Harra olayı – büyük katliam

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Yeteri kadar ilmimiz var beyefendi

Buyur aktar. Hz. Muaviye döneminde meydana gelen hadiseleri, fetihleri, islama katılan toprakları yaz bakalım. İstanbula giden ilk orduyu ki eyüp sultan hazretleri de o ordudaydı, kim hazırladı.

Evet biz kırpma yapmıyoruz, adam gibi bildiklerini yaz diyoruz.

Cemel vakasından başla...
 

alı

Yeni
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,784
Tepkime puanı
51
Puanları
0
Allah beni peygamberimle ailesiyle ve sahabesiyle birlikte haşretsin.

Gerçek ashaba sözümüz yoktur ancak ehlibeyt as i katleden, ehlibeyt e 80 yıl minberlerde soven sahte sahabelerdende Allah a sığınırım...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Gerçek ashaba sözümüz yoktur ancak ehlibeyt as i katleden, ehlibeyt e 80 yıl minberlerde soven sahte sahabelerdende Allah a sığınırım...

Bir şey soracağım, peygamberimizin sav. eşi Hz. Aişe validemizi seviyor mısunuz? Seviyorum dersen sebebini de söyler misin?
 

alı

Yeni
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,784
Tepkime puanı
51
Puanları
0
Bir şey soracağım, peygamberimizin sav. eşi Hz. Aişe validemizi seviyor mısunuz? Seviyorum dersen sebebini de söyler misin?

Ümmül müminin Ayşe annemizden daha kutsaldır ama bu kutsallik hata yapmayacagi anlamına gelmez. Sevip sevmeme konusuna gelince Allah Resulune yaptıkları yuzunden Hz Ayşe yi sevdigimi soyleyemem...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Lafons sende öyle bi gözlük var ki o gözlüğü cikarmadan sana kaynak vererek bir şey anlatamam... bu yüzden arastir kardeşim araştır...

Çekinecek birşey yok, Aişe validemiz peygamberimize ne yapmış da sen sevmiyorsun? Böyle önemli bir meseleyi sen araştır demekle geçiştirmek olur mu? Söyle biz de bilelim.
 

alı

Yeni
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,784
Tepkime puanı
51
Puanları
0
Çekinecek birşey yok, Aişe validemiz peygamberimize ne yapmış da sen sevmiyorsun? Böyle önemli bir meseleyi sen araştır demekle geçiştirmek olur mu? Söyle biz de bilelim.

Lafons anlatmaya çalışsam işe yaramayacak sen en iyisi araştır...

Takıntılı bi yaklaşım sergiliyorsun takıntılarından sıyrılıp komplekslerini aştığın vakit eğrisini doğrusunu konusabiliriz...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Lafons anlatmaya çalışsam işe yaramayacak sen en iyisi araştır...

Takıntılı bi yaklaşım sergiliyorsun takıntılarından sıyrılıp komplekslerini aştığın vakit eğrisini doğrusunu konusabiliriz...

Yahu niye mertçe şu şu sebeplerden sevmiyorum diyemiyorsun da beni takıntılı ilan ediyorsun. Sonuçta doğru bildiğini söylemekten niye çekiniyorsun? Hz. Muaviyeye konuşurken çekinmiyorsun ama aişe validemize gelince toplum buna henüz hazır olmadığından mıdır nedir susuyorsun. Unutma Lut as. In eşi hakkında Kuran bize kafir olduğunu bildiriyor. Yani illa ki peygamber eşleri müslüman olacak diye bir kaide yok. Rahat ol konuş.
 

Muhtazaf

Profesör
Katılım
22 Ocak 2014
Mesajlar
1,866
Tepkime puanı
87
Puanları
0
Konum
Almanya
Web sitesi
www.facebook.com
Önce Şunu Söyleyeyim Muaviyeyle Hazreti Aişe validemiz karşılaştırılmaz.

