DostunDostu ile Röportaj

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Yeni avatarın hayırlı olsun Dost =)
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,932
Tepkime puanı
2,067
Puanları
113
Konum
Mars
İlk soruyu da ben sorayım bari avatarın özel bir anlamı var mı?
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
İlk soruyu da ben sorayım bari avatarın özel bir anlamı var mı?
O bir Kalenderi dervişi. Kalenderilik şimdi yok olmuş bir tarikattır. Ellerinde balta ve keşkülle halk arasında dolaşırlarmış. Keşkül, bir çeşit kaptır. Halk bu kabın içine hayır sadakalarını koyar, bu topladıkları paralarla erzak alıp ihtiyacı olan fakirlerin kapısına korlardı. Balta mana olarak, can yakacak derecede, yani kemiğe dayanmış fakru zarureti temsil eder.

Mevlana'yı irşad eden Şems-i Tebrizi'nin bir Kalenderi dervişi olduğunu biliyoruz.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Son döneme kadar ulaşıp ingilizler tarfından fotoğraflanan son Kalender-i Dervişleri

dar.jpg


Sudan_Dervish_1920s.jpg


tt4.jpg


dervish01.jpg


TeheranYoungDervish1870.jpg


beggar_1_-480x633.jpg


p2.jpg


F1511910705.jpg


Bu da benim avatarın menşei olan orjinal resim

24103151503192963.jpg
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Kimdir bu kalenderiler diye bi araştırma yaptım konuya dair donanımlı bi çalışma buldum..



Türkiye Coğrafyasındaki Kalenderilere Kısa Bir Bakış


Moğol İstilası’nın Anadolu’nun siyasi, sosyal, dini ve tasavvufi hayatının şekillenmesinde ehemmiyeti büyüktür. Anadolu, Moğollardan kaçan kesif Türkmen nüfusunun, çeşitli Şiî ve Sünnî inanca mensup sufi derviş ve şeyhlerin göç alanı haline gelmiştir. XIII. yy Anadolusu Haydarîlik, Yesevîlik, Vefaîlik ve Kalenderîlik gibi daha birçok tarikat ve sufi çevrenin yer aldığı ve bu sufi çevrelerin birbirleriyle kaynaştığı alan durumunda idi. Bu durumun oluşmasında en büyük etken, dini-siyasi bir ayaklanma olan Babaî İsyanı sonrası süreçte Selçukluların zamanla gücünü yitirmesi ile Anadolu’da hüküm sürecek ve Anadolu’yu kontrol edebilecek güçlü bir merkezi siyasi otoritenin olmayışı idi. Selçuklu sonrası oluşan parçalanmış yapı ve teşekkül eden uç beylikleri, tasavvufi çevreler ve tarikatlar için elverişli bir ortam doğurdu. Bu mezkûr çevreler, rahat bir şekilde kendi inançlarını yaşama ve yayma imkânı buldular. Kalenderiler de bu sufi inanç grupları ve tarikatları gibi, Anadolu’da geniş bir sahaya yayıldılar ve geniş bir taraftar kitlesi elde ettiler. Birçok inanç grubunu etkilediler ve bazılarının teşekkülünde önemli rol oynadılar. Siyasi otoriteler tarafından umumi olarak baskı ve kontrol altında tutuldular. Anadolu’ya yerleşmiş olan sufi çevreler içerisinde Kalenderiler; şüphesiz ki itikadları, kılık kıyafetleri, yaşayış tarzları ile en marjinaliydiler.

Kalenderilerin Menşei, Onları Ayıran Simgeler ve Özellikler:

İlk defa yaklaşık olarak X. yüzyılda Orta Asya ve İran’da, Horasan Melametiliğinden kaynaklanan, henüz teşkilatlanmamış büyük bir sufilik akımı olarak ortaya çıkan Kalenderilik, XII. yüzyılın sonunda Cemaleddin-i Savi adlı İranlı bir sufinin gayretiyle teşkilatlanmaya kavuşmuş ve Kalenderiyye veya Cavlakiyye adıyla Orta Doğu’da ve Orta Asya’da heterodoks bir tarikat olarak geniş taraftar toplamıştır.[SUP]1

[/SUP]
Büyük bir sufilik akımı olan Kalenderilik; Hinduizm, Budizm ve Maniheizm gibi eski Asya dinlerinden etkilenmiştir. Kalenderilik genel itibariyle Sünnilikten ziyade, eski İslam öncesi Türk inançlarının ve sosyal yaşantısının oluşturduğu bir sentezin yansımasıdır. Bazı kaynaklarda, Anadolu Kalenderiliği içinde eski Hürremi, Zerdüşti ve Mezdekileri andıran inançlar bulunduğu; Şiîliği hatırlatan itikadlara sahip oldukları ve hatta yaygın bir Hz. Ali kültü var olduğundan bahseder.[SUP]2[/SUP] Bu açıdan baktığımızda bu sufi akımın sahip olduğu ve savunduğu inancın, XIV. ve XV. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan ilk Bektaşi tarikat inancının çıkış noktası veya menşei olduğunu söyleyebiliriz. XIII. yy Anadolusu’nda görülen Yesevilik, Haydarilik ve Vefailik; Kalenderi sufiliğin farklı isimler altında teşkilatlanmasından başka bir şey değildir. Bu sufi akımlar Kalenderiliğin içinden çıkmış ve onun alt kolları olarak sayılabilir.

