Hasan El-Benna Kimdir?(Şehadetinin 63. Yıldönümü)

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hasan el-Benna neden önemli?

15537.jpg


O, sadece düşünen ve bunun haricinde hiçbir şey yapamayan aciz insanlar gibi değil, düşündükleriyle amel edebilen ihlas sahibi bir mücadele adamıydı.


İslam davasına gönül veren ve hayatını cihada adayan bir mücahidin cenazesi toprağa verilirken, “müslüman kardeşler”i yanında olamamış ve cenazesi kadınların omuzları üzerinde taşınarak çıkartılmıştı evinden. Tabutunun yanı başında ise, ilk ilim tahsilini aldığı ve İslam davası yolunda ona ilk adımlarının basamağı olan babasından başka hiçbir erkek yoktu.

Neden cenazesi böyle kaldırıldı?

Evet, İslam sancağı altında binlerce insanı bir çatı altında toplayan Hasan el-Benna’nın bu şekilde toprağa verilmek istenmesinin altında yatan asıl gerçek ise; İslam'dan taviz vermeyen yürüyüşü, büyük bir kararlılıkla zulüm karşısındaki dik duruşu ve Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmeyerek düzenin düzensizliğine başkaldırmasıdır.

‘Haramların İşlenmesini Önleme Cemiyeti’ni kurdu
Öyle ki ilim ve takva hayatının yaşandığı bir evden çıkarak öğrendiği İslam âdâbını tüm insanlığa yayma mücadelesi veren Hasan el-Benna’nın bu vakarlı duruşu, genç yaşlardan itibaren onun yaşam tarzı haline getirdiği bir davranış olarak hayatına yansımış. Ve ilk çalışmalarına daha on iki-on üç yaşlarında başlayarak, “emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker”i halka götürmek amacıyla “Haramların İşlenmesini Önleme Cemiyeti” adı altında arkadaşlarıyla birleşerek kurmuş olduğu bir oluşumla ilk mücadelesine başlamış.

Anlatmak istediklerini insanları cezbeden bir ifadeyle anlattı
Küçük yaşlardan itibaren böyle bir mücadeleyi kendisine gaye edinen ve gördüğü yanlışları düzeltme uğraşında olan Hasan el-Benna, hepimizin bildiği gibi bugün de görülen geniş bir kitle hareketini başlattı. Elbette ki bu hareket bugünlere öyle kolay gelmeyerek, birçok zorluklar ve zorbalarla mücadele ederek zalim karşısında taviz vermeyen bir duruş sergiledi. Hasan el-Benna’nın, halka ulaşmayan, onları kucaklamayan bir davetin başarıya ulaşamayacağı düşüncesi, “Müslüman Kardeşler”i seçkin bir grup olmaktan her zaman için uzak kıldı. Hatta bu düşünceden yola çıkılarak, insanlara el uzatılmaya kahvelerden başlanılmış ve gayretlerin neticesini Allahu Teâlâ’nın bereketlendirmesiyle, kahve köşelerinde zamanını boşa geçiren insanlardan İslam davası yolunda her türlü fedakarlığı göze alabilecek gönül erleri yetişmesine vesile olunmuştu. Bu noktada dikkat kesilmemiz gereken en önemli noktalardan bir tanesi de, anlatılan konunun ulviyeti kadar, anlatım şeklinin de insanları cezbeden bir ifadeyle yapılıyor olması.

Peygamberimizin tebliğ metodunu benimsedi
Öyle ki kısa bir zaman zarfı içerisinde insanları etrafında toparlamış olan bu hareketin temel kaynağı muhakkak ki nebevî metodun bir yansımasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz’in İslamî tebliğini göz önünde bulundurduğumuzda, Efendimiz’in davet yöntemini çok net bir şekilde görebiliriz. Yani Hasan el-Benna’nın çağrısı bir yerde Peygamber Efendimiz’in tatlı sözü, içtenliği ve samimiyet ilkesine dayanmaktaydı. Ve bu samimiyet üzerinde bir araya gelerek kurulan cemiyet, yapılan çalışmalarla Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlara yardımcı olabilmek için büyük bir özveriyle mücadele etmekteydi. Ayrıca hedefleri doğrultusunda da gece gündüz demeden saha çalışmasında bulunan kardeşler kısa zaman içerisinde büyük mesafeler katetmiş ve insanlara, yalnızca Allah’a kul olunması gerektiğini hatırlatmıştır. Ayrıca çalışmalarında kurumsal olarak da harekete geçen “Müslüman Kardeşler”, İslam dışı eğilimlerin resmî prosedürlerine de müdahil olarak tepkilerini açıkça ortaya koymuş ve başlattıkları akım Allah’ın inayetiyle başta Hasan el-Benna olmak üzere birçok müminin gayretleriyle sonuç vermiştir.

Sadece düşünen ama hiçbir şey yapmayan aciz insanlar gibi değildi
1932 yılına gelindiğindeyse yeni bir çığırın habercisi olan bu gençliğin cemaate katılımları, “Müslüman Kardeşler”in sayısını arttırdı ve ülke çapında 300’den fazla şube ile bambaşka hizmet hamlelerine girişilmeye başlandı. Hitap edilen kitlenin büyümesiyle birlikte Hasan el-Benna, özellikle eğitim anlayışının sağlam temeller üzerine oturtulabilmesi için en başta ailenin eğitilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunun için gerekli olan bütün çalışmaları yaparak bilinçlendirme faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürüyordu. İşte Hasan El-Benna’nın en büyük farkı da bu doğrultuda karşımıza çıkıyordu. Çünkü o, sadece düşünen ve bunun haricinde de hiçbir şey yapamayan aciz insanlar gibi değil, düşündükleriyle amel edebilen ihlas sahibi bir mücadele adamıydı.
Hatta çevresindeki çember gittikçe daralmaya başladığı bir zamanda dahi Pakistan elçiliğinin kendisine sunduğu sığınma ve himaye teklifini düşünmeden reddederek; “Kardeşlerimi sıkıntıda bırakır da nasıl gidebilirim” cevabıyla bunu bizlere bir kez daha göstermişti. Görüyoruz ki Benna, davasına öylesine sıkı sarılmış ki Allah ona şehadeti nasip ederek en büyük arzusuna kavuşturmuştu.

Zalimler cesedinden dahi korktular

Şehadete ermeden önce ise dava arkadaşına söylediği son sözleri şunlardı: “Muhammed ben ahirete yolcuyum. Allah'ıma şükürler olsun, bugüne kadar hep söylediğimi tekrarlayacağım: Gayemiz Allah’tır, önderimiz Rasulullah’tır, kitabımız Kur'an'dır, yolumuz cihattır, şehit olmak en büyük arzumuzdur. Kardeşlerime selam söyle, üzülmesinler; insan ne kadar uzun yaşasa da fânidir, Allah ise bakîdir.”
İşte Benna, bu sözlerin ardından Hakk’ın rahmetine kavuşmuş ve geriye, kıyamete kadar kapanmayacak olan bir amel defteri bırakmıştı. Ve şunu da belirtmek gerekir ki, Hasan el-Benna, saldırıda hedef olduğu kurşun yaralarıyla değil, daha sonradan hastanede şehit edilmişti. Hastaneye kaldırıldığında hâlâ yürüyebilen, hatta ameliyat masasına dahi bizzat kendisi yatmış olan bir adam başarılı bir ameliyat geçirmesine rağmen dönemin emniyet amiri tarafından odasında şehit edilmişti. Ve şehidin cenazesi ancak vefatının dokuzuncu gününde hastaneden çıkartılarak toprağa verilebilmişti. Çünkü o zalimler, ölümlü dünyada bile ölüden korkmaktaydılar.

Enes Yaşar bir kez daha bu büyük adama rahmet diledi
 

ebkem

Baş Yücelik
Katılım
3 Ara 2011
Mesajlar
3,128
Tepkime puanı
321
Puanları
0
selam bu mezhepsizlik nedir ben anlamadım hakikate mezhepsizlik ne demek ? bu kelimenin altını dolduracak biri varmı. merak ediyorum İmam Buhari hangi mezhepten !!! selam ve dua ile.
İmam-ı Buhar'i şafii mehebine daha yakındır.. Şafi fıkhına yakın hadisleri daha çok rivayet etmiştir Sahih'inde. Öğrendiğimde çok şaşırmıştım bu nasıl mezhep taasubu olur diye, mesela Sahih-i Buhari'de tek bir hadis dahi yokmuş;İmam-ı Azam Ebu Hanife'den hadis rivayet etmemiş.

Tabi bu ne İmam-ı azam'ın şahsiyetini ne de Buhari'nin Sahih'inin ehemmiyetini sarsar.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İmam-ı Buhar'i şafii mehebine daha yakındır.. Şafi fıkhına yakın hadisleri daha çok rivayet etmiştir Sahih'inde. Öğrendiğimde çok şaşırmıştım bu nasıl mezhep taasubu olur diye, mesela Sahih-i Buhari'de tek bir hadis dahi yokmuş;İmam-ı Azam Ebu Hanife'den hadis rivayet etmemiş.

Tabi bu ne İmam-ı azam'ın şahsiyetini ne de Buhari'nin Sahih'inin ehemmiyetini sarsar.

rkadaşın yazısı doğrusu traji-komik olmuş..İmamı Buhari gibi bir ehli hadis hakkında yazmadan önce, iyi araştırmalıdır..Kulaktan dolma kelamlar yazılmamalıdır..Her duyulan yazılırsa....

Buharinin Şarihi el-Keşmiri diyorki'' Bilmiş olunki, şübhesiz İmam Buhari müctehiddir.'' İmam Buhari Şâfidir'' sözüne gelince, bir çok meselede İmam Şafiye muvafık olduğu içindir.Aksi takdirde İmamı Azama muvafakati, İmamı Şafiye muvafakatinden daha az değildir....''

(Feyzul Bâri c. 1 s. 58)
 

ebkem

Baş Yücelik
Katılım
3 Ara 2011
Mesajlar
3,128
Tepkime puanı
321
Puanları
0
rkadaşın yazısı doğrusu traji-komik olmuş..İmamı Buhari gibi bir ehli hadis hakkında yazmadan önce, iyi araştırmalıdır..Kulaktan dolma kelamlar yazılmamalıdır..Her duyulan yazılırsa....

Buharinin Şarihi el-Keşmiri diyorki'' Bilmiş olunki, şübhesiz İmam Buhari müctehiddir.'' İmam Buhari Şâfidir'' sözüne gelince, bir çok meselede İmam Şafiye muvafık olduğu içindir.Aksi takdirde İmamı Azama muvafakati, İmamı Şafiye muvafakatinden daha az değildir....''