----------------------------------------------------------------------------
Muaviye, kendisinden sonra Müslümanların başına oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin ederek asıl amacının iktidarı Emevi ailesinin mülkü haline getirmek olduğunu gösterdi.
Resulullah’ın vefatından tam 30 yıl sonra 661’de Kufe’de kendisine biat edilen Hasan b. Ali, Müslümanların yönetimini Muaviye’ye terk ettiğini açıklıyordu. (1)
Bu, yeni bir dönemin başlangıcı idi. Müslümanların ortaya koydukları kendilerine özgü olan siyasi rejim; hilafet ortadan kalkıyordu. Uygulamadaki hataları bir yana tutarsak teorik olarak hilafet modeli tarihte eşine az rastlanır bir siyasi model oldu. Referans olarak Kur’an ve Resulullah’ın uygulamalarının esas alınması, kanunlar önünde tam bir eşitliğe önem verilmesi, yönetici seçiminin belirli kıstaslara göre yapılmaya çalışılması bu siyasi modelin özgün yanlarını oluşturdu.

Arapların ciddi bir devlet geleneğinin olmaması hilafet modelinin uygulamadaki hatalarının erken dönemde ortaya çıkmasına yol açtı diyebiliriz. Ardarda yaşanan siyasi krizlerin atlatılamaması rejimin sonunu getirdi. Tabi ki İslam öncesinde Mekke’de yaşanan Emevi-Haşimi çatışmasının tekrar alevlenmesinin etkisini de gözardı etmemek gerekir.

Ehli Sünnet tarihçileri, önceki fitne dönemlerinde yaşanan acıların bitmesinden ve siyasi iki başlılığın bire inmesinden duydukları memnuniyetle bu yıla “birlik yılı” dedi.(2) Halbuki yeni sistem, toprak bütünlüğü haricinde hiçbir alanda birliği sağlayamayacaktı. Acılarda hiç azalmadı.

Halife Ali’ye isyan eden ve büyük mücadelelerden sonra amacına ulaşan Emevi ailesinden Muaviye b. Ebu Süfyan yeni bir dönemin, yeni bir anlayışın başladığını Medine’de yaptığı ilk konuşmasında resmen bildiriyordu: “Ben sizin başınıza sevginizle gelmedim. Bu, kılıcımla sizi dize getirerek oldu. Gönlüm size karşı Ebu Bekir’in ve Ömer’in yolundan gitmek istiyor. Ama bundan hiç hoşlanmadım. Osman gibi yürümek istiyorum, ama gönlüm bunu da kabul etmedi. Hem bana hem size yarar sağlayacak bir yol tuttum. Güzel yeme, güzel içme. Beni iyiniz görmeseniz bile ben, sizi en iyi yönetecek kişiyim. Kılıcı olmayana kılıçla gitmeyeceğim, sadece dilinizle söylediklerinize aldırış etmem. Sakın fitne çıkarmayın. Çünkü fitne geçinmeyi bozar, nimeti kirletir.” (3)

Muaviye kendisinin Müslümanların lideri olarak dini anlama ve yaşamada ehil ve yeterli görülmediğinin farkında idi. Bu iktidarı için tehlikeli idi. Önlem olarak kendisi hakkında fazileti, üstünlüğü, halife olacağının önceden bildirilmesi, vahy katibi olduğu gibi rivayetler uyduruldu.(4)

Muaviye, kendisinden sonra Müslümanların başına oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin ederek asıl amacının iktidarı Emevi ailesinin mülkü haline getirmek olduğunu gösterdi. (5)
Saltanat, tabi ki Muaviye’nin icad ettiği bir yönetim tarzı değildi. Yeryüzünde binlerce yıldır uygulanagelen bu sistem onun tarafından yürülüğe kondu.

Saltanat 661’den 1900’lere kadar halkı Müslüman olan topraklar üzerinde tartışılmaksızın kabul edildi ve uygulandı. Bu iktidarlar dönemindeki saray ulemaları tarafından meşrulaştırıldı.

Bu modelin temel değişmezleri şunlar oldu:

1 – Yöneticinin seçimle değil vesayetle olması. Bir ailenin hanedan olarak yükseltilmesi.