Diğer birçok tarikat dervişleri gibi Kalenderi dervişleri de Moğol İstilası’ndan sonra istila edilen yahut istila edilme korkusu yaşayan Türkistan, Buhara, Harezm, Irak ve İran’dan Anadolu’ya muhaceret etmişlerdir. Kalenderi dervişlerinin Anadolu’ya ilk girişlerinin de bu istila ile olduğu varsayılmaktadır.[SUP]3

[/SUP]
Kalenderiler eski kaynaklarda “taife-i ibahiyye (helal-haram tanımayan), taife-i zenadika (dinsiz), cevalika ve kalenderan” gibi isimlerle zikrolunurlar. “Taife-i ibahiyye ve taife-i zenadika” isimleri resmi kaynakların Kalenderilere verdiği isimlerdir. Diğerleri ise bizzat kendilerinin kullandıkları isimlerdir. Osmanlı müverrihlerinin “abdal, ışık, torlak, şeyyad, haydari, edhemi ve şemsi” gibi manen hemen hemen müteradif kelimelerle kastettikleri hep bu Kalenderilerdir.[SUP]4

[/SUP]
Kalenderiler, genellikle meczup tabiatlı kişilerdir. Usturayla kazınmış, saçsız, kaşsız, sakalsız ve bazen bıyıksız başları; postlarıyla örtülmüş yarı çıplak vücutları ve taşıdıkları nefir, nacak, asa, keşkül gibi ilginç aksesuarlarıyla bütün dikkatleri üzerlerine topluyorlardı. Toplumda genel kabul görmüş kurallara aykırı davranışları, Sünni İslam’ın bazı inanç ve ibadet esaslarına lakayt tavırlarıyla sadece sıradan insanların değil, Sünni tasavvuf çevrelerinin dahi tepkilerine hedef olan Kalenderiler genellikle bekâr gençlerden ve orta yaşlılardan oluşan gezgin dervişlerdi.

Genellikle kış mevsiminde ikamet ettikleri zaviye ve tekkeleri olmakla beraber, çoğu zaman geniş bir coğrafyada küçük gruplar halinde dolaşarak vakit geçiriyorlardı. Bu dolaşma başı boş ve amaçsız değil, ritüel mahiyetinde bir seyahatti. Bu seyahatleri sırasında geçimlerini yine ritüel mahiyetindeki dilenme ile sağlıyorlardı.[SUP]5

[/SUP]
Kalenderilerin, sahip oldukları muhalif inanç ve görüşlerinden dolayı, merkezi yönetimlerden uzak durmak için daha çok kırsalda ve taşrada seyahat etmeleri, onların diğer tarikatlara göre halkla daha fazla temas ve yakın ilişkide olmalarını sağlamıştır. Kalenderiler; tuhaf kılık ve kıyafetleri, kalenderane sufiliğini dış görünüşlerine yansıtmaları, temsil ettikleri müfrit inanç ve görüşleriyle tasavvufi tarikatlar içinde çok farklı ve tecessüs uyandırıcı bir yere sahiptirler.

Siyasi Otorite ve Kalenderiler:

Kalenderilerin kural dışı yaşayış tarzları özellikle kentli toplumun tepkisini çekip dışlanmalarına yol açtığı gibi, sebep oldukları bazı düzeni bozucu hareket ve olaylardan dolayı da kendilerini sık sık siyasi otorite ile karşı karşıya getiriyordu. Müfrit Şiî akaidi ve Bâtıni fikirleri yaymaya çalışan Kalenderilerin Anadolu’da karıştıkları ilk dini-siyasi hareket “Babailer İsyanı” idi. Baba İshak, Amasya civarında bir mağarada veli hayatı geçirmekte ve Anadolu’nun muhtelif sahalarındaki Türkmenler arasında kendi savunduğu inancı yayarak, birçok taraftar oluşturarak, Gefersud ve Maraş civarındaki müritlerine haber göndererek isyanı başlatmıştır.[SUP]6[/SUP] Nitekim belli düzeyde başarılı da olmuşlar ve “Malatya, Tokat ve Amasya” gibi şehirleri ele geçirmişlerdir. Ancak daha sonra bu isyan zor da olsa bastırılmıştır.

Bu isyan Kalenderilerin merkezi iktidara karşı giriştiği ilk isyan olmamakla birlikte sonuncusu da olmamıştır. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı döneminde de bazı ayaklanmalara katılmışlar ve bazılarını ise bizzat gerçekleştirmişlerdir. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa isimli Kalenderi şeyhleri Manisa ve Aydın yöresinde isyan etmişlerdir. Bu isyan bastırılınca 1416’da Şeyh Bedrettin’in yönetiminde Rumeli’de yeniden isyan başlatılmış ve çok geçmeden o isyan da bastırılarak, yakalanan Şeyh Bedrettin idam edilmiştir. Kalenderilerin bu isyana da katıldıkları eski kaynaklarda belirtiliyor. Bu isyanlara Kalenderilerin iştiraklerinin merkezi yönetim tarafından biliniyor olması Osmanlı siyasi otoritesini Kalenderilere karşı ihtiyatkâr ve baskıcı olmaya yöneltmiştir. 1492’de Arnavutluk’ta bir Kalenderi dervişinin suikastına maruz kalan II.Bayezid, Kalenderi tekke ve zaviyelerine sıkı bir takip getirtmiş ve baskı siyaseti uygulanmasını emretmiştir. Uygulanan bu baskı politikasından Balkanlarda Varna ve Selanik sancakları, Anadolu’da ise Denizli ile Afyon civarındaki Kalenderi tekkeleri ve özellikle Eskişehir’de bulunan Seyyid Gazi türbesi nasibini almıştır. Eski kaynaklarda bu tekke, Kalenderiliğin en önemli merkezi olarak gösterilmiştir.[SUP]7[/SUP] Anadolu Selçuklularından beri Kalenderilerin elinde bulunan tekke kapatılmış, yerine medrese açılmış ve kısa bir süre sonra da Bektaşi tekkesi haline gelmiştir. Bu tekkede görülen, kısa sürede gerçekleşen dönüşüm -daha önce de bahsettiğimiz gibi- Kalenderi inancının Bektaşi inancına olan yakınlığını ve onun görüşlerinin temelini ihtiva ettiği düşüncesini destekler niteliktedir.

