Dua Nur
Kıdemli Üye
- Katılım
- 29 Nis 2007
- Mesajlar
- 37,459
- Tepkime puanı
- 247
- Puanları
- 0
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Danışmanı İsmail Hakkı Turunç, belediyenin gerek büyükşehirdeki, gerek yurtiçindeki ve gerekse yurtdışındaki yardımlarını koordine ediyor.
2004 yılından bu yana, Başkan Kadir Topbaş’ın talimatıyla neredeyse gitmediği afet bölgesi kalmamış. İsmail Hakkı Turunç, 60 yaşında olmasına rağmen büyük bir dinamizm ve duyarlılıkla, neredeyse her hafta bir afet bölgesine gidiyor, yaptıkları çalışmaları kontrol ediyor veya yeni yardımları organize ediyor.
“Bu yaşınızda nasıl bu kadar enerjik olabiliyorsunuz” diye sorduğumda bana verdiği cevap ise “Ahirete götürecek başka neyimiz var ki” diyerek bu çalışmaları aslında sadece bir Müslüman’a has olabilecek bir bilinçle yaptığını gösteren ibretlik bir cevap veriyor.
BİR TORBA ERZAĞA HRİSTİYAN OLUYORLAR
Afrika kıtasında yüzyılın başında çok yoğun bir Müslüman nüfus vardı. Ama oradaki misyonerlik çalışmaları sonucu şu anda Müslüman nüfus giderek azalmış durumda. Hem devletin, hem İBB’nin hem de İHH ve diğer STK’ların yardım çalışmalarıyla bu misyonerlik faaliyetlerinin biraz olsun önü kesiliyor sanırım…
Tabi burada insanların özgürce inançlarını yaşayacağı, hiçbir inancın başka bir inanç üzerinde baskı kurmayacağı ve kurmaması gerektiği konusunda bir mantığı ortaya koymak lazım. Ancak Türkiye’nin olmadığı efendim Türk insanının olmadığı yerlerde bu mantık terse işletilmiş. Oradaki insanlar batılı egemenler güçler tarafından sömürülmek suretiyle zaten aç fakir ve perişan bir halde bırakılmış. Düşürüldükleri bu durumdan da istifade eder bir mantıkla da, bir torba erzak verip, “dininizi de değiştirin, bizim dinimize geçin” gibi telkinatlar da falan bulunuyorlar. Bu çok çirkin bir şey…
İnsanların sadece ekonomik güçlerini değil, efendim inançlarını da sömürmüşler. Söylediğiniz gibi 19. yüzyılın başında Müslüman oran yüzde 59 iken şu anda yüzde 27’lere düşmüş. Bu tabi bir insanlık ayıbı ve insanlık suçudur. Batının çirkin yüzü Afrika’da çok ön planda. Bir torba erzağa veya küçük bir yardıma, bir elbiseye, bir tişörte, bir ayakkabıya maalesef insanlar inançlarını değiştirebiliyorlar.
Biz tabi insanların özgürce yaşadığı, kendi kaynaklarını kullandığı, hayat standartlarının yükseldiği bir ülke olmalarını arzu ediyoruz. Hangi ülkeye gidersek gidelim, hiçbir zaman Batılılar gibi ne inanç, ne siyasi, ne kültürel açıdan baskımız olmaz. Çünkü biz gönüllere hitap ediyoruz. Vermiş olduğumuz bir torba erzakla da kimsenin dinini imanını baskı yaparak değiştirmeyi düşünmüyoruz. Bunun da doğru olmadığını düşünüyoruz. Gönül kazanmanın ve gönüle girmenin yolu ve yöntemi de bizim düşündüğümüz manadadır diye düşünüyorum.
