Fedakârlık, Kafdağı’nın ardında

can feda

Profesör
Katılım
11 Ocak 2015
Mesajlar
1,014
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Konum
dünya...
Bir zamanlar insanlar, Beylerbeyi vapuruna binerken sürekli birbirlerine “Önden siz buyurun.” dediği için kaptanın yolcu alma süresi uzar, Şirket-i Hayriye vapuru varacağı yere sürekli geç gidermiş. Bu sebeple Beylerbeyi teşrifatı ile meşhur olmuş. Elinde olsa ışık hızıyla hareket etmeye meyyal, sabırsız, modern insanın halinden o kadar uzak ki bu vapurun ahalisi. Her gün metrobüse binen biri olarak Beylerbeyi vapurunun tarihin tozlu sayfalarına bir daha canlanmamak üzere gömüldüğünü söyleyebilirim. Artık yaşlılara, hamilelere, bayanlara, çocuklara, hastalara, engellilere bile öncelik tanımayan bir duyarsızlaşmanın içindeyiz. Metrobüste fenalaşıp olduğumuz yere çöktüğümüzde bırakın yer vermeyi “Neyiniz var?” diyen bir ses işitsek şükredeceğiz. Ne yazık ki Anadolu da megakentlerle yarışıyor bu konuda. Çünkü “Bana ne!” demenin, “Buyurun!” demekten daha çok yakıştığını düşünüyoruz dilimize. Omuz silkmekse en kolay başvurduğumuz savunma mekanizmamız. “El âlemin derdi niye sinirlerimizi gersin ki!” deyip çıkıveriyoruz her türlü vicdan sızlatabilecek muhasebenin içinden. Böyle dedikçe, söz konusu cümlenin öznesi, el âlemden en sevdiklerimize dönüşse de artık fark etmiyor bizim için. Kabul edelim gerçek anlamda fedakâr değiliz. Evet, bizler de kıymet verdiğimiz, kimi şahıs ve meseleler için sınırlarımızı zorlayabiliyoruz. Ama yine de ya yola çıkış amacımız rıza endeksli olmuyor ya da fedakârlık ölçüt ve zamanlamamızı kendi keyfimize göre belirliyoruz. Kimimiz sadece ailesi için paralıyor kendisini, dışarıda dünya yıkılsa umurunda olmuyor. Kimimiz diğergamlık özellikleri taşımasına rağmen bu hasletleri yanlış gayeler uğrunda tüketiyor, yanı başındakini duymuyor. Kimimiz “Hep bana!” diyerek sürekli kendisine fedakârlık yapılmasını bekliyor. Kimimizse her yaptığına karşılık bekliyor, umduğunu bulamayınca da nankörlüğe maruz kaldığına inanıyor. Ama en fedakâr, cefakâr, vefakâr olanımız dahi isar ruhuna erişmekten, yaşatmak için yaşama zirvesine ulaşmaktan yoksun. Zira bırakın başkası için yaşamayı, daha birbirimizin hayatını kolaylaştırma adına bir gayretimiz yok bizim.
Elbette isar ufku bu noktadan bakıldığında bizim çok ötemizde. Ama acizane kanaatim, onun nispeten daha alt ve erişilebilir seviyesi olan fedakârlığa da doğru anlam yükleyemediğimiz yönünde. Çünkü değil kolumuzu kıpırdatmak, başkası için üzülme, kaygılanma gibi zihinsel yorgunluktan da imtina ediyoruz çoğu kez. “Takma kafana tokadan başka bir şey.” cümlesi anlık rahatlama hazzına yenilip “Hiçbir şeyi takmayan bir kafa ne işe yarar?” sorusunun önüne geçiveriyor. Ya da lüzumsuz takıntılardan gerçek dertlere yer kalmıyor zihnimizde. Gittikçe benlik duvarlarımızın ardına hapsoluyor, mutlu etmek için değil mutlu olmak için yaşıyoruz. Karşımızdaki için yaptıklarımızsa “Senin için saçımı süpürge ettim.” ya da “Ömrümü çürüttün.” cümleleriyle var olan sevabını kaçırıyor. İnandığımız değerler bile bize menfaat sağlamadığında anlamını yitiriyor. Çünkü fedakâr değil, takas usulünde hareket eden insanlar olabiliyoruz ancak. Hatta kimi zaman bu tavrı Rabb’imize karşı da sergiliyoruz hiç gocunmadan. Sizce de “Anam babam sana feda olsun!” cümleleri kuranlar masallarda kalmış gibi hareket etmiyor muyuz?
 
Üst