Gerçekleşen birçok Kalenderi isyanının yoğun bir Safevi-Osmanlı mücadelesinin yaşandığı XVI. yüzyılda gerçekleşmesi tesadüf olmasa gerek. Anadolu’daki heterodoks ve Şiî inanca mensup zümrelerin, Safevi propagandası ile isyana teşvik edildikleri ve Safevilerin Anadolu’daki mevcut Şiî nüfuzunu kullanarak Osmanlı otoritesini sarsmaya çalıştığı aşikârdır.

Sonuç olarak baktığımızda Kalenderilerin Osmanlı ve Selçuklu Dönemi Türkiye tarihinde siyasi otorite ile en çok problem yaşayan sufi çevrelerin başında olduğunu söyleyebiliriz. Anadolu’da meydana gelen pek çok Şiî kökenli isyanlarda Kalenderiler yer almıştır. Binaenaleyh siyasi otorite tarafından sürekli bir takibat ve baskı altında tutulmuşlardır. Uygulanan bu baskı sonucunda özellikle XVI. yüzyıldan sonra Kalenderi dervişleri ve müritleri, çeşitli tarikatların kisvesi altına girerek kendilerini siyasi otoritenin baskısından korumaya çalışmışlardır. Özellikle Şiî inanca yakınlığı ile bilinen Bektaşi tarikatına sığınmışlardır. Bu yüzyıldan sonra Anadolu’da fiili olarak etkinlik göstermekten ziyade, diğer bazı tarikat ve sufi çevreler içinde inançlarını sürdürmüşlerdir.

Kalenderilerin Yayılma Alanları ile Bazı Derviş ve Tekkeleri:

Anadolu’ya özellikle XIII. yüzyıl başlarından itibaren vuku bulan göçlerle değişik tasavvuf çevrelerine bağlı Sünni ve Bâtıni derviş grupları gelmiştir. Göç eden bu derviş ve şeyhler fethedilen topraklara yerleşiyor ve buralarda tekke ve zaviyeler açıyorlardı.[SUP]8[/SUP] Çeşitli sufi çevrelerin göç etmesiyle XIII. yüzyılda Anadolu değişik tasavvuf akımlarının cereyan ettiği bir alana dönüşmüştür. Bu göç eden sufi gruplar içerisinde heterodoks dediğimiz inanca mensup, yani samimi birer Müslüman olmalarına rağmen eski Türk inanç ve geleneklerinin etkisini hala taşıyan “baba, abdal ve dede” lakaplı okumamış derviş ve şeyhler de vardı. Kalenderiler ise bu heterodoks inanca mensup Anadolu’ya göç eden sufi çevre içinde çok önemli bir yeri teşkil ediyordu.

Kalenderiler arasında yaygın bir Şiî itikadı ile Hz. Ali kültü olduğundan ve bu inancın Bektaşiliğe etkisinden biraz bahsetmiştik. Günümüzde Bektaşi tarikatının ilk temsilcileri olarak addedilen ilk Bektaşi dervişleri, aslında Kalenderi sufiliğin temsilcileridirler. Bildiğimiz gibi Kalenderiler günümüze kadar devamlılığını isim olarak sürdürememiş, özellikle XVI. yüzyılda vaki olan baskılar sonucunda birçok farklı sufi çevrelere ve özellikle Bektaşi tarikatı içerisinde inançlarını sürdürmüşlerdir. Bu yüzden bu dervişlerin günümüzde Bektaşi olarak nitelendirilmesi doğal karşılanabilir. Bahsedeceğimiz bu dervişlerin kendi velâyetnamelerinde Kalenderi olduklarını açık bir şekilde ifşa eden anekdotlara ve Kalenderilerin özelliklerine rastlıyoruz. Misal verecek olursak velâyetnamelerinde bu dervişlerin ışık taifesinden sayılmaları; üzerlerinde taşıdıkları asa ve keşkül gibi aksesuarlardan bahsedilmesi; saç, sakal ve bıyıklarını tıraş etmeleri ve yarı çıplak gezinmeleri; ışık, abdal ve torlak gibi kelimelerin bu dervişler için kullanılması ve Kalenderiler arasında çok yaygın olan esrar kullanımından bahsedilmesi bunların birer Bektaşi dervişinden çok Kalenderi dervişi olduğunu desteklemektedir. Şimdi bu dervişlerden ve açtıkları tekke ve zaviyelerden bahsetmekle birlikte Kalenderilerin hangi alanlara yayıldıklarını anlamaya çalışacağız.

Hacım Sultan

Hacım Sultan, Hacı Bektaş’ın büyük halifelerindendir. Şeyhinin ölümü üzerine Kütahya taraflarına gitmiş ve orada “Susuz” denen bölgeye yerleşerek bir zaviye açmış ve ölümüne kadar burada yaşamıştır. Birtakım kerametler göstererek bölgede İslam’ı yaydığı kabul edilir. Mezarı bugün de çeşitli hastalıkları tedavi maksadıyla ziyaret olunur.[SUP]9

[/SUP]
Abdal Musa

Osmanlı Devleti’nin ve yeniçeriliğin kuruluşuna adı karışan tarihi bir şahsiyettir. Orhan Gazi ile Bursa’nın fethine iştirak etmiş ve sonra Elmalı bölgesine yerleşmiştir. Günümüzde Bektaşi geleneğinde çok önemli bir yeri vardır. On iki posttan on birincisi “Ayakçı Abdal Musa Sultan” postudur.[SUP]10

[/SUP]
Kaygusuz Abdal

Abdal Musa’ya bir rüya sonucu mürit olmuştur. Daha sonra Mısır’a gittiği bilinmektedir. Mısır’daki ilk Bektaşi tekkesi olan Kasr’ul-Ayn dergâhını kurarak tarikatı orada yaydığı kabul edilir. Kaygusuz Abdal ayrıca yazdığı şiirleriyle Bektaşi-Alevi şiirinin öncüsü olmuştur.[SUP]11