2004’ün 26 Aralık’ında Endonezya’da bir deprem ve Sumatra adasında tsunami oldu. Akabinde burada çok ciddi insan ve mal kaybı vardı. Sayın Başkanımız hemen bizim oraya gitmemizi istedi ve 26 kişilik bir ekiple gittik. Ve uzun süre orda kaldık. Afet bölgesinde diğer sivil toplum kuruluşlarımız ve devletin kurumları gibi milletimizi temsilen, İBB’yi temsilen orda çok ciddi çalışmalar yapıldı. Oradaki insanların takdir ve teşekkürlerini alarak ülkemize döndük. İlk başlangıç öyle oldu. Bir yıl sonra Keşmir’de bir deprem oldu.
Hatırlayabildiğim kadarıyla orada da 80 bin kişi hayatını kaybetmişti. Yine sayın başkanımız talimat verdi ve yine oraya ciddi bir ekiple gittik. Buradan yardım malzemelerini tırlarla, kargo uçaklarıyla götürdük.
Keşmir’de burada iki okulun çelik konstrüksiyonlu, statik hesaplarına göre 9,5 şiddetindeki depreme dayanıklı, içinde kimya ve bilgisayar laboratuvarları da olan 28’er derslikli iki okul yaptık. Okullardan birine Akşemşettin, birine de Fatih Sultan Mehmet ismini verdik gittik. Okulların açılışını da yaptık. Tabi çok müthiş bir şeydi. Tahayyül edemedikleri, beklemedikleri güzellikte, kalitede, donanımda okullar oldu.
Bundan takribi 2 yıl kadar önce yine bir sel felaketi oldu Pakistan’da. Sel ülkenin kuzeyinden başladı, 1600 km. bir mesafeden sonra Hint Okyanusu’na kadar ulaştı. Bu kez ağır tahribat ülkenin ortasındaki Pencap eyaletindeydi. Yine Sayın Başkanımızın talimatıyla Pencap’a gittik. İtfaiyeden, İETT’den, İSKİ’den, lojistikten mühendis arkadaşlarımız vardı. Bir hayli kalabalık bir grupla oraya gittik. Burada da diğer bölgelerde olduğu dönüşümlü olarak ekiplerimizi değiştirdik. Bölgenin şartları çok olumsuzdu. Selde ciddi hasar görmüş bir hastaneyi restore ettik ve işletmeye açtık, içini tıbbi malzemelerle donattık. Onlarca evi tamir ettik onlarca evi sıfırdan yaptık. Okulları, camileri, medreseleri restore ettik, çöken yolları yaptık.
Çalıştığımız bölgelerde çok ciddi su birikintileri vardı. Biz ordayken çocuklar ve gençler su birikintilerinde değişik nedenlerle boğularak hayatlarını kaybetmişti. Çok ciddi bir riskti. Basire denilen bir bölgeydi. Suları tahliye ettik, yollar çökmüştü, kanallar yaptık. Çok ciddi manada yardım malzemeleri götürdük. Sanırım 93 – 94 tır yardım malzemesi geldi.
HABEŞ KRALI NECAŞİ’NİN KÖYÜNE SU GÖTÜRDÜK
Bu arada 2006 yılında başladığımız çalışmalarla Etiyopya’da 42 tane derin su kuyusu açtık. İlk açtığımız kuyu Eritre sınırına 120 km mesafedeydi. İslam tarihinde de çok önemli yeri olan Habeş Kralı Necaşi’nin ve ilk hicret eden 12 sahabenin kabrinin bulunduğu köyde su problemi vardı. Sayın Başkanımızın konuyla ilgili haberi oldu ve bize talimat verdi. Birkaç ay içerisinde burada sondaj makinesi hazırladık ve gemiye yükledik. Cibuti’ye, oradan da Etiyopya’nın içerisine 4 ayda ancak getirebildik. O köyde 3 bin- 3 bin 500 kişi yaşıyordu.
