Bilim yanılır mı?

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Bilim Yanılır mı? İlmin yarısı soru sormaktır
Hz. Muhammed ( sav)


Seksenli ve doksanlı yıllarda televizyon ekranlarında “Star Wars” (Yıldız Savaşları) ve “Ziyaretçiler” gibi bilim kurgu filmleri yayınlanırdı. O zaman için hayal dünyamızın da ötesinde sayabileceğimiz bu filmlerde yer alan; bir yerden bir yere ışınlanma, lazer silahları, çok uzak galaksilerden gelen ve üstün teknolojiye sahip olan uzay gemileri, zaman makineleri, görünmezlik, beyin okuma, telepati, yarı insanımsı canlılar, robotlar ve uzay savaşları sahneleri izleyicileri ekrana kilitlemişti. Elbette o zamanlar bunların tamamının hayal ürünü olduğu ve asla gerçekleşmeyeceği düşüncesi hakimdi. Ancak bazı bilim adamları bu tür konuları araştırmaktan vazgeçmedi.

Kemal Sunal filmlerine dahi konu olan görünmezlik, bugün optik cihazlarla ve hologram gibi görsel efektlerle yapılabilen bir şeydir. Tabi ki bir nesnenin görünmez olması asla mümkün değildir. Ancak teknoloji göz yanılması sayesinde bunu mümkün kılmaktadır.

Japonlar son elli yılda robot teknolojisinde çok ileriye giderek günlük yaşamda insan hayatını kolaylaştıracak gelişmiş robotlar imal ettiler. Robot teknolojisi daha çok fabrikalarda, imalathanelerde ve hastanelerde makine olarak kullanılmasına rağmen insana ve hayvanlara benzeyen robotlar da yapılmaktadır. Robot teknolojisi ne kadar gelişirse gelişsin düşünemeyen, hissetmeyen, üzülmeyen ve ağlamayan robotların insanın yerini asla alamayacağı kesindir. Tabi ki robotların düşünüp düşünemeyeceği yani sanal zeka konusunda da ateşli tartışmalar yaşandı. Bilim dünyası bu konuda ikiye ayrıldı. Bazı bilim adamları insanlar gibi düşünebilen, anlayabilen robotların olabileceğini savunurken bazı bilim adamları bunun tam aksini iddia ettiler. Özellikle bilgisayarın icadından sonra yapılan çok yönlü araştırmalarda ve deneylerde , bilgisayarların ve robotların sadece insanların yüklediği verileri kullanarak işlem yapabildiği ortaya çıktı. Bilimsel çalışmalar şimdilik bunun ötesine gidemediler.

Acaba böyle bir şeyin olması faydalı olur muydu? Fabrikalarda, hastanelerde kullanılan robotik cihazların yaşamımıza katkısı inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak bunların insanların yerine geçmesi nasıl bir şey olurdu? Şimdilik sadece bilim kurgu filmlerinde rastladığımız akıllı robotların caddelerde, sokaklarda, alışveriş merkezlerinde dolaşıp alışveriş yaptıklarını bir düşünün. Bence hayat çok sanal bir hale gelirdi? Kış aylarında pazardan alınan hormonlu domates ne kadar tat veriyorsa sanırım böyle bir yaşam o kadar tat verirdi. Sadece görüntüsü olan, insanlara ve diğer canlılara has olan birtakım duygulardan yoksun teneke yığınları… Ancak insan yaratılışı gereği toprakla içi içe yaşaması gereken, düşünen, konuşan, hisseden, inanan, kızan, üzülen bir yapıya sahip olduğundan hayatın tek düze ve mükemmel olması çok anlamsız olurdu. Teknoloji geliştikçe doğal yaşamla ilişkisi azalan insanlık bu kez, tek düzelilikle, hedefsizlikle mücadele etmek zorunda kalırdı. Bir çizgi filmde insanların uçan araçlar kullandıklarını, dev gökdelenlerde hiç toprakla temas etmeden yaşadıklarını hatta yemek yerine aynı tatları ve enerjiyi veren haplar yediklerini izlemiştim. Bu tür filmlerin tamamı insanların gelecekle ilgili olarak tasarladıkları bilim kurgulardan ibarettir.

İnsanoğlundaki teknoloji üretme heyecanı hiç bitmeyecektir. Bitmemelidir de.Öyle ki yukarda değindiğimiz filmlerde, gerçekleşmesinin asla mümkün olmadığını düşündüğümüz uzay seyahatleri (çok uzaklara olmasa da) bugün kısmen gerçekleşmektedir. Mikro, yani çok çok küçük boyutlarda ışınlama yapılabilmektedir. Bu önemli adımlar da bilim adamlarını heyecanlandırıyor. Elbette şu unutulmamalıdır ki insanoğlu yaratılış itibarı ile diğer tüm canlılardan ve cansız maddelerden farklıdır. İnsanoğlu yaratılmışların en şereflisidir. Tüm kâinat, canlı ve cansız maddeler, insanlığa hizmet etmek için yaratılmıştır. Ancak insan aciz bir kuldur. Yani gücü, aklı ve yaşamı sınırlıdır. Bu açıdan asla haddini aşmamalıdır. Örneğin insan kulağı belli frekanstaki sesleri duyabilmektedir. Fillerin ve köpeklerin duyduğu yüksek ve düşük frekanslı sesleri duyamamaktadır. Bu da insanın yaratılışının ötesine gidemeyeceğinin en önemli göstergesidir.

