Çöpte Dostoyevski Buldum

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0

Eski zamanlarda, Çinliler kızdıkları insanlara ‘ilginç zamanlarda yaşayasın ‘derlermiş.Anlaşılan bizlere de pek kızmışlar ki ilginç zamanların kralını yaşıyoruz !İlginçliği bir yana ,ellerimizle bozduğumuz hayli kirli zamanlarda bakir kalmış hikayeler peşindeyiz.Kimimiz modernizmin entrikalı ,bol aksiyonlu ve hazzı tavanda yaşanmışlıklarını tercih ederken,bir kısmımız da teknolojinin anlatamadığı numunelik gerçekleri arıyor.


’’Düşünün,tanımasak eksilmeyeceğimiz ,öğrenmesek bize bir şey kaybet irmeyecek ne kadar lüzumsuz insan tipi ile tanışıyoruz;hiçbir işimize yaramayacak ne kadar çok hikayeden haberdarız’’ Münire Daniş


Ve aslında bilsek ,hiç de pişman olmayacağımız erdeme,hakikate dair hikayelerde var bir yerlerde .Mesela Denizli’de tavukları üşümesin diye onlara ceket ören teyzem ya da Avustralya‘da üstlerine bulaşan petrollerdeki toksinleri yiyip ölmesinler diye 109 yaşında onlara kazaklar ören amcam,yolda arabasını durdurup karşıdan karşıya geçmekte zorlanan yaşlı birine yardım eden kadın,hepi topu bir ineğinden başka geçim kaynağı olmayan yaşlı bir kadının her ay sattığı sütlerle bir yetime sponsor olması,iki patik örüp gelen başka bir kadının elinden gelenin sadece bu olduğunu söyleyerek ihtiyaç sahiplerine yardım etmek istemesi,dışarıda donmak üzere olan çocukları camiye alıp yedirip içiren sonra da üstlerini örtüp uyutan Cami imamı ve diğerleri….Hayatta hep bize dayatılan kötü şeyler olmuyor.Sadece, biraz insan olmaya dair hikayelerin peşine düşmemiz lazım !


Mutlu son ,dürüst ve erdemli insanların olacaktır. Hud 49


Gelelim kahramanımıza.

Nefes aldığı dünyada başına gelen tüm zorluklara rağmen yılmadan mücadelesini vermiş bir gencin hikayesi yaklaşık 5 senelik bir çekimle belgesel haline getirilmiş.Çok eski değil aslında, 2013 yılında yayınlanmış.Hatta İstanbul film festivaline de katılan ve ilgi gören bir yapım olmuş.Benim keşfim yeni oldu diyelim .

Adana’da doğan ,babasının terk edip gitmesiyle annesi ve kardeşleriyle 15 sene bir ağaç altında yaşayan ,türlü zorluklara rağmen hayata hiç isyan edip öykünmeyen ,kendisinden kötü durumda olanları hiç unutmayan tamahkar bir çocuk introsuyla başlıyor Oktay’ın hikayesi.Ve hemen devamında ,kaza,kader,karar ;bunlar düşünürsen arkayı önü çözebilirsin diyen kocası tarafından terk edilip üç çocuğuyla sefaleti görmüş bir anne.Bir o kadar da öfkeli geçmişine.Hayata kızdım çocuklarımı dövdüm diyor.Yediği tüm dayaklara rağmen Oktay annesini anlıyor ve en çok da ona itaat ettiğini söylüyor.Ne de olsa kendi deyimiyle (annenin) gözünü dahi kırpacak kadar boş vakti olamayan çilekeş bir anne var karşısında.


Kağıt toplayarak ailesinin geçimine katkı sağlamaya çalışırken ,hayatının geri kalanını İstanbul’da devam ettirmek istiyor.Ve anlam veremediği,çoğu şeyini saçma bulduğu şehirde buluveriyor kendini.Bir dönem çevreye uyup tiner çekse de,bu durumda kendi adına hiçbir şey yapamayıp sürekli onun adına kararlar verildiğini fark edince bırakıp kurtuluyor.Sonrası mı ? Kendisi gibi diğerlerini de kurtarmak için can hıraş uğraşıyor.Düşene bir tekme de sen atacaksın şiarının tersine,merhamet etmeyene merhamet edilmez ahlakını düstur edinince emekleri de ziyan olmuyor.


Kağıt toplamaya devam ettiği taşı toprağı altın şehirde ,okulla ve okumakla hiç aram iyi olmadı derken bir gün gerçekten kitap kurdu olabileceğini düşünemiyor tabi o zamanlarda.Çöplerden en çok kalın kitaplar çıktığında seviniyor.Çünkü hacmi kalın kitap demek onun için sadece iyi para demek o yıllarda.Sonraları çöpten çıkan bir kitabı okumaya başlıyor.Sonra diğeri ve diğeri ve daha fazlasını okumaya başlıyor.Okudukları da öyle böyle değil hani, biz de çoğu entelektüel geçinenlerin bile okuyamadığı kitaplar.Bakın okumadığı değil,okuyamadığı !Mesela Albert Camus’un Yabancı’sını yada Tolstoy’u kaç kişi okumuştur sizce ? Veya Dostoyevski ?


Ya beni anlatıyordu,ya da çevremden birilerini dediği Dostoyevski O’nun için hep, bu burada bir dursun ayrıcalığına sahip oluyor.Kendini fark etmeye başladığı anda, bulduğu kitapları artık satmayıp biriktirmeye başlıyor yaşadığı barakanın bir köşesinde Adanalı Oktay.Ve çöpten bulup okuduğu kitapları kendisi satmaya başlıyor bir süre sonra.Bu ona yetmiyor ve çok çalışarak bir sahaf dükkanı açıyor.Tiner içenlere rehabilite yapılan vakıflardan ve hiçbir şey anlamadığı halde kendini önemli hissetme adına katıldığı bir ÖDP geçmişinden kalma,çoğunlukla ideolojileri farklı da olsa daima ona destek olan sağlam arkadaşları var.Oralardan kalma bir hünerle ve de taş plak kaydı kadar güzel sesiyle Klasik Türk sanat müziği söylüyor kitaplarını raflara dizerken ya da dost meclislerinde. Solcu arkadaşlarıyla daha iyi anlaştığını söylüyor.Namazını da kılıyor,muhabbetlerden de geri kalmıyor.Pınar Selek mesela ,diğer tinerci gençlerle olduğu gibi onun da en yakın arkadaşlarından.


Ben her şeyin en sonunda çöp olacağına inanıyorum derken ,kendisini hiçbir zaman kağıt topladığı günlerdeki kadar özgür hissetmediğini ve günün birinde sıkılınca tekrar çöplerden kitap toplayabileceğini söyleyecek kadar da o meşhur elalemin ne dediği umurunda değil.Öte taraftan şimdiki hayalinin de büyük bir yayınevi kurmak olduğunu isteyecek kadar aşık kitaplara.


Velhasıl , O’nun kafası bir çoğumuzun kafası gibi karışık değil .Hz.İnsanı bulmuş ve o hakikati yaşamaktan mutlu.Merhamet,samimiyet,inanç ve onun verdiği özgürlük ! O bulmuş bunu.Darısı hayata karşı iki dakika adam olmaktan kaçanların başına .

Alıntı..

https://www.youtube.com/watch?v=msFMTnrzVNc
 
Üst