Köye 10-12 km uzakta çok sert zeminli, kayalık bir yerde 246 metrede su bulduk. İlk açtığımız kuyu oydu ve günde 170 ton su çıkıyordu. Yani köyün ihtiyacını çok rahat karşılayacak bir debisi vardı. Etiyopya ve Afrika’nın diğer ülkeleri yeraltı suları bakımından dünyanın en zengin yerleri. Ancak iki noktada sıkıntıları var. Teknolojik açıdan yetersizler ve maddi açıdan sıkıntıları var.
Çalışmalarımız tabi yalnızca Etiyopya’yla sınırlı değildi. İşte Cibuti’de, Kenya’da, Sudan’da, Senegal’de, Nijerya’da da çalışmalarımız oldu. En son 5-6 aydır Somali’de başladığımız çalışmalarımız devam ediyor.
Ayrıca yurtdışında Balkanlar’da çalışmalarımız oldu. Bir yıl geçti Japonya’da deprem sonrası bir nükleer facia ve tsunami yaşandı. Türkiye’den İBB olarak nasıl katkı sunabiliriz diye Japonya’ya da gittik. Tabi biz Pakistan’daki sel felaketiyle uğraşırken, Japonya’ya aniden gidemediğimiz için Sayın Başkan oraya da gitmemizi arzu etti. Gittiğimiz bir bölge de Haiti oldu. Burada da 222 bin kişi ölmüştü. Yani dünyanın neresinde bir felaket bir problem olursa bir sıkıntı olursa Sayın Başkanın talimatıyla gidiyoruz. Bu konuda Büyükşehir Belediyesi’ndeki tüm arkadaşlarımızın ciddi manada birikimleri tecrübeleri var. Başkanımızın da bu konuda duyarlılığı ve hassasiyeti çok üst noktada.
Somali’ye de sanırım geçen Ramazan ayından 10-12 gün kadar önce gitmemiz istenmişti. Gittiğimizde Somali de ciddi manada sıkıntılar vardı. 650 bin insan yaklaşık 600 km çoluk çocuk yürüyerek, yanlarında birer koyun, keçi veya bir büyükbaş hayvanla, taşıyabilecekleri mallarını da yanlarına alarak Kenya’nın 80 km içerisindeki Dadap’taki IFO kamplarına göç etmişlerdi. Bu kamplardaki 650 bin insan çok olumsuz koşullarda yaşıyordu. Bunların 200 bini 1991 göçünde gelip yerleşen insanlardı. Geri kalanlar da son bir yıldır yine Somali’deki iç savaştan ve kuraklıktan kaynaklanan yaşam koşullarının zorluğundan göç eden insanlardı. İnsanlar hiçbir şey üretmiyor, o gün bir şey verirseniz yiyorlar, bir şey vermezlerse aç yatıyorlardı. Hep yardım kamyonlarını ve yardım kuruluşlarının gelmesini bekliyorlar. Binlerce insan bir şey dağıttığınızda kuyruğa giriyor. O olumsuz şartların içersinde hayat en çok yaşlıları ve bebekleri etkiler. Biz oraya gittiğimizde istatistiki rakamlara göre saatte 5-6 çocuğun ölümü gerçekleşiyordu.
Oraya ciddi manada yiyecek ve sağlık yardımı sağladık, giyecek konusunda yardımcı olduk. Barınak konusunda yardımcı olduk. Efendim işte evlenemeyen gençler vardı, gençleri evlendirdik. Binlerce keçi dağıttık. BM kampının yakınında yeni yerleşim alanında bir cami yaptık. Ramazan’da gittiğimizde her gün 8 bin kişiye iftar yemeği iftar yemeği çıkardık. Yüzlerce deve ve küçükbaş hayvan kesmek suretiyle bunların etlerini dağıttık. Bir meslek sınıfı yaptık, bir sağlık ocağı yaptık. Beş veya altı sınıflık medreseler yaptık. Buradaki hayırsever insanların bizler vasıtasıyla ulaştırdığı sadakaları, zekâtları filtreleri dağıttık. Dadap’taki aşevi faaliyeti hala devam ediyor. 1,5 yıl kadar her gün orada binlerce insana yemek çıkacak.