Yüce Allah gönderdiği peygamberler vasıtası ile insanlara doğru yolu göstermiş, yeryüzünde karmaşa, savaş ve zulüm olmasın diye insanlara peygamberlere uymalarını ve haddi aşmamalarını öğütlemiştir. İnsanlık ne kadar ileri giderse gitsin, bilim ve teknoloji hangi aşamaya gelirse gelsin insanın yapabileceklerinin bir sınırı vardır. Örneğin insan ışık hızıyla hareket eden araçlar yapamaz. Dolayısıyla binlerce ışık yılı uzaklıktaki galaksilere, yıldızlara seyahat edemez.

İnsanın yaşadığı gezegene ve hayata etkisi sınırlıdır. Teknolojinin getirdiği kirlenme ozon tabakasını delse de, küresel ısınmaya sebep olsa da, doğal bitki örtüsünü yavaş yavaş yok etse de, değişik canlı türlerinin ölümüne sebep olsa da insanlığın kâinatın düzenine olan etkisi bunun ötesine geçemez. Örneğin Ay’ın Dünya etrafında, gezegenlerin Güneş’in etrafında dolanmalarını engelleyemez. Güneş’in etrafına ısı ve ışık kaynağı olmasını değiştiremez. Dünya’ya yağmur, kar ve dolu yağmasını, yıldırım düşmesini, rüzgarları, yanardağ patlamalarını engelleyemez. Dahası doğumu ve ölümü kontrol edemez. İnsanoğlu bilimsel çalışmalarla, yaratılmış, kurulmuş, kusursuz bir şekilde işleyen düzeni sadece anlayabilir, ancak değiştiremez. Bilimsel çalışmalar yeni bir şey yaratmaz. Ancak var olanı inceler ve anlamaya çalışır. Örneğin kâinatın yaratılışından bu yana kütle çekimi vardır. Dünya var oluşundan beri yuvarlaktır. Bilim adamlarının yaptığı sadece bunları fark edip, anlayıp yorumlamak ve formüle etmektir. Üstelik daha bilinmeyen çok çok şey vardır.

Tüm doğa olayları ve kâinatın düzeni Yüce Allah’ın dilemesiyle, onun kontrolünde ve onun istediği şekilde olur. “Bir şey dilediği zaman , O’nun emri o şeye ancak ‘Ol.’ demektir. O da hemen oluverir.” (Yâsin 82) İşte ölülerimizin arkasından okuduğumuz Yasin Sûresi’nde yüce Rabbimiz böyle buyuruyor. Bilimsel çalışmaların temel hedeflerinden birisi de kâinatı yaratan ve kusursuz bir düzen kuran yaratıcıyı anlamak olmalıdır.

Tıp teknolojisi de ne kadar ilerlerse ilerlesin insanoğlu ancak Allah’ın takdiriyle doğar, yaşar ve ölür. İnsanlar ölümü geciktiremezler. Geçmiş kavimlerde ilahlık iddiasında bulunanlar olmuştur. Allah’ın insanı yarattığını ancak yeryüzünde nasıl yaşayacağına karışmadığını düşünenler de olmuştur. Bunlar tamamen yanlış fikirlerdir. Elbette daha önce değindiğimiz gibi insanın doğumu, yaşaması, hastalanması ve ölümü bilimsel olarak açıklanabilen sebeplerledir. Hastalıklara da müdahale edilip tedavi edilebilir. Ancak tüm bunlar yine Allah’ın takdiriyle olur. İslâm’a göre ölüm zamanı değiştirilemez. Ruh ve beden birbirinden ayrıldığı zaman tekrar bir araya gelmeleri mümkün değildir. Geçmişte bunun aksini iddia edenler kendi ölümlerini dâhi geciktirememişlerdir. Bu da acizliklerinin en büyük göstergesidir.

