dedekorkut1
Doçent
BİLGİ ÜRETİMİ VE İSLÂM
SELİM GÜRBÜZER
Asl olan hali hazırda bilgilere konmak değil, asl olan bilgi üretebilme maharetini sergileyebilmek çok mühimdir. Şayet bir yerde bilgi üretilemiyorsa, biliniz ki orada dogma anlayış hâkimdir. Yani ortada tıpkı ideolojilerin dogmalaştığı ortamları aratmayacak şekilde körü körüne hazır bilgileri taklit etmek denen bir vaziyet durum var demektir. Nitekim ideolojilerin ömrü 15-20 yılı geçmemekte. Niye derseniz, sebebi gayet net açık ortada; bilgi dağarcıkları tamamen dogma bilgilerle dolu olduğu içindir elbet. Peki, bu durumda dogma zihniyet ve dolma kafalar elde avuçta tuttukları ideolojileriyle nereye kadar idare edebilirler ki. Deyim yerindeyse bir süre sonra heybelerinde ne var ne yok hafif bir rüzgâr esintisinde savrulup toz duman olacaklardır. Tabii Cemil Meriç’in tabiriyle idraklerine giydirilen deli gömlek ideolojilerle beyinlerini efsunlattırırlarsa akıbetlerinde toz duman olmaları kaçınılmazdır.
Bakınız Siyonizm’le organik bağlantılı İbranice tabirle ittifakın çocukları anlamında “B’nai B’rith” adında bir tarikat tamda bu işler için vardır. Hatta daha çok da Yahudi zihniyetine müsait beyinleri yıkamak için vardır. Öyle ki; bu örgüte girecek bir Yahudi önce Tekris yemini bir törenle ilk beyin yıkama seansına tabii tutularaktan masonluğa girişi sağlanır. Sonrasında adım adım diğer beyin yıkama faaliyetlerinin aşamalarına geçiş yapılır. En nihayetinde ise malum uluslararası arenada ki lobi faaliyetlerinin içinde gizli bir hafiye elemanı olarak kendini bulur. Zaten dünyada ki tüm mason locaları da sistemini “çırak, kalfa ve üstat” derecelendirmesine dayalı hafiyecilik yapılanması üzerine kurmuştur, dolayısıyla karşımıza gizemli bir yapı olarak karşımıza çıkmalarına şaşmamak gerekir. Her ne kadar gizemli olsalar da aslında böylesi bir yapılanma bize pekte yabancı gelmez. Zira tarihi kökleri itibariyle baktığımızda Kitab-ı mukaddesin dışında tamamen Yahudiliğin gizli geleneğinin dışa yansıması diyebileceğimiz “Tradition Orale-Kabbala” örgütlenmesinin ta kendisi dogma bir yapılanma olduğunu görürüz. İlginçtir geleneksel motamot dogma bir yapı olmasına rağmen gelinen noktada bir bakıyorsun dünyanın pek çok ülkelerinde faili meçhul cinayetlerin planlayıcısı ve işleyicisi, hatta iktidarları deviren bir örgüt yapılanması olarak gündem oluşturup adından söz ettirebiliyorlar.
Ne diyelim, işte görüyorsunuz yakayı böylesi ketum Siyonist ve Masonik örgüt yapılara kaptırıp beyinlerini efsunlattırılanların en son varacakları nokta üst aklın yunmuş yıkanmış militan fedaisi hale gelmek olacaktır. Tıpkı bu Selçuklu’da Hasan Sabbah’ın Alamut kalesinde efsunladığı fedailerin vurucu tim hale gelmesinde ya da 15 Temmuz’da FETÖ elebaşının tâ Pensilvanya’dan oturduğu yerden efsunladığı körpe beyinleri militan hale getirmesinde yaşanılan hain darbe girişiminin aynısı durumdur bu. Dikkat ettiyseniz satır aralarında körpe beyinler dedik. Niye derseniz, bilhassa körpe beyinler efsunlanmaya ve yıkanmaya daha müsait hale gelmeleri kolay olduğu içindir elbet. Hele bir insanın beyni efsunlanmaya bir görsün üst akıl ona ‘hay aklınla bin yaşa’ diye gaz verdiğinde bir anda kendisini üst aklın yılmaz fedaisi olmaya adar bile. Adayıp da ne oluyor, bir noktadan sonra efsunlanan kuş beyinler akıl hocasıyla birlikte aklını karaya oturtacaktır. Öyle ya, onlar kim ötelere açılmak kim. Onlar ancak okyanus ötesinden gelen talimatları sorgulamaksızın uymakla mükellef piyonlardır. Bu yüzden er geç onlar için tufan kaçınılmaz bir akıbettir. Kaldı ki ötelere yelken açarak yol almak öyle Masonik “çırak, kalfa ve üstat” üçlü sacayağı üzerine kurulu gizli yapılar içerisinde aklını peynir ekmekle yiyip efsunlanmayla olmuyor, bilakis Mevlana’ca ‘Ne olursan olsun yine gel’ çağrısıyla her daim kapısını açık tutan dergâhlarda kalbini Allah’ın zikriyle huzura erdirmekle oluyor. Bundan daha da ötesi “Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat” mertebelerini bir bir aşmakla oluyor. Madem öyle, aklı efsunlayarak karaya oturtmak yerine vahyin soluğunda ötelere doğru ufuk turuna çıkarmak gerektir.
