Bilge kral aliya izzet begoviç

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
BİLGE KRAL ALİYA İZZET BEGOVİÇ

ALPEREN GÜRBÜZER


Aliye İzzet Begoviç, tarihler 19 Ekim 2003 yılını gösterdiğinde yetmiş sekiz yıllık çileli ömür hayatını vuslata ererek tamamlar. Şöyle geriye dönüp 78 yıllık çileli hayat sürecine baktığımızda; bikere ta baştan, yani çok küçük yaşta babasını kaybederek çileli hayata adım atmış olur. Şüphesiz ticaret erbabı babasının yokluğunda kendisine yâr ve yardımcı olacak dal ana yüreğidir elbet. Hani bir atasözümüz var ya; ‘Ana gibi yâr Bağdat gibi diyar olmaz’ diye, aynen öylede anne olmanın ötesinde eğitimci yâr olur da. Öyle ki ilk dini eğitimini anne dizi dibinde büyüyerek alır. Ne diyelim, anne yüreği böyle bir şeydir, bu sayede Bilge Kralın 1943 yılında liseyi, 1956 yılında da Hukuk fakültesini bitirmesine yetecektir.
Evet, Hukuk fakültesinden mezun oldu, olmasına ama avukatlıkla uğraşmak yerine, bir inşaat firmasında hukuk danışmanı olarak görev yapar. Gençlik dönemine baktığımızda genellikle idealist aktiveteler içerisinde bulunarak geçirir hep. İşte idealist olmak bu ya, genç yaşta Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar) teşkilatına üye olacaktır. Yetmedi bu uğurda ‘Leyla, Sabina ve Bakir’ adında can parçaları üç evladının baş harflerini simgeleyen LSB kod adıyla makaleler yazmayı da ihmal etmez. Öyle etkili yazar ki, kalemine kuvvet tüm idealistlerin kader çizgisinde vuku bulan haller kendisinde de zahir olur. Hem de yazarını kurşunlatacak türden yazdığı makaleleriyle bedel ödettirilerek zahir olur. Zaten bedel ödettirilmese şaşardık, zira büyük davalar, büyük idealler çile gerektirir. Nitekim 1946 yılında komünistlerin iktidara gelmesiyle birlikte temsil ettiği fikri akım mercek altına alınır bile. Hele mercek altına alınmaya görsün, iki bini aşkın dava arkadaşıyla birlikte tutuklanmalarını beraberinde getirip Bosna-Sırbistan ormanlarında çalıştırılarak bedel ödettirilir. Yinede her şeye rağmen böylesine bedel ödemeye can kurban, dedik ya büyük davalar, büyük idealler çile hamuruyla yoğrulmuştur dolayısıyla idealist insanların da Yusufiye’de çileyle yoğrulmaları gayet tabiidir. Kaldı ki, her şeyden önce peygamberler, sahabeler, ulema ve evliyalar çile çekmişler, idealist insanlar çekmiş çok mu?