(Feyzul Bâri c. 1 s. 58)

Sayın hikem benim yazdığımdan farklı bir şey mi dile getirdiğinizi sanıyorsunuz? Ben Şafii mezhebini baz alan (hükmi anlamda) hadisleri daha çok rivayet etmiştir diyorum. Hatta kimi hadisleri bizim mezhebimize nazaran ters görürsünüz. Bu mezhebi ihtilaftan. Bakınız aralarında geçen daha fazlası, bir hadis bile rivayet etmemiş diyorum aksini iddia ediyorsanız ispat ediniz. Bunun anlamı ne demektir? Resmen İmam-ı Azam'ın şahsını hedef alan ağır tenkitler dahi söz konusu; "Efendimiz şöyle buyurdu ama kimileri şöyle rivayet etti" diyerek İmam-ı Azam'a atıf var. Ben bu işin ilmini alıyorum, kulaktan dolma söylemlerle meydana çıkacak kadar acemi değilim.

Son cümleme dikkat buyurunuz, bu ciddi ciddi mezhep taraftarlığıdır, objektif olun; evet İmam-ı Buhari bir müçtehittir; bunun aksini savunmuyorum ki.. Tekrar ediyorum elbet ne Buhari ne de İmam-ı Azam'a dil uzatacak ruhsatımız yoktur, müçtehitlerin birbirine muhalefeti dahi rahmettir.

Yalnız ortada bir gerçek var, bunu bilelim. Sonuçta ben İmam-ı Buhari şafiidir demedim ki.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Şehid Hasan el-Benna'nın Şehadetinin 63. Yıldönümü


Bugün 12 Şubat… İhvan’ın kurucu lideri Hasan el-Benna’nın şehadetinin 63. yıldönümü...


Mısır halkının, 30 yıldır saltanatını sürdüren diktatör Mübarek'i ve hükümetini düşürmesinin 1. yıldönümü Hasan el-Benna'nın şehadetinin yıldönümüne denk geldi. İhvan-ı Müslimin'in kurucu lideri Hasan el-Benna'nın şehadeti 12 Şubat 1949'da gerçekleşti.
Hasan el-Benna Mısır'daki isyanın en önemli aktörü olan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)'in kurucu lideri olarak fikrî ve siyasi kimliğini oluşturmuştu. Bu anlamda süreç içerisinde tartışmalar, farklılaşmalar yaşasa da İhvan'ın çizgisini anlamak açısından Şehit Benna'nın düşünsel iklimi önemlidir. Şehadeti vesilesiyle Hasan el-Benna'nın mücadelesini ve fikirlerini gündeme getirmek istedik. Haksöz Dergisi'nin 35-36. sayısında yayınlanmış ve daha sonra Ekin Yayınları'ndan çıkan "İslami Mücadelede Öncü Şahsiyetler" kitabında yer almış Nihat Bulut'un makalesini ilginize sunuyoruz:

HASAN EL-BENNA
Nihat Bulut / Haksöz
I. Giriş
18. yüzyıldan itibaren Avrupa kültürel, teknik ve askeri alanda ilerlemeye başlayınca gelişen sanayisine hammadde bulma sorununun çözümünü zengin kaynaklara sahip öteki dünyayı sömürgeleştirmekte buldu. Bu öteki dünyaya üzerinde müslümanların yaşadığı Hindistan, Kuzey Afrika, Nil Vadisi ve diğer bölgeler de dahildi.
İslam dünyası ise içsel dinamizmini çoktandır kaybetmiş, insanlara adaleti götürmeyi akidenin pratik yansıması olarak gören ruhu kaybetmişti. Yaşantıları önceki kültürleriyle İslam'ın tuhaf bir karmasıydı. Başlarındaki sultanlar ise artık memleketlerini dış müdahalelerden koruyamıyorlardı. Malik b. Nebi'nin ifadesiyle 'sömürüye uygun bir durum'da (1) idiler. Adeta emperyalist Batı'nın gelmesini bekliyorlardı. O da materyalist, sömürgeci kültür ve medeniyetiyle geldi. Kendi okullarını açtı. Ancak buralarda sürekli olarak kalmanın maliyetini düşürmek için kendine bağlı gelecekte yönetici olacak yerliler yetiştirmeliydi.
Sömürü henüz düşünme yeteneğini kaybetmemiş insanlarda bazı şeyleri sorgulama zorunluluğu doğurdu. Artık inkar edemezlerdi; Batı medeniyeti karşısında tam bir bozgun yaşıyorlardı. Bundan çıkış yolu ne olacaktı? Bu sorunun cevabı kendi içlerinde tamamen homojen olmasa da iki akımın ortaya çıkışını belirledi:
- Modernist akım.
- Islahatçı akım.
Modernistler Batı'nın açtığı okullarda eğitilmiş veya şu ya da bu sebeple Batı'ya çarpılmış köle ruhlu insanlardı, Onlara göre ilerlemenin, açmazlardan kurtulmanın tek yolu vardı; sömürgecinin taklit edilmesi. Taha Hüseyin, (2) Seyyid Ahmed Han (3) gibi isimler bu akımın ilk akla gelen isimleridir. Ali Abdurrazık'ı da din-devlet ayrımını savunan görüşleriyle bu akıma dahil edebiliriz. Ali Abdurrazık'ın bir farkı vardı: Ayrıma dini bir temel bulmaya çalışmıştı. (4)
Islahatçı akım ise içine düştüğü hareketsizlik ve ataletten kurtulabilmeyi halk kitlelerinde, 'kalp intifadası'na susamış kitlelerde içsel dinamizmi yeşertip geliştirmeyi hedefledi. (5) Bu akım, adalet götürmek üzere Sasani kapılarına dayanan ruh halini tekrar yaratmak için, üzeri yüzyıllar boyu küflenen vahyi özü ortaya çıkarmayı, dinlerini gelenekten ayırdetmeyi hedef olarak belirledi. Bir toplum kendi içindekini değiştirmedikçe, kuşkusuz Allah da o toplumun bulunduğu durumu değiştirecek değildir. (6) O halde toplumun değişim/dönüşüm geçirmesi şarttı.
Malik b. Nebi, tarihi yorumlayış biçimi, kültür ve medeniyet tahlil ediş şekli ve sunduğu çözümler ile İbn Haldun'dan beri ilk orijinal Arap düşünürü (7) olmaktan öte biridir. Cemaleddin Afgani'nin sömürü ve cehalete karşı verdiği mücadele, (8) Muhammed Abduh'un itikadi düşünceyi ıslah çalışmaları (9) ve Reşit Rıza'nın İslam'ı ilk devirdeki gibi algılama çalışmaları 19. ve 2O.yüzyılda İslam dünyasında ıslahatçı hareketin onur kaynaklarından bazılarıdır.
Bu çizgiyi 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır'da başarıyla devam ettirenlerden biri de Hasan el-Benna'dır. Mısır'ın o günkü koşullarında el-Benna hem sömürüye karşı olmalı, hem de İngiltere gölgesinde güya bağımsızlığını kazanmış devletin siyasi yapısı, uluslararası ilişkilerinin nasıl olması gerektiği konularında bir düşünce sistemi oluşturmalıydı. O, bunun ötesinde bir şey yaparak düşüncelerini halk kitlelerine yaymayı başardı. 1949'da şehid edilişine kadar etkin bir hareket ortaya çıkardı. Belki de ıslahatçı akım İran İslam Devrimi'ni ve Muhammed b. Abdulvehhab'ın (10) hareketini saymazsak en fazla el-Benna döneminde başarıya yakındı.

II. El-Benna Döneminde Mısır
a) Siyasi Durum
20. yüzyılın başında Mısır İngilizler'in hakimiyeti altındaydı. (11) Bu durum Urabi Paşa'dan beri varolan milliyetçi hareketin artmasına sebep oldu. (12) Fransa'da ileri düzeyde araştırmalar yapmış bir avukat olan Mustafa Kamil 1894'te Hizbulvatan isimli özgürlükçü bir hareket başlatmıştı. 1900'de el-Liva isimli bir gazete çıkarmaya başladı. 1907'de ise bir 'Milli Kongre' oluşturdu ve başkan seçildi. Fakat uzun süre yaşamadı.
İngiltere'nin Mısır Yüksek Komiseri Ernest Gorst, Hidivi (13) kuklası haline getirmişti. Bunun üzerine Hidiv'e ve Gorst'un yerine gelen Kitchener'e karşı geniş çaplı öğrenci hareketleri başladı. Temmuz 1919'da anayasa ilan edilerek 80 üyeli bir parlamento kuruldu. Bu sayının 15'i atamayla diğerleri ise dolaylı seçimlerle işbaşına geldi. Bir kaç ay sonra I. Dünya Savaşı patlak verince Mısır'da İngiliz mandası ilan edildi. (14)
Savaş sırasında güçlenen milliyetçi hareketin başında bu kez Sa'd Zağlul vardı. Daha sonraları hareket Vefd adını almıştır. Savaş sonrasında Sa'd Zağlul ve arkadaşları tutuklanarak Malta'ya sürüldüler. Bu durum halk arasında büyük bir ayaklanmaya sebep oldu. İngiliz başkomutanın ayaklanmayı bastırmak için güç kullanması hiç bir yarar sağlamadı. 1920'de Sa'd Zağlul ve arkadaşları serbest bırakılarak Mısır'ın siyasi durumunu görüşmek üzere Londra'ya çağrıldılar. Fakat ayaklanma devam ediyordu. Vefd'ın liderleri tekrar tutuklandılar. İngiltere ayaklanmayı bastırmak için Mısır'ın iç işlerinde serbest olduğunu ilan etti. Ancak yabancıların korunması ve haberleşme kendi tekelinde olacaktı. 15 Mart 1922'de Fuad kral ilan edildi. (15) Bir yıl sonra Sa'd Zağlul serbest bırakıldı. Yapılan seçimlerde Vefd büyük çoğunluğun oyunu alınca Zağlul başbakan oldu.
1927'de Sa'd Zağlul ölünce Mustafa Nahhas Paşa Vefd'in lideri oldu. Ülkede İngiliz karşıtı hareket sürmekteydi. Şiddet olaylarında Mısır ordusunun İngiliz başkomutanı öldürülünce olaylardan Vefd sorumlu tutularak liderleri hapsedildi. (16) 1930?1935 yılları arasında tekrar büyük öğrenci hareketleri çıktı. İtalya da bu yıllarda Habeşistan'a yerleşmiş, Nil Nehri'nin kaynaklarına egemen olmuştu. Bu durum Mısır için bir tehdit oluşturuyordu. (17) Bütün bunlar karşısında Kral 1923 anayasasını tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Yapılan genel seçimleri Vefd kazanınca Nahhas Paşa yeniden başbakan oldu.
1937'de Montreaux Konferansı ile Mısır'da kapitülasyonların kaldırılmasına ancak karma mahkemelerin devamına ve yetkilerinin ceza davalarını da kapsar şekilde genişletilmesine karar verildi. II. Dünya Savaşı sırasında parlamento dağıtılmış ve ülke askeri işgal altında bulunmaktaydı. 1950'de Mustafa Nahhas Paşa yeniden başbakan oldu. (18)
23 Temmuz 1952'de ordunun 'Genç Subaylar' olarak bilinen kanadı ihtilal gerçekleştirdi ve ülke ancak 1956'da tam bağımsızlığına kavuştu. (19)