[/SUP]
Otman Baba

Timur’un Anadolu Seferi sırasında onunla birlikte İran’dan gelmiş, Germiyan ve Saruhan’da uzun müddet dolaşmış, hatta Fatih’in şehzadeliği sırasında Manisa’da onunla görüşmüştür. Edirne yakınlarında Tanrı Dağı mevkiinde tekkesi vardır.[SUP]12

[/SUP]
Seyyid Ali Sultan

Bektaşiler arasında Akyazılı olarak tanınır ve “kızıl deli” lakabıyla ünlüdür. Otman Baba’nın halifesi sıfatıyla şöhret bulmuş olup Yıldırım Bayezid devrinde yaşamıştır. Dimetoka’da tekkesi vardır.[SUP]13[/SUP]
Tüm bu bahsettiğim dervişlerden farklı olarak yüksek bir tasavvuf anlayışına sahip Şems-i Tebrizi, Fahreddin Irakî ve Mevlana’dan itibar gören Ebu Bekr-i Niksarî ve Hacı Mübarek-i Haydari gibi saygın şeyhler de Kalenderiler arasından çıkmıştır.

Sonuç:

Sonuç olarak baktığımızda Kalenderilerin sürekli seyahat halinde bulunmaları ve şehir ve kentlerden uzakta, genelde taşrada etkinlik gösteren bir derviş grubu olmaları hasebiyle Balkanlardan Hindistan’a kadar geniş bir yayılma alanı bulduklarını görürüz. Türkiye coğrafyasında da yayılma alanı bulmuş ve etkinlik göstermişlerdir. Siyasi otorite ile çoğu zaman ters düşen, birçok siyasi olaya ve isyana adları karışan Kalenderiler, Anadolu coğrafyasında genel olarak kırsal yerlerde yayılma sahası bulmuş ve daha çok göçebe Türkmenler tarafından rağbet görmüştür. Bu yüzden Kalenderilerin Anadolu coğrafyasında etkinliklerini belli bir alanla sınırlamak doğru olmaz. Ancak tarikatın Anadolu’daki merkez üssü olarak Eskişehir’deki Seyyid Gazi türbesini ve çevresini gösterebiliriz. Kalenderiler, bazı heterodoks inanç izlerine sahip -Bektaşiler gibi- tarikat ve sufi çevrelerin teşekkülünde bizzat rol oynamış, bazılarını ise dolaylı olarak etkilemiştir. Tüm bu önemli özelliklerine ve Anadolu’da gösterdikleri etkinliğe rağmen Kalenderiler, birkaç önemli şahsiyetin dışında araştırma konusu olarak pek fazla ele alınmamıştır.

Dipnotlar:

1 – Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, Dergah Yayınları, ss. 66-672 – A. Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, “Kalenderiler ve Bektaşilik”, Timaş Yayınları, s. 1213 – Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, İnsan Yayınları, s. 494 – Fuat Köprülü, a.g.e., s. 505 – A. Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, “Türk Folklorunda Rum Abdalları” , ss. 112-1136 – Fuad Köprülü, a.g.e., s. 507 – A. Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, “XIV ve XVI. Yüzyıllarda Kalenderi Dervişleri ve Osmanlı Yönetimi”, s. 1518 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., “Zaviyeler: Dini, Sosyal ve Kültürel Tarih Açısından Bir Deneme”, s. 1989 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., “Kalenderiler ve Bektaşilik”, s. 12410 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., a.g.m., s. 12411 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., a.g.m., s. 12512 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., a.g.m., s. 12613 – A. Yaşar Ocak, a.g.e., a.g.m., s. 127

Kaynakça:
  1. Köprülü, Fuad, Anadolu’da İslamiyet, İnsan Yayınları
  2. Ocak, Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı, Dergah Yayınları
  3. Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, “Kalenderiler ve Bektaşilik”, Timaş Yayınları
http://www.aksitarih.com/turkiye-cografyasindaki-kalenderilere-kisa-bir-bakis.html
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
@Verda

Alıntı kısmi olarak doğrudur lakin çok eksikleri var, hatta yanlışlar var. Kalenderî başka, Cavlakî başkadır. Kel kafalı olanlar Cavlakîlerdir. Adı üsütnde cas cavlak denir. Cavlakiler 4 traş yaparlar. Saç, Sakal, Bıyık, Kaş.. Mesnevi'de tutî hikayesi vardır. Kafası dayaktan kelleşen bir papağanın yoldan geçen cavlakiyi görünce dilinin çözülmesi hikayesi. Demek ki Mevlana'nın döneminde halk arasında cavlakiler mevcuttur. Şems-i Tebrizi'nin kalenderî olduğunu gene Mesnevi'den biliyoruz. O halde bu iki tarikatın dervişleri ayrıdır.

Bizim akademisyenler dinine ve kültürüne yabancı insanlardır. Tarikatın ruhundan haberi yoktur. Onun için bu araştırmalar nüas olarak yanlışlar ittiba ediyor malesef. Hele ki çıkarımlar yapıp fikir belirtmeleri tam kepazelik. Şahsen benim izlenimim şöyle; bu insanlar tek tük gezen insanlar. Halk içinde itibarları yoktur. İtibar sahibi olmayan bu tek tük insanların halkı etrafında toplayıp isyan başlatması mümkün değil. Mesela; Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasında uzun sohbetler olmaktadır. Halk arasında fitne çıkar. Ne diye biliyor musunuz? Derler ki; koskoca alim olan Mevlana'nın şu baldırı çıplak dervişle ne işi olur?! Mevlana'nın kıymetsiz bitli bir herife gösterdiği alaka, fitneye sebep olur. Zamanla bu fitne yüyür ve bir gece vakti Şems bir kaç kişi tarafından öldürülüp kuyuya atılır. Bu olay bize şunu gösteriyor ki Kalenderiler halk arasında itibarsızdır. Bu tip insanlar neredeeee isyan çıkartmak nerede Allah aşkına ya hu?