İBB MOGADİŞU’DA FABRİKA KURACAK
Mogadişu’da ise Kızılay’la ortak bir projemiz çerçevesinde 5 aydır şehrin temizliğiyle alakalı çalışıyoruz. Şehirde 20 yıldır çöp toplanmıyor. Belediye hizmetleri, devletin hizmetleri tamamen sıkıntıya girmiş. 50 yıldır da iç savaş olduğu için, şehirde binaların yüzde 95’i hasarlı. Resmi binalar, iş yerleri, evler bütün binalarda kurşun izleri var. Binalar ciddi manada hasarlar görmüş, ya tamamen çökmüş, ya bir kısmı yıkılmış. İnsanlar bu binaların içerisinde, enkazın altında hayatlarını riske ederek yaşamaya çalışıyorlar.
Şehrin mutlaka temizlenmesi lazımdı. Bununla alakalı olarak 80’e yakın iş makinesi alındı. Bu iş makinaları kısa bir süre sonra Somali’ye gemilerle götürülecek ve şehir yeniden yaşanılabilir bir şehir haline getirilecek. Şehir o hayalet görüntüsünden kurtulacak. İnsanların yaşamlarını kolaylaştıracağımızı düşünüyoruz.
Yine İBB olarak oraya alt yapı malzemeleri üreten, bordur, kilit taşıdır efendim diğer alt yapı elamanları üreteceğimiz bir fabrika kuracağız ve bizim projelerimizle üretilen malzemeler kullanılacak. Ama devletin birçok kurumunun orada çok ciddi bir projeleri var. STK’ların çok ciddi projeleri var. Onlar da inşaat malzemeleri konusunda çok ciddi sıkıntı çekiyorlar. Bizim kendilerine sağlayacağımız makine ve ürettiğimiz malzeme desteğiyle rahatlamış olacaklar. Bu İBB’nin ve Kızılay’ın ortak projesidir. Bu projeyle Somali’yi ve özellikle de Mogadişu’yu yaşanılabilir şehir haline getirmek, o hayalet şehir görüntüsünden kurtarmak istiyoruz.
on5yirmi5
2004 yılından bu yana, Başkan Kadir Topbaş’ın talimatıyla neredeyse gitmediği afet bölgesi kalmamış. İsmail Hakkı Turunç, 60 yaşında olmasına rağmen büyük bir dinamizm ve duyarlılıkla, neredeyse her hafta bir afet bölgesine gidiyor, yaptıkları çalışmaları kontrol ediyor veya yeni yardımları organize ediyor.
“Bu yaşınızda nasıl bu kadar enerjik olabiliyorsunuz” diye sorduğumda bana verdiği cevap ise “Ahirete götürecek başka neyimiz var ki” diyerek bu çalışmaları aslında sadece bir Müslüman’a has olabilecek bir bilinçle yaptığını gösteren ibretlik bir cevap veriyor.
BİR TORBA ERZAĞA HRİSTİYAN OLUYORLAR
Afrika kıtasında yüzyılın başında çok yoğun bir Müslüman nüfus vardı. Ama oradaki misyonerlik çalışmaları sonucu şu anda Müslüman nüfus giderek azalmış durumda. Hem devletin, hem İBB’nin hem de İHH ve diğer STK’ların yardım çalışmalarıyla bu misyonerlik faaliyetlerinin biraz olsun önü kesiliyor sanırım…
Tabi burada insanların özgürce inançlarını yaşayacağı, hiçbir inancın başka bir inanç üzerinde baskı kurmayacağı ve kurmaması gerektiği konusunda bir mantığı ortaya koymak lazım. Ancak Türkiye’nin olmadığı efendim Türk insanının olmadığı yerlerde bu mantık terse işletilmiş. Oradaki insanlar batılı egemenler güçler tarafından sömürülmek suretiyle zaten aç fakir ve perişan bir halde bırakılmış. Düşürüldükleri bu durumdan da istifade eder bir mantıkla da, bir torba erzak verip, “dininizi de değiştirin, bizim dinimize geçin” gibi telkinatlar da falan bulunuyorlar. Bu çok çirkin bir şey…
İnsanların sadece ekonomik güçlerini değil, efendim inançlarını da sömürmüşler. Söylediğiniz gibi 19. yüzyılın başında Müslüman oran yüzde 59 iken şu anda yüzde 27’lere düşmüş. Bu tabi bir insanlık ayıbı ve insanlık suçudur. Batının çirkin yüzü Afrika’da çok ön planda. Bir torba erzağa veya küçük bir yardıma, bir elbiseye, bir tişörte, bir ayakkabıya maalesef insanlar inançlarını değiştirebiliyorlar.
