ismail
Yeni
- Katılım
- 3 Mar 2007
- Mesajlar
- 20,475
- Tepkime puanı
- 2,063
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Bahar Yüzlü Çocuk Furkan Doğan
[FONT="]Liseye başladığı yıl öğretmeni sınıfta: “İleride ne olacaksınız?” diye sorduğunda Şehid olacağım demişti hiç düşünmeden. Şehidliği kastetmediğini meslek olarak ne olmak istediğini sormuştu sonra öğretmeni … Göz doktoru olmak istiyordu. Göz doktoru olup, Afrika’da katarakt kampanyalarına gönüllü olarak katılıp, göz açmayı hedefliyordu. Bir gün aslında ölümünün ne kadar çok kalp gözü açacağını bilmeden… Gemide tanıştığı göz doktoru Hasan Hüseyin Uysal ile bir saatlik bir sohbetleri olmuştu:‘Abi iyi bir puanım var. Göz doktoru olmak istiyorum’ diyerek Dr.H. Hüseyin’e de yineliyordu bu isteğini. “Furkan’ın adı geçtiğinde cümlenin sonunu getiremiyorum.” diyordu. Dr. Hasan H.Uysal, Furkan’ı anlatırken: “Öyle saf , öyle bir samimi imanı vardı ki ben, benim kuşağımda o imanı göremiyorum,” diyerek göz yaşlarıyla zor tamamlıyordu içinde Furkan geçen cümlesini. Furkan, adı güzel, kendi güzel, hak ile batılı birbirinden ayıran çocuk. Öyle bir imanı vardı ki canını iman ettiği inanç uğrunda vermek arzusuyla dolup taşıyordu. Çok istiyordu canını Rabbine hediye etmeyi ama her tazecik ana kuzusu nasıl severse Rabbin hediyesi olarak sunulduğu anneciğini o da bir o kadar seviyordu. Ölmek ve yaşamak arasındaki gelgitleri bu iki kutsal sevgiden kaynaklanıyor, birini diğerine tercih edemiyordu bir türlü.
Ne diyordu şair: “Onlar anlayamaz ölmeyi anne/ Dağlar yeşermiş mevsim baharken…” Mevsimlerden bahardı… Furkan, ömrünün baharındaydı. Bir mayıs ayının seher vaktiydi vahşice katledilip, hep arzuladığı şehadete kavuştuğunda…
Kolu taşlarla kırılan gençleri vardı Filistin’in Furkan onlara benziyordu…Yaralı olduğu halde işgalci askerlerce sürüklenerek götürülen ,kanları kaldırımları sulayan Filistinli başka gençler vardı onlara da benziyordu. Ama daha çok, en çok Cennet gençlerinden Umeyr’e benziyordu Furkan. Umeyr, Bedir günü savaşa katılmak istiyor ancak yaşı küçük olduğu için kabul edilmeyip, geri çevrilince çok ağlıyordu. Dayanamayıp kabul ediyordu Allah Rasulü. Yaşının küçüklüğünden dolayı kuşanamadığı kılıcını ise abisi bağlıyordu beline. Furkan Mavi Marmara’nın Umeyr’i idi. Bir farkla ki Mavi Marmara savaşa değil işgalin mağdurlarına gidiyordu. Ve Furkan’ın belinde de, elinde de silah yoktu. Sivildi, masumdu, mazlumdu. Küçük olduğu için daha Kayseri ayağında red cevabı almış, yetinmemiş İstanbul’a başvurmuş, gemiye binene kadar da büyük bir mücadelenin içine girmişti. İnancı uğruna üzerine düşenin fazlasına talipti, en fazlasına… Gemide de yaşı küçük olduğu için korumaya çalışmıştı abileri ama o ısrarla bir şeyler yapmak istemiş ve kamerasını alıp zulmü görüntülemeye çalışmıştı. Çalışmıştı Furkan son nefesine kadar… Nereden bilebilirdi ki kendisini de mazlum kılan, kendisine de uygulanacak olan bir vahşetin ilk sahnelerini belgelemenin uğraşını verdiğini?
