Hoca`nın meşhur fıkralarından bazıları
Nasreddin Hoca henüz pek genç ve talebe iken, arkadaşları hocalarının kuzusunu kesip yemişler ve Nasreddin Hoca da bu işe gülmesiyle iştirak etmiş. Hocaları işin farkına varınca tahkikata girişmiş; falan kesti, falan yüzdü demişler. Nasreddin`i sormuş; o da bu işe yalnız güldü, cevabını vermişler. Bunun üzerine hocaları beddua edip; kesen kesilsin, yüzen yüzülsün, demiş ve Nasreddin için de dünya durdukça ona da gülsünler, demiş. Gûya dedikleri olmuş. Bu, bir halk efsanesidir. Fakat şu var ki, hocalarının son bedduası yerini bulmamıştır; çünkü, Nasreddin Hoca hiçbir vakit gülünç bir şahsiyet olmamış; bilâkis o, filozof kavrayışı ile dünya işlerine ve topyekûn dünyaya gülmüştür.
Bir gün Hoca Nasreddin merhum vaaz için camide kürsüye çıkıp cemaate:
- Ey müminler, ben size ne diyeceğim biliyor musunuz? dedi.
Cemaat hep bir ağızdan cevap verdi:
- Hayır hocam.
- Eh, siz bilmeyince ben ne söyleyeyim.
Hoca papuçlarını giyip çıktı gitti.
Ertesi gün gene kürsüye çıkıp cemaate sordu:
- Ey cemaat, ben size ne diyeceğim biliyor musunuz?
Hazır bulunanlar şöyle cevap verdiler:
- Biliyoruz hocam.
Hoca:
- Mademki biliyorsunuz ben niye tekrar edeyim?
Papuçlarını yakalayınca camiyi terk etti.
Başka bir gün gene kürsüye oturan Hoca, halka aynı suali tekrar etti. Cemaat, evvelce aralarında verdikleri karar üzerine şöyle cevap verdiler:
- Kimimiz biliyoruz, kimimiz bilmiyoruz.
Merhum da onlara şu tavsiyede bulundu:
- Öyleyse; bilenleriniz bilmeyenlerinize öğretsinler.
Ve gene papuçlarını yakalayıp camiden çıktı.
Bir gün Hoca`nın bahçesine bir öküz girip biraz tahribat yapmış, bunu gören Hoca öküzü dövmek için üzerine koşmuşsa da hayvan kaçtığından yetişememiş.
Gel zaman git zaman, bir gün bakmış ki, bu öküz bir arabaya koşulmuş gidiyor; hemen bir sopa yakalayıp yetişerek öküze birkaç tane yapıştırmış. Bunu gören araba sahibi işe müdahale etmiş ve sormuş:
- Ne oluyorsun yahu, benim öküzümden ne istiyorsun?
Hoca, herifi şöyle terslemiş:
- Sen halt etme cahil adam, o kabahitini bilir.
Hoca bir gün mezarlıktan geçerken bir köpeğin bir mezara terslediğini görmüş ve eline bir değnek alıp dövmeye kalkmış. Fakat bakmış ki, köpek zorlu, üzerine atılıyor. Bir kenara çekilmiş ve izzetü ikram ile ona yol göstererek:
- Geç yiğidim geç, demiş.
Hoca bir gün komşusundan bir kazan alır, işini gördükten sonra içine bir tencere koyup götürür. Komşusu sorar:
- Hocam, bu kazanın içindeki ne?
- Yavrusu, kazan doğurdu da...
Herif, peki deyip tencereyi kabullenir. Gel zaman git zaman, bir gün Hoca gene kazanı ister ve alır, fakat iade etmez. Komşu birkaç gün sonra gelip de kazanı isteyince:
- Sen sağ ol kardeşim, der. Kazan merhum oldu.
- Yahu kazan dediğin ölür mü hiç?
- A birader, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne inanmaz mısın?
Bir gün komşusu Hoca`dan çamaşır ipini ister.
Hoca içeri girip çıkarak:
- Azizim, der, ipe un sermişler.
- A Hoca, hiç ipe un serilir mi?
- Canım, vermeye gönlüm olmayınca serilir, der.
Hoca`nın buzağısı bir gün sağa sola koşmaya ve Hoca da arkasından tutmak için koştukça kaçmaya başlamış. Hoca pek kızmış ve eline bir sopa alıp ahırdaki öküzünü dövmüş. Kendisine öküzü niye dövdüğünü, suçunun ne olduğunu sormuşlar:
- Siz anlamazsınız, suç hep onundur. Çünkü o öğretmezse dünkü buzağı bu halleri ne bilir? demiş.
Hoca bir gün karısına kızarak kilerdeki küpün arkasına gidip yatar. Kızı bir şey almaya gelip de babasını orada görünce sorar:
- Babacığım, burada neylersin?
Hoca üzgün üzgün cevap verir:
- Ananın elinden artık şu gurbet ellerde olsam gerek kızım, der.
Hoca bir gün hafiften rahatsızlanır. Komşu kadınlar ziyaretine gidip hatır sorarlar ve takılırlar:
- Hoca efendi geçmiş olsun, inşallah geçer. Fakat, olur ya vefat edersen mateminde ne diye söyleyip ağlayalım.
Hoca cevap verir:
- Kadınların sohbetine hiç doyamazdı deyip ağlayın, der.
Hoca`yı bir ziyafete çağırmışlar, o da her günkü eski elbisesiyle gitmiş, pek itibar göstermemişler. Kızmış, hemen evine gidip yeni kürkünü giyerek gelmiş, bu sefer pek ikram göstermişler. Bir aralık Hoca, kürkünün ucunu yemek sahanına yaklaştırıp:
- Buyur kürküm! deyince sormuşlar:
- Hoca ne yapıyorsun?