Peki bilimde gelinebilecek son noktaya gelinmiş midir? Hayır. Geçmişte olamaz denilen bazı şeylerin günümüzde basit bir şekilde yapıldıklarına bakılırsa bilimin ilerleyeceği daha çok yol var demektir.
Ülkemizin bir çok yerinde 1960’lı yıllarda insanlara televizyon denilen bir aletle kilometrelerce uzaklıktaki insanların konuşmalarını ve görüntülerini anında seyredebilecekleri, akıllı telefonlar ve internetle anında Dünya’nın öbür ucundaki sevdikleriyle görüşebilecekleri söylense inandırıcı gelmezdi. O zamanlar bu tür şeyler sadece bilim kurgu sayılırdı. Şimdi ise yaşamımızın ayrılmaz bir parçası oldular. Üç yaşındaki çocuklar bile cep telefonlarıyla ve tabletlerle rahatlıkla oyun oynayabiliyorlar. Geçmişte çok ünlü bilim adamlarından bazılarının bile bilimin bu kadar ilerleyebileceğini tahmin etmediklerini biliyoruz. Çok büyük bir salon kadar olan ilk bilgisayar imal edildiğinde her ülkeye bir bilgisayar olsa yeter diye düşünülmüştür. Bunu derslerde öğrencilerime söylediğimde şaşırıyorlar, hatta gülüyorlar. Çünkü artık bilgisayarlar çok çok küçüldü ve herkesin bir bilgisayarı var. Geçmişte ünlü bilimcilerden Lord Kelvin havadan ağır cisimlerin asla uçamayacağını, radyonun bir geleceğinin olmadığını, X ışınlarının da bir aldatmaca olduğunu düşünmüştür. Yine patlayıcı uzmanı bir amiral atom bombasının asla patlamayacağını söylemiştir. Ancak bunların hepsi gerçekleşmiştir. Bu kadar büyük sözler sarf eden bilim adamları günümüzde fizik derslerine girselerdi ve etkileşimli tahtadan problem çözüp animasyon seyretselerdi gençlere bilimin geldiği noktayla ilgili ne söylerlerdi acaba?

Yine 1940’lı yıllara kadar maddenin en temel yapı taşının atom olduğu ve atomun parçalanamayacağı fikri hakimken bugün atom altı parçacıklar CERN gibi gelişmiş laboratuvarlarda inceleniyor. Geçmişte çok yaygın olarak kullanılan bazı ilaçlar da zararlı oldukları gerekçesiyle yasaklanıyor. Yani bilgi değişebiliyor.

Ünlü bilim adamı Newton’un klasik fizik yasaları yıllarca kabul görmüştü ve 1900’lü yıllara kadar bilimde gelinebilecek son noktaya gelindiğine inanılıyordu. Ancak kuantum fiziğinin ortaya çıkmasıyla klasik fiziğin doğru, ancak yetersiz olduğu , klasik fizikle açıklanamayan bazı olayların kuantum fiziğiyle açıklanabileceği ortaya çıktı. Bilimdeki bu devrim niteliğindeki gelişme günümüz teknolojisinin doğmasına yol açtı.

İşte tüm bu örnekler bilimsel bilginin zamanla değişebileceğini, bugün doğru olarak bilinen bir bilginin ilerde yanlış olabileceğini gösteriyor. Bazı konularda bilim de yetersiz kalabilir ve yanılabilir. Bilimsel bilgi mutlaka doğru olmayabilir. Şu da bir gerçek ki bilim ve teknoloji insanlık için çok önemlidir. Ancak tüm problemleri teknolojiyle çözmek imkansızdır. Çünkü maalesef günümüzde savaşlar ve zulümler en gelişmiş silahlarla ve teknolojiyle yapılıyor. En gelişmiş sözde modern toplumlar diğerlerini köleleştiriyor ve sömürüyor. Demek ki bilim ve teknolojide gelişmiş olmak dünyaya barış ve adalet getirmiyor. Bu yüzden insanlığa iyiyi, güzeli, doğruyu, adaleti, hepsinden öte Hak anlayışını anlatmak gerekiyor. Yeryüzünde huzuru ve barışı sağlamanın , adaleti tesis etmenin yolu Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla vahiyle gelen ilahi hükümlerle olabilir.Bunun için de insanlar tarafından bozulmamış, tahrif edilmemiş, sulandırılmamış din anlayışına, yani “İSLAM”a ihtiyaç vardır.
HASAN KAYA
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,880
Tepkime puanı
2,060
Puanları
113
Konum
Mars
Bilim Yanılır mı?

İlmin yarısı soru sormaktır
Hz. Muhammed ( sav)

Yanlış anlamada konuyu sabote etmek için değil, eleştiri ve fikir paylaşıyorum.
Soru sorduğumuzda karşılığı çok ağır ithamlar oluyor!!
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Yanlış anlamada konuyu sabote etmek için değil, eleştiri ve fikir paylaşıyorum.
Soru sorduğumuzda karşılığı çok ağır ithamlar oluyor!!
Sana cevabın tefsirde olduğunu söyledim ya
Tefhimul kuran tefsirinde cevap yazıyor
Tüm tefsirlerde de cevap vardır büyük ihtimal
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,880
Tepkime puanı
2,060
Puanları
113
Konum
Mars
Sana cevabın tefsirde olduğunu söyledim ya
Tefhimul kuran tefsirinde cevap yazıyor
Tüm tefsirlerde de cevap vardır büyük ihtimal

Güzel kardeşim sen bu tefsirleri okuduğuna göre yüzeysel olarak cevap verebilirdin yada işte cevap tefsirde diyip buraya aktarabilirdin.

neyse edim007 fena bir nick değil :)
 
Üst