İşte Yusufiye’de çileyle yoğrulmak bu ya, tutukluluk sonrası yine boş durmaz, derhal kalemini konuşturup sponsor bulduğunda ilk iş “Doğu ve Batı Arasında İslam” adlı kitabını yayınlamak olur. Sen misin kalemiyle fikrini izhar edip kitap yazan, yeniden tutuklanmasını beraberinde getirip Yusuf misali kuyusuna rücu eder. Bu öyle bir Yusufi rücu ediştir ki, dünya gündemine bomba etkisi ses getirir bile. Hani şu meşhur 1983 yılı davası var ya, işte söz konusu bomba tesir yapan bu davadan söz ediyoruz. Hatırlanacağı üzere dünya gündemine oturan o meşhur davada Aliya İzzet Begoviç ile birlikte yirmi aydın arkadaşı gazete manşetlerine konu olacak derecede adından söz ettireceklerdir. Aslında davanın özüne baktığımızda tutuklanmalarına gerekçe teşkil edecek güya eylem hazırlığı içerisinde bulunacaklarına dair ortada herhangi bir delil de yoktur. Ama gel gör ki işi kılıfına uydurup cihat kategorisine katacaklar ya, asıl astarı olmayan mesnetsiz iddialar eşliğinde çıkarıldıkları mahkemede her biri on iki seneliğine mahkûm edilirler. Tâ ki komünizm tüm dünyada günden güne etkisini yitirmeye yüz tutar, işte Bilge Kral Aliye İzzet Begoviç’inde Foça cezaevinde 12 yıl yerine 6 yıl daha erken tahliye olmasına kapı aralayacaktır. Hiç kuşkusuz tahliye olmakla o’nun için çile bitmiş sayılmazdı, bu kez İkinci Dünya Savaşının en son kalıntısı diyebileceğimiz Tito engeliyle yüzleşir. Malum, Tito’nun gizli hafiyeleri değim yerindeyse havada kuş uçurtmayacak derecede Mladi Müslüman teşkilatının genç üyelerinin her adımını sıkı takibe alacaklardır. Bu öyle bir takiptir ki Boşnak’ların en masum Kâbe’yi ziyaret etme arzularına kuşkuyla bakılıp izin verilmez bile.
Hele şükür ki, onca sıkı takip ve yasakçı uygulamalar karşısında Bilge Kral’da hem yılgınlık belirtisi hem de fikri yazılar yazmaktan vazgeçme emaresi görülmeyecektir. Bilakis yazdıkça kaleminden dökülen her mürekkep damlasında mana bulan “Her şey Allah’ın takdirindedir” o veciz sözü davasına olan sadakatini daha da kavileştirecektir. Nasıl kavileşmesin ki, mahpus düştüğü dava arkadaşlarıyla birlikte Demokratik Eylem Partisini (SDA) kurup partinin lideri olur da. Dedik ya, Bilge Kral ve dava arkadaşları için mahpus demek Medrese-i Yusufiye eğitimi almak demektir. Nitekim ilk parlamento konuşmasına besmeleyle, yani “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek başlaması bunun teyididir. Bu öyle bir başlayıştır ki, tıpkı Bilal-i Habeş’in ilk ezan duyurusu gibi bir başlayıştır bu. Hele birde kendimizi dinleyicilerin yerine koyduğumuzda üzerimizde tarif edilmez değişik bir haz ve değişik bir duygu seli oluşturacağı muhakkak. İşte bu duygu seli eşliğinde Bilge Kralın ağzından çıkan ilk sözün besmele olması Müslümanların gönlünde heyecan uyandırmaya yeterken, düşmanlarını da çıldırtacak cinsten gülle olur. Nitekim Sırp lideri Miloseviç sanki rüyasında kâbus görmüşçesine hemen savaş çığırtkanlığında bulunacaktır. Bilge Kral ise her zamanki gibi uzlaşıdan yana tavır sergileyecektir. Nitekim Yugoslavya Cumhuriyetinin liderler toplantısında sürdürdüğü bu tavrıyla en barışçıl lider olarak dikkat çeker. Ama gel gör ki Bilge Kralın tüm bu iyi niyet girişimlerine rağmen, Miloseviç kınında rahat durmaz. Kınında raht durmadı da ne oldu sonuçta Slovenya ve Hırvatistan Yugoslavya’dan kopup bağımsızlıklarına kavuştu ya. İcabında bu kopuş Bosna Hersek’in ilerisinde bağımsızlığını tetikleyecek işaret fişek olur da.