b) Düşünsel ve Sosyal Durum
Islahatçı düşüncenin önderlerinden olan Seyyid Cemaleddin Afgani (öl. 1897), 1871 baharında Kahire'ye gelmiş ve Mısır halkının İngiliz emperyalizmine karşı direnmesi için büyük çaba göstermişti. Seyyid Cemaleddin'in mücadelesi şu 5 hususta odaklanmıştı: 1) İslam dininin müslümanlara klavuz olmaya, onların ilerlemesini sağlamaya yeterli olduğu, 2)Kadere boyun eğmeyi, uyuşukluğu yaratan ruh durumuyla savaşım, 3) İslam'ın temel kaynaklarına dönüş, 4) İslam öğretilerinin akılcı yorumlanması, yeni bilimleri öğrenmeye çağrı, 5) Sömürü ve istibdata karşı savaşım. (20) Birçok Mısırlı ve Suriyeli aydın ondan etkilendi. Vefd'in kurucusu Sa'd Zağlul de bunlardan biridir. (21)
Afgani'nin en büyük destekçisi ve öğrencisi olan Muhammed Abduh (öl. 1905) dini düşünceyi ıslah etmek için uğraşmıştı. O, Mısır halkı bilgisiz ve bilinçsiz olduğu sürece İngilizleri vatanlarından atamazlar bu nedenle de dini düşüncelerinin ıslahı sömürüyle yapılacak siyasal savaştan öncelikli olmalıdır şeklinde düşünüyordu. (22)
Abduh'un öğrencisi olan Muhammed Reşit Rıza 1898'de başlayıp 35 yıl boyunca aralıksız olarak çıkarttığı el-Menar dergisi ile müslümanların yaygın yanlış inançlarını düzeltmeye çalıştı.
Diğer yandan modernist düşünceler de bu ortamda kendilerine yer bulabiliyorlardı. Taha Hüseyin Mısır'ın tarihte Doğu'dan daha çok Batı ile ilişkilere sahip olduğunu, onun aslında Batı'ya ait bir ülke olduğunu söylemiş, Batı uygarlığının taklit edilmesini savunmuştu. (23)
Ezherli bir yargıç olan Ali Abdurrazık'ın 1925'te yayınlanan 'el-İslam ve'l-Usurul-Hukm' adlı eseri büyük tartışma başlatmıştı. Özet olarak şunları söylüyordu: İslam, devletin şekli, kurumları hakkında ne öneriler getirmiş, ne de onları reddetmiştir. Hilafet bir zorunluluk değildir. Hatta İslam'da siyaset dinden ayrıdır. (24)
Tasavvufun Mısır'ın geleneksel halkı üzerinde büyük etkisi vardı. Birçok tarikat şeyhi bidat ve hurafelerle dolu bir İslam'ı savunuyordu. Bilhassa taşrada tarikatlar İslam olarak biliniyor ve bu, şeyhlere dindar Mısırlılar üzerinde bir nüfuz sağlıyordu.
Halkın sosyal durumu iç açıcı değildi. İki sosyal sınıf vardı; toplumun küçük bir kesimini oluşturan büyük toprak sahipleri ve tüccarlar diğeri ise halkın büyük kesimini oluşturan fakir tabaka. Kırsal kesimin fellahini (çiftçiler) çok küçük topraklara sahipti ve ancak bahçe tarımı yapabiliyorlardı. Geçimleri için büyük toprak sahiplerinin arazilerinde çalışmak zorundaydılar. (25) 1930'lu yıllarda ekilebilir alanın % 44'ü 12.000 toprak sahibine aitken geri kalan % 56lık bölüm 11 buçuk milyon nüfuslu kırsal bölgenin 2 milyon 200 binine ait küçük mülklerdi. (26)
Çok sayıda yabancı şirket elektrik, su ve taşımacılık gibi önemli amme hizmetlerini tekellerine almışlar endüstri ve ticareti de kontrollerinde tutarak büyük kar temin ediyorlardı. Yarım milyonu aşkın işsiz vardı. (27)

