Gelelim ayakların meshi konusuna :)

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Yıllar önce bu mevzuyu süleyman ateşten öğrenmiş içtihadımızı belirlemiştik,şimdi İslamoğluda aynı düşüncenin mutasarrufu olarak karşımıza çıktı..Yazı çok güzel okumanızı tavsiye ediyorum

:flwselam ve dua :flw

İslâm Tarihinin en büyük müfessirlerinden biri olan İbn Cerîr et-Taberî, abdest ayetinin yorumunda, kimi müfessirler tarafından yanlış anlaşılmıştır. Bunlardan birçoğu. onun abdest alırken ayakları yıkama ve meshetme konusunda insanları muhayyer bıraktığını, dolayısıyla Şîa paralelinde bir görüş beyan ettiğini söylemişler ve onu töhmet altında bulundurmuşlardır. Oysa Taberî, ayakları sadece yıkama veya sadece meshetmenin yeterli olamayacağına, aksine her iki işlemin birden yapılması gerektiğine işaret etmiştir. Yani ayakların tümünü su ile ıslatarak el ile de meshedilmesini/ovalanmasını gerekli görmüştür.


Abdest ayetinin anlaşılmasında, yorumlanmasında ve gramatikal açıdan tahlilinde Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında kayda değer bir anlaşmazlık yoktur. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet ile İmamiyye Şi‘ası arasında büyük bir anlaşmazlık söz konusudur. İmamiyye, abdest ayetinden ayakların meshedilmesinin farz olduğu hükmünü çıkarırken
[1>, Ehl-i Sünnet, aynı ayetten ayakların yıkanmasının farz olduğu hükmünü çıkarmaktadır.


Bu da, birinci derecede abdest ayetindeki
[2>, “ercül” kelimesinin fetha ve kesre ile iki şekilde okunmasına; ikinci derecede ise, “kâ‘beyn” kelimesine yüklenilen anlama dayanmaktadır. Zira Ehl-i Sünnet alimleri, “kâ‘beyn” kelimesine ayak ile baldır arasında her iki taraftan dışa doğru çıkık iki kemik anlamını yüklerken[3>, İmamiyye ayağın üstündeki kubbemsi kemikler olduğu anlamını yüklemektedir[4>.


Bu konuyu tartışırken maksadımız, Ehl-i Sünnet ile Şi‘î mezhepleri arasındaki ihtilâfları gündeme getirmek ve bu konuyu derinlemesine incelemek değildir. Çünkü bu, birçok araştırmacı tarafından detaylı bir şekilde işlenmiştir
[5>. Bizim buradaki asıl maksadımız, konuyu sadece Taberî bağlamında ele alarak, sırf onun bu konudaki görüş ve düşüncelerini net bir biçimde ortaya koymak olacaktır. Zira abdestte ayakların meshedilmesi gerektiğini savunan fakih ve müfessirler, ondan kendilerine delil getirdikleri gibi, yıkamayı savunanlar da, “Taberî, ayakları yıkama ve meshetme konusunda insanları muhayyer bırakmıştır”[6> diyerek aynı şekilde onu töhmet altında bulundurmuşlardır.


Dolayısıyla çalışmanın sınırlarını zorlamadan belirli bir sistematik içerisinde Taberî’nin görüşlerini aşağıdaki konular çerçevesinde izah etmeye çalışacağız:


1- Abdestte meshetmekten ne anladığını;


2- Yukarıda belirtildiği üzere, bir takım kimselerin, “Taberî, ayakları yıkama ve meshetme konusunda insanları muhayyer bırakmıştır,” şeklindeki sözlerinin gerçeği yansıtmadığını, başka bir deyişle onun böyle bir görüşünün olmadığını;


3- İmamiyye’nin, ayağın sadece üst kısmının meshedilmesinin farz olduğu tezine karşı çıkarak, Ehl-i Sünnetin, ayağın yıkanması gerektiği görüşünü de, yeterli bulmayarak, ayağın tümünün su ile meshedilmesinin
[7> farz olduğunu;


4- Bazılarının, o, “ılımlı bir Zeydî idi”
[8> ya da, “Şi‘î idi” şeklindeki sözlerinin de gerçek olmadığını;


5- Ayrıca Taberî’nin “ercül” kelimesinde kesre okuyuşu tercih edip, yıkama ve mesh konusunu ayetin lafzına uyarak makul bir biçimde cem ettiğini.