2 – Yöneticinin ve hanedanın hesap verilebilirliğinin ortadan kaldırılması.

Saltanatın, Resulullah’ın vefatından otuz yıl sonra başlanmasını bir kırılma noktası olarak görmemim sebebi, Müslümanların siyasetteki ufuklarını köreltmiş olmasındandır. Özellikle Sünni siyaset anlayışı, yakın tarihe kadar saltanat dışı bir iktidarı tahayyül bile edememiştir. Günümüzde bile hala Osmanlı hanedanı özlemi ile yananlar, irili ufaklı Arap ülkelerindeki hanedan yönetimler hep bu anlayışın birer sonucu değil mi?

Sorgulanamaz, hesap sorulamaz, ölmeden değiştirilemez şeyhlerin, parti liderlerinin, cemaat önderlerinin bu topraklarda hala sultanlar gibi yaşamalarının sebebi bu anlayışın sonucu değil mi?

DİPNOTLAR
1- Bu anlaşmanın oluşmasının sebepleri ve anlaşma maddeleri konusunda bakınız: Tarihi Taberi c.4 s.74-75
2- Mesudi, Murucüz Zeheb c.2 s.4
3- İbni Abdirabbih el-İkdul Ferid c.4 s.147
4- İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b.Ebu Süfyan s.45, 136
5- Tarihi Taberi c.4 s.91
Ömer İslam
 

Muhtazaf

Profesör
Katılım
22 Ocak 2014
Mesajlar
1,866
Tepkime puanı
87
Puanları
0
Konum
Almanya
Web sitesi
www.facebook.com
"Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (Nisa, 4/93)
 

