Cengiz Kallek :Müslüman bir tüccar nasıl olmalıdır?

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Müslüman bir tüccar nasıl olmalıdır?


Ticarette karşı tarafı aldatmama esası vardır. Aldatmaya yönelik her şey gayrı ahlaki olarak nitelendirilir. Peki ticarette ahlakın sağlanması noktasında neler yapılabilir?
http://uyelik.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=766381

Nuriye Kayar'ın röportajı
Yenidünya dergisinden Nuriye Kayar, İlahiyatçı Doç. Dr. Cengiz Kallek'le İslam'da ticaret ve ticaret ahlakı üzerine konuştu.
İlk olarak ticaret ahlakı kavramı üzerinde duralım; burada bahsettiğimiz ahlak bireysel bir ahlak mı, yoksa bu genel adı verebilmek için kurumsallaşmış mı olması gerekiyor?
Tabi ikisinin de muhakkak olması gerekir, neticede din, bireyleri şekillendiriyor ama bireyler de bir toplum içinde yaşıyorlar. Dolayısıyla bireysel düzlemde ahlakın mutlakolarakyaşanması mümkün olmayacağı gibi ahlaklı bir toplum içinde ahlaksız bireyler de toplumu dejenere edici, toplumsal yozlaşmayı beraberinde getirici olumsuz roller oynayabilir. O yüzden bunların birbirine paralel olarak gitmesi lazım. Ben hadiseye biraz şöyle bakıyorum; klasik kelanr cılar tarih boyunca tartışmışlard amel imandan bir cüz müdür diye İman esasen tabi bireysel ve soyut bir şey. Dinin yaşanabilir olması için imanın bireysel olmaktan çıkıp toplumsallaşması ve soyut olmaktan çıkıp somutlaşması lazım.
Dolayısıyla imanın toplumsalla ması ve somutlaşması ibadete dc nüşmesi ve o ibadetlerin de toplumsal ibadetler şeklinde yaşamasıyla mümkün olabilir ancak. Yanı kişi namaz kılarsa iman soyut olmaktan çıkıp somuta geçmiş olur ama cemaatle namaz kıldığında aynı zamanda toplumsallaşmıi olur. Zekat verdiğinde, hacca gittğinde keza öyle. Dolayısıyla hadiseye böyle bakarsanız amel imandan bir cüz olur. Dolayısıyla ahlaklı yaşayışta kişinin gerek zihinsel düzlemde gerekse davrnışlarında, toplumla ilişkilerinde somutlaşmış olur. Bu yönüyle ahlaki söylem ve eylemler amel sayılır ve onların da toplumsallaşması ve somutlaşması gerekir. Aksi takdirde Protestan ahlakta olduğu gibi kişilerin kendi içlerinde inanmaları ve onun gereklerini yapmamaları dinin yavaş yavaş ortadan kalkması¬na yol açar. Bizim dinimiz semavi bir din ve böyle bir şeyi kurgulamıyor.
Yani ahlakın dinle alakası var mı diyoruz?
Tabi dinî ahlaktan bahsediyoruz zaten. Seküler toplumlarda bir sosyal ahlaktan bahsederler, orda toplum kendisi ahlaki değerler üretir ve dinden uzaklaştırma gayreti vardır. Ama bizim sözünü ettiğimiz ahlak, dini ahlak. En azından ben sizin sorunuzdan öyle anladım.
Peki dindarlığın ticaret ahlakı üzerindeki etkileri hakkında neler söylersiniz?
Bu söylediklerimizi ticaret hayatı üzerinde uygularsak, neticede kişinin ticari işlemlerinde de ahlaki davranışları benimsemesi ve dolayısıyla bu konuda Hz. Peygamberi rol model olarak alması ve kendisinin de topluma iyi bir örnek olması gerekir. Tabi bunun gerçekleşmesini de salt bireylere bırakmamıştır İslam toplumları. Bugün kamusal alan diye sıkça söz edilen kavramdan hareket edersek, kamusal alanın denetimini gerçekleştirecek kurumlar da kurmuştur.
Ahlakını dinden alan bir toplum olarak bugün ticarette karşılaşılan problemler hakkında neler söylersiniz?