Haaa günah keçisi olmuşlarsa o başka tabi..! Çünki bu gibi durumlarda suçlular daima en garip gureba insanlar olur.

Allahu alem belki de o baltayı zavallılarım kendi namuslarını korumak için taşıyorlardı. Malum eskiden başa çökme işleri çok olurmuş. Geceleyin bir garibi tek başına görmesinler değilse! Kadın erkek demeden başına çökerler. Bugün bu çirkin namussuzluk arap dünyasında hala yaygındır.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
@dostundostu

yılmaz özdil bir yazı yazmıştı.o zamanki devlet haşhaşinleri cavlakiler sayesinde bitirdi diye.yani haşhaşinlerin karşısına cavlakileri çıkardı diye.o günden beri araştırdım.böyle bir şeye rastlayamadım,yazar espri yaptıda ben mi anlamadım? yoksa pek bilinmeyen yazılmayan bir olaymı? yada böyle bir olay yok yılmaz özdil kafadanmı uydurdu? yada yazar böyle bir olayı bir kitapta okudu,ama benim araştırmammı yetersiz kaldı?

haşhaşinler nasıl bitti,veya bitirildi bir bilgin varmı.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
@Cemaliii o konuya tam vakıf değilim lakin tek bildğim şey dervişeri siyasete alet eden kişi veya kurum Safev-i Hanedanı'dır. Şah İsmail kendisi hayderilikten gelmedir ve ismailiyye tarikatını kurup dervişlerini siyasete alet etmiştir. Dikkat edersen hayderilik adına yapamıyor. Kendisi yeni bir yorum getiriyor. Çünki hayderilik adına yapsa buna kargalar gülecekte ondan.

Tarikatin zenginlikle, makamla işi olmaz. Hele devletin başında hiç işi olmaz. Bu Şah İsmail denen zındık herif tarikati siyasete alet etmiştir. Çünki tarikat, istismara çok müsait bir ortamdır. Günümüzde bile çok örneği var bunun. Mesela İskender Ali Mihr. Ameirka da kral gibi hayat sürer. Altın elbiseli sahte İsa'mız bile var. Ali kalkancı gibi dürzülerden hiç bahsetmiyorum bile.

Aslında tarikatin temel felsefesi okullarda ders kitaplarında birkaç sayfada izah edilse yeni nesiller bu sahtekarlara kanmayacak ama o da yok ki..

Osmanlı döneminde çok isyanlar çıkmıştır doğru. Hepisi istismar temellidir. Bu işi Osmanlı hanedanı şüphesiz kontrol ediyordu. Bak mesela Hacı Bayram Veli ve 2. Murad'ın buluşmasını herkes bilir. Ankara'da tekkesi bulunan Hacı Bayram Veli ile devlet arasında fitne çıkartmak isterler. Bunun üserine Padişah Bursa'dan kalkar Ankara'ya gelir. Gizli ve habersiz gelir. Sonra Hacı Bayram Veli ile oturur konuşurlar. Bu işin aslılnı öğrenen padişah isyan girişimi gibi bir durumun söz konusu olmadığını anlayınca tekrar tahta döner. Hatta Fatih'in hocası Akşemsettin bu tekkeden çıkmadır.

Hiç şüphesiz isyan girişimleri olmuştur. Fakat bütün bu isyan kalkışmalarının arkasında Safev-i Hanedanı vardır. Tarikat adına siyaset yapıyor ya hergele. İşi çözmüş herif. Bugün bile öyle değil midir? Onlarca mürid kendi şeyhlerinin hangi partiye oy vermeleri gerektiğini sorar dururlar. Şeyh efendi susar, hiç bir şey söylemez. Ama cahil müritler ağzını arar dururlar. Şeyh efendi ''siz hangi partiye vereceğinizi bilirsiniz'' der ama bu zındıklar anlamıyor işte. Tarikate girmişler ama tarikati anlamamışlar. Şeyh efendi de napsın fitne çıkmasın diye ne şiş yansın ne kebap usûlü herkesi idare etmeye çalışıyor. :D Ulen her seçim arefesinde fitne çıkar. Kimi falan partiye verin dedi der, kimi fişman parti dedi der..

Aslında geçmişte olan isyanların kökünü bu memlerde aramak lazım. Müridlerin dangozluğu, başka bir şey değil..
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Eskiden bir şeyhin etrafına fazlaca mürid toplanınca hemen bir halife belirleyip sayıyı bölerlermiş. Başka yere gönderirlermiş. Zira nerede çokluk orada mokluk.. Çünki fitneci uyanık insan çoktur. Bugün böyleyse eskiden de böyledir. İnsan tarihin her döneminde aynı insan..

Mesela F.G nin uğradığı akıbete bakınız. Bu gayet doğal bir sürecin son noktası. Olacağı belliydi. Üzülüyorum bu insanlara. Gerçekten tarihi okumasını bilmiyorlar. İbretler çıkarmıyorlar. Tarihin niceliğini okuyorlar. Oysa bize lazım olan tarihin niteliğinden dersler çıkarmak. İbret her daim nitelik üzerinden gelir.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Bu nitelik ve nicelik meselesine fırsat buldukça değiniyorum, belki başınızı ağrıtıyorum ama bu çok önemli arkadaşlar. Önce bu iki şeyin işlevselliğini kavrarsak dünyayı anlarız. Dikkat ederseniz üçüncü dünya ülkelerinin okullarında okutulan ders kitaplarının hepisi niceliklerle doludur. Hiç nitelik namına bir şey yoktur. Hep ezber, kaba ezber. Boyuna nicelikleri ezberletiyorlar. Bu emperyalist ülkelerin ders kitapları ise tepeden tırnağa nitelik üzerine kurulmuştur. Ben bu kitapları kıyaslayınca bariz bunu açık ve net gördüm. Allah Allaah dedim. Eğer tarikat kültüründen aldığım nicelik-nitelik tasavvuru olmasaydı bunu hayatta göremezdim. Kimse de görmüyor zaten.