Muhtazaf

Profesör
Katılım
22 Ocak 2014
Mesajlar
1,866
Tepkime puanı
87
Puanları
0
Konum
Almanya
Web sitesi
www.facebook.com
Vahiy Kâtibi Muaviye (?)
İbrahim REYHANİ
Muaviye bin Ebu Süfyan gerçekten vahiy kâtibi miydi yoksa ona bu sıfat bilerek ya da bilmeyerek birileri tarafından mı yamanmıştır? Hayatı ve yaşantısı bir yana, yaptıklarıyla İslam ümmetini kutuplaştıran, bölen aynı zamanda da gayrı meşru hilafet süren Muaviye’ye dokunulmazlık zırhı kazandırma umudu taşıyan bir çaba mıdır bu yoksa gerçekten bazı kitaplarda geçen rivayetlerde anlatıldığı gibi vahiy yazma işini Allah’ın özel talimatıyla mı yapmıştır? Bu soruları yanıtlamak için Sünni kaynaklardaki kayıtları incelemek ve sağlıklı bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Çünkü Şii/Alevi kaynakların hiçbirinde onun vahiy kâtipliğiyle ilgili kayıt bulunmuyor. Acaba Şii/Alevi kaynaklarda böyle bir kaydın olmaması Muaviye’ye karşı bir tutumdan mı kaynaklanmıştır yoksa böyle bir olay/görev gerçekte olmamış mıdır? Bunların yanıtlarını vermeyi, yazılanları sonuna kadar okuyanların vicdanına bırakmak en doğrusu olacaktır. Bilindiği gibi İslamiyet’ten önce Mekke’de okuma yazma bilenlerin sayısı oldukça azdı. Belazuri, Fütuh adlı eserinde bahsi geçen dönemde Mekke ve Medine’de okuma yazma bilenlerinin sayısının 33 kişi olduğunu belirtmiştir. (Belazuri, Fütuh S:457) Hem vahiylerin yazılması hem de komşu kabile veya devletlerle yazışma, onları İslam’a davet gibi konularda savaş esirlerinden bile faydalanılmış, okuma yazma bilmek değer kazanmıştı. Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan Ebu Süfyan, Hz. Muhammed’e gelerek oğlu Muaviye’yi kâtip edinmesini istemiş, Hz. Muhammed de bu isteği kabul etmiştir. (Ahmet bin Hanbel, Fedailüs Sahabe S:168/ İbn-i Kesir, Tefsir C:4 S:349) Sünni kaynaklardaki rivayetlerin bir kısmı Muaviye’nin sadece kâtiplik yaptığıyla ilgilidir. (İbn Abdirebbih, C:4 S:245/ Cahşiyari, Kitabü’l Vüzera vel Küttab S:12/ Zehebi, Nübela C:3 S:122/ İbn Hacer, El İsabe C:3 S:434 / İbn Kuteybe, El Mearif S:349/ Belazuri, Ensab C:1 S:532/ Taberi, C:1 S:1782/ Bağdadi, C S:207/İbn Abdülbir, C:3 S:395/İbnü’l Esir, Üsdü’l Gabe C:3 S:209/ İbn Teymiyye, S:21) Yukarıda yer alan Zehebi, Belazuri,İbn Abdirebbih, İbn Hacer diğer eserlerinde ve ayrıca Nevevi, İbn Tiktaka, İbn Kesir gibi müellifler de Muaviye’ nin vahiy kâtipliği yaptığını kaydetmişlerdir. Muaviye’nin vahiy kâtibi olarak ne yazdığı ise incelendiğinde Ayetel Kürsi’yi yazdığı rivayeti dışında hiçbir kayıt bulunmaz. (Zehebi, Nübela C:3 S:129) Kitabul Vüzera’nın yazarı Cahşiyari, bu eserinde Hz. Muhammed’in vahiy kâtibi olarak Hz. Ali, Osman bin Affan, Ubey bin Kaab ve Zeyd bin Sabit’i görevlendirdiğini belirtmiş ve başka kimlerin hangi konuda kâtiplik yaptığını da yazmıştır. Muaviye’nin vahiy yazma dışındaki görevlerde yer aldığını eserinde kaydetmiştir. (Cahşiyari, Kitabü’l Vüzera vel Küttab S:12) Ayetel Kürsi’yi yazdığı iddia edilen rivayetleri incelemek ve sonrasında bir değerlendirme yapmak işi çözecektir. “….Muaviye kapıyı çaldı ve kendisine içeri girmesi için izin verildi. Kulağının üstünde yontulmamış bir kalem vardı. Hz. Peygamber, kulağının üstündeki nedir diye sorar. Muaviye de onu Allah ve Resulü