Biz tabi insanların özgürce yaşadığı, kendi kaynaklarını kullandığı, hayat standartlarının yükseldiği bir ülke olmalarını arzu ediyoruz. Hangi ülkeye gidersek gidelim, hiçbir zaman Batılılar gibi ne inanç, ne siyasi, ne kültürel açıdan baskımız olmaz. Çünkü biz gönüllere hitap ediyoruz. Vermiş olduğumuz bir torba erzakla da kimsenin dinini imanını baskı yaparak değiştirmeyi düşünmüyoruz. Bunun da doğru olmadığını düşünüyoruz. Gönül kazanmanın ve gönüle girmenin yolu ve yöntemi de bizim düşündüğümüz manadadır diye düşünüyorum.
2004’ün 26 Aralık’ında Endonezya’da bir deprem ve Sumatra adasında tsunami oldu. Akabinde burada çok ciddi insan ve mal kaybı vardı. Sayın Başkanımız hemen bizim oraya gitmemizi istedi ve 26 kişilik bir ekiple gittik. Ve uzun süre orda kaldık. Afet bölgesinde diğer sivil toplum kuruluşlarımız ve devletin kurumları gibi milletimizi temsilen, İBB’yi temsilen orda çok ciddi çalışmalar yapıldı. Oradaki insanların takdir ve teşekkürlerini alarak ülkemize döndük. İlk başlangıç öyle oldu. Bir yıl sonra Keşmir’de bir deprem oldu.
Hatırlayabildiğim kadarıyla orada da 80 bin kişi hayatını kaybetmişti. Yine sayın başkanımız talimat verdi ve yine oraya ciddi bir ekiple gittik. Buradan yardım malzemelerini tırlarla, kargo uçaklarıyla götürdük.
Keşmir’de burada iki okulun çelik konstrüksiyonlu, statik hesaplarına göre 9,5 şiddetindeki depreme dayanıklı, içinde kimya ve bilgisayar laboratuvarları da olan 28’er derslikli iki okul yaptık. Okullardan birine Akşemşettin, birine de Fatih Sultan Mehmet ismini verdik gittik. Okulların açılışını da yaptık. Tabi çok müthiş bir şeydi. Tahayyül edemedikleri, beklemedikleri güzellikte, kalitede, donanımda okullar oldu.
Bundan takribi 2 yıl kadar önce yine bir sel felaketi oldu Pakistan’da. Sel ülkenin kuzeyinden başladı, 1600 km. bir mesafeden sonra Hint Okyanusu’na kadar ulaştı. Bu kez ağır tahribat ülkenin ortasındaki Pencap eyaletindeydi. Yine Sayın Başkanımızın talimatıyla Pencap’a gittik. İtfaiyeden, İETT’den, İSKİ’den, lojistikten mühendis arkadaşlarımız vardı. Bir hayli kalabalık bir grupla oraya gittik. Burada da diğer bölgelerde olduğu dönüşümlü olarak ekiplerimizi değiştirdik. Bölgenin şartları çok olumsuzdu. Selde ciddi hasar görmüş bir hastaneyi restore ettik ve işletmeye açtık, içini tıbbi malzemelerle donattık. Onlarca evi tamir ettik onlarca evi sıfırdan yaptık. Okulları, camileri, medreseleri restore ettik, çöken yolları yaptık.
