Evde kalma korkusu

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Evlilikte geç kalan genç kızların başı psikolojik sorunlarla dertte. Toplum nazarında ‘evde kalmış’ muamelesi gören kızlar horlanıyor. Maruz kaldıkları olumsuz muamele karşısında kimi zaman yalnızlığa maruz kalan genç kızlar, kimi zaman da istemedikleri kişilerle evlenmeye zorlanıyor. Özellikle törelerin güçlü olduğu Doğu ve Güneydoğu’da bu uygulama ağırlığını daha çok hissettiriyor. Evde kalma korkusu erken yaşta evliliklerin de en büyük nedenlerinden biri. Erkekler de aynı olumsuz bakış tarzı ile karşı karşıya.

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Alanlar Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adnan Gümüş, genç kızların yaşadığı bu durumu, kabile ve aşiret ilişkilerinin uzantısı olarak değerlendiriyor. Gümüş, problemin sosyolojik tanımını ise iş bölümünde ‘yaşa’ göre kadın ve erkeğe yüklenen roller şeklinde özetliyor. Belli bir olgunluk evresinden sonra evlenemeyen erkek ve kadınların toplumda ‘fonksiyonu bozuk’ diye algılandığını belirten Gümüş, geleneksel yapıda soyun devamının cinsiyetteki iş paylaşımına bağlandığını hatırlatıyor. Bahsedilen rahatsızlığın zaman içinde ‘anormaliteye’ döndüğüne dikkat çeken Gümüş, dışlanan, baskıya maruz kalan ve sık sık görücülerle muhatap kalan kız veya erkeğin sosyal çareler aramaya başladığını kaydediyor. İçinden çıkılmaz bir hale düşen kız ve erkeğin çevrede sorunlu olarak görülmesi yüzünden özgüvenlerini yitirdiğini anlatan Gümüş, “Saygınlığı kaybetme endişesi, bireyi olumsuz etkiler. Depresyon gibi kısır bir döngünün içine sokar. Cinsiyet ve yaşa dayalı yargılar, şahsın içinde bulunduğu gruplara göre yorumlanmasını gerektirir. Ama sosyal gerçeklik böyle değildir. Örneğin Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’in çocuklarının olmaması, Devlet Bahçeli’nin evlenmemesi kimi zaman siyasi tartışma konusu olmuştur.” diyor. Meseleyi cinsiyete dönük yapılanmanın somut bir göstergesi olarak ele alan Doç. Dr. Adnan Gümüş, ülkede hâlâ aşiret ve eski kabile ilişkilerinin devam ettiğine işaret ediyor. Gümüş, evlilikte geciken kız ve erkeğin toplumun diğer bireyleri ile eşit sayılmaması psikolojik sonuçlar doğurabileceğini sözlerine ekliyor.

Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Eftale Yalçın, kız ve erkeklerde evlilik yaşının bölgeden bölgeye değiştiğini hatırlatarak doğuda 20-25 arasında olan evlilik çağının batıda 30-35’e kadar çıkabildiğini vurguluyor. Evliliğin kadında sosyal kimlik ve dayanak oluşturduğuna değinen Yalçın, eğitimli ve meslekleriyle ayakları üzerinde durabilen bayanların evlilikte toplumsal baskıya daha fazla dayanabildiğini dile getiriyor. Meselenin temelinde sosyal, ekonomik ve kültürel faktörlerin yattığını söyleyen Dr. Eftale Yalçın, doğu gelenek ve göreneklerinde bayanın ‘namus’ açısından evli ve belli bir erkeğin koruması altında tercih edildiğini aktarıyor. Bazen maddi imkanların yeterli oluşu bahsedilen kısıtlamayı ortadan kaldırmadığını kaydeden Yalçın, modern ülkelerde bile ekonomik özgürlüklerin kadınların evlenmesinde belirleyici etken sayıldığını anımsatıyor.

Yalçın, evliliği geciken bayanların yaşadıkları sıkıntıları şu şekilde açıklıyor: “Niye evlenmiyorsun? sorusuyla şahsın günleri çileye dönüşür. Bu davranış psikolojik kısıtlama ve bunalımı beraberinde getirir. Birisi ile evlenmek çoğu zaman beğenilmek anlamına gelir. Bu duyguyu yaşamamanın verdiği bireysel problemler ortaya çıkar. Sonuçta değersizlik ve yalnızlık duygusu depresyona sebep olabilir.”

