Murat Mercan
Paylaşımcı
- Katılım
- 18 Ağu 2009
- Mesajlar
- 127
- Tepkime puanı
- 9
- Puanları
- 0
Çağırıyorum… Dünyanın bütün doktorlarını, mütehassıslarını, uzmanlarını bilumum isimlerinin önü ünvanlarla kalabalık proflarını yardıma çağırıyorum… Kendilerine basit ama şimdiye dek yanıtını bulamadığım bir soru soracağım… Bileni Nobel ödülüne buradan aday göstereceğimi ilan ediyorum…
Sorum şu: bir insan her gün bulgur pilavı yediği halde nasıl olur da bıkmaz? Her defasında nasıl olur da ilk defa yiyormuş gibi haz duyar? Yan sorularım ise şunlar: her gün bulgur yemenin zararı ya da herhangi bir yan etkisi var mıdır? Yemek borumda hissettiğim tıkanıklıkla bir alakası olabilir mi?
Sorumun Ekonomistleri ilgilendiren yanı şu: bir yıl içerisinde tükettiğim yaklaşık 5 ton bulgurun ülke ekonomisi açısından kıymeti harbiyesi nedir? İstatistik tablolarında kendisine nerede yer bulur? Ülkenin buğday ithalatındaki etkisi nedir?
Bir soru da psikologlara: şu zehir gibi zekama bulgurun olumlu bir etkisi olmuş mudur? Bir de şu vurdumduymaz, her dem neşeli haleti ruhiyemi bulgura mı borçluyum? Bulgurla birlikte çok ayran içtiğim için mi bana ayran gönüllü diyorlar?
Bulgursever olduğumu bilen bir arkadaşım geçenlerde güzel bir öneri ortaya attı… Dedi ki, “kadınların nasıl altın günleri var, biz de hafta da bir bulgur günü yapalım…” bu öneriyi çok tuttum… yakında bulgurseverlerden oluşan bir takım kurmayı da öngörüyoruz… rakiplerimiz ise pirinçseverler olacak… (şimdi düşündüm de aslında dünyada bulgurseverler olarak azınlıkta sayılırız… karşımızda koca Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri, bir de bizim Amasya’nın Çeltik ilçesinin pirinç ekimi yapan gariban köylüleri var…)
Bulgursever-pirinçsever kutuplaşmasının dünya siyasi tarihinde yeni bir çatışmanın temelini oluşturacağından da endişelenmiyor değilim… Düşünsenize bizim ailede bile bu ayrışma ve çatışma var… Babam ve 3 kardeşim pirinçsever iken ben ve annem bulgurseveriz… bulgur pilavı yapıldığında onlar protesto edip yemiyorlar, pirinç pilavı yapıldığında ise biz yemiyoruz… yakında savaş baltalarını çıkarmasak iyidir…
Neyse… Dünya ölçeğinde meydana gelebilecek bu çatışma ihtimalini ben yüksek öngörümle önceden haber vereyim de strateji uzmanları, think tank kuruluşları, akademisyenler ne düşünürlerse düşünsünler…
Türk tarihinde de “çok bulgur yemekten” kaynaklandığını düşündüğüm ilginç vakalar az değildir… I. Dünya Savaşının en çetin günlerinde Suriye cephesinde kan gövdeyi götürürken, her gün bir şehir düşman işgaline uğrarken, koca koca ordular inanılmaz bir şekilde eriyip giderken ve cephedeki kumandanlar için olay artık hayat memat meselesi haline gelmişken İstanbul’dan gelen bir telgraf insana kafayı yedirtecek cinstendir… Evet bu kargaşa ve çöküntü halinde İstanbul’daki Harbiye Nezaretinden yani tüm orduların kumanda merkezi olan Savaş Bakanlığından gelen telgraf aslında bir davetiyedir… Nereye mi davet vardır? Söyleyeyim… Suriye Cephesi Kumandanı Alman General Liman Von Sanders başkentte düzenlenecek eğlence ve çuval yarışmasına davet edilmektedir...
İşte benim bir korkum da bundan kaynaklanmakta… ne de olsa tarihten ders almayı bilen (!) bir ceddin torunlarıyız… benim korkum şu: ileride çok önemli olayların içerisinde canhıraş bir şekilde mücadele ederken herhangi bir yerden gönderilen bir davetiyeyle “bulgur günü”ne davet edilirsem ne yapacağım… bulgur aşkına esir olup hayati önemdeki görevleri terk edip davete icabet mi edeceğim? Buna şimdi ben de cevap bulamadım…
Milletin sigarası var terk edemediği, benim ise bulgurum… bilim adamlarına rica ediyorum… Sigarayı bıraktıracak çalışmalar için sarfettikleri zamanın onda birini de bulguru terk ettirecek faaliyetlere vakfetsinler… yoksa benim midem, ülkenin de ekonomisi iflas edecek…
Ama ülke ekonomisine verdiğim zarar nedeniyle vicdan azabı çekmeye başladığımı itiraf etmeliyim… Bu azaptan kurtulmak için bir proje geliştirdim… kendime 50 dönüm tarla alacağım… Bu tarlaya her yıl buğday ekip, bulgurumu buradan tedarik edeceğim… Bulgur için döktüğüm parayla zengin olup apartman diken market sahibi buna çok üzülecek ama ne yapalım, buna bir çare bulmanın zamanı gelmişti artık…
Neyse arkadaşlar… Yazıya daldım… Ocaktaki pişen belki de altı yanan bulguru unuttum… Bulgur günü’nde görüşmek üzere…
Sorum şu: bir insan her gün bulgur pilavı yediği halde nasıl olur da bıkmaz? Her defasında nasıl olur da ilk defa yiyormuş gibi haz duyar? Yan sorularım ise şunlar: her gün bulgur yemenin zararı ya da herhangi bir yan etkisi var mıdır? Yemek borumda hissettiğim tıkanıklıkla bir alakası olabilir mi?