Bilemiyorum spesifik olarak problemler üzerinde konuşmak gerekir mi ama, tabi problemlerin salt ahlaki olup olmadığına bakmak lazım. Bazı problemler kanunidir, kanunlara uymamaktan kaynaklanır, bazıları kanunlara uygun gibi görünür ama ahlaka aykırıdır. Yani kanuni olan her şey ahlaki olmaz. Kanunlara uygun olan bir şey bazen kamusal vicdanı da bireysel vicdanı da rahatsız edebilir. Neticede kanun yapıcılar bazen topluma rağmen yapabilirler o kanunları. Ya yanlış algıladıkları ya toplumu kendi misyonları gereği dönüştürmeye çalıştıkları için. Dolayısıyla şimdi kanuna uygun olduğunu farz ediyorsak, buna rağmen ahlaki olup olmadığını konuşuyorsak bu böyledir; ama hem kanuna aykırı, hem ahlaka aykırı şeylerden bahsediyorsak o tabi daha farklı boyutta değerlendirilmesi gereken bir şey.
Peki ticarette ahlakın sağlanması noktasında neler yapılabilir?
Tabi devletler kanunları yaparlar ama ondan sonra o kanunlara uyup uymamak, herkesin başına bir polis, jandarma, zabıta dikilemeyeceği için, kişilerin vicdanıyla baş başa kalarak, vicdan muhasebesi yaparak uyup uymadıkları ile belirlenecek bir şey. Dolayısıyla kanuna şeklen uygun görünen bazı şeyleri insanlar ahlaka aykırı olarak yapabilirler, karşılarındakini kandırabilirler.
Tabi bu esasen ticareti bir ana mal üzerinde kâr amaçlı meslek edinilmiş tasarruf şeklinde tanımlayacak olursak, ticarette karşı tarafı aldatmama esası vardır. Karşı tarafı aldatmaya yönelik her şeyi biz gayrı ahlaki olarak nitelendiriyoruz. İşte bunun çok boyutu vardır, neticede ölçü ve tartıda hilekârlıktan aldatıcı reklama, malın ayıbını gizlemekten etiket bilgilerinde sahtekârlık yapmaya, vadesinde teslim etmemekten ödemelerde gereksiz yere ödeme imkanı varken temerrüde düşmeye varıncaya kadar ahlaksızlık boyutu sergilenebilir.
Neticede malla fiyatla kaliteyle ilgili yanlış yanıltıcı bilgiler verilmesi, ticaretin karşılıklı rıza esası üzerine oturtulmasını engeller. Hâlbuki İslam ayetlerle net bir şekilde muamelelerin karşılıklı rıza esasına ve adalet hak hukuk üzerine oturtulmasını emrediyor. Zaten adalet denge demek. Ve biz bir ikili ticari işlemde, alım satım işleminde, dengeden bahsettiğimizde değiştirilen bedeller, yani malla para birbirine denk olması lazım ki, bir dengeden, bir adaletten bahsedebilelim. Buna değişim adaleti diyoruz, çok spesifik bir adalet türüdür. Dolayısıyla burada taraflardan biri diğerini herhangi bir şekilde aldatırsa orda denge yani adalet, değişim adaleti sağlanmamış olur, bu da İslam'a aykırıdır. Neticede bir ahlaksızlıktır tabi. Yani evrensel ahlak ilkelerine de aykırı bir şeydir, sadece İslam'a değil.
Bu gayrı ahlaki düzenin oluşma¬sına engel olmakta devlete düşen görevler nedir?
Tabi bu meselenin hem bireysel, hem toplumsal, hem de siyasi boyutu var. Esasen din bireyi değiştirmek ve düzeltmekle işe başlar. Bu, toplumla devam eder. Zaten toplum da kendi idarecilerini seçeceği için, önce birey, toplum ve siyaset uyum içinde olur. Yani bunun gerçekleştirilebilmesi için kişilerin de, toplumun da, devletin de doğrusu laik olmaması lazım. Laisizmin kendine göre bir sosyal ahlakı olabilir ama dediğim gibi, dini ahlaktan bahsediyoruz. Örnek vermek gerekirse bir kişi yirmi dört saatini diyelim ki belli birimlere bölüp, birkaç biriminde sürekli ibadetle, zikirle, tefekkürle meşgul olsa, ama din orda kalsa, sonra sosyal hayatta her türlü ahlaksızlığı yapsa, işte bu bir laik anlayıştır, bunu demek istiyorum. Seküler, dünyaperest bir anlayıştır aslında.