Malumunuz İslâm’la ideoloji asla bir araya gelemeyecek iki zıt kutuplardır. Şöyle ki; biri ilahi planda öğretidir, diğeri beşeri planda öğretidir. İlla ilahi olan öğretinin isim cismi ideolocya olsun deniliyorsa şu iyi bilinsin ki İslam’ın ideolocyası “Kur’an, Hadis, İcmâ-i ümmet ve Kıyası fukaha” denen Edille-i Şer’iyye ideolocyasından (öğretisinden) başkası değildir. Ki, böylesi bir ideolacya örgüsü bize ziyadesiyle yeter artar da. Öyle ki, Edille-i Şer’iyyeyi oluşturan her bir bilgi ağı örgüsü İslam’ın sırat-ı müstakim ana caddesinden sapmadan ilerlememizi sağladığı gibi her türlü bilgi üretimine yönelik faaliyetlerde ufkumuzu da açmakta. Yeter ki, o engin kaynakları aşkla şevkle okuyup baş tacı edinelim yeni ilave bilgi ağı halkalarının devamı gelir de. Nasıl mı? Edille-i Şer’iyye’den ilham alarak ‘ihsan, maslahat ve örfü’ gibi yeni tali bilgi ağı yollar keşfetmekle elbet. Yeni tali yollar keşfetmek aynı zamanda çağın önümüze koyduğu meselelere açıklık kazandıracak yeni deliller üretmek demektir. Bunun içinde günümüz meselelerinin çözümünde İslam fıkhının bir takım usul ve kaideleri çağın şartlarına göre güncellenmesi icab eder. Ki, fıkhın birinci derecede beslendiği Kur’an ayetleri bile yeri geldiğinde zamanın ruhuna uygun bir şekilde tefsir edilmesine ihtiyaç duyulabiliyor. Zira Kur’an-ı Kerim bir ansiklopedi değil bilakis anayasa hükmünde mukaddes bir kitaptır. Düşünsenize insan aklının ürettiği ülke anayasaları üzerinde bile hukuk adamlarının görüşüne başvurulup her halükarda kafa yorup yorum yapmayı gerektirirken, Allah’ın kelamı Kur’an söz konusu olduğunda üzerinde haydi haydi ilim erbabının görüşüne başvurup çok daha beyin fırtınası yapmayı gerektirir.
SELİM GÜRBÜZER
Asl olan hali hazırda bilgilere konmak değil, asl olan bilgi üretebilme maharetini sergileyebilmek çok mühimdir. Şayet bir yerde bilgi üretilemiyorsa, biliniz ki orada dogma anlayış hâkimdir. Yani ortada tıpkı ideolojilerin dogmalaştığı ortamları aratmayacak şekilde körü körüne hazır bilgileri taklit etmek denen bir vaziyet durum var demektir. Nitekim ideolojilerin ömrü 15-20 yılı geçmemekte. Niye derseniz, sebebi gayet net açık ortada; bilgi dağarcıkları tamamen dogma bilgilerle dolu olduğu içindir elbet. Peki, bu durumda dogma zihniyet ve dolma kafalar elde avuçta tuttukları ideolojileriyle nereye kadar idare edebilirler ki. Deyim yerindeyse bir süre sonra heybelerinde ne var ne yok hafif bir rüzgâr esintisinde savrulup toz duman olacaklardır. Tabii Cemil Meriç’in tabiriyle idraklerine giydirilen deli gömlek ideolojilerle beyinlerini efsunlattırırlarsa akıbetlerinde toz duman olmaları kaçınılmazdır.
Bakınız Siyonizm’le organik bağlantılı İbranice tabirle ittifakın çocukları anlamında “B’nai B’rith” adında bir tarikat tamda bu işler için vardır. Hatta daha çok da Yahudi zihniyetine müsait beyinleri yıkamak için vardır. Öyle ki; bu örgüte girecek bir Yahudi önce Tekris yemini bir törenle ilk beyin yıkama seansına tabii tutularaktan masonluğa girişi sağlanır. Sonrasında adım adım diğer beyin yıkama faaliyetlerinin aşamalarına geçiş yapılır. En nihayetinde ise malum uluslararası arenada ki lobi faaliyetlerinin içinde gizli bir hafiye elemanı olarak kendini bulur. Zaten dünyada ki tüm mason locaları da sistemini “çırak, kalfa ve üstat” derecelendirmesine dayalı hafiyecilik yapılanması üzerine kurmuştur, dolayısıyla karşımıza gizemli bir yapı olarak karşımıza çıkmalarına şaşmamak gerekir. Her ne kadar gizemli olsalar da aslında böylesi bir yapılanma bize pekte yabancı gelmez. Zira tarihi kökleri itibariyle baktığımızda Kitab-ı mukaddesin dışında tamamen Yahudiliğin gizli geleneğinin dışa yansıması diyebileceğimiz “Tradition Orale-Kabbala” örgütlenmesinin ta kendisi dogma bir yapılanma olduğunu görürüz. İlginçtir geleneksel motamot dogma bir yapı olmasına rağmen gelinen noktada bir bakıyorsun dünyanın pek çok ülkelerinde faili meçhul cinayetlerin planlayıcısı ve işleyicisi, hatta iktidarları deviren bir örgüt yapılanması olarak gündem oluşturup adından söz ettirebiliyorlar.