Sorumun Ekonomistleri ilgilendiren yanı şu: bir yıl içerisinde tükettiğim yaklaşık 5 ton bulgurun ülke ekonomisi açısından kıymeti harbiyesi nedir? İstatistik tablolarında kendisine nerede yer bulur? Ülkenin buğday ithalatındaki etkisi nedir?
Bir soru da psikologlara: şu zehir gibi zekama bulgurun olumlu bir etkisi olmuş mudur? Bir de şu vurdumduymaz, her dem neşeli haleti ruhiyemi bulgura mı borçluyum? Bulgurla birlikte çok ayran içtiğim için mi bana ayran gönüllü diyorlar?
Bulgursever olduğumu bilen bir arkadaşım geçenlerde güzel bir öneri ortaya attı… Dedi ki, “kadınların nasıl altın günleri var, biz de hafta da bir bulgur günü yapalım…” bu öneriyi çok tuttum… yakında bulgurseverlerden oluşan bir takım kurmayı da öngörüyoruz… rakiplerimiz ise pirinçseverler olacak… (şimdi düşündüm de aslında dünyada bulgurseverler olarak azınlıkta sayılırız… karşımızda koca Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri, bir de bizim Amasya’nın Çeltik ilçesinin pirinç ekimi yapan gariban köylüleri var…)
Bulgursever-pirinçsever kutuplaşmasının dünya siyasi tarihinde yeni bir çatışmanın temelini oluşturacağından da endişelenmiyor değilim… Düşünsenize bizim ailede bile bu ayrışma ve çatışma var… Babam ve 3 kardeşim pirinçsever iken ben ve annem bulgurseveriz… bulgur pilavı yapıldığında onlar protesto edip yemiyorlar, pirinç pilavı yapıldığında ise biz yemiyoruz… yakında savaş baltalarını çıkarmasak iyidir…
Neyse… Dünya ölçeğinde meydana gelebilecek bu çatışma ihtimalini ben yüksek öngörümle önceden haber vereyim de strateji uzmanları, think tank kuruluşları, akademisyenler ne düşünürlerse düşünsünler…
Türk tarihinde de “çok bulgur yemekten” kaynaklandığını düşündüğüm ilginç vakalar az değildir… I. Dünya Savaşının en çetin günlerinde Suriye cephesinde kan gövdeyi götürürken, her gün bir şehir düşman işgaline uğrarken, koca koca ordular inanılmaz bir şekilde eriyip giderken ve cephedeki kumandanlar için olay artık hayat memat meselesi haline gelmişken İstanbul’dan gelen bir telgraf insana kafayı yedirtecek cinstendir… Evet bu kargaşa ve çöküntü halinde İstanbul’daki Harbiye Nezaretinden yani tüm orduların kumanda merkezi olan Savaş Bakanlığından gelen telgraf aslında bir davetiyedir… Nereye mi davet vardır? Söyleyeyim… Suriye Cephesi Kumandanı Alman General Liman Von Sanders başkentte düzenlenecek eğlence ve çuval yarışmasına davet edilmektedir...
İşte benim bir korkum da bundan kaynaklanmakta… ne de olsa tarihten ders almayı bilen (!) bir ceddin torunlarıyız… benim korkum şu: ileride çok önemli olayların içerisinde canhıraş bir şekilde mücadele ederken herhangi bir yerden gönderilen bir davetiyeyle “bulgur günü”ne davet edilirsem ne yapacağım… bulgur aşkına esir olup hayati önemdeki görevleri terk edip davete icabet mi edeceğim? Buna şimdi ben de cevap bulamadım…
Milletin sigarası var terk edemediği, benim ise bulgurum… bilim adamlarına rica ediyorum… Sigarayı bıraktıracak çalışmalar için sarfettikleri zamanın onda birini de bulguru terk ettirecek faaliyetlere vakfetsinler… yoksa benim midem, ülkenin de ekonomisi iflas edecek…
Ama ülke ekonomisine verdiğim zarar nedeniyle vicdan azabı çekmeye başladığımı itiraf etmeliyim… Bu azaptan kurtulmak için bir proje geliştirdim… kendime 50 dönüm tarla alacağım… Bu tarlaya her yıl buğday ekip, bulgurumu buradan tedarik edeceğim… Bulgur için döktüğüm parayla zengin olup apartman diken market sahibi buna çok üzülecek ama ne yapalım, buna bir çare bulmanın zamanı gelmişti artık…
Neyse arkadaşlar… Yazıya daldım… Ocaktaki pişen belki de altı yanan bulguru unuttum… Bulgur günü’nde görüşmek üzere…