İşgalci İsrail’in katillerini görüntülüyordu saldırı anında Furkan’ın tek suçuydu görüntü almaya çalışması… Furkan’ın ölümü hak etmesine sebep tek suç aletiydi elindeki küçük amatör kamera… Saldırı anında da gayretle çekim yapmaya çalışıyordu ve kavuşuyordu Rabb’ine…O karar veremese de “Şehadet mi? Annem mi?” diye Rabb’i vermişti kararını kabul etmişti niyetini…
Her sabah namazına ve yatsı namazına giderken yanında mutlaka bir arkadaşını götürüyordu. Onlar da felaha ersin istiyordu. Bilali Habeşi’siydi arkadaşlarının namaz uykudan hayırlıdır diyen… Kitap okumayı çok seviyor okuduğu kitaplardan notlar alıyordu küçük defterine. Defterine ilk notlarını yazdığında 13.10.2008 tarihini atmıştı. Hadisler yazıyordu, ayetler ve okuduğu kitaplardan notlar. 31.05.2010 tarihinde ise son notlarını yazmıştı.Ardından gelecek olan gençlere bir vasiyet gibi bıraktığı notları okulunun onur köşesini süsleyecekti bundan böyle bir de içinde Furkan geçen her cümlede tekrar edilecek, ölümsüzleştirilecekti.
Annesinin küçüğü, babasının “iyilik meleği” sevgili Furkan, biliyoruz, bir düştün bin doğacaksın. Seni tanıyan tüm gençler senin yerinde olmak isteyecek. Doğacak bebeklere konacak adın. Seni bilen her bir annenin yüreğinde, her bir babanın ideal evlat hayalinde yaşayacaksın. Bahar sabahında gül goncasına düşen çiğ tanesi çocuk, ömrünün baharını şehadetle şenlendiren bahar yüzlü çocuk. Biliyoruz aramızdasın… Ve aramızda olacaksın doktor abilerinle Afrika’da bir katarakt kampanyasında, karadan, denizden Filistin’e ve yer- yüzünün tüm mazlumlarına doğru yola çıkan her bir kafilenin içinde, içimizde, yanımızda yanı başımızda olacaksın. Sonbaharda gelip, ilkbaharda gitmen gibi iki mevsim arasına sığan kısacık ömrünü ölümsüzleştiren bahar esintisi, melek yüzlü çocuk. Nurla dolsun, ana kucağı olsun kabrin, huzurla uyu.[/FONT]
[FONT="]Liseye başladığı yıl öğretmeni sınıfta: “İleride ne olacaksınız?” diye sorduğunda Şehid olacağım demişti hiç düşünmeden. Şehidliği kastetmediğini meslek olarak ne olmak istediğini sormuştu sonra öğretmeni … Göz doktoru olmak istiyordu. Göz doktoru olup, Afrika’da katarakt kampanyalarına gönüllü olarak katılıp, göz açmayı hedefliyordu. Bir gün aslında ölümünün ne kadar çok kalp gözü açacağını bilmeden… Gemide tanıştığı göz doktoru Hasan Hüseyin Uysal ile bir saatlik bir sohbetleri olmuştu:‘Abi iyi bir puanım var. Göz doktoru olmak istiyorum’ diyerek Dr.H. Hüseyin’e de yineliyordu bu isteğini. “Furkan’ın adı geçtiğinde cümlenin sonunu getiremiyorum.” diyordu. Dr. Hasan H.Uysal, Furkan’ı anlatırken: “Öyle saf , öyle bir samimi imanı vardı ki ben, benim kuşağımda o imanı göremiyorum,” diyerek göz yaşlarıyla zor tamamlıyordu içinde Furkan geçen cümlesini. Furkan, adı güzel, kendi güzel, hak ile batılı birbirinden ayıran çocuk. Öyle bir imanı vardı ki canını iman ettiği inanç uğrunda vermek arzusuyla dolup taşıyordu. Çok istiyordu canını Rabbine hediye etmeyi ama her tazecik ana kuzusu nasıl severse Rabbin hediyesi olarak sunulduğu anneciğini o da bir o kadar seviyordu. Ölmek ve yaşamak arasındaki gelgitleri bu iki kutsal sevgiden kaynaklanıyor, birini diğerine tercih edemiyordu bir türlü.