III. Hayatı
Hasan el-Benna 1906 yılında Nil deltasında bulunan Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası çocuklara Kur'an öğretip camide imamlık ve müezzinlik yapan, geçimini ise saat tamirciliği ile temin eden biriydi. El-Benna ilk ve ortaokulu kendi kasabasında bitirdi. Orta üçüncü sınıftayken Ahlak ve Edeb Cemiyeti adında, içtüzüğünde küfredenden ve kavga edenden para toplamanın yer aldığı, dini emirlere sımsıkı sarılmayı şiar edinen okul içi bir cemiyet kurulmuş, başkanı da Hasan el-Benna olmuştu.
Daha sonra bir grup arkadaşıyla Haramların İşlenmesini Önleme Cemiyeti adında bir örgüt kurdular. Her üye belirli bir miktarda aidat vermek zorundaydı. İşlevi, İslam'a aykırı davrananları mektupla uyarmak şeklindeydi. (28) Ortaokullar kaldırılınca öğretmen yetiştiren ilköğretim okuluna kaydoldu. Bu sıralarda Hassafiye tarikatına girdi, zikirlerine devam etti. Daha sonraları tasavvufu değerlendirirken çıkışını olumlu bulduğunu, fakat sonra bünyesine İslam'a aykırı unsurların girdiğini ifade edecektir. İleride el-Benna'nın tasavvuf hakkındaki düşüncelerini daha geniş inceleyeceğiz. Öğretmen okulu yılları ibadet ve tasavvufa daldığı yıllardı. (29) 1919'da İngiliz sömürüsü ve işbirlikçilerine karşı yapılan gösteri ve boykotlara katılıyordu. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra yüksek öğrenim için Kahire'de bulunan Daru'l-Ulum'a kaydoldu.
Kahire onu hayli etkiledi. Aklın özgürleştirilmesi adı altında ahlaki bir çöküş yaşanıyordu. Modernizmin yayılmasıyla insanlar her geçen gün dinden uzaklaşıyordu. Ali Abdurrazık ve Taha Hüseyin'in kitapları da henüz yayınlanmıştı. İlmi ile maruf insanların buna karşı hiç bir çalışması yoktu. Bu durum el-Benna'yı hayli etkiledi. İlim ehli olarak gördüğü insanlarla konuşarak onları harekete geçmeye zorladı. Çabaları sonucu ileri gelen ilim adamları biraraya gelerek el-Fetih isimli bir dergi çıkarmaya başladılar. (30)
Daru'l-Ulum'un son sınıfında hocası şöyle bir kompozisyon konusu vermişti: Öğreniminizi tamamladıktan sonraki en büyük arzunuzu yazarak bunu gerçekleştirmek için kullanacağınız araçlar hakkında açıklamalar yapınız.
El-Benna yazdığı kompozisyonda faydası sadece sahibine olan bir arzusu olmadığını Allah'ın rızasını kazanmak için toplumun da fayda sağlayacağı emelleri olduğunu, insanları ve toplumu ıslah etmek için çaba harcayacağını yazmıştır. Bunun için iki yol bulunduğunu, birisinin iyi veya kötü olsun yaratılmışların hiç bir sorunuyla ilgilenmeyen tasavvuf yolu, diğerinin ise eğitim, öğretim ve irşad yolu olduğunu belirtiyor, Kur'an'ın bu yolu teşvik ettiğini "Belki sakınırlar diye kendilerine döndükleri zaman kavimlerini inzar etmeleri için (dinde fakih olsunlar)." (Tevbe, 123) ayetini ifade ederek bu yolu kullanacağını yazıyordu. (31) Gerçekten de düşündüğünü yapmış ve bunu pratik olarak İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)'de göstermiştir.
Haziran 1927'de Darul-Ulum'dan mezun olup İsmailiyye'ye öğretmen olarak atandı. Böylece Kahire'deki hayatının birinci dönemi kapanmıştı. Kahire'deki yıllarını şöyle anlatıyordu: "Kahire'deki hayatım Şeyh ed-Decevi'nin evinde (hala tasavvuf vardı), Muhibbuddin el-Hatib'in bulunduğu el-Mektebetu's-Selefiyye'de, el-Menar ile Seyyid Reşid Rıza'nın yanında geçen çok acayib bir karma idi." (32)
İsmailiyye Süveyş Kanalı'na oldukça yakın olduğundan batısında İngiliz askeri birlikleri yer alıyor, doğusunda ise Süveyş Kanalı Ortaklığı idaresi bulunuyordu. Sömürgecilerin buradaki varlığı yerli halkı ister istemez etkilemiş batı tarzı yaşam şekilleri yavaş yavaş girmeye başlamıştı. Birçok yerli, sömürgecilerin işyerlerinde çalışmaktaydı. Sömürünün varlığı açıkça hissediliyordu. Cadde isimleri bile sömürgecinin dilindendi. Birçok tarikat ve grup vardı. İslam hakkında konuşan kişiler grup taassubu yüzünden etkisiz kalıyordu.
El-Benna böyle bir ortamda grup çatışmalarından uzak olmak için davetine kahvelerden başlamak gerektiğini düşündü. Kahve müdavimleri İslam hakkında bilgileri olmayan kimselerdi. Davet için binlerce insanın davet ettiği 3 büyük kahve seçti ve her birinde düzenli olarak haftada ikişer gün konuşmalar yaptı. İlk önce garip karşılandıysa da sonra insanlar ilgi duymaya başladılar. Konuşmalarında Allah'ı ve ahiret gününü hatırlatıyor dinleyenleri kendine çekmeye çalışıyordu. Konuşma süresi en fazla 15 dakikaydı. Bu, halk arasında yavaş yavaş etki uyandırmaya başladı. Kahveye gelenlerin sayısı her gün artıyordu.
Biraraya gelmek, topluca ibadet etmek için bir merkez bulunur. Gelenlerin çoğu yeni ibadete başlayan nasıl ibadet edileceğini bilmeyen kimseler olduğundan onlara ibadetlerin yapılış şeklini gösterir. Konuşmalarında felsefi görüşlere mantıki çıkarımlara yer vermiyor, onlara akidelerini açıklıyordu. Bir grubu diğerine tercih etmiş olmamak için tartışmalı konulara girmekten kaçınıyor, sorulduğunda cevap vermiyordu. Tarikatlar hakkında olumlu veya olumsuz bir şey söylemiyor, şeyhleriyle baş başa kaldığında onlara, dizginlerini kendilerine teslim etmiş tabilerinin dikkatlerini sömürüye çekmelerini İslam'a izzet ve şerefini tekrar kazandırmak için zihinlerini ilim ve marifetle doldurmalarını istiyordu. Genel mantığı; herkesin bulunduğu konumda İslam'ın izzeti için elinden geleni yapmasıydı.
Mart 1928'de bir gün 6 kişi gelerek kendisini dinleyip etkilendiklerini, tekrar izzet ve şereflerini kazanmak, Allah rızası için dini uğruna çalışmak istediklerini belirtip sorumluluklarını üzerine almasını istediler. Bunun üzerine biatlaşarak Müslüman Kardeşler'i kurdular. (33)
Kardeşler'in merkezi olacak bir mescid ve okul yaptırıldı. Okula Hira İslam Enstitüsü adı verildi. Enstitü'nün öğretim programı üç ayrı bölüme sahipti. Birinci kısım ilkokul müfredatına göre ayarlanmıştır. İkinci kısımda sabahleyin ilkokul, öğleden sonra sanat okulları müfredatı uygulanıyordu. Üçüncü kısımda ise öğrencilerin önce lise sonra yüksekokul sonra da diğer okullara hazırlanabilecekleri bir müfredat izleniyordu.
Müslüman Kardeşler'in, Kahire dahil çeşitli yerleşim bölgelerinde şubeleri açılmaya başlandı. El-Benna'nın Kahire'ye gelmesiyle Müslüman Kardeşler'in genel merkezi Ekim 1932'de Kahire'ye taşınmış oldu.
Kahire'de Müslüman Kardeşler'in çalışmalarını şöyle tasnif edebiliriz:
-Evlerde, camilerde konferans ve dersler.
-El-Benna'nın risalelerinin yayınlanması.
-İlk olarak haftalık Müslüman Kardeşler Dergisi (1933?1936), sonra da en-Nezir isimli bir derginin yayına başlaması.
-Çeşitli şubeler açmak.
-Sportif faaliyetlerde bulunan izci örgütleri kurmak.
-Öğrenci kolları oluşturmak.
-Yıllık kongreler. (34)
Mayıs 1938'de haftalık siyasi en-Nezir dergisi çıkartıldı. İlk sayının başyazısında el-Benna, o ana kadar sürdürdükleri çabanın o devre ait olduğunu, şimdi ise yeni bir metodun uygulanacağını yazıyordu. İslam'ın hem din, hem devlet, hem ruhanilik, hem amel, hem mushaf, hem kılıç olduğunu belirttiği yazısında siyasi liderleri kendi ilkelerine, İslam için çalışmaya, İslam yönetimini tekrar getirmeye çağıracaklarını ifade edip, eğer bunu yapmazlarsa uzlaşmasız mücadeleye gireceklerini belirtmişti. Sadece sözlü davet aşamasından fiili cihad aşamasına gelindiğini ifade ediyordu. (35)
Kardeşler, kadın kolu olan Müslüman Kız kardeşler adlı yan bir kola da sahipti. 26 Nisan 1933'te oluşturulan bu kol, kadınlar arasında çalışıyor, yaygın hurafelerle savaşıyordu.
Bu arada misyonerlik faaliyetleri artmıştı. Kardeşler misyonerlerin ağına düşen insanları kurtarıyor, maddi sıkıntıları varsa maaş bağlıyorlardı. Genel Şura Meclisi Kral Fuad'a bir mektup gönderdi (1935). Bağlılıkları sunuluyor, Allah'ın onu şeriatının bekçiliğiyle görevlendirdiği ifade edilerek misyoner faaliyetlerinin yasaklanması isteniyordu. (36)
Üçüncü Genel Kurul toplantısında Müslüman Kardeşler'in fiili olarak oluşturulması kararlaştırıldı. Buna göre; Kardeşler'i iyi bir nefis terbiyesinden geçirmek bütün büroların görevidir. Kardeşlere katılmak üç ayrı derecede olacaktır.
a) Genel Katılma: Şube yönetiminin uygun bulduğu, tanışma beyannamesini imzalayan, aidat ödemeyi taahhüt eden her müslüman katılabilir. Bu mertebede kardeşe 'müntesip kardeş' denir.
b) İkinci aşamada kardeş akideyi ezberlemek, emirleri yerine getirmeyi taahhüt etmek, çağrıldığında haftalık ve senelik toplantılara katılmakla görevlidir. Adı müntesip kardeştir.
c) Fiili katılım: Bu mertebede görevler şunlardır: Şube yönetimine resmini verip özgeçmişini bildirmek, akide şerhini etüt etmek, her gün Kur'an okumak, şubenin haftalık toplantılarına katılmak, Hac sandığına üye olmak, zekat heyetine katılmak, izcilik koluna katılmak, gücü yettiğince fasih Arapça konuşmak, 40 hadis ezberlemek, Kardeşler'in uslandırıcı cezalarını kabul etmek. Bu basamakta adı 'amil kardeş'tir.
d) Cihadi katılma: Genel İrşad Bürosu'na önceki basamaklarda tüm görevlerini yerine getirdiğini isbat eden kişilerden oluşur. Bu aşamada görevler: Sahih sünneti araştırmak ve ona uymaya çalışmak, gece namazına kalkmak, özürsüz cemaatle namazı terk etmemek, İslami olmayan her şeyden uzak durmak, İrşad Bürosu ve dava sandıklarına mali ortaklıkta bulunmak, terekesinin bir kısmını Müslüman Kardeşler'e vasiyet etmek, Büro'nun çağrısını kabul etmek. Bu aşamada adı 'Mücahid'dir. (37)
Kardeşlerin idari kuruluşları ise şöyledir:
Genel Mürşid
Genel İrşad Bürosu
Bölge temsilcilerinden oluşan Genel Danışma Meclisi.
Şube temsilcileri.
Merkezi Danışma Meclisleri.
Bölge Kongreleri.
Büro temsilcileri.
İzcilik kolları.
Kız kardeşler kolları. (33)
Bu arada Filistin, Suriye ve Lübnan'da Kardeşler'in şubeleri açıldı.
Aralarında tanışmayı sağlamak için on ayrı çıkıntısı bulunan ince işli bir yüzük amblem olarak kabul edildi. Bu, on çıkıntı, "De ki gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım..." şeklinde başlayan En'am Suresi'nin 151?152. ayetlerindeki 10 hususu temsil ediyordu.
Filistin halkı Yahudiler lehine tavır sergileyen İngiliz sömürüsüne karşı ayaklanınca, Müslüman Kardeşler Filistin davasına sahip çıktı. Çeşitli yardımlarda bulundu. Filistinliler'in aleyhine gerçekleşen 1936 antlaşmasından sonra el-Benna siyasi liderlere, fikir adamlarına, yöneticilere gönderdiği mektuplarla 50 madde sıralayıp bunları uygulamalarını istedi. Bu 3 başlık altında toplanmış 50 maddelik ıslahat programıydı:
1) Siyasi ve yargı alanında; particiliğe son vermek, çünkü particilik milleti bölüyordu, yasaların tamamının İslami olması, kaybedilen hilafetin durumunu ciddi olarak ele almak, hükümet eliyle vatandaşlara İslami ruh aşılamak, devlet dairelerinin çalışma saatlerin namaz vakitlerine göre düzenlemek, rüşvete son vermek, askeri ve idari görevlerden bazılarını el-Ezherliler'e vermek.
2) Sosyal ve ilmi alanda; ahlaki suçlara verilen cezaların ağırlaştırılması, kadın sorununun İslam öğretilerine uygun olarak çözümü, fuhuş ve zinanın sonunun getirilmesi, bütün şekilleriyle kumara son vermek, içkiyi ve çıplaklığı yasaklamak, öğretimde kızlarla erkekleri ayırmak, tiyatro, sinema ve basını sıkı kontrole tabi tutmak, dil, adet, kıyafet konularında yabancı taklidine son vermek, sağlık alanında gerekli düzenlemeleri yapmak.
3) İktisadi alanda; zekatı düzenlemek, faizi yasaklamak, bankaları yeniden düzenlemek, yabancıların elinde bulunan iş sahalarını millileştirmek, halkı şirketlerin baskısından kurtarmak, küçük memurları kalkındırmak, büyük memurların maaşlarını azaltmak, ziraat ve sanayi alanında eğitime gereken önemi vermek. (39)

İnkılapçı Değil Nasihatçı!!
El-Benna hareketin tabiatını belirtirken sürekli yapıcı olduğunu, yakıcı olmadığını ifade ederek gençleri dizginlemeye çalışıyordu. 1937'de İhvan dışı bir grup şeriat adına içki stoklarını tahrip etmiş ve Kardeşler'i sakin olmakla suçlamıştı. Bu durum daha sonra 'Şebab-ı Muhammed'i kuran küçük bir grubun kopmasıyla sonuçlandı. (40)
İktisadi alanda Kardeşler'in de pay sahibi olmaları amacıyla 1939'da İslami Muamelat Ortaklığı adında bir şirket kuruldu.
22 Ağustos 1935'te Reşit Rıza'nın ölümüyle kapanma durumuna gelen el-Menar'ın yayınına devam edebilmesi için Kardeşler mali destek sağladılar. Böylece dergi bir müddet daha yayınlandı.
İngiliz sömürüsünün hissedilen varlığı ve Filistin sorunu el-Benna'yı 1940'ta patlayıcı ve silahlı eğitim yapan el-Nizam el-Hass isimli askeri bir kanat kurmaya itti. Bu özel teşkilat Süveyş'teki İngiliz işgaline ve Filistin'deki siyonist harekete karşı savaşmak için kurulmuştu. Örgüt, İngiliz askerlerine saldırı, Müslüman Kardeşler'e karşı saldırgan davranan Başbakan Mahmud en-Nukraşi'nin öldürülmesi gibi bazı eylemlerden sorumlu tutulan, liderlerinin bir kısmı tutuklandı.
El-Benna Kardeşler'in sorumlu tutulamayacağını belirterek tüm şiddet olaylarını özellikle Nukraşi'nin öldürülmesini reddetti. İçişleri Bakanı'na gönderdiği mektupta bu olayları gerçekleştirenlerin Müslüman Kardeşler'den ve müslüman halktan olamayacağını söylemekteydi. (41)
Bu ifade taraftarlarında hoşnutsuzluğa sebep oldu. 1948'de hakim Ahmed el-Hazindar'ın öldürülmesinden sonra örgütün kontrolünü kaybetmek üzere olduğundan yakınıyordu. (42)
1941'de 6. Kongre'de Müslüman Kardeşler seçimlere iştirak etme kararı alınca el-Benna 1942 seçimlerinde adaylığını ilan etti, Fakat Başbakan en-Nahhas'ın isteğiyle geri çekildi. (43) 1945 seçimlerine 5 arkadaşı ile tekrar katılmayı denediyse de hükümet İhvan'ı hedef alan sosyal kuruluşların siyasi faaliyette bulunmasını engelleyen bir yasa çıkarttı.
1948 Aralık başında hükümet, sokak gösterileri düzenlemek ve bir çok siyasinin öldürülmesiyle ilgili olmak suçuyla İhvan'ı yasadışı ilan etti. Aralık 28'de de Başbakan en-Nukraşi öldürüldü. 12 Şubat 1949'da da el-Benna hükümet ajanları tarafından şehid edildi. (44) Şehadeti sırasında, kurduğu örgüt yarım milyon aktif üye, yarım milyon da sempatizana sahipti. (45)