‘Gururumuz inciniyor’

Evlenemedikleri için sorunlar yaşayan bayanlar başarılı oldukları alanlarda kendilerini göstermeli. Uzmanlar hanımlara birtakım sanatsal hobi ve bireysel kabiliyetlerini sergileyerek bu durumdan kurtulmalarını öneriyor. Sırf evlenmek için yapılan izdivaçlar, yeni meseleleri beraberinde getirebilir. Çünkü boşanma halinde mal paylaşımı, çocuk, geçimsizlik ve şiddet kişide onarılmaz etkiler bırakabiliyor.

Değişik nedenlerden evliliğini geciktiren bazı bayanlar ise yıllar geçtikçe kişinin aday seçiminde zorlandığını anlatıyor. İsimlerini gizleyen kızlar şunları söylüyor: “Her gün çevrede olmadık eleştiriler alıyoruz. Bu kimi zaman sözlerle kimi vakit espri yollu oluyor. Sırf evlendirmek için bazen kör ve sağır insanlar kapımıza getiriliyor. Elbette ki bu engelli insanlar da evlenebilir. Fakat denklik diye bir şey var. Bazen aşağılanıyoruz. Çoğu zaman acınıyoruz. Bütün bu durumlardan gururumuz inciniyor

haber7
 

uzAyli

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
7,903
Tepkime puanı
2,001
Puanları
0
Yaş
123
Konum
Uzay
Başlığı okuyunca karantina sandım, ılk paragrafta konu anlaşılıyor :D
 

uzAyli

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
7,903
Tepkime puanı
2,001
Puanları
0
Yaş
123
Konum
Uzay
Yüzü simsiyahtı.. Ama kendisi boyamamıştı ki!



Dedi ki:



– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?

– Asla!

– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?

– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.



Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:



– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.



Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:



– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.



Efendimizin gence emri:



– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.

– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..

– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.



Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…



Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:



– Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar!

Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!



Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…



Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.



– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:



– Sen Saad mısın? buyurur.



– Evet, deyince de dua eder:



– Ceddine saadetler!



Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:



– Allahu Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!



Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:



– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!



Bir hayret nidası daha:



– Allahü Ekber!



Sonra döner, oradakilere hitap eder:



– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:



– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!



Ve hayret nidaları birbirini takip eder:



– Allahu Ekber!

– Allahu Ekber!

– Allahu Ekber!

Abdullah Özvan
 

uzAyli

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
7,903
Tepkime puanı
2,001
Puanları
0
Yaş
123
Konum
Uzay
DÂVÂ EVLİLİĞİ

Cihadın olanca sıcaklığını yaşayan bir ülkede genç kızlar, uzun kuyruklar oluşturup resmî makamlara müracaat ediyor. Yaralı bir mücâhide en iyi eşinin bakabileceğini, onlar gibi cihad sevâbına ulaşma nimetinden mahrum olmamak için gâzilerden biriyle evlenmek istediklerini belirtiyorlar, bu seçimin de kendi beğenilerine bırakılmayıp yetkililer tarafından bakıma en muhtaç, gerekirse ağzı yüzü en çok hasar görmüş kişinin uygun görülmesi ve yüzünü, yaralı vücudunu görmeden bir mücâhid gâzi ile evlenmeye hazır olduklarını belirtiyor kızlarımız. Mangalda kül bırakmayan günümüz müslüman genci, “çok şuurlu bir müslüman, ama sözgelimi bir gözü kör kızı”, diğer vasıflara sahip olan ama şuursuz ve dâvâ insanı olmayan kıza tercih edebilir mi dersiniz? Ya da “bekâr ama dindar olmayan kız mı, dul ama şuurlu, çok seviyeli biri mi?” bu ikisinden birini tercihle baş başa kalan erkek, hangisini tercih eder? Günümüzde erkek olsun, kız olsun, eş arayanların aradıkları özellikleri duyunca, insanın “dâvâ nire, günümüz müslümanı nire?” diyesi geliyor. Hacı amcalar çocukları için, başörtülü ya da sakallı gençler de kendileri için dâmat ve gelin adayında aradıkları şeyler arasında sahih, güçlü, şirke bulaşmamış, amel ve eylemlerle ispatlanmış iman, kaçıncı sırada yer alıyor dersiniz? “Olmazsa olmaz” mıdır bu özellikler günümüz müslümanı için; yoksa “olsa güzel olur, ama onlardan daha önemlileri var” değer(sizliğ)inde midir?



“Ben güzellik yarışmasında ilk sıralarda yer alan birinden başkasıyla evlenmem; ama yüz ve deri güzelliği değil aradığım, takvâ güzelliğine vurgunum ben, tevhidî iman bilinci yönünden zengin arıyorum, aradığım asâlet güzel ahlâk cinsinden, diploma ve makam değil istediğim, ilim ve cihad arzusuyla dolu dâvâ adamı/hanımı biriyle evleneceğim ben, başkasıyla değil!” diyenler (küçük istisnâlar dışında) yok artık bu ülkede. Ya da, bu idealist sözü tersinden ifade ederek; “Hiçbir şey önemli değil; sadece benim dâvâmın en iyi askeri olsun yeter!” diyen gençler tarihe karışıyor.