için hazırladım dedi. Bunun üzerine Hz. Muhammed (saav) vallahi ben seni ancak semadan gelen vahiy için kâtip edindim, dedi.” (Belazuri, Ensabul Eşraf C:4 – S:128) Ebu Hüreyre’nin Peygamberden şöyle duyduğu rivayet edilir: “Cebrail bana geldi ve ey Muhammed, Allah vahyini bana ve sana emanet etti, sen de Muaviye’ye emanet et, dedi.” (Belazurî, Ensab c:4 s:127/ İrfan AYCAN, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebu Süfyan s:50) Bazı Sünni kaynaklarda Muaviye’nin vahiy kâtipliği öyle abartılacak ki vahiy yazma konusunda Yüce Allah; Hz. Muhammed’i, Cebrail vasıtasıyla uyaracaktır: “…Ey Muhammed! Allah’ın vahyini yazmak için seçtiğini azletmek senin hakkın değil, onu yerinde bırak, çünkü o, emindir.” (Zehebî, Nübela cilt:3 sayfa:129 / İrfan AYCAN, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebu Süfyan s:50) Hatta iş öyle bir dereceye vardırılacak ki, sınır tanınmayacak ve şöyle bir hadis uydurulacaktır: “Cebrail altından bir kalemle indi ve şöyle dedi: “Ey Muhammed, yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben kendi katımdan Muaviye’ye bir kalem hediye ettim. Ona bu kalemle Ayetel Kürsi’yi yazmasını, harekelemesini ve noktalamasını emret.” (Zehebî, Nübela cilt:3 sayfa:129 / İrfan AYCAN, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebu Süfyan s:50) Bütün bunların uydurma olduğu şu sahte hadisle sabittir: Güya İbn-i Abbas’tan nakledilmiştir: “Ayetel Kürsi, nazil olduğunda Muaviye kalem aradı, bulamadı. Allah, hokkadan kalemleri almasını söyledi ve Cebrail kalemi getirdi. Hz. Peygamber, Muaviye’ye kulağındaki kalemi almasını söyledi. Kalemi alınca bir de ne görsün, üzerinde lailahe illallah, Allah’tan emini Muaviye’ye hediyedir yazılı altından bir kalem.” (Zehebî, Nübela cilt:3 sayfa:129 / İrfan AYCAN, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebu Süfyan s:51) Ve şimdiki asıl bombaya dikkat edin. Hz. Ali’den aktarıldığı söylenen rivayet: “Cebrail indi ve Muaviye’nin emin bir kimse olduğu için kâtip tayin edildiğini söyledi.” (Zehebî, Nübela C:3 – S:129 / İbn Kesir, El Bidaye ven Nihaye C:8 –S:123) Şimdi Allah aşkına, bu dinle alay etmek olmuyor da ne oluyor? Allah’ın kalemlerini koyduğu hokkası varmış, Allah ona yazılı bir mesaj yollamış… Allah aşkına nedir bunlar? Neredeyse, Muaviye ile Allah hâşâ sümme hâşâ ahbap olmuşlar. Herkes bilir ki, Allah’ın emini Hz. Muhammed’dir, maşallah Muaviye yandaşları sınır tanımıyor, Peygamberimizin özellikleri bile Muaviye’ye atfediliyor. Doğrusunu isterseniz haksız da sayılmazlar; çünkü Muaviye’nin bunlara gerçekten ihtiyacı var. Zira Muaviye’nin yılmaz savunucusu anlı şanlı Zehebî, Nübela adlı eserinin 3. cildinin 128. sayfasında Muaviye’nin neredeyse nebi olarak gönderileceğini belirten şu uydurma hadisi içi sızlamadan nakleder: Güya Hz. Muhammed (s.a.a.v.) demiş ki: “Muaviye, hilminden ve Rabbinin kelamı üzerine güvenilirliğinden dolayı nerdeyse nebi olarak gönderilecekti.” Gerçi Zehebî, inanarak bu hadisleri yazmamıştır. Aslında bunlara kendisi de inanmıyor; ama bir kurnazlığa başvuruyor. Şunu demek istiyor: “Ali hakkında hadis varsa Muaviye hakkında da söylenmiş birçok hadis vardır. Onlar ileri sürülürse bunlar da ileri sürülür.” Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanar demişler. Muaviye’nin vahiy kâtibi olduğunu iddia edenler iddialarını Ayetel Kürsi ile ilgili olan uydurma hadise dayandırmaktadırlar. Bilindiği gibi Muaviye, babası Ebu Süfyan’la birlikte Mekke’nin fethinde artık muhalefet edecek herhangi bir güce sahip olmadıkları zaman zoraki Müslüman olmuşlardır. Oysa kâtipliğini yaptığı söylenen Ayetel Kürsi, hicretin ilk yıllarında nazil olmuştur. Ama insaflı tarihçiler de vardır. Hatip Bağdadî, ortaya atılan bu uydurma hadisler karşısında tahammül edemeyecek ve yalancılara lanet okuyacaktır. (Zehebî, Nübela cilt:3 sayfa:130) Allah, bu yalanlarını işte böyle izhar edecek ve yalana başvuranları böyle mahkûm edecektir. Zehebî için bu hadislerin doğruluğu, yanlışlığı önemli değil. Onun için önemli olan bu hadislerin uydurma bile olsa varlığıdır. İşte bunların varlığı sayesindedir ki bugün bile Muaviye, hâlâ vahiy kâtibi olarak görülmektedir. Bu anlamda Zehebî, amacına ulaşmıştır. Muaviye’nin vahiy kâtipliği konusunu bir sonuca bağlamak için bu Muaviye konusunda tez sunan Sayın İrfan AYCAN’a sözü bırakıyoruz: “…Çağdaş araştırmacılardan Abdulhay El Kettani ve Abbas Mahmud Akkad da (ikisi de Sünnidir) bu meseleyle ilgilenmişler ve onun vahiy kâtipliği ile ilgili açık bir delile rastlayamadıklarını belirtmişlerdir. (Kettani, Nizamül Hükümetin Nebeviyye C:1-S:115-116) Sonuç olarak……….kendisinin vahiy kâtibi olduğu konusundaki rivayetlerin, yazmış olduğu öne sürülen Ayetel Kürsi’nin nüzul tarihi dikkate alındığında asılsızlığı ortaya çıkacaktır.” (İrfan AYCAN, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebu Süfyan s:65) Öncelikle bir şeyi belirtmekte fayda vardır. Vahiy kâtibi olmak kimseye dokunulmazlık zırhı vermez. Bilindiği gibi İbn-i Hatal, vahiy kâtibiyken yeniden Hristiyan olmuş ve “Muhammed bir şey bilmez. Yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir.” demeye başlamıştır. (Sahih-i Buhari Hadis No: 1477) Yine aynı şekilde vahiy kâtibi olduğu söylenen 3. Halife Osman’ın süt kardeşi Abdullah b. Sad b. Ebi Serh, İslâmı terk etmiş ve “Eğer Muhammed’e vahyolunuyorsa bana da vahyolunuyor. Eğer Allah indiriyorsa ben de onun indirdiğinin mislini indiririm.” demeye başlıyor. (İbn Kesir, Tefsir, Sabuni muhtasarı, I/600) Bu sözler üzerine bu kişi hakkında En’am-93 ayeti iniyor: “Allah’a karşı yalan uydurandan ya da kendisine karşı bir şey vahyedilmemişken “bana da vahyolundu” diyenden ve “ben de Allah’ın indirdiği gibi indireceğim” diyenden daha zalim kim olabilir?” Hz. Muhammed, Kâbe’nin örtüsünün altına saklansa bile bulun ve öldürün emrine rağmen 3. Halife Osman onu evinde saklar ve affedilmesi için Hz. Muhammed’e yalvarır, daha sonra da halifeliği zamanında onu valisi yapar. Muaviye hakkında öyle şeyler uydurulacak ki bu hadis uydurma işinin boyutlarının nereye vardığını gösteriyor. Hz. Muhammed güya şöyle demiştir: “Muaviye, hilminden ve Rabbinin kelâmı üzerine güvenirliliğinden dolayı neredeyse nebi olarak gönderilecekti.” (Zehebî, Nubela, C.3 – S:128) Bitmedi devam edelim, yalanda hızlarını alamayanlar bakın daha neler uyduracaklar: “Cebrail, üzeri yazılı bir sahife getirdi ve üzerinde ‘La ilahe illallah, Muaviye sevgisi kullarım üzerine farzdır.’ yazılı idi.” (Zehebi, Nubela, C:3 –S:130-131) Cafer bin Ebi Talib, Resulullah’a dört adet ayva getirir. Resulullah da onlardan üç tanesini Muaviye’ye vererek “Cennette beni bunlarla karşıla” der. (Belazuri, Ensab Cilt: 4 S:127/ Zehebî,Nübela C:3 S:130) Buna sadece el insaf denir. Cafer bin Ebi Talib, 630 yılında yani Hicrî 8 yılında Mute Savaşı’nda yani Mekke’nin fethinden önce şehit olmuştur. Muaviye de tüm tarih kitaplarında kayıtlı olduğu gibi Mekke’nin fethinden sonra tutunacağı hiçbir dal kalmayınca zoraki Müslüman olmuş ve Peygamberimiz tarafından bu yüzden TULEKA taifesine alınmıştır. Bunun uydurma bir hadis olduğu apaçık ortadadır. Doktor İrfan AYCAN Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebu Süfyan adlı eserinde Hatib Bağdadi’nin bu uydurma habere tahammül edemediğini ve yalancılara lanet okuyarak feryat ettiğini yazmıştır. (Sayfa:57) Hatib Bağdadi’nin bu tepkisini Zehebî de Nubela adlı eserinde (Cilt:3 S:130) kaydetmiştir. Yukarıda Muaviye hakkında uydurulan hadisleri gördük. Bu uydurulan hadisler, onun ne yaşantısına ne amellerine ne de Kur’an-ı Kerim’e uygundur. Onun hayatı boyunca yaptıklarını araştıranlar zaten bu verilen hadislere güler geçer. O Muaviye ki; Peygamber’in torunu İmam Hasan’ı zehirletmiştir, Hz. Ali’ye cami minberlerinde lanet ve sövgü dönemini başlatmıştır, Mekke ve Medine’deki ensar ve muhacirlerin çoğunun biat ettiği meşru halife İmam Ali’ye isyan etmiş ve on binlerce Müslümanın ölmesine neden olmuştur, tek suçları Hz. Ali’ye sövmemek olan Hucr ve arkadaşlarını şehit etmiştir, Peygamber’in soyunu Kerbela’da katledecek olan oğlu Yezit’i veliaht ilan etmiştir. Bir kere kendisi bile akıbetinin ne olacağının farkındayken diğerlerinin onu aklama işine girişmesi bu işe girişenleri çelişkilerin içinde boğmaktan başka bir işe yaramıyor. Muhammed b. Ukbe der ki: “Muâviye’ye ölüm geldiğinde şöyle dedi: Keşke ben Zi Tuva (Mekke’de bir yerin ismi) da basit hayat yaşayan bir Kureyşli olsaydım. Keşke bu işe hiç bulaşmasaydım.” ( İbn Ebi Dünya) Bilindiği gibi Muaviye tüm valilerine Hz. Ali’ye (haşa) camilerde lanet okunması konusunda bir emirname gönderir. Ve bu kötü âdet, 83 yıl boyunca ta ki Ömer bin Abdulaziz bunu kaldırtıncaya kadar devam eder. “Bundan böyle Ali ile onun Ehlibeytinin fazileti hakkında bir şey anlatacak olan kimsenin mal, can ve namus dokunulmazlığı kalmayacaktır. Hutbelerde Ali ve Ehlibeytine (hâşâ) lanet okunacaktır.” (Ebul Hasan El Medaini, El Ahdas / Mevdudi s:234 /Taberi, c:4 s:188 / İbni’l Esir, c:3 s:234 / İbn-i Kesir, Bidaye c: 8 s: 80) Hucr ve arkadaşları sadece buna karşı çıktıkları için Muaviye’nin emriyle kimi toprağa diri diri gömülerek (Abdurrahman bin Hasan El Anezi gibi), kiminin organları parça parça edilerek (Sayfi gibi) kimi de kılıçla şehit edilmişlerdir. Sünni mezhebinin önderlerinden Hasan Basri Muaviye hakkında şöyle demiştir: “Muaviye’nin dört büyük günahı var ki bu dördünü değil de sadece birini yapsaydı onun helak olmasına yeterli gelirdi. O bu ümmet içinde Resulullah’ın ashabı ve gerçekten çok faziletli insanların bir hayli olmasına rağmen hilafet görevini kılıç zoruyla almış ve ümmetin başına musallat olmuştur. İkinci husus kendisinden sonra makama sarhoş, içkici, sürekli ipek giyinip