Ne diyordu şair: “Onlar anlayamaz ölmeyi anne/ Dağlar yeşermiş mevsim baharken…” Mevsimlerden bahardı… Furkan, ömrünün baharındaydı. Bir mayıs ayının seher vaktiydi vahşice katledilip, hep arzuladığı şehadete kavuştuğunda…
Kolu taşlarla kırılan gençleri vardı Filistin’in Furkan onlara benziyordu…Yaralı olduğu halde işgalci askerlerce sürüklenerek götürülen ,kanları kaldırımları sulayan Filistinli başka gençler vardı onlara da benziyordu. Ama daha çok, en çok Cennet gençlerinden Umeyr’e benziyordu Furkan. Umeyr, Bedir günü savaşa katılmak istiyor ancak yaşı küçük olduğu için kabul edilmeyip, geri çevrilince çok ağlıyordu. Dayanamayıp kabul ediyordu Allah Rasulü. Yaşının küçüklüğünden dolayı kuşanamadığı kılıcını ise abisi bağlıyordu beline. Furkan Mavi Marmara’nın Umeyr’i idi. Bir farkla ki Mavi Marmara savaşa değil işgalin mağdurlarına gidiyordu. Ve Furkan’ın belinde de, elinde de silah yoktu. Sivildi, masumdu, mazlumdu. Küçük olduğu için daha Kayseri ayağında red cevabı almış, yetinmemiş İstanbul’a başvurmuş, gemiye binene kadar da büyük bir mücadelenin içine girmişti. İnancı uğruna üzerine düşenin fazlasına talipti, en fazlasına… Gemide de yaşı küçük olduğu için korumaya çalışmıştı abileri ama o ısrarla bir şeyler yapmak istemiş ve kamerasını alıp zulmü görüntülemeye çalışmıştı. Çalışmıştı Furkan son nefesine kadar… Nereden bilebilirdi ki kendisini de mazlum kılan, kendisine de uygulanacak olan bir vahşetin ilk sahnelerini belgelemenin uğraşını verdiğini?
İşgalci İsrail’in katillerini görüntülüyordu saldırı anında Furkan’ın tek suçuydu görüntü almaya çalışması… Furkan’ın ölümü hak etmesine sebep tek suç aletiydi elindeki küçük amatör kamera… Saldırı anında da gayretle çekim yapmaya çalışıyordu ve kavuşuyordu Rabb’ine…O karar veremese de “Şehadet mi? Annem mi?” diye Rabb’i vermişti kararını kabul etmişti niyetini…
Her sabah namazına ve yatsı namazına giderken yanında mutlaka bir arkadaşını götürüyordu. Onlar da felaha ersin istiyordu. Bilali Habeşi’siydi arkadaşlarının namaz uykudan hayırlıdır diyen… Kitap okumayı çok seviyor okuduğu kitaplardan notlar alıyordu küçük defterine. Defterine ilk notlarını yazdığında 13.10.2008 tarihini atmıştı. Hadisler yazıyordu, ayetler ve okuduğu kitaplardan notlar. 31.05.2010 tarihinde ise son notlarını yazmıştı.Ardından gelecek olan gençlere bir vasiyet gibi bıraktığı notları okulunun onur köşesini süsleyecekti bundan böyle bir de içinde Furkan geçen her cümlede tekrar edilecek, ölümsüzleştirilecekti.
Annesinin küçüğü, babasının “iyilik meleği” sevgili Furkan, biliyoruz, bir düştün bin doğacaksın. Seni tanıyan tüm gençler senin yerinde olmak isteyecek. Doğacak bebeklere konacak adın. Seni bilen her bir annenin yüreğinde, her bir babanın ideal evlat hayalinde yaşayacaksın. Bahar sabahında gül goncasına düşen çiğ tanesi çocuk, ömrünün baharını şehadetle şenlendiren bahar yüzlü çocuk. Biliyoruz aramızdasın… Ve aramızda olacaksın doktor abilerinle Afrika’da bir katarakt kampanyasında, karadan, denizden Filistin’e ve yer- yüzünün tüm mazlumlarına doğru yola çıkan her bir kafilenin içinde, içimizde, yanımızda yanı başımızda olacaksın. Sonbaharda gelip, ilkbaharda gitmen gibi iki mevsim arasına sığan kısacık ömrünü ölümsüzleştiren bahar esintisi, melek yüzlü çocuk. Nurla dolsun, ana kucağı olsun kabrin, huzurla uyu.[/FONT]