Bu okullarda okutulan kitapların hepisi ingilizlerin hazırladığı kitaplardır. Hazırladığı derken, tavsiye ediyorlar. Bu tavsiyeyi öve öve yapıyorlar ki alanlar ve uygulayanlar bunu anlamasın. Çünki proflarımızın istisnasız hepisi nitelik-nicelik ilişkisini bilmez ve dolayısıyla bu farkları görecek gözede sahip değillerdir.

Çocuklarımıza nicelik-nitelik üzerinden düşünmeyi öğretir ve bu düzlemde düşünecek meleke aşılarsak bizi artık tutan olmaz. En temel mesele bu..

Yanımda ki arkadaşlara anlatıyorum, misaller vererek anlatıyorum hepisi anladık diyor. Ertesi gün soruyorum, söyle bana şunun niceliği nedir niteliği nedir, diyorum. Adam söyleyemiyor. Ulen diyorum nasıl anlamazsın. Diyor ki abi unuttum. La nasıl unutursun bu unutulur mu? Öyle işte. Niye? Çünki beyin, henüz büyüme çağındayken bunu öğrenmemiş. Öğrendiği maddesel düzlemden dünyaya bakıyor. Artık onu değiştirmek çok zor. Tek çare yeni nesillere bunu verebilmek..
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Batı kafası her daim NİCELİK-NİTELİK düzleminde işler. En korkuç yetenekleri budur. Mesela yabancı dil biliyorsanız onların tartışma programlarını bir izleyin. Bunun böyle olduğunu hemen görürsünüz.

Geçenlerde bunların bir tartışma programını izliyorum, aralarında geçen diyalog aynen şöyle;

İktidar partisi ve muhalefet partisi bir konu üzerinde aralalarında tartışıyorlar. Moderatör, mualefet partili milletvekiline bir soru yöneltiyor;

- Sayın muhalefet milletvekili. Öyle diyorsunuz da peki yeni çıkan kanun için hükümete niçin destek verdiniz?

- Sayın moderatör, iki şeyi birbirinden ayırmanız lazım. Biz niceliklerimiz ile farklı olsakta nitelik olarak hepimiz Almanya'nın partileriyiz. Bizim niteliğimiz Alman milletinin menfaati doğrultusunda işler. Niceliklerimizin farklı olması, Alman milletinin menfaatine işleyecek bir kanuna destek vermemize mani değildir.

- Anladım efendim..



Anlamış efendim miş. Yaa, herkes anladı da bi biz anlamadık ... .(küfür!)
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
@DostunDostu nitelik ve niceliğe öyle bir örnek verki;duyan bir daha unutmasın. buna en çok ihtiyacı olanlardan biride benim.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
@cemaliii

Bir elma düşünelim. Bunu ikiye bölüyoruz. Şimdi ne elde ettik? İki yarım elma elde ettik. Peki ne yapmış olduk? Elmanın niceliğini değiştirdik. Fakat niteliği aynı kaldı. Elmanın elma olması onun bir niteliğidir. İki parça olması ise nicelikseldir.

Örneği biraz daha açalım. Elmayı aldık ateşe attık. Ateşte yandı kül oldu. Şimdi ne elde ettik? Kül elde ettik. Peki ne yapmış olduk? Elmanın niteliğini değiştirmiş olduk. Yani o artık elma değil.

Fetvalar bile bu denklem üzerinden verilir. Baktığınız zaman böyle çooook yanlış fetva görürsünüz. Domuzun külüne bile haram diyenler var. Ulen o yanmış bitmiş kül olmuş, domuz mu kaldı?

Aslında bu nitelik denen şeyin iç içe 3 katmanı var. Soğanın katmanları gibi birbiri içinde. Bunu düşünebiliyorum ama izah edemiyorum bir türlü. Tuhaf bir şey. Bir mâna var, onu biliyoruz. Ama o mânanın içinde bir mâna daha var. Ve bu mânanın içinde ki mânanın dahi içinde bir mâna gizli. Çözersem burada paylaşırım inşallah.

Bu gidişle motoru yakacağız galiba
:laugh:
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
@Verda

Alıntı kısmi olarak doğrudur lakin çok eksikleri var, hatta yanlışlar var. Kalenderî başka, Cavlakî başkadır. Kel kafalı olanlar Cavlakîlerdir. Adı üsütnde cas cavlak denir. Cavlakiler 4 traş yaparlar. Saç, Sakal, Bıyık, Kaş.. Mesnevi'de tutî hikayesi vardır. Kafası dayaktan kelleşen bir papağanın yoldan geçen cavlakiyi görünce dilinin çözülmesi hikayesi. Demek ki Mevlana'nın döneminde halk arasında cavlakiler mevcuttur. Şems-i Tebrizi'nin kalenderî olduğunu gene Mesnevi'den biliyoruz. O halde bu iki tarikatın dervişleri ayrıdır.