Evet, Bilge Kral için 1990 yılı hedefine bir adım daha yaklaşması açısından hayatında bir bambaşka dönüm noktası yıl olur. Çünkü bu yılda halkın teveccühüyle Bosna Hersek Cumhuriyetinin seçilmiş Bilge Kralıdır O. Hiç kuşkusuz Başkan oldum diye rehavete kendisini kaptırmayacaktır, tam aksine su uyur düşman uyumaz misali kendisine ve halkına aman verilmeyeceğinin bilinciyle hareket edecektir hep. Bu bilinçle hareket etmeye mecbur da zaten. Şunu çok iyi biliyordu ki halkı savunmasızdır, bu nedenle gizliden gizliye askeri ve milis gruplar oluşturarak tedbiri elden bırakmayacaktır. Zira Cumhurbaşkanı seçildi seçilmesine baskılar ve gözdağılar hız kesmeyecektir. Hatta bunu mümkün mertebe halkına yansıtmamaya çabalıyordu ama baskılar hız kesmeyince ister istemez 1991 yılında SDA’nın kongresinde sarf ettiği sözlerde kendini ele verecektir. Gerçektende Aliya İzzet Begoviç’in kongrede sarf ettiği sözler öyle yenilir yutulur cinsten sözler değildi, bilakis “Yemin ederim ki köle olmayacağız” sözleri fırtınadan önce sessizliğin habercisi sözlerdi. Besbelli ki Bilge Kral bir şeyleri sezmiş gözüküyor ki, kongrede öyle kolay kolay tehditlere boyun eğmeyeceğinin mesajını vermek zorunda hissedecektir kendini. İşte bu cesur tavırdır ki, halk oylamasıyla etkisini gösterip Bosna-Hersek’in bağımsızlığını beraberinde getirecektir.
Hiç kuşkusuz Bosna Halkı için bağımsızlık mühim bir hadisedir, Sırplar içinse felaket olarak addedilip Bosna-Hersek halkının aldığı bu karara tepki koymakta gecikmeyeceklerdir. Dahası vahşiliklerini Bosna halkının üzerine çoluk çocuk, yaşlı genç demeden tüm dünyanın gözü önünde bomba yağdırarak göstereceklerdir. Bu arada yoğun bombardıman altında sığınacak dal bulamayan masum sivil halk ise esir kamplarına götürülerek kendilerini bekleyen acı kaderleriyle baş başa bırakılacaklardır. Şüphesiz o acı dramı yaşayanlar bilir, yaşamayansa pek bilmez. Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç bizatihi o acı dramı iliklerinde yaşayarak hissedecektir. İşte bu hissiyattır ki halkının geleceğini de düşünerekten bu insanlık dışı vahşi kuşatma karşısında bir yandan soğukkanlılığını ve metanetini elden bırakmayarak, diğer yandan da diplomatik kanalları sonuna kadar işleterekten müzakere girişimlerini sürdürecektir. Müzakere yapmaya mecburdu da. Zira ortada kör düğümü çözecek bir umut ışığı pek gözükmüyordu. Öyle ki Bosna halkı tüm dünyanın göz önünde ateş çemberinin ortasında yapayalnız durumdadır. Dile kolay tam dört yıl boyunca yoğun bombardıman altında aç, susuz, elektriksiz perişan vaziyette müthiş direniş sergileyerek ayakta kalma mücadelesi veriyorlardı. Dahası bu mücadeleye ayakta var olma ve yok olma direniş mücadelesi dersek yeridir.