Çalıştığımız bölgelerde çok ciddi su birikintileri vardı. Biz ordayken çocuklar ve gençler su birikintilerinde değişik nedenlerle boğularak hayatlarını kaybetmişti. Çok ciddi bir riskti. Basire denilen bir bölgeydi. Suları tahliye ettik, yollar çökmüştü, kanallar yaptık. Çok ciddi manada yardım malzemeleri götürdük. Sanırım 93 – 94 tır yardım malzemesi geldi.
HABEŞ KRALI NECAŞİ’NİN KÖYÜNE SU GÖTÜRDÜK
Bu arada 2006 yılında başladığımız çalışmalarla Etiyopya’da 42 tane derin su kuyusu açtık. İlk açtığımız kuyu Eritre sınırına 120 km mesafedeydi. İslam tarihinde de çok önemli yeri olan Habeş Kralı Necaşi’nin ve ilk hicret eden 12 sahabenin kabrinin bulunduğu köyde su problemi vardı. Sayın Başkanımızın konuyla ilgili haberi oldu ve bize talimat verdi. Birkaç ay içerisinde burada sondaj makinesi hazırladık ve gemiye yükledik. Cibuti’ye, oradan da Etiyopya’nın içerisine 4 ayda ancak getirebildik. O köyde 3 bin- 3 bin 500 kişi yaşıyordu.
Köye 10-12 km uzakta çok sert zeminli, kayalık bir yerde 246 metrede su bulduk. İlk açtığımız kuyu oydu ve günde 170 ton su çıkıyordu. Yani köyün ihtiyacını çok rahat karşılayacak bir debisi vardı. Etiyopya ve Afrika’nın diğer ülkeleri yeraltı suları bakımından dünyanın en zengin yerleri. Ancak iki noktada sıkıntıları var. Teknolojik açıdan yetersizler ve maddi açıdan sıkıntıları var.
Çalışmalarımız tabi yalnızca Etiyopya’yla sınırlı değildi. İşte Cibuti’de, Kenya’da, Sudan’da, Senegal’de, Nijerya’da da çalışmalarımız oldu. En son 5-6 aydır Somali’de başladığımız çalışmalarımız devam ediyor.
Ayrıca yurtdışında Balkanlar’da çalışmalarımız oldu. Bir yıl geçti Japonya’da deprem sonrası bir nükleer facia ve tsunami yaşandı. Türkiye’den İBB olarak nasıl katkı sunabiliriz diye Japonya’ya da gittik. Tabi biz Pakistan’daki sel felaketiyle uğraşırken, Japonya’ya aniden gidemediğimiz için Sayın Başkan oraya da gitmemizi arzu etti. Gittiğimiz bir bölge de Haiti oldu. Burada da 222 bin kişi ölmüştü. Yani dünyanın neresinde bir felaket bir problem olursa bir sıkıntı olursa Sayın Başkanın talimatıyla gidiyoruz. Bu konuda Büyükşehir Belediyesi’ndeki tüm arkadaşlarımızın ciddi manada birikimleri tecrübeleri var. Başkanımızın da bu konuda duyarlılığı ve hassasiyeti çok üst noktada.