Söz konusu Mâide Sûresi 6. ayetinin meali şu şekildedir: “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü ve ellerinizi dirseklerinizle beraber yıkayın, başınızı meshedin (ıslak elle silin) ve ayaklarınızı da topuklarınızla beraber yıkayın...”


Buradaki ihtilâf, “ercül” kelimesinin mütevâtir olarak, fetha ve kesre ile iki farklı biçimde okunmasından kaynaklanmaktadır.


Taberî’nin açıklamasına göre, Hicaz ve Irak kurrâsından bir topluluk kelimeyi fetha ile “ercüle”, diğerleri ise, kesre ile “ercüli” şeklinde okumuşlardır
[9>. Fetha okuyanlara göre, ilgili bölüm “ercüle” kelimesi, “vücûhe” kelimesi üzerine atfedilmiş olup, anlamı: “...yüzünüzü, dirseklere kadar ellerinizi ve topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız...” demektir. Cümle içerisinde “ercül” kelimesi her ne kadar lafız yönünden sonra olsa da, anlam yönünden öncedir. Bu okuyuşa ve bu izah tarzına göre, Allah (c.c.), ayakları meshetmeyi değil, yıkamayı emretmiştir. Farz olan ayakları yıkamaktır. Dolayısıyla çıplak ayaklar üzerine mesheden kimse abdest almış sayılmaz[10>.


Taberî, önce bu okuyuş tarzını, bu hususta varid olan hadîsleri ve bu yorumu ön gören Sahabe sözlerini ve ileri sürdükleri delilleri açıklar. Buna göre: Hz Ömer, Hz. Ali, İbn Mes‘ûd, İbn Abbâs, Abdullah b. Ömer, Ömer b. Abdülaziz, İbrahim en-Nehaî, Urve b. ez-Zübeyr, Atâ, A‘meş, Mâlik b. Enes, ve Dahhâk gibi Sahâbî ve Tâbi‘în’in her birinden ayrı olarak rivâyet ettiği haberlerde, abdest alırken ayakları yıkamanın gerekli/farz olduğunu, söyler. Bu rivâyetlerden bir kısmını aşağıda zikredeceğiz
[11>.


Taberî’nin anlattığına göre, Ebû Kılâbe şöyle diyor: “Bir adam abdest aldı, ayağının üzerinde tırnak kadar kuru bir yer kaldı. Adam öylece namazını kıldı. Namazı bitince Ömer (r.a.) ona: “Abdestini yeniden al ve namazını iade et” dedi
[12>.


Müslim ise, Hz. Ömer’den aynı hadîsi şu şekilde rivâyet etmektedir: “Bir adam abdest aldı, ayağının üzerinde tırnak kadar kuru bir yer kaldı. Hz. Peygamber onu gördü ve şöyle dedi: “Geri dön ve abdestini güzelce al.” Adam geri döndü, yeniden abdestini tamamladı ve sonra namazını kıldı”
[13>. Aynı hadîs Enes b. Mâlik’ten de rivâyet edilmiştir[14>.


Bazı Sahabîlerden rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber, su isabet etmediğinden ayağının üzerinde bir dirhem kadar parlaklık bulunan bir kişinin, namaz kıldığını gördü. Ona, abdestini ve namazını iade etmesini söyledi
[15>.


Kâsım b. Muhammed
[16> diyor ki: “Ömer’in oğlu Abdullah mestlerini çıkarır, sonra abdest alırdı. Ayaklarını yıkar ve ellerini ayak parmaklarının arasından geçirirdi.” Hadîsin diğer varyantı şöyledir: Şeybe b. Nessâh şöyle diyor: “Mekke’de bir ara Kâsım b. Muhammed’le beraber bulundum. Abdest aldığı zaman ayaklarına su döker ve ellerini ayak parmaklarının arasından geçirirdi. Ona, neden böyle yapıyorsun? diye sorduğumda, “Ömer’in oğlu Abdullah’ın böyle yaptığını gördüm” diye cevap verdi[17>.


Abdülmelik, Atâ’nın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ben çıplak ayak üzerine mesheden bir kimseyi daha görmedim”
[18>.


A‘meş şöyle demiştir: “Abdullah (İbn Mes‘ûd)’ın arkadaşları hep “ercüle” şeklinde okurlar ve bu okuyuşa göre de ayaklarını yıkarlardı”
[19>.
 
Üst