Evet, Bosna-Hersek halkı tarihe büyük bir direniş destanı olarak not düşerken, bir tek Türkiye hariç tüm dünya halkları bu kıyım karşısında adeta sırra kadem basıp balkondan seyretmiştir. Hadi seyretmelerini görmezden gelsek de ortada zulme dur diyebilecek ne doğru dürüst gözle görülür bir güç ne de elle tutulur müdahale olur. Ortada Bosna halkı için sadece tek tutunacak dal gözükür ki, o da malum Allah’ın ipine sarılınız hükmüdür. Ve bu hüküm Allah’ın ipine tutunacak inanç abidevi ölçü olurda. Zaten değil midir ki bu ölçüyü şiar edindiler Avrupa’nın tam göbeğinde Sırplara karşı verdikleri o müthiş direnişleriyle iman gücünün ne olduğunu tüm dünyaya göstermiş oldular da. Hani her çilenin ardından pembe şafaklar doğar ya, aynen öyle de dünyanın umursamazlığı bir noktaya kadardır, diplomatik girişimler nihayet meyvelerini verip dört yıllık süren acı dramın bitişinin eşiğine gelirler de. İşte bu noktada Dayton bir eşik sayılır. Her ne kadar Dayton’da yürütülen müzakerelerde olumsuz yanlar göze çarpsa da yinede sonuçları itibariyle bakıldığında Bosna Halkının acılarını dindirecek türden müzakere diyebiliriz. Öyle ki Dayton’da varılan anlaşmayla Bosna-Hersek sınırları korunduğu gibi halkın dört yıl boyunca çektiği o acı dramın sonlanmasına yeter artar da. Böylece Bosna Halkı derin bir nefes almış olur. Hatta bu öyle bir derin nefes alıştır ki, Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç’in 7 Eylül 1993 yılında tekrar Başkanlığa seçilmesini de beraberinde getiren ortam oluşur. Böylece Bosna halkı için çifte bayram vuku bulmuş olur. Tabii bu arada Bilge Kral açısından da hem yeniden seçilmiş olmak, hem de Hac farizasını ifa etmek için gittiği kutsal topraklara ayak basmak şeklinde çifte bayram yaşayacaktır. Nasıl bayram yaşamasın ki, neredeyse hayatının tamamını inandığı dava uğruna geçirmişti. İşte böylesi ömür boyu sırtlandığı dava yorgunluğu kutsal topraklarda alınır da. Tabii bitmedi dahası var, kutsal topraklardan dönüşünde o’nu bu kez bambaşka bir bayram karşılayacaktır. Tahmin etmişsinizdir, bu bayram Allah’a kavuşmak olarak karşılık bulan vuslat bayramından başkası değildir elbet
Şimdi kendisi için vuslat vakti zamanıdır, yani Şeb-i Arus eyleceği gün yaklaşmıştır artık. Şeb-i Arus’a doğru koyulduğu her halinden belliydi zaten. Hasta yatağındadır ama aslında Allah’a kavuşmak sevdasında. Bosna Halkı da o an Kosevo Hastanesinde gelecek ayrılık haberle meşguldür. Hatta olur ya, şayet Koca Reise Hak vaki olursa nereye defnedilecek hususu da zihinlerine takılır. Derken halkın gönlüne ‘Begova Camii’nin Haremi’ düşer. Ama içerden gelen haber düşündüklerinin aksine, yani “Beni şehitlerin yanına defnedin” vasiyetidir.
Öyle ya, O Koca Bilge Kral vasiyet ederde Bosna Halkı vasiyetin gereğini yerine getirmez mi, hem de nesilden nesile o’nu hakkıyla yâd ederek yerine getireceklerdir.
İlginçtir Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç Başkan olarak seçildiğinde devlet adamı sıfatıyla ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmıştı, ne tevafuktur ki; bu kez Şeb-i Arus hazırlığı içerisinde hastanede kabul ettiği en son devlet adamı ise kendi karakteriyle uyumlu Tayyip Erdoğan olur.
Evet, bu ziyaret Türkiye’ye ait bir şeref olması bir yana, aynı zamanda manidar bir ziyaret. Madem öyle bu manidar ziyareti taçlandırmak gerekti, taçlandırılır da. Nasıl mı? İşte Türkiye’den getirilip Fatih Sultan Mehmed’in kabri şerifinden alınan bir miktar toprağın Bilge Kral’ın kabri şerifine serpilmesiyle elbet. Böylece Evlad-ı Fatihan’ın Yiğit Evladı Bilge Kral, Peygamber övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmed’in o gül kokulu toprağına sarılmış halde gönül tahtında sevenlerini selamlar da.
Velhasıl; o artık canından çok sevdiği şehit düşen dava arkadaşlarının defin olduğu Kovaçi Mezarlığında medfundur.
Ruhu şad olsun.
Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1616/bilge-kral-aliya-izzet-begovic.html
 
Üst