Bizim dini ahlakla ahlaklanmış tacir anlayışımıza göre, o kişinin yirmi dört saatini bu dini ahlakla şekillendirmesi gereklidir. Eğer kişi bu dini ahlakla ahlaklanmışsa o zaman ibadetler günün belli saatlerine, belli zaman dilimlerine hasredilmiş, ondan sonra tamamen din dışı davranışlarla yoğrulmuş bir mesaiden bahsedemeyiz. Toplum için de aynı şey geçerlidir. Hz. Peygamber biliyorsunuz, el-emin diye tanınıyordu. Yani Hz. Peygamber çocukluğunda amcasıyla beraber ticaret yapmaya başlamıştı. Sonra eşinin sermayesiyle ticaretini sürdürdü. Yani kendisi peygamberlikten önce meslekten tacirdi. Ama bir tacir olarak da insan olarak da el-emin yani, güvenilir, dürüst kimse olarak tanınıyordu. Devlette kanunların yanı sıra kurumsal alanda kişilerin davranışlarının ahlaka uygunluğunu bir şekilde denetlemekle mükelleftir. Bunun tabi toplumlara göre çok farklı yöntemleri olmuştur tarih boyunca. Yine değişik yöntemler geliştirilebilir. Bugün mesela ahlak zabıtaları veya ahlak polisi bu işi daha çok yapmaya çalışıyor. Ama dediğimiz gibi herkesin başına da bir ahlak polisi dikmek mümkün değil, dolayısıyla eğitimle olabilecek bir şey bu. Dini ahlaktan bahsettiğimize göre söz konusu eğitimin de dini eğitim olması lazım.
Osmanlı ticaret ahlakı hususunda neler yapmıştı?
Osmanlı'da, öncesinden itibaren kamusal alanda ahlaki davranışları denetleyen bir kuruluş vardır. Hz. Peygamber tarafından bizzat kurulmuştur, "Hisbe teşkilatı". Osmanlı döneminde ihtisab adıyla daha çok kullanılmıştır bu. Bu teşkilat kamusal alanı denetlemiştir. Muhtesip denen kişiler, Kuran'dan kaynaklanan "emri bil mağruf nehyi anil münker", yani iyilikle, güzellikle emretmek ve münker, kötülükten nehyetmek misyonuyla bu görevi yapmıştır. Osmanlı'da ihtisap ağası ve onun altındaki görevliler bu işi yapmıştır. Ve bir yönüyle İntisap, hisbe teşkilatı bir yönüyle başka organlar İslam tarihi boyunca bu görevi yapmışlardır.
Hz. Peygamber bizim için bir rol model olduğuna göre ticaretle uğraşan kim-selerin bir kere o el-emin vasfını taşıması lazım. Yani güvenilir, dürüst tacir olmak gerek. Zaten hadislerde de dürüst tacirler sıddıklar, şehitler ve peygamberlerle beraberdir deniyor.
Bu gün de benzer kuruluşlar kurulabilir. Zaten dediğim gibi bugün de bazıları var, yani diyanet teşkilatı, polis, bir takım kamu kuruluşları, meslek örgütleri vs. bugün artık bu görevi kendi aralarında paylaşmışlar herkes işini yapmaya çalışıyor. Ama devletin tabi bunları denetlemesi, zaman zaman belki yönlendirmesi gerekebilir. Günümüzde artık delegülasyon denen, yani devletin düzenlemesi dışında bu işleri derneklere, sivil toplum kuruluşlarına bırakan, onların öz, oto-denetimini sağlamasını esas alan bir yapılanmaya doğru gidiyoruz. Zaten aslında hisbe teşkilatı da İslam tarihinde devlet tarafından tayin edilmiş ama neticede bir yönüyle bir sivil toplum kuruluşu sayılabilecek bir yapılanmaya sahipti. Esnaf ve zanaatkarlar kendi temsilcilerini bu teşkilata katıyorlardı, o yönüyle de bir oto-denetim sağlamış oluyordu. Bugün de İslam tarihinde benzerleri olan bir takım uygulamalar var.
O halde bu Peygamberimizin (s.a.v.) iş ahlakıydı diyebilir miyiz?
Hz. Peygamber biliyorsunuz, el-emin diye tanınıyordu. Yani Hz. Peygamber çocukluğunda amcasıyla beraber ticaret yapmaya başlamıştı. Sonra eşinin sermayesiyle ticaretini sürdürdü. Yani kendisi peygamberlikten önce meslekten tacirdi. Ama bir tacir olarak da insan olarak da el-emin yani, güvenilir, dürüst kimse olarak tanınıyordu.