Somali’ye de sanırım geçen Ramazan ayından 10-12 gün kadar önce gitmemiz istenmişti. Gittiğimizde Somali de ciddi manada sıkıntılar vardı. 650 bin insan yaklaşık 600 km çoluk çocuk yürüyerek, yanlarında birer koyun, keçi veya bir büyükbaş hayvanla, taşıyabilecekleri mallarını da yanlarına alarak Kenya’nın 80 km içerisindeki Dadap’taki IFO kamplarına göç etmişlerdi. Bu kamplardaki 650 bin insan çok olumsuz koşullarda yaşıyordu. Bunların 200 bini 1991 göçünde gelip yerleşen insanlardı. Geri kalanlar da son bir yıldır yine Somali’deki iç savaştan ve kuraklıktan kaynaklanan yaşam koşullarının zorluğundan göç eden insanlardı. İnsanlar hiçbir şey üretmiyor, o gün bir şey verirseniz yiyorlar, bir şey vermezlerse aç yatıyorlardı. Hep yardım kamyonlarını ve yardım kuruluşlarının gelmesini bekliyorlar. Binlerce insan bir şey dağıttığınızda kuyruğa giriyor. O olumsuz şartların içersinde hayat en çok yaşlıları ve bebekleri etkiler. Biz oraya gittiğimizde istatistiki rakamlara göre saatte 5-6 çocuğun ölümü gerçekleşiyordu.
Oraya ciddi manada yiyecek ve sağlık yardımı sağladık, giyecek konusunda yardımcı olduk. Barınak konusunda yardımcı olduk. Efendim işte evlenemeyen gençler vardı, gençleri evlendirdik. Binlerce keçi dağıttık. BM kampının yakınında yeni yerleşim alanında bir cami yaptık. Ramazan’da gittiğimizde her gün 8 bin kişiye iftar yemeği iftar yemeği çıkardık. Yüzlerce deve ve küçükbaş hayvan kesmek suretiyle bunların etlerini dağıttık. Bir meslek sınıfı yaptık, bir sağlık ocağı yaptık. Beş veya altı sınıflık medreseler yaptık. Buradaki hayırsever insanların bizler vasıtasıyla ulaştırdığı sadakaları, zekâtları filtreleri dağıttık. Dadap’taki aşevi faaliyeti hala devam ediyor. 1,5 yıl kadar her gün orada binlerce insana yemek çıkacak.
İBB MOGADİŞU’DA FABRİKA KURACAK
Mogadişu’da ise Kızılay’la ortak bir projemiz çerçevesinde 5 aydır şehrin temizliğiyle alakalı çalışıyoruz. Şehirde 20 yıldır çöp toplanmıyor. Belediye hizmetleri, devletin hizmetleri tamamen sıkıntıya girmiş. 50 yıldır da iç savaş olduğu için, şehirde binaların yüzde 95’i hasarlı. Resmi binalar, iş yerleri, evler bütün binalarda kurşun izleri var. Binalar ciddi manada hasarlar görmüş, ya tamamen çökmüş, ya bir kısmı yıkılmış. İnsanlar bu binaların içerisinde, enkazın altında hayatlarını riske ederek yaşamaya çalışıyorlar.
Şehrin mutlaka temizlenmesi lazımdı. Bununla alakalı olarak 80’e yakın iş makinesi alındı. Bu iş makinaları kısa bir süre sonra Somali’ye gemilerle götürülecek ve şehir yeniden yaşanılabilir bir şehir haline getirilecek. Şehir o hayalet görüntüsünden kurtulacak. İnsanların yaşamlarını kolaylaştıracağımızı düşünüyoruz.
Yine İBB olarak oraya alt yapı malzemeleri üreten, bordur, kilit taşıdır efendim diğer alt yapı elamanları üreteceğimiz bir fabrika kuracağız ve bizim projelerimizle üretilen malzemeler kullanılacak. Ama devletin birçok kurumunun orada çok ciddi bir projeleri var. STK’ların çok ciddi projeleri var. Onlar da inşaat malzemeleri konusunda çok ciddi sıkıntı çekiyorlar. Bizim kendilerine sağlayacağımız makine ve ürettiğimiz malzeme desteğiyle rahatlamış olacaklar. Bu İBB’nin ve Kızılay’ın ortak projesidir. Bu projeyle Somali’yi ve özellikle de Mogadişu’yu yaşanılabilir şehir haline getirmek, o hayalet şehir görüntüsünden kurtarmak istiyoruz.
on5yirmi5