Bizim akademisyenler dinine ve kültürüne yabancı insanlardır. Tarikatın ruhundan haberi yoktur. Onun için bu araştırmalar nüas olarak yanlışlar ittiba ediyor malesef. Hele ki çıkarımlar yapıp fikir belirtmeleri tam kepazelik. Şahsen benim izlenimim şöyle; bu insanlar tek tük gezen insanlar. Halk içinde itibarları yoktur. İtibar sahibi olmayan bu tek tük insanların halkı etrafında toplayıp isyan başlatması mümkün değil. Mesela; Şems-i Tebrizi ile Mevlana arasında uzun sohbetler olmaktadır. Halk arasında fitne çıkar. Ne diye biliyor musunuz? Derler ki; koskoca alim olan Mevlana'nın şu baldırı çıplak dervişle ne işi olur?! Mevlana'nın kıymetsiz bitli bir herife gösterdiği alaka, fitneye sebep olur. Zamanla bu fitne yüyür ve bir gece vakti Şems bir kaç kişi tarafından öldürülüp kuyuya atılır. Bu olay bize şunu gösteriyor ki Kalenderiler halk arasında itibarsızdır. Bu tip insanlar neredeeee isyan çıkartmak nerede Allah aşkına ya hu?

Haaa günah keçisi olmuşlarsa o başka tabi..! Çünki bu gibi durumlarda suçlular daima en garip gureba insanlar olur.

Allahu alem belki de o baltayı zavallılarım kendi namuslarını korumak için taşıyorlardı. Malum eskiden başa çökme işleri çok olurmuş. Geceleyin bir garibi tek başına görmesinler değilse! Kadın erkek demeden başına çökerler. Bugün bu çirkin namussuzluk arap dünyasında hala yaygındır.


Evet eksik veya farklı anlatımı olabilir fakat bu ekolün de zerdüştlük, hinduizm vb. etkilenmiş olduğu görülüyor..

Sn Dost, hakikate ulaşmak için neden illede bir kişiye bağlanılması gerektiğini vurguluyorsun, hakikat esasen çok açık ve yakın sadece biraz daha dikkatli bakabilmeliyiz tefekkür teslimiyet ve tevekkül dairesinde ki bugün ve geçmişte bağlanılan kişilerin bağlananlarıyla arasında tipik bir kast sistemi olduğu da bilinendir yani o erişilmez bi şahıstır ve her söylediğinde bir hikmet vardır vs. oysa Kur'an'a baktığımızda her bilenin üstünde başka bir bilen olduğu söylenerek istişareye yönlendirir ki kardeş olan müminlerin düşmeye meyil olduklarında ve her zaman birbirini asr suresince de tutmalarının imanın gerekliliği olması bu müthiş bir şeydir çünki her insan yaratılışı hasebiyle yanlışa meyyaldır düşünelim peygamber Bedir savaşı sonrası esirleri aldığında Allah'ın tokat gibi ayetiyle karşılaşır bunu üzerine peygamber ve Ebubekr hüngür hüngür ağlar yanlarına gelen Ömer ise onları teskin etmeye çalışır. Söyleyin bana bugün sünneti tek eline alan şahısların bağlı oldukları kişilerle arasında buna benzer şeyler mümkün mü ki fazlası yukarıda da bahsettiğim gibi maalesef!.. Senin şeyh mürid ilişkisine bakışın tam olarak nedir?
 

Yetim

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
2,702
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Yaş
45
Evet "nefislerinizi düzeltmek üzerinize borçtur"

Bu borç ne borç'u ?

"borçlu borçunu ödedimi alacaklının alacağımı kalır?"..

Tevhid İnancının ilminden dem vurduğunu iddia edipde sonra Bu inancın temel akidesini (Kaidelerini ) ya bilmeden yada hiçe sayarak yazmak konuşmak neye fayda sadece nefsimiz eğlendirmeye fayda

Soranın sorduğu kişi bol kepçeden cevap vermesi soruyu soranı büyütür kısa ve öz cevab vermek ise Kişinin İlmi ile amil olduğunu gösterir uzun uzadıya cevap vermek is kişin çok şey bilmediğini gösterir...

Sahi soruyu soranda nefsen soruyusa nefis ağa büyürde büyür
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Evet eksik veya farklı anlatımı olabilir fakat bu ekolün de zerdüştlük, hinduizm vb. etkilenmiş olduğu görülüyor..

Sn Dost, hakikate ulaşmak için neden illede bir kişiye bağlanılması gerektiğini vurguluyorsun, hakikat esasen çok açık ve yakın sadece biraz daha dikkatli bakabilmeliyiz tefekkür teslimiyet ve tevekkül dairesinde ki bugün ve geçmişte bağlanılan kişilerin bağlananlarıyla arasında tipik bir kast sistemi olduğu da bilinendir yani o erişilmez bi şahıstır ve her söylediğinde bir hikmet vardır vs. oysa Kur'an'a baktığımızda her bilenin üstünde başka bir bilen olduğu söylenerek istişareye yönlendirir ki kardeş olan müminlerin düşmeye meyil olduklarında ve her zaman birbirini asr suresince de tutmalarının imanın gerekliliği olması bu müthiş bir şeydir çünki her insan yaratılışı hasebiyle yanlışa meyyaldır düşünelim peygamber Bedir savaşı sonrası esirleri aldığında Allah'ın tokat gibi ayetiyle karşılaşır bunu üzerine peygamber ve Ebubekr hüngür hüngür ağlar yanlarına gelen Ömer ise onları teskin etmeye çalışır. Söyleyin bana bugün sünneti tek eline alan şahısların bağlı oldukları kişilerle arasında buna benzer şeyler mümkün mü ki fazlası yukarıda da bahsettiğim gibi maalesef!.. Senin şeyh mürid ilişkisine bakışın tam olarak nedir?
Bütün dinlerin birtakım ortak özellikleri vardır. Mesela yaratılmış olmak, rızkı veren bir tanrı inancı, öldükten sonra ki hayat vesaire.. Peki bu temel unsurlar diğer dinlerde var diye şöyle diyebilir miyiz: Kuran, diğer dinlerden esinlenilerek uydurulmuş bir kitaptır (Haşa). Bu denemez. İşte aynı şekilde bu denemiyeceği gibi tarkiatın içinde beliren hakikat unsurlarına da; diğer dinlerden gelen kırıntılar, denemez. Elbette benzerlikler olacaktır. Zira bu benzerlikler yolun hak olduğunun ıspatıdır. Sanıldığı gibi inkar delili değildir.