çalgılarla meşgul olan oğlu Yezit’i getirmiştir. Üçüncü büyük hatası, zina çocuğu Ziyad’ı Peygamber’imizin hadisine rağmen kendi nesebine katmasıdır. Dördüncü büyük hata ise Hucr gibi muttaki bir insanı yakın arkadaşlarıyla öldürmüş olmasıdır. Bütün bunlar bir tarafa Hucr’un öldürülmesi Muaviye’ye yeter. Hucr’dan dolayı ahirette Muaviye’nin vay başına geleceklere. Hucr’dan ve arkadaşlarından dolayı Muaviye’nin çarptırılacağı işkenceler ne kadar dehşet vericidir.” (İbnü’l Esir, C:3 S:487 / Ahmet AĞIRAKÇA, Emeviler Döneminde Kıyamlar S:39-40) Muaviye, hiçbir suçu olmayan sahabeleri haksız yere öldürtmüştür. Kur’an-ı Kerim’de bu fiilin karşılığı bellidir: “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (NİSA 93) Muaviye ölüm döşeğindeyken şunları sayıklayıp duruyordu: “Ey Hucr! Keşke seninle karşılaşacağım gün çok uzaklarda olsa.” Taberi Tarihi, Hicri 51 Olayları / İbnü’l Esir, el-Kamil fi’t-Tarih C:3 S:486 / İbn-i Kesir, C:8 –S:55 / Ahmet AĞIRAKÇA, Emeviler Döneminde Kıyamlar S:40) Sünnî bir kaynakta Hz. Muhammed’in Muaviye için şu sözü söylediği kayıtlıdır: “Muaviye, cehennemde kilitli bir tabut içindedir.” (Belazuri, Ensabu’l Eşraf C:4 – S:128 / Taberi Tarihi, C:3 – S:2171) Yine Sünnî tarih ve hadis kitaplarında kayıtlı bir hadis de şöyle: “Muaviye’yi minberim üzerinde gördüğünüz zaman öldürün.” Belazuri, Ensabu’l Eşraf C:4 –S:128 / Ahmet bin Hanbel, Kitabu’l İlel C:1-S:159/Taberi, C:3 –S:2171) Ebu Said El Hudri’nin şöyle dediği kaydedilmiştir: “Ensardan birisi Muaviye’yi öldürmek istedi. Biz o adama ‘Ömer’e durumu yazmadan onun zamanında kılıcını çekme’ dedik. O da Resulullah’tan eğer Muaviye’yi kürsüde hitap ederken görürseniz onu öldürün.’ dediğini işittiğini söyledi. Bunu biz de duymuştuk fakat yine de Ömer’e yazmadan bu işi yapmamasını söyledik. Ömer’e yazdılar fakat cevabı hiç gelmedi.” (Belazuri, Ensabu’l Eşraf C:4 S:130) Hz. Ali’nin ise Muaviye, Amr İbnül As ve taraftarları için şunları söylediği kitaplarda kayıtlıdır: “Allah’a yemin ederim ki bunlar İslam’a girmediler ancak teslim olup küfrü gizlediler, taraftar bulunca da bunu açığa vurdular” (İbni Ebil Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa C: 1-S: 347)
Muaviye bu yaptıklarıyla acaba yukarıdaki hangi hadislerin muhatabıdır? İsteyen istediğine inansın, yeter ki başka türlü inananları dinden çıkmış ilan etmesin. Bu herkesin yararına olacaktır. Herkes bu tarihi olayları vicdanında değerlendirsin, eğriye eğri, doğruya doğru demenin kimseye bir zararı olmayacaktır. İbrahim REYHANİ İslam Tarihi
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
@Muhtazaf

baştan kadar okudum, kaynak için teşekkür ederim.
Günümüzde ki nifak tohumlarının ne zaman edildiği apaçık meydanda, biz de sürekli bir şeyleri anlatmaya çalışıyoruz ama taassub sahibi mukallit insanlar için gerçeği görmek Tırnakları ile Atomu parçalamalarından daha zor.

bu işin siyasi boyutundan ziyade hanedanlığa bağlı kadılar ve din adamları yolu ile bidat ve uydurma üzerine kurdukları güya fırka - ı Naciye safsatası var ki, rivayet edene yine şaşırmamak lazım, meşhur 73 fırka naklinin rivayetçisi de Muaviye.

durum ortada da görebilecek akıl gerek, Allah nasip etsin.

MB860 cihazımdan Tapatalk 2 ile gönderildi
 
Üst