IV. Düşüncesi
a) Dini Düşüncesi
"Geçirdikleri siyasal dönemler, kendilerini etkileyen sosyal etkenler, batı uygarlığının etkisi, Avrupa'ya özenti ve materyalist düşünüşün bir sonucu olarak mensubu olduğum toplumun dinlerinin amaçlarından, kitaplarının hedeflerinden uzaklaştıklarına, artık bu doğru dinin -haksız ve bilgisizce- itham edildiği şeylerle katıp karıştırıldığına, parlak ve apaydınlık gerçeğinin örtüldüğüne, avamın bilgisizliğin karanlıklarında, gençlerin ise şaşkınlık ve kuşku vadilerinde kaybolduklarına, bununsa akideyi bozduğuna, imanın yerine inkarın yerleştiğine inanıyorum." (46) diyen el-Benna, halkın dini düşüncesinin ıslahını gerekli görüyordu.
Kur'an ve sünnete dönüşü savunmuştur. (47) Kur'an, yüce semadan Hz. Muhammed (s)'in kalbine muska yapılmak, kabirlerde, matemlerde okunmak, sözlerini ezberleyip hükümlerini terketmek için inmemiştir. Allah Kur'an'ın hükümleriyle hükmetmeyen her milleti fasıklık ile vasıflandırmaktadır. (48)
Kur'an-ı Kerim, Arap dili kaideleriyle zahmetsiz-külfetsiz anlaşılır diyen el-Benna, hadis konusunda metin tenkidi yerine senet tenkidini önceleyen usul kitaplarından farklı bir şey söylememiştir. (49)
Kur'an'ı bir rehber, öğretmen, arkadaş olarak algılamak gerektiğini söyleyen el-Benna, Hz. Ömer'in her şeyden önce Allah'ın kitabını, helal ve haramı anlasınlar diye sahabenin hadis rivayetini yasakladığını ifade eder. (50)
Hatadan masum olan Rasul'dan başka herkesin sözü alınabilir de, atılabilir de. Seleften nakledilen, Kitap ve sünnete uygunsa kabul edilir uygun değilse Allah'ın kitabı ve Rasulun sünneti uyulmaya daha layıktır. (51)
Akideyi kalbin tasdik etiği, ruhun tatmin olduğu, insanın hiç bir şek ve şüphe olmadan kesinlikle kabul ettiği husus olarak tanımlayan el-Benna itikat konusunda bireyin inceleyip, düşünerek kendini taklitten kurtarmasını, itikadi meseleleri anlamak için aklını kullanmasını salık verir. (52) Amelin esasını inanç teşkil eder. Amel iki çeşittir: Kalp ile yapılan, diğer azalarla yapılan. Kalbi olanı ikincisinden daha önemlidir. (53)
Fer'i hükümlerin delillerini bilme derecesine varamayan her müslümanın bir mezhep imamına uymasını gerekli gören el-Benna bununla beraber bireyin gücü yettiği kadar tabi olduğu imamın delillerini öğrenmeye çalışmasını tavsiye eder. (54)
İslam insanlara yüce bir fikir, hedefleri belirten bir nizam olarak gelmiştir. Ana kuralları koyar, genel meseleleri ele alır. Meselelerin ayrıntılarını ise zaman ve mekana bırakır. Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir. İmam Şafii örneğinde olduğu gibi hükümler mekana göre de değişebilir. Hz. Ömer'in kıtlık yılında hırsızın elini kesmemesi de hükümlerin şartlara göre değişkenliğini gösterir diyen el-Benna içtihad kapısını kapatmaz. (55)
Hurafe ve batıl inançlarla savaşmış, nazar boncuğu takmak, muskacılık, falcılık, müneccimlik, kahinlik, gaybı bildiğini iddia etmek vb. bütün bunların İslam'da olmadığını belirtmiştir. Bu çerçeve içersinde şifa ifadesinin yer aldığı ayete muskayı tecviz etmesini (56) oturtması garipsenmesi gereken bir durumdur. Kerameti dini esaslara uygun olma kaydıyla kabul etmektedir. Ancak evliyalar yaşarken ve öldükten sonra kendileri için bir fayda veya zarar temin edemezler. Kendilerine fayda ve zarar sağlayamayanlar başkalarına hiç sağlayamazlar. (57)
Dinen emredildiği şekilde kabirleri ziyaret etmek sünnettir. Fakat mezarda yatandan yardım istemek, yardım için onları çağırmak, onlara adakta bulunmak, kabir inşa etmek, Allah'tan başkasına yemin etmek vb. büyük günahlardandır. Allah'a dua ederken başka birini vesile edinmek ihtilaflı fer'i meselelerdendir. İtikadi bir mesele değildir. (58)
El-Benna, 14?17 yaşları arasını tasavvufa daldığım yıllar diye anmıştı. Darul-Ulum yılları bazen, Şeyh ed-Decevi'nin evinde, bazen el-Mektebetü's-Selefiye'de bazen de el-Menar ile Reşid Rıza'nın yanında geçen bir karma idi. Daha sonra tasavvufu şöyle değerlendirmektedir: İslam ülkesinin sınırları genişleyip insanlar rahata kavuşunca lüks ve israf da aldı başını yürüdü. Bu dönemde salih, takva sahibi kişiler arasından bazı davetçiler çıkarak insanları lüksten kaçınmaya çağırıp, Ahiret gününü hatırlatmaya çalıştılar. Ruhları Allah'a itaat ve takva esası üzerine eğitmeye davet ettiler. Ancak tasavvuf hareketi bu sınırlar içinde kalmadı. İlk asırdan sonra zevk ve vecd duygularının tatmini, felsefe, mantık ve diğer geçmiş toplumların düşünce ve kültürleriyle karışma noktasına geldi. Böylece bu dine yabancı unsurlar girdi. (59) Ancak el-Benna, eğitim ve yaşayış ile ilgili olarak tasavvuf kurallarını uygulamanın ruhları ve kalpleri büyük ölçüde etkileyebilecek güçte olduğuna inancı (60) sebebiyle olsa gerek 5. Kongre'de Müslüman Kardeşler'in hakikatçı tasavvuf erbabı olduklarını, çünkü onların iffetliliği, temiz kalpliliği, lüzumsuz şeylerden yüz çevirmeyi, Allah için dostluğu hayrın esası saydıklarını belirtir. (61) Ancak Kur'an'ın ayetleri içerisinde kolayca bulunabilecek bu emirlerin tasavvufa neden mal edildiği sorgulanması gereken bir konudur.