Tek bir Allah'a inanıyoruz. Ona giden yolların benzerliği bizi şaşırtmasın. Diğer yollar bozulmuş, tek ulaştıracak yol İslamdadır. İçiyle dışıyla bunu böyle anlamak lazım. Eğer bu din sadece dış cepheden ibaret bir din olsaydı asıl o zaman korkmak ve şüphelenmek icab ederdi. Çünki bu, ilahi bir merkezden gelmediğine delil arzederdi. Sahte dinlerin hepisi ya sadece iç cepheden, yahut sadece dış cepheden ibaret. Bir dinin ilahi kaynaklı olduğunu iki cephesiyle anlarsınız. Kuran'da geçen onca ilm-i ledun ayetlerini ve Hızır kıssasını arka cebimize koyamayız.

Eğer mesele sahtekarlık, istismar ve yanlışa meyyalse bunu pekâla İslamın dışıyla da yapanlar bolca mevcuttur.

Şeyh-mürid ilişkisi, takım-antrönör ilişkisi gibidir. Öğretmen-öğrenci ilişkisi değildir. Öğretmen ve öğrenci misalini verenler yanlış misal veriyorlar. O zaten Hoca-talebe ilişkisi olarak vardır ve dış cephenin metodudur. Benim verdiğim örnek, takıma koçluk yaparak eğiten adam üzerindendir. Zira koçluk aksiyonla alakalı, sahayla alakalı, bilinenin tatbikiyle alakalıdır. Zira bilmek üç kademedir: İlmel yakin, aynel yakin, hakkel yakin.. Hocadan ve kitaplardan alacağınız şey en fazla sizi ilmel yakin yapar. Aynel yakin ve hakkel yakin için bir yerimizden terlememiz lazımdır. Bilim adamları diyor ki; insanın karakterini şekillendiren ana faktör çekilen çiledir. Yani karakterimizi imzalayan şey çiledir. Bu toplumda da böyle, her dinin başında da böyle. Çile.. Çilesiz insan boş teneke gibidir. Dikkat ederseniz zengin çocukları, meşhur, başbakan çocukları hepisi böyle.. İmzasız mukavele gibi hükümsüzdürler.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Tarikatin herkesi ehli tarikat yapmak gibi bir misyonu yoktur. Farz da değil. Herkes doktor, herkes avukat, herkes mimar olacak diye bir şey olabilir mi? Toplumun fertlere yüklediği görev taksiminde yerini alan bir kurumdur o kadar. İhtiyaçtır, elzemdir..

Gelişmiş batı ülkeleri, kendi toplumlarının manevi ihtiyaçlarını farklı farklı derneklerle gidermeye çalışması, bizde olan bu zengin kültürün yokluğundandır. Çareler arıyorlar fakat tutturamıyorlar. Zira gözden kaçırdıkları bir dinamik var. AŞK..

Avrupa bugün maddesel düzeyde işliyor. Onun için aşka biçtikleri değer zahir üzerindendir. Cinsel ilişkiye aşk demişler. Oysa aşk öyle bir betondur ki geleni tutar, kaçanı yakalar. Aslında aşk, hormonal dengelerin bütününe oynar. Sadece birisine değil.

Karasevdaya tutulan bir adam düşünün. Tutulduğu kadın, bu adama kocasını bile öltürtecek kudrettedir artık. Bu kudreti yaratan Allah nefsi kendi eliyle kendisini ezdirip ıslah ettiriyor. Zira o canavar kendisini boğmak zorunda. Dışarıdan olursa olmaz. İşte nefis denen canavarı kendi eliyle boğdurtacak güç AŞKTADIR. Aşkın yaradılış hikmeti buna binaendir.

Aslında batı düşünürleri bunu hep aramışar ama bir türlü tam izah edememişlerdir. Fakat sanatta bunu göstermeye çalışıyorlar. Mesela King-Kong filmini hepimiz izlemişizdir. King-Kong denen koca canavar aşkın kurbanıdır. Sarışın bir güzelin mavi gözlerinde kendisini kaybeder. Bu aşk onu ıslah eder. Zavallım böylece gönül rızasıyla ölüme giden yolculuğa adım atar. Aşk olmadan King-Kong'u zaptetmek mümkün müdür? Bak şimdi üzüldüm bu canavara..

Avrupa hep bunu arıyor. Biz ise koskoca bir hazinenin üstünde oturuyoruz ve bundan bi-haberiz.. Çünki tarihe gömmüşüz. Yapmamız gereken tek şey modern çağın diliyle bunu izah etmek. Gerek sanatta, gerek romanda, gerek filimde, gerek müzikte izah edeceğiz. Basit propaganda yaparak değil. İştahlandırarak. İmâ ederek..
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Tarikatin herkesi ehli tarikat yapmak gibi bir misyonu yoktur. Farz da değil. Herkes doktor, herkes avukat, herkes mimar olacak diye bir şey olabilir mi? Toplumun fertlere yüklediği görev taksiminde yerini alan bir kurumdur o kadar. İhtiyaçtır, elzemdir..

Gelişmiş batı ülkeleri, kendi toplumlarının manevi ihtiyaçlarını farklı farklı derneklerle gidermeye çalışması, bizde olan bu zengin kültürün yokluğundandır. Çareler arıyorlar fakat tutturamıyorlar. Zira gözden kaçırdıkları bir dinamik var. AŞK..


aşağıdaki videoyu izleyip bize şirkin ne olduğunu anlatabilirmisiniz.? ayrıca video hakkındaki görüşünüzü de merak ediyoruz.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst