me’âd) risâlesinde, (İfâde ve istifâde) bâbında yazılmışdı. Sırası gelmiş iken, fâideli olan bu ma’rifeti de, buraya yazıyorum. Orada yazılı olan ile karşılaşdırınız! Kutb-i irşâd, kemâlât-ı ferdiyyeye de mâlikdir. Çokaz bulunur. Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma’rifet Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, [çok kuvvetli radyo dalgaları gibi] bütün dünyâyısarmışdır. O deryâ, sanki buz tutmuşdur. Hiç dalgalanmaz. O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yâhud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse, ALLAHü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. Fekat, birinci feyz dahâ fazla olur. Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhud o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, ALLAHü teâlâyı zikr etse bile, rüşd ve hidâyete kavuşamaz. Ona inanmaması veyâ onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. Ozât “kaddesALLAHü teâlâ sirrehül’azîz” bu kimsenin zararını istemese bile, hidâyete kavuşamaz. Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yokdur. Fâidesi çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve ALLAHü teâlâyı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. Mektûb burada temâm oldu


TAMAMEN TASAVVUFUN UYUDURUĞU OLAN BİRŞEYİ DİNİ BİR AKİDE İMİŞ GİBİ DİNE SOKMAK TARİFLEMEK ,TARAF OLMAK ŞİRK DEMEMEK BİDAT OLMUYORMU

ha anladım siz "Kutb ve Kutb-ül-aktâb ve Gavs" kavramlarını kabul etmiyorsunuz. dinde yeri yoktur diyorsunuz yani...

bakın bunun reddedileceği hiç aklıma gelmezdi.. işin açığı bu konuda hiç de kafa yormamıştım...

soruya cevap vermeden önce soruyu soranın kim olduğunu bilmek hakkımıdır sanırım.

sanırım siz nur dairesinde değilsiniz?

sanırım tarikata ve tasavvufa da karşınız?

siz kendinizi tanımlarmısınız, kime bağlısınız? ona göre cevap vermeye çalışacağım.

bakın ben aşağıda imzamda kendimi tanımladım. tşk
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
ha anladım siz "kutb ve kutb-ül-aktâb ve gavs" kavramlarını kabul etmiyorsunuz. Dinde yeri yoktur diyorsunuz yani...

Bakın bunun reddedileceği hiç aklıma gelmezdi.. Işin açığı bu konuda hiç de kafa yormamıştım...

Soruya cevap vermeden önce soruyu soranın kim olduğunu bilmek hakkımıdır sanırım.

Sanırım siz nur dairesinde değilsiniz?

Sanırım tarikata ve tasavvufa da karşınız?

Siz kendinizi tanımlarmısınız, kime bağlısınız? Ona göre cevap vermeye çalışacağım.

Bakın ben aşağıda imzamda kendimi tanımladım. Tşk

ben bir müslümanım..nur dairesindeyim ,yanlışlarında dışındayım..

Tarikata ,tasavvufa aslında karşı değilim..fakat uyduruk olmiycak.şeriata ,sünnete uygun olacak..


Senin görevin birmüslüman olarak, irşad ,aydınlatmak,yanlışı görünce hemen düzeltmekdir..

şimdi konuya dönelim..

Rabbani bri yandan güzel bir bidat tariflerken ,diğer tarafdan tam bir bidadi bir durumu savunuyor?

Nedir bunun hikmeti?

Slm .tşk.
 
Üst