b) Siyasi Düşüncesi
El-Benna'nın siyasi düşüncesi 2 temelde odaklanır:
1- İslam vatanını her çeşit yabancı nüfuzdan kurtarıp tam hürriyetine kavuşturmak.
2- Hürriyetine kavuşmuş bu İslam ülkesinde İslam davasını insanlara tebliğ eden bir İslam devleti kurmak. (62)
İslam, bütün kuvvetiyle 'sömürü' denen uluslararası hırsızlığa karşı savaşır. İslam, müslümanların herhangi bir kimseye, bir gasıba, bir zalime boyun eğmelerine ve yumuşak davranmalarına asla müsaade etmez. Hürriyetlerini korumaları için cihadı farz kılmıştır. (63)
Rusya, Amerika, İngiltere gibi devletler aralarındaki sömürü yarışını gizlemek için BM teşkilatını kurdular. Güya insanlığın selameti için çalışıyorlar, halbuki bütün milli meselelerimizde aleyhimize birleştiler. (64)
Kur'an'ın hiç bir seçme hakkı bırakmadan müslümanlar için İslam nizamını seçtiğini belirten el-Benna, din devlet ayrımını savunanların İslam dinini kavrayamadıklarını söyler. Bu din, dünyevi meselelere ibadetle ilgili meselelerden daha fazla temas eder.
El-Benna İslam ülkeleri birliğini savunmuştur. Hilafet, İslam birliğinin sembolüdür. İslam'da birçok hükümler halife ile ilgilidir. Hilafetin ilgasından sonra müslümanların onu tekrar diriltmeye çalışmaları bir vecibedir. Hilafet aşamalı olarak gelecektir:
1- İslam milletleri arasında kültürel, sosyal, iktisadi işbirliği yapılmalı,
2- İslam Milletleri Birliği kurulmalıdır. (65)
Hasan el-Benna'nın siyasi düşüncesinde İslam devleti en ağırlıklı noktayı oluşturur. İslam hükümeti demek; onu oluşturan üyelerin müslüman olmaları, İslam'ın farzlarını yerine getirmeleri, açıkça günah işlememeleri, İslam'ın hükümlerini tatbik etmeleri demektir. (66)
İslam hükümetinin vazifelerinden bazıları; emniyeti sağlamak, ilahi kanunları uygulamak, eğitimi yaygınlaştırmak, ülkeyi savunacak kuvvet hazırlamak, umumun sıhhatini korumak, toplumun çıkarlarına dikkat etmek, milli geliri artırmak, İslam davasını yaymaktır. (67)
İslam hükümeti bütün vazifelerini yerine getirince ümmet üzerinde hakları vardır: Hükümeti sevmek, itaat etmek, can ve malla yardım, hatasında önce öğüt ve irşat, düzelmezse görevden uzaklaştırmak. Halika masiyette mahluka itaat yoktur. (68)
İslam iktidarının esasları:
1- İdarecinin sorumluluğu: İdareci hem Allah'a hem de millete karşı sorumludur. İdareci ile millet arasında kamu çıkarlarını korumaya dair bir sözleşme vardır.
2- İslam ümmetinin birliği: İslam ümmeti tek bir millettir. Çünkü kardeşlik birlik ve beraberlikle tamamlanır.
3- Millet iradesine hürmet: İdarecinin İslam ümmetiyle istişare etmesi, ümmetin iradesine saygı göstermesi, milletin iyi görüşlerini alıp kabullenmesi gerekir. (69)
El-Benna daha sonra İslam idari sistem esasları ile Batılı parlamenter sistem esaslarını kıyaslar. Parlamenter sistemin esasları şunlardır:
1- İdarecinin sorumluluğu.
2- Halkın iktidarı.
3- Halk iradesine saygı.
İdarecinin sorumluluğu esasında İslam ve parlamenter sistem çelişmeyebilir. Farklılık olarak İslam ümmetinin birliği esasına gelince, İslam bunu farz kılmış (Hucurat, 10) bölünme ve parçalanmayı imansızlığın bir gereği görmüştür. Bu sebepten ötürü el-Benna particiliğe karşı çıkar. Ona göre Mısır'da partizanlık milleti çökertmiştir. Bütün partiler kapatılmalı, yerine birlik ve beraberliği sağlayan tek bir parti kurulmalıdır. Bununla beraber parlamenter sistem milletin birliğine karşı değildir. Her ne kadar birden fazla parti varsa da önemli milli sorunlar da ortaklaşa hareket edebilmektedirler. O halde bu esasta da İslam ve parlamenter sistem arasında bir zıtlık yoktur. (70)
Millet iradesine saygıya gelince; İslam her basit meselede bütün müslümanların görüşünün alınmasını şart kılmıştır. Normal durumlarda "Ehlü'l-Hall ve'l-Akd"ın görüşünün alınmasını yeterli görmüştür. Ehlü'l-Hall ve'l-Akd'ın şu üç gruptan biri olmaları gerekir:
a- Müçtehid alimler - fukaha.
b- Memleket meselelerinde bilgili ve tecrübeli olanlar.
c- İnsanlar arasında idarecilik vasfı bulunanlar, kabile başkanları, cemiyet başkanları gibi.
İslam, Ehlül-Hall ve'l-Akd'i seçmeye elverişli olduğu sürece parlamenter sistemi reddetmez. (71)
El-Benna, mücadelesinin amacını şöyle özetler:
1- Her şeyiyle İslam'ı yaşayan bir fert.
2- Her şeyiyle İslam'ı yaşayan bir aile.
3- Her şeyiyle İslam'ı yaşayan bir toplum.
4- Milleti İslam yoluna sevkeden müslüman bir düzen, güçlü bir iktidar.
5- Batılıların parçaladıkları İslam ülkesinin her parçasını biraraya getirip tek devlet yapmak.
6- İslam davasını bütün dünyaya duyurmak, azgın kişilere boyun eğdirmek. (72)
Siyasi güçle ilgili son üç amacı gerçekleştirmek için el-Benna'nın 1938'e kadarki ilk tavrı; kendi içinde değişimi gerçekleştiren kitlenin varlığı siyasi gücün de değişmesini sağlayacaktır şeklindeydi. Başka bir ifadeyle o hareketini, siyasi gücün değişmesini sağlayacak bir baskı grubu olarak görüyordu. Yaptığı açıklamalarda, ülkeyi tek başlarına yönetme arzusunda olmadıklarını, İslam nizamını uygulamaya hazır herhangi bir hükümeti destekleyeceklerini belirtmekteydi. Siyasilere mektuplar yazarak, İslami siyasetin benimsenmesi gerektiğini vurguluyordu. İslam davasına karşı gönlünü kazanmak için Kral Faruk'a nazik jestler yapmıştı. (73)
Ancak beşinci büyük kongreden sonra bir tavır değişikliği gözlenmektedir. 1938'de çıkartılan en-Nezir'in başyazısında el-Benna bunu şöyle belirtmektedir: "Yalnızca sözlü davetten sözle birlikte mücadelenin de yer aldığı davete geçecek, davetimizi siyasi liderlere, yöneticilere de yöneltip onları programımıza çağıracağız. Zaman bu gibi şeylerin kendiliğinden olmasını bekleyecek kadar geniş değildir. Şayet çağrımızı kabul ederlerse kendilerine destek oluruz. Şayet yan çizerlerse, İslam yönetiminin tekrar gelmesi için çalışmazlarsa, biz onlarla uzlaşma kabul etmez bir savaş içerisindeyiz." (74)
Yalnız İslam nizamını uygulamayı kabul edecek hükümetin destekleneceği fikri değişmeden kalmıştır. El-Benna'nın bu yaklaşımı bizce İslami hareketi ileri merhalelerinde saptırabilecek İslamizasyon politikalarına açık kapı bırakması açısından eleştiriyi haketmektedir.
El-Benna, başka hiç bir şey fayda vermediğinde, sağlam iman ve birliği gerçekleştirdikten sonra kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirme yolunun denenmesini savunur. (75) Ona göre yürürlükte olan kanunların İslam'a zıt olduğu durumlarda ıslahatçıların iktidarı ele geçirmek için çalışmamaları bir cinayettir ve bu cinayeti ancak ayaklanmak, İslam hükümlerine iman etmeyenlerin elinden iktidarı almak affettirir. Fakat bundan önce İslam düşüncesinin yayılıp insanların akıllarına hakim olması gerekir. (76)
Buna rağmen el-Benna hiç bir zaman inkılap fikrini benimsemez. (77) İçten ve dıştan düşmanların fırsat kolladığı bir ülke olan Mısır gibi bir yerde kopacak inkılap bir felaket getirir. (78) El-Benna, başka çare kalmadığında kullanılacak güçle kendilerine göre kabul edilmesi mümkün olmayan devrim arasındaki farkı açıklamamıştır. (79) Süveyş'teki İngiliz işgali ve Filistin'deki siyonizme karşı kurulduğu iddia edilen özel milis güçleri, bunların polis ve ordudan üyelerinin bulunması ve sonraları mevcut rejimi yıkmak için askeri bir teşkilat kurma şeklinde dışarıdan gelen bir teklife el-Benna'nın biraz araştırma yaptıktan sonra güçlerini birleştirip beraber çalışabileceklerini söylemesi, 1948'de Yemen'de İmam Yahya'ya karşı yapılan darbeyi İslami bir devlet kurulur ümidiyle desteklemesi, onun halk desteğiyle birlikte askeri güç vasıtasıyla iktidarı ele geçirme düşüncesine sahip olduğu sonucuna varılabilirse de (80) düşünce ve hareket birliğini yapmış ve öncelikle kendi gücüne dayanan bir yapının cihadı bütün olarak kuşanması fikrini pratize etmeye çalıştığı kanaatini ulaştırmıyor.