Bugün Hz. Peygamber bizim için bir rol model oldu¬ğuna göre ticaretle uğraşan kimselerin bir kere o el-emin vasfını taşıması lazım. Yani güvenilir, dürüst tacir... Zaten hadislerde de dürüst tacirler sıddıklar, şehitler ve peygamberlerle beraberdir deniyor. Dolayısıyla birinci vasfının o olması lazım. Yani karşılıklı güven ve istikrarın olmadığı toplumlarda siyasi istikrar da olmaz. O toplumların gelişmesi, kalkınması, huzur içinde yaşaması mümkün olmaz.
Modern hayatta bu bahsettiğimiz ahlak bizi karşılar mı yoksa bugün için yeni bir iş ahlakı mı oluşturmak gerekiyor?
Mecelleye de yansıyan bir kanun vardır, zaman ve mekânın değişimiyle ahkam değişir diye. Hükümler değişebildiği gibi, ahlaki anlayışlar da kısmen de olsa değişebiliyor, yorumları değişebiliyor. Adabı muaşeret değişebiliyor ama özü değişmiyor neticede. Özü itibariyle Hz. Peygamber'den bugüne İslam ahlakından anlaşılan şeyin bugüne de muhakkak hitap ettiğini söyleyebiliriz. Ama bugün tabi ticaret kendi içinde çok değiştiği için, o değişikliğe paralel olarak bir takım yeni ahlaki değerler de muhakkak koymak lazım.Yani artık ticaret günümüzde tamamen sanal hale gelmeye başladı, yani sanal alemin kendi ahlaki ilkelerini de koymak gerekiyor. O yüzden bilişim suçları vs gibi yeni suçlar ve bilişim denetimi sağlayan, ahlaki denetim yapan birimler oluşmaya başlandı. Bunun karşılığını biz geleneksel İslam ahlakında göremeyiz ama netice itibariyle bu bir şekil değişimidir, ahlakın özünü alıp buraya da uygulamanız mümkün, çok kolay bir şekilde.
Bugün değişen ticaret alternatifleriyle de birlikte düşünürsek, İslami referanslı bir iş ahlakı geliştirme çabası var mı?
Bütün dünyada var aslında. Pozitif hukuk ahlakı dışlamıştır. Bunun için meslek ilkeleri ile kanunların boşluğunu pozitif hukuku uygulayan milletler doldurmaya çalıştılar ama olmadı. Çünkü din de hayatın dışına itildi veya vicdanlara hapsedildi. Halbuki bizim fıkıh dediğimiz hayatın tamamını düzenleyen disiplinde ahlak da mündemiç idi. Yani pozitif hukukun emir ve yasaklarını fıkıhta ef'al-i mükellefini bir skala halinde düşünürseniz, haramlar ve farzlar karşılıyor diyelim bir anlamda ama mübah, mekruh, mendup türü kategoriler ahlaka karşılık geliyor aslında. Ama biz de hukuk sistemlerimizi tamamen batıdan aldığımız, laisize ettiğimiz için, biz de doğal olarak ahlakı dışarıda bıraktık. Ve hukuk kişilerin ahlaklı olmasını sağlayamadı.
Eğitimimiz de laik. Biz ilkokuldan itibaren seküler ilimler tasnifine göre kafamız şekillendirilerek yetiştiriliyoruz. Klasik İslami ilimler tasnifiyle bugün tabi olduğumuz ilimler tasnifi çok farklı. Dolayısıyla bugün ilahiyat fakültesi programlarına bile bakın, İslam hukuku vardır, İslam ibadet esasları vardır, ahlak ilkeleri vardır; birbirinden kopartılarak ayrı dersler halinde okutulur. İlköğretimde okutulan din kültürü ahlak bilgisi dersleri de dini ahlakı doğrudan karşılamaz. Dolayısıyla, tekrar başa dönersek, bu pozitif hukukun açığını kapatmak için, bütün dünyada meslek ahlakı, iş ahlakı, piyasa ahlakı türü çalışmalar yoğunlaşmaya başladı. Bunlar gerek şirket içi eğitimlerde gerekse üniversitelerde ders olarak konmaya başlandı ve bir literatür oluşuyor. Dolayısıyla biz de hep batıyı arkadan takip ettiğimiz için, burada da geriden takip ederek şimdi iş ahlakı, meslek ahlakı, çalışma ahlakı türü şeyleri yazıp çizmeye başladık.
Yenidünya
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
Borcunu ödesin, vergide hırsızlık yapmasın
 
Üst