Ne diyelim, işte görüyorsunuz yakayı böylesi ketum Siyonist ve Masonik örgüt yapılara kaptırıp beyinlerini efsunlattırılanların en son varacakları nokta üst aklın yunmuş yıkanmış militan fedaisi hale gelmek olacaktır. Tıpkı bu Selçuklu’da Hasan Sabbah’ın Alamut kalesinde efsunladığı fedailerin vurucu tim hale gelmesinde ya da 15 Temmuz’da FETÖ elebaşının tâ Pensilvanya’dan oturduğu yerden efsunladığı körpe beyinleri militan hale getirmesinde yaşanılan hain darbe girişiminin aynısı durumdur bu. Dikkat ettiyseniz satır aralarında körpe beyinler dedik. Niye derseniz, bilhassa körpe beyinler efsunlanmaya ve yıkanmaya daha müsait hale gelmeleri kolay olduğu içindir elbet. Hele bir insanın beyni efsunlanmaya bir görsün üst akıl ona ‘hay aklınla bin yaşa’ diye gaz verdiğinde bir anda kendisini üst aklın yılmaz fedaisi olmaya adar bile. Adayıp da ne oluyor, bir noktadan sonra efsunlanan kuş beyinler akıl hocasıyla birlikte aklını karaya oturtacaktır. Öyle ya, onlar kim ötelere açılmak kim. Onlar ancak okyanus ötesinden gelen talimatları sorgulamaksızın uymakla mükellef piyonlardır. Bu yüzden er geç onlar için tufan kaçınılmaz bir akıbettir. Kaldı ki ötelere yelken açarak yol almak öyle Masonik “çırak, kalfa ve üstat” üçlü sacayağı üzerine kurulu gizli yapılar içerisinde aklını peynir ekmekle yiyip efsunlanmayla olmuyor, bilakis Mevlana’ca ‘Ne olursan olsun yine gel’ çağrısıyla her daim kapısını açık tutan dergâhlarda kalbini Allah’ın zikriyle huzura erdirmekle oluyor. Bundan daha da ötesi “Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat” mertebelerini bir bir aşmakla oluyor. Madem öyle, aklı efsunlayarak karaya oturtmak yerine vahyin soluğunda ötelere doğru ufuk turuna çıkarmak gerektir.
Malumunuz İslâm’la ideoloji asla bir araya gelemeyecek iki zıt kutuplardır. Şöyle ki; biri ilahi planda öğretidir, diğeri beşeri planda öğretidir. İlla ilahi olan öğretinin isim cismi ideolocya olsun deniliyorsa şu iyi bilinsin ki İslam’ın ideolocyası “Kur’an, Hadis, İcmâ-i ümmet ve Kıyası fukaha” denen Edille-i Şer’iyye ideolocyasından (öğretisinden) başkası değildir. Ki, böylesi bir ideolacya örgüsü bize ziyadesiyle yeter artar da. Öyle ki, Edille-i Şer’iyyeyi oluşturan her bir bilgi ağı örgüsü İslam’ın sırat-ı müstakim ana caddesinden sapmadan ilerlememizi sağladığı gibi her türlü bilgi üretimine yönelik faaliyetlerde ufkumuzu da açmakta. Yeter ki, o engin kaynakları aşkla şevkle okuyup baş tacı edinelim yeni ilave bilgi ağı halkalarının devamı gelir de. Nasıl mı? Edille-i Şer’iyye’den ilham alarak ‘ihsan, maslahat ve örfü’ gibi yeni tali bilgi ağı yollar keşfetmekle elbet. Yeni tali yollar keşfetmek aynı zamanda çağın önümüze koyduğu meselelere açıklık kazandıracak yeni deliller üretmek demektir. Bunun içinde günümüz meselelerinin çözümünde İslam fıkhının bir takım usul ve kaideleri çağın şartlarına göre güncellenmesi icab eder. Ki, fıkhın birinci derecede beslendiği Kur’an ayetleri bile yeri geldiğinde zamanın ruhuna uygun bir şekilde tefsir edilmesine ihtiyaç duyulabiliyor. Zira Kur’an-ı Kerim bir ansiklopedi değil bilakis anayasa hükmünde mukaddes bir kitaptır. Düşünsenize insan aklının ürettiği ülke anayasaları üzerinde bile hukuk adamlarının görüşüne başvurulup her halükarda kafa yorup yorum yapmayı gerektirirken, Allah’ın kelamı Kur’an söz konusu olduğunda üzerinde haydi haydi ilim erbabının görüşüne başvurup çok daha beyin fırtınası yapmayı gerektirir.