V. Sonuç
Özetleyecek olursak; sömürgeci Batı'nın medeniyet ve para götürme adına İslam topraklarını yağmaladıkları bir anda, İslam kendi içinden ıslahatçı düşünürler çıkarmıştır. Hasan el-Benna da bunlardan birisidir. Hasan el-Benna'yı diğerlerinden farklı kılan, onun düşüncelerini gerçekleştirmek için pratik bir hareket kurmadaki (İhvan-ı Müslimin-Müslüman Kardeşler) başarısıdır. Kurduğu teşkilat bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Müslüman Kardeşler'in bugünkü halinin ne kadar el-Benna'nın fikirleri ve zamanındaki yapısıyla örtüştüğü, olumlanabilirliği başka bir araştırma konusudur.
O, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumdan kurtulmasının Kur'an ve Sünnet'e dönüşle mümkün olabileceğini söylemiş ve Kur'an'ın anlaşılırlığını ve önceliğini vurgulamıştır. Hadis hakkında metin tenkidi yerine sened tenkidini önemseyen el-Benna'nın bu düşüncesi kanaatimizce hatalıdır. İsnad zincirinin dışarıdan oluşturulabilir veya bu zincirdeki isimlerin insan oluşlarının getirebileceği unutma, yanılma, atlama gibi zaaflar ve nesiller arası sözlü naklin getirebileceği eksiklikler gözönünde bulundurulursa Kur'an merkezli metin tenkidinin daha önemli olduğu açıktır.
Bireyleri taklitten kurtulmak için araştırmaya sevkeder. İslam düşüncesinin ve hukukun donuklaşmasına sebep olan içtihad kapısının kapatılmasına karşı çıkmıştır.
Devrinde yaygın olan bidat ve hurafelerle savaşan el-Benna, keramet için dini esaslara uygunluk şartı arar, ancak bunun nasıl gerçekleşeceğini, dini esaslara uygun kerametin nasıl olabileceğini belirtmez. Tasavvufu çıkış itibariyle olumlarken, sonradan aldığı şeklin bir sapma olduğunu kabul eder.
Sömürüden kurtulmak ve İslam devleti, onun en ağırlıklı üzerinde durduğu konulardır. İslam ümmetinin birliği de onun önem verdiği konular arasındadır. İslami devlet ile parlamenter sistemi karşılaştırması, bizce, parlamenter sistemin zamanının getirdiği bir olumsuzluk olarak keyfiyetinin tam kavranamaması sebebiyle zayıf bir karşılaştırma olarak kalmaktadır.
O her şeyden önce halkın bilinçlendirilmesi gerektiğine inanır. Hayatı da bunun apaçık bir göstergesidir. Halkın bilinçlendirilmesinin önemini kavrayan el-Benna'nın mücadele metodu, başka çare kalmadığında şiddet kullanılmasına tecviz eder.
Benna'nın halkın ıslahı, yönetimin İslamileştirilmesi ve emperyalizmin defi konularındaki teorik yaklaşımları sosyal hayatın içine indirgemek için gerçekleştirdiği çabaları, İslami hareketin seyri ve niteliğindeki gelişim safhaları açısından takdire değer bir yaygınlık, süreklilik ve güç kazanmıştır. Ancak bu çabaların vahyin İslam toplumuna egemen şirk güçlerine karşı ve içinde yaşanılan cahili toplumu dönüştürme keyfiyetini yeniden gerçekleştirmek konusunda Kur'an bütünlüğünü yeterince yakaladığını söyleyemeyiz. Ama Hasan el-Benna yeniden bir Kur'an toplumu oluşturmak, tevhid ve adaleti iktidar kılmak amacını taşıyan düşünsel çabalan sosyalleştirmek için bütün eksikliğine rağmen gerçekleştirilen ilk planlı, programlı kitlesel bir hareketliliği oluşturmuştur.
20. yüzyılın ilk yarısında İslam dünyasında Hasan el-Benna ile başlatılan faaliyetler İhvan hareketi, daha sonraki İslami hareketlerin Kur'ani doğruları sosyalleştirmek konusundaki gayretlerinde bir teşvik unsuru olmuş ve aynı zamanda bir muhasebe objesi olarak yanlışlardan arınma konusunda müslümanlar yaşanmış olan mücadele pratiğinden çıkarımlar yapma imkanı sağlamıştır.
Dipnotlar:
1- Malik b. Nebi, İslam Davası, Yöneliş Yay. İstanbul, 1990, s. 88.
2- Geniş bilgi için bkz.: Hamid İnayet, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri, Yöneliş Yay., İstanbul, 1991.
3- Geniş bilgi için bkz.: Aziz Ahmed, Hindistan ve Pakistan'da Modernizm ve İslam, Yöneliş Yay., İstanbul, 1990.
4- Geniş bilgi için bkz,: Fehmi Ced'an, İslami Yönetim Tartışmaları, Yöneliş Yay., İstanbul, 1989.
5- Malik b. Nebi, a. g. e., s. 49.
6- Ra'd, 11.
7- Fevziye Bariun, Malik Rennabi and the Inteelectual Problems of the Müslim Ummah, The American Journal of the Islamic Social Sciences, Güz 1992, s. 327.
8- Geniş bilgi için bkz.: Cemaleddin Afgani, Mehmet Serdar, Hak Söz, s. 27?28.
9- Geniş bilgi için bkz.: Hamid İnayet, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri, Yöneliş Yay., İstanbul, 1991.
10- Geniş bilgi için bkz.: Muhammed b. Abdulvehhah ve Hareketi, Fatma Sel, Hak Söz, 14. sayı.
11- Seyyid Feyyaz Mahmud, A Short History of islam, Oxford University Press. Londra, 1960, s. 642.
12- 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt I, Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, T. İş Bankası Kültür Yay., S. Baskı, Ankara, 1992, s. 205.
13- Hidiv, Osmanlı'nın Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın soyundan gelen yöneticilere verilen bir unvandır.
14- Seyyid Feyyaz Mahmud, a. g. e. s. 643.
15- Seyyid Feyyaz Mahmud, a. g. e, s. 644.
16- Seyyid Feyyaz Mahmud, a. g. e.,s. 645.
17- Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, a. g. e., s. 202.
18- Seyyid Feyyaz Mahmud, a. g. e.,s. 646,
19- Doç, Dr. İbrahim Sarmış, Seyyid Kutub, I, Fecr Yay., Ankara, 1992, s. 18.
20- Hamid İnayet, a. g. e., s. 132.
21- Hamid İnayet, a. g. e., s. 101.
22- Hamid İnayet, a. g. e., s. 147,
23- Hamid İnayet, a. g. e., s. 78.
24- Fehmi Ced'an, a. g. e., s. 12. Ayrıca Hamid İnayet, a. g. e,, s. 203,
25- Encyclopedia Britannica, 8. cilt, Egypt maddesi, Amerika, 1969.
26- The Cambridge Encyclopedia of the Middle East and North Africa, Cambridge Universtiy Press, Cambridge, 1988, s. 83.
27- A. Z. el-Abdin, The Political Thought of Hasan al-Banna, Hamdard Islamicus, Vol. XI, Number3, Karachi, 1988.
28- Hasan el-Benna, Dava ve Davetçinin Hatıraları, İşaret Yay., İstanbul, 1987, s. 17.
29- El-Benna, a. g. e., s. 37.
30- El-Benna, a. g. e., s. 98.
31- El-Benna, a. g. e., s. 101-102.
32- El-Benna, a. g. e., s. 106.
33- El-Benna, a. g. e., s. 138.
34- El-Benna, a. g. e., s, 278.
35- El-Benna, a. g. e., s. 290-294.
36- El-Benna, a. g. e., s. 311.
37- El-Benna, a. g. e., s. 366.
38- El-Benna, a. g. e., s. 370.
39- El-Benna, a. g. e., s. 417?424
40- Abdulvahab el-Efendi, Dünya ve İslam, Cilt 1. İslamcılar, Sol ve Sağ, s. 136.
41- A. Z. el-Abdin, a. g. m.
42- A. Z. el-Abdin, a. g. m.
43- Prof. Dr. Fethi Osman, İhvan, İslam ve Demokrasi, Endülüs Yay., İstanbul, 1991, s. 74.
44- R. Hrair Dökmeciyan. Arap Dünyasında Köktencilik, s. 94, İlke Yay., İstanbul.
45- A. Z. el-Abdin, a. g, m.
46- El-Benna, Dava ve Davetçinin Hatıraları, s. 102.
47- El-Benna, Risaleler 3, s. 156, Hikmet Yay.
48- El-Benna, Risaleler, s. 25?26.
49- El-Benna, Risaleler 3, s. 156.
50- El-Benna, Risaleler 4, s. 84.
51- El-Benna, Risaleler 3, s. 107.
52- El-Benna, Risaleler 6, s. 85.
53- El-Benna, Risaleler 3. s. 189.
54- El-Benna, Risaleler 3, s. 170.
55- El-Benna, Risaleler 2, s. 44?45.
56- El-Benna. Risaleler 3, s. 163.
57- El-Benna, Risaleler 3, s. 181.
58- El-Benna, Risaleler 3, s. 187.
59- El-Benna, Dava ve Davetçinin Hatıraları, s. 32.
60- El-Benna, a. g. e., s. 35.
61- El-Benna, Risaleler 4, s. 161.
62- El-Benna, Risaleler 2, s. 192.
63- El-Benna. Risaleler 3, s. 57.
64- El-Benna, Risaleler 2, s. 72.
65- El-Benna, Risaleler 4, s. 208.
66- El-Benna, Risaleler 11, s. 179.
67- El-Benna, Risaleler. 11, s. 183.
68- El-Benna, Risaleler 11, s. 185.
69- El-Benna, Risaleler 2, s. 80?82.
70- El-Benna, Risaleler 2, s. 89?102.
71- El-Benna, Risaleler 2, s. 103.
72- El-Benna, Risaleler 1, s. 55?57.
73- A. Z. el-Abdin, a. g. m.
74- El-Benna, Dava ve Davetçinin Hatıraları, s. 292.
75- El-Benna, Risaleler 4, s. 191.
76- El-Benna, Risaleler 4, s. 194?195.
77- El-Benna, Risaleler 4, s. 192.
78- El-Benna, Risaleler 2, s. 30.
79- A. Z. el-Abdin, a. g. m.
80- A.g. m.
(KAYNAK: HAKSÖZ DERGİSİ, SAYI: 35-36, 1994; İslami Mücadelede Öncü Şahsiyetler, Ekin Yayınları)
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Sayın hikem benim yazdığımdan farklı bir şey mi dile getirdiğinizi sanıyorsunuz? Ben Şafii mezhebini baz alan (hükmi anlamda) hadisleri daha çok rivayet etmiştir diyorum. Hatta kimi hadisleri bizim mezhebimize nazaran ters görürsünüz. Bu mezhebi ihtilaftan. Bakınız aralarında geçen daha fazlası, bir hadis bile rivayet etmemiş diyorum aksini iddia ediyorsanız ispat ediniz. Bunun anlamı ne demektir? Resmen İmam-ı Azam'ın şahsını hedef alan ağır tenkitler dahi söz konusu; "Efendimiz şöyle buyurdu ama kimileri şöyle rivayet etti" diyerek İmam-ı Azam'a atıf var. Ben bu işin ilmini alıyorum, kulaktan dolma söylemlerle meydana çıkacak kadar acemi değilim.

Son cümleme dikkat buyurunuz, bu ciddi ciddi mezhep taraftarlığıdır, objektif olun; evet İmam-ı Buhari bir müçtehittir; bunun aksini savunmuyorum ki.. Tekrar ediyorum elbet ne Buhari ne de İmam-ı Azam'a dil uzatacak ruhsatımız yoktur, müçtehitlerin birbirine muhalefeti dahi rahmettir.

Yalnız ortada bir gerçek var, bunu bilelim. Sonuçta ben İmam-ı Buhari şafiidir demedim ki.


Kardeşim şu sözün galiba maksadını aşmış:'' Ben Şafii mezhebini baz alan (hükmi anlamda) hadisleri daha çok rivayet etmiştir diyorum''

Yani şimdi bu sözünü ehli hadis veya ehli ilim görse eminim gülmemek için kendini zor tutacaktır...Benim traji-komik dediğim durum da tam budur...Lütfen eğer bu konulara meraklıysanız, usülü hadis ve hadis tarihi kitablarını mutalaa ediniz..:)
 

HaZiRuN

Revizyonda
Katılım
15 Ara 2010
Mesajlar
2,591
Tepkime puanı
354
Puanları
0
Şehadetinin 63.Yıldönümünde Hasan El Banna...

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

İmam el-Benna'nın Islah Anlayışında İhlasın Yeri

Müslümanlardan her ıslahatçıya göre, din ve dünya işinde ıslah ve tecdid, endişe taşıyan her fikir sahibini meşgul eden bir iştir. İhlasın her amelin, her ıslah ve tecdidin özü olduğu kabul edilmiş bir gerçektir. Hatta ihlas, ameli Allah nezdinde kabul alanına koyan bir keyfiyettir.

İmam el-Benna, 1346/1928 yılından, İslam karşıtı saldırgan güçler tarafından suikast düzenlendiği ve şehid olarak Rabbine yürüdüğü 1368/1949 yılına kadar toplumu yenilemek ve ıslah etmek için İhvanı Müslimin cemaatının içinden çıkıp geldi.

İmam el-Benna, İslam dünyasının paramparça olduğu ve her parçanın, İslam'a ve Müslümanlara düşman işgalci güçlerin çizmesi altında inim inim inlediği bir dönemde ıslahatçı ve müceddid olarak geldi. İslam hilafet devletine karşı ittifak oluşturan bu güçler sonunda onun üzerine çullandılar ve onu parçalayıp kendi aralarında taksim ettiler.

Hasan el-Benna'nın ıslah metodunun ortaya çıktığı bu atmosferde Müslümanlar düşmanı taklit etmeye başlamışlardı bile. Çünkü, halkın gidişatında İslam ahlakı kaybolduğundan ve bunun neticesi olarak da Müslümanların evleri ve o evleri yöneten değerler değişip yerlerini Batı taklitçiliği aldığından, düşman galip, tahakkümcü ve ülkelerini işgal eden bir işgalci durumundaydı.

İslam alemindeki milli hükümetlerin çoğu, egemenliklerini despot işgalcilerin yardımıyla sürdüren zelil, uydu ve zayıf hükümetlerdi. Bundan dolayı bu hükümetler, İslam usulünü ve onun hayat düzenini terk edip, işgalci düşman Batı'nın, yasama, adalet, siyaset, iktisat, eğitim, kültür ve diğer hususlardaki düzenini aldılar.

Yöneten ve yönetilenlerin İslam'dan, O'nun metodundan, düzeninden, değerlerinden ve ahlakından daha çok uzaklaşmaya başladıkları bu atmosferde, Hasan el-Benna gelip ıslah ve yenileme için bir proje koydu. Biz umut ediyoruz ki bu kitap sayesinde o projenin boyutlarını açıklamada ve özelliklerini belirlemede bir katkımız olur.

İmam el-Benna'nın düşünce ve anlayışında İslami çalışma, her türlü faaliyeti kapsıyor:

* Kul ile Rabbi arasındaki samimi bir kulluktan başlamak.

* Kişinin fizik yapısı güçlü, eğitimli ve kültürlü, kazanç sağlamaya yeterli, akidesi düzgün, ibadeti sağlam, nefsiyle savaşabilen, vaktinin değerini bilen, işlerini iyi düzenleyen ve başkalarına faydalı birisi olmak için nefsini ıslah etmek amacıyla çalışması.

* İyi saliha hanım seçimine, kapsamlı ve İslami eğitimle güzel bir çocuk terbiyesine ve aile hayatının her hususunda İslam adab ve ahlakının korunmasına dayanan Müslüman evini oluşturmak için çalışmaya yönelmek.

* Hayır davasını yayma yoluyla tüm cemiyeti aydınlatmaya yönelmek. Bütün bunlar ancak, münker ve rezaletlerle savaşmak, iyiliği emretmek, faziletleri teşvik etmek ve hayır yapmaya başlamak suretiyle olur.

* Kamuoyunu, İslam'a ve onun yaşama yöntemine doğru kazanmaya, hayatın tüm alanlarını, her ferdin hukukunu koruyan, ondan görevlerini yapmasını isteyen, ona saygı gösteren, onun insanlığını ve saygınlığını koruyan İslami boya ile renklendirmeye koyulmak.

* Bundan sonra da İslam topraklarını, her türlü gayri İslami yabancı güçlerden kurtarmak. Bu gücün siyasi, iktisadi, ruhi, ahlaki veya bir başkası olması fark etmez.

Her vatansever, önce kendi vatanını kurtarmaya başlamalı. Sonra da yabancı güçlerin saldırısına uğrayan diğer İslam bölgelerini kurtarmak için gücünün yettiği kadar mal, vakit ve gayret sarf etmek suretiyle katkıda bulunmalıdır.

* Hükümeti, hakkıyla İslami oluncaya kadar ıslah etmek. Böylece o, ümmetin hizmetçisi, işçisi ve onun yararını gözeten bir memur gibi görevini yerine getirir. Bir hükümetin üyeleri Müslüman, İslami farzları yerine getiren, Allah'ın emirlerine açıkça isyan etmeyen kişiler oldukları ve İslam'ın ahkamını, ahlakını ve adabını uyguladıkları sürece o hükümet İslamidir.

* Hükümete, sürekli olarak görevlerini hatırlatmak, İmam el-Benna'nın siyasi çalışma alanındaki anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu görevler şunlardır:

-Halkı bilinçlendirmek,

-Vatandaşlara şefkatli davranmak, İslam kanununun onlara tatbikinde aralarında adaleti sağlamak,

-Servetin artmasına, iyi yönetilmesine ve muhafazasına çalışmak,

-Kamunun malını korumak ve israf etmemek,

-Allah'ın ve Müslümanların düşmanlarını korkutacak güç hazırlamak,

-İslam davetini "dinde zorlama yoktur" prensibi çerçevesinde Müslüman ve gayrimüslim halk arasında yaymak,

-Toplum barışını bozmamak,

-Faziletleri yaymak ve kötülüklerle savaşmak.

Bu hükümet, bu görevlerini yerine getirdiği taktirde bağlılık, itaat, mal ve gayretle yardım isteme hakkına sahip olur. Hatta şartlar gerektirdiği zaman canla başla yardım etmek gerekir. Nitekim kendine yol gösterilmesini isteme hakkı da vardır.

Bunları yerine getirmediği zaman, önce düzelmesi için nasihat edilmesi gerekir, ondan sonra da ya karşı çıkılarak protesto edilir veya görevden uzaklaştırılır.

* İslam ümmetini, yeniden uluslararası alanda var kılabilmek için gayret sarf etmenin, Hasan el-Benna'nın İslam için çalışma anlayışı arasında önemli bir yeri vardır.

Bu da ancak şu şekilde olur:

-Islah ve tecdid çalışmalarını yaygınlaştırmak,

-İslam dünyasını oluşturan toplulukların sözbirliği etmesi,

-İslam ülkelerini kültürel, fikri, ilmi ve iktisadi olarak birbirine yaklaştırmaya çalışmak,

-Böyle bir çalışma siyasi yakınlaşmada etkili olacak olan önceki yakınlaşmalar için bir sonuçtur. Çünkü bunların tümü, Müslümanların sözünü bir araya getirecek ve onlardan hedef ve gayeleri bir olan tek İslam milleti yapacak olan İslam hilafetini yeniden kurma yolundaki siyasi adımlar ve gerçek hazırlıklardır.

İmam el-Benna'nın İslam için çalışma anlayışının arasında şu da yer almaktadır: İslam prensiplerini adalet ve şefkatle öncü kılmak ve tüm dünyaya lider yapmak için Allah'ın sözünün, şeriatının ve yönteminin yeniden gelmesine çalışmak.

Netice itibariyle İmam el-Benna'nın kitap ve risalelerinin gösterdiği, cemaatin uygulamalı faaliyetlerinin ve çalışmalarının da delalet ettiği gibi bu ıslah ve tecdid anlayışı ihlastan yoksun ise hiçbir kıymet ifade etmez. Aynı şekilde Allah katında da bir kıymeti olmaz. Çünkü ihlası yok olmuş cihadın, amelin ya da sözün, Allah katında; insanların, alemlerin Rabbinin huzurunda ayakta durduğu bir günde hiçbir değeri bulunmaz.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

İslâm ümmetinin ulusçu anlayışlarla ve birtakım entrikalarla dağılıp izzetini savunacak otoriteden yoksun bırakılmasından sonra yeniden bu izzete ve otoriteye kavuşması, İslâm ahkâmının hayata hâkim kılınması için başlatılan davanın en önde gelen öncülerinden olduğu için haklı olarak "İmam" ve "Genel Mürşid" unvanı alan Hasan el-Benna 1906'da Mısır'da doğdu. Âlim bir aileye mensuptu. Küçük yaşlarda İslami bilgi ve terbiyeyle donanan el-Benna dininin gereklerini yerine getirme ve başkalarını teşvik ve uyarmada çok gayretliydi. Daha küçük yaşlardayken kardeşiyle birlikte "Emr-i bi'l Maruf Cemiyeti"ni kurdu.

İmam Hasan el-Benna inandığı İslam davasını halka anlatmak ve onları bu istikamette bir araya getirmek istiyordu. Bunun için de halka inmek gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini İsmailiyye'de öğretmenlik yaptığı sıralarda yakın arkadaşlarına açarak beraber çalışmayı teklif etti. Arkadaşlarıyla beraber İslam'ı tebliğ için kahvehanelere ve mahalle aralarına kadar giderek oralarda vakit öldüren halka hoşgörüyle yaklaşıp sıcak sohbetlerle İslam'ı anlatıyorlardı. Bu yolla sayıları gittikçe artıyordu. Bu çalışmaları yanında öğretmenlik mesleğini de sürdüren el-Benna, arkadaşlarıyla beraber 1929'da merkezi İsmailiyye'de olan "Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)" adlı teşkilatı kurdu. Çalışmalarına büyük bir heyecanla başlayan İhvan köy köy, şehir şehir İslami davayı anlatıyordu.

Bir süre sonra Hasan el-Benna'nın öğretmenlik görevi Kahire'ye nakledildi. Dolayısıyla teşkilatın genel merkezi de Kahire'ye getirildi. Müslüman Kardeşler'in son derece ihlas ve samimiyetle yürüttüğü çalışmalar Kahire'de ilgiyle karşılandı ve kısa sürede teşkilatın çemberi büyük ölçüde genişledi. Teşkilatın çalışmaları sonucu Mısır'ın birçok yerinde enstitüler, okullar, hastaneler açıldı. Kahire'de günlük "İhvan-ı Müslimin" adında bir gazete yayınlanmaya başlandı. Bu gazete Hasan el-Benna'nın minberi vazifesini görüyor ve bu yolla dava halka daha iyi anlatılıyordu. Teşkilat kısa sürede iyice genişledi ve Mısır dışında birçok Arap ülkesinde şubeleri açıldı. İslam âlemindeki en güçlü teşkilat haline geldi.

O tarihte krallıkla yönetilen Mısır'da, kral ve hükümet bu teşkilattan endişe duymaya başladı. İslam âlemindeki Müslümanların hepsinin İslam prensiplerine bağlanarak beraber hareket etmeleri halinde dünyadaki mevcut stratejinin tersine döneceğinden korkan İngiltere, Fransa ve Amerika gibi emperyalist ülkeler de bu teşkilatın önünün alınmasını istiyorlardı. Özellikle İngiltere bu teşkilatın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmaya başladı. Nihayetinde Mısır hükümeti bu hareketi yasadışı ilan etti ve çalışmalarını engellemeye başladı. Ancak tamamen kapatmaya muvaffak olamadı. Teşkilatı kapatmayı ve etkisiz hale getirmeyi başaramayan zihniyet liderini ortadan kaldırmayı planladı. Ve çok geçmeden 12 Şubat 1949'da Hasan el-Benna Kahire'de sokak ortasında vurularak şehit edildi.

Yüce Allah amelini makbul, mekânını cennet eylesin. Bizi de onun bıraktığı ilmi ve fikri mirastan hakkıyla istifadeye muvaffak kılsın.

Fethi Yeken'in kaleminden Hasan el-Benna:

17 Ekim 1906'da Mısır'ın Mahmudiye kentin de doğan Hasan el-Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babası hadis alimi idi. Hadis konusunda bizzat kendisinin de yazdığı eserler vardır. İşte böyle ilmi bir yuvada büyüyen Benna ilim, takva ve zühd atmosferinde çok güzel yetişmiştir. Daha küçük yaşlarda üstün bir zekaya sahip olduğu gözleniyordu. Gece namazlarına ve