Cevap vermiş:
- Ne yapacağım? Görüyorum ki ikram bana değil, kürkedir. Bari yemeği de o yesin, demiş.
Bir gün, bir tanıdığı gelip Hoca`dan bir iş için eşeğini ister. Hoca:
- Dur, bir defa kendisine sorayım. diye içeri girip biraz durduktan sonra çıkar ve şu cevabı verir:
- Dostum, eşek razı değil. Diyor ki, beni ellere verme. Hem beni döverler, hem de senin avradına söverler.
Hoca bir gün eşeğini kaybetmiş, ararmış. Rastgeldiği bir adam görüp görmediğini sormuş, herif gûya latife olsun diye:
- Gördüm, demiş. Filân yerde kadı olmuş.
Hoca şöyle bir düşünmüş:
- Gerçek söylersin, demiş. Çünkü, ben bizim çömeze ders verirken kulaklarını dikip dikkatle dinlerdi, demiş.
Bir gün komşusu gelip Hoca`dan eşeğini ister. Hoca:
- Evde yoktur. der. Fakat tesadüfen eşek de içeriden anırır. Bunun üzerine herif darılır ve:
- Aşkolsun, der, eşek içeride de bana vermiyorsun. deyince Hoca şu cevabı verir:
- Allah Allah, yoktur dedik a. Ak sakalımla benim sözüme inanmıyorsun da eşeğin sözüne inanıyorsun yahu.
Hoca bir gün karısına, ölmüş adam neresinden bellidir? diye sormuş, karısı da ölünün eli ayağı soğur demiş. Hoca bir kış günü ormanda odun keserken eli ayağı üşüyünce; ben öldüm, deyip bir kenara uzanmış. Biraz sonra kurtlar gelip ileride ağaca bağlı eşeğini yemeye başlamışlar. Hoca`nın çenesi durur mu? Bu hale bakmış, bakmış da:
- Yiyin bakalım, yiyin! Buldunuz ya sahibi ölmüş eşeği, demiş.
Hoca eşeğini satacakmış. Güzelce bir tımar edip yola düzülmüş. Fakat yolda kuyruğuna çamur bulaşmış. Hoca da kuyruğunu kesip heybeye atmış. Pazarda eşeğe bir talip çıkmış ama, kuyruksuz olduğunu görünce:
- Neye yarar, kuyruğu yok. demiş ve fakat Hoca hemen cevap vermiş:
- Sen hele alıcı ol. Yoksa kuyruk yabanda değil, demiş.
Hoca bir yerde kadı bulunuyor. İki adam gelip, biri, ötekinin kulağını ısırdığından şikâyet eder, öteki ise bilâkis müştekinin kendi kendinin kulağını ısırdığını söyler. Bunun üzerine, Hoca hüküm vermek için biraz sonra gelmelerini rica eder. Gelişte ne görsünler! Hoca`nın başı, gözü sarılı. Bunlara davalarını tekrar ettirir ve tam maznunun kendi kendini ısırdı diye müdafaasına gelince:
- Behey Müslüman! İnsan kendi kendinin kulağını ısıramaz. Hattâ böyle bir şeye teşebbüs etse düşüp başı bile yarılır. diye bağırır.
Hoca bir gece yatarken sokakta bir kavga olduğunu işitip karısına mumu yakmasını söyler. O ise rahat rahat uyumasını tavsiye ederse de dinlemez. Hava soğuk olduğundan yorganı sırtına alarak sokağa fırlar. O kargaşalıkta birisi yorganı çektiği gibi kaçar ve artık zaten tavsamış olan kavga da mayna olur. Hoca titreye titreye eve dönünce karısı sorar:
- Neymiş Hoca? Kavga neyin üzerine imiş?
Hoca kötü kötü cevap verir:
- Nolsa gerek karıcığım! Kavga bizim yorganın üstüne imiş. Onun başını yedi ve tamam oldu, der.
Bir gün karısı Hoca`nın kaftanını yıkayıp kurusun diye gererek bahçeye asmış. Hoca gece gelmiş ve bu kaftan Hoca`ya kollarını açmış bir adam vaziyetinde gözükmüş olacak ki, okunu alarak atmış ve elbiseyi delmiş. Bundan sonra kapıları da muhkemce kapatarak yatmış. Bir de sabah olmuş ve bahçeye çıkmış ki ne görsün? Gece adam zanniyle deldiği şey kendi kaftanıdır. Hemen feryada başlamış ve:
- Allah`a bin şükür ki demiş, içinde ben yoktum. Yoksa çoktan ölürdüm.
Bir gün mollaları arkada, Hoca da eşeği ile önde bir yere gidiyorlarmış. Hoca arkasını mollalara çevirerek eşeğe ters binmiş. Mollaları sormuşlar:
- Canım Hocam, neden eşeğe ters binersin?
Hoca şu cevabı vermiş:
- Siz önde yürüseniz Hocanız arkada kalırdı. Halbuki ben eşeğe düz binip önde gitsem siz arkama düşeceksiniz. İyisi mi böyle hem önde giderim, hem de siz gerime düşmezsiniz, demiş.
Bir gün Hoca`nın oğluna bir patlıcan gösterip:
- Bu nedir? diye sormuşlar, o da:
- Gözü açılmadık sığırcık yavrusudur. demiş.
Bunu, gülerek Hoca`ya anlatmışlar, o da:
- Bak bu bizim oğlanın kendi irfanıdır, yoksa vallahi ben öğretmedim, demiş.