Kişinin, eş adayında aradığı özellik, kendi iman ve takvâsını ele veren bir ölçüdür aslında. Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil; aynı zamanda aranan kişi olmaktadır. Aradığı ve araması gereken vasıfların kendisinde ne kadar yer ettiğini düşünmeden bencilce ve hevâsını öne çıkararak tercihde bulunuyor insanlar. Bir tarafta Hz. Peygamber’in “dindar olanını tercih et!” tavsiyesi, diğer tarafta hevâsının istekleri. Hangi taraf ağır basıyorsa kendi safını da belirlemiş oluyor delikanlı. Yüz milyondan fazla müslümanı barındıran Endonezya ve Malezya, sırf İslâm’ı yaşamak ve yaymak için oralarda dâvâ evliliği/bilinci ile evlenen tüccarlar sebebiyle müslümanlaştı; hiç silâhlı cihada başvurulmadan.



Kâfirlerin velâyet hakkı yoktur (4/Nisâ, 141). Velâyet, hem yöneticiliği hem de dostluk ve sevgi ilişkisini kapsar. “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost kabul edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (4/Nisâ, 144); “Mü’min erkeklerle mü’min hanımlar birbirlerinin velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). Onlar (birbirlerine) iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir/güçlüdür, hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (9/Tevbe, 71). Âyetler, mü’min birisi dururken, tevhidî inanca sahip olmayan birini sevip dost kabul etmeyi şiddetle kınamakta, aynı zamanda kadın mü’minlerle erkek mü’minlerin birbirlerinin gönül dostları (evliyâ) olduğunu belirtmekle, hayat ve imanın sorumluluğunu taşımada iki cinsi eşit görmüş olmaktadır. Kadın erkeğin hayat arkadaşıdır, eşidir. “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözünü diğer arkadaşlıklardan önce hayat arkadaşı için, ömür boyu beraber olacağı birini seçmek için değerlendirmeliyiz. “Eş adayını, eşini, dâmât ve gelinini söyle, kim olduğun belli olsun!”

Evliliğe, namuslu ve iffetli yaşamaya, Allah’a hakkıyla ibâdet ve kulluk yapmaya engel olmak için dört değil; on dört taraftan saldırıyor şer güçler. Düzen ve başta eğitimle ilgili olmak üzere tüm kurumları ile, kitle imha silahı konumundaki medya ve özellikle TV ile sürekli bombardımana tutuluyor insanımız. İslâm’ı hayat biçimi olarak kabullenmiş olan şuurlu müslümanlara karşı topyekûn savaş açan Batıya ve her çeşit bâtıla karşı direnebilecek seviyede güçlü bir iman gerekiyor. Eşine müslümanca destek verip onu Kur’an’la yapılacak büyük cihada hazırlayacak hanımlara, hanımını cennet yolculuğuna çıkarmaya çalışırken dünyada da huzur veren erkeklere ihtiyaç var bu yolda. Çocuğunu, eşini ve kendini ateşten koruyacak davranışlara yapışan, âhiret yolculuğuna beraber hazırlanıp imtihanı kazanmada eş ve çocuklarına yardımcı olacak güçlü bir iman ve cihad eri olmaları gerekiyor eşlerin. Yol çetin, yol arkadaşı güçlü gerek.

Kur’ân-ı Kerim’de Kıyâmet günü azaptan kurtulacak mü’minlerin vasıfları anlatılırken şöyle buyrulur: “Ve onlar ki, ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!’ derler.” (25/Furkan, 74). Göz aydınlığı olacak eş ve zürriyetlerin, takvâ sahibi olması, hatta Allah’tan hakkıyla sakınan ve sorumluluk bilincine sahip muttakîlere önderlik yapacak dâvâ adamı olmaları gerekiyor. Âyetteki vurguya göre, bu özelliğe sahip eş ve çocuklar, Allah’ın bağışıdır; kavlî ve fiilî duâ ile bu vasıftaki eş ve çocuk talep edilmelidir.

Unutmayalım, insan ömrünün en önemli olaylarından biri, iyi bir eş seçimidir. İyi bir eş de iyi bir mü’minden olur. Evinde de sâlih bir erkek ve sâliha bir hanım olan dâvâ insanlarına selâm olsun!

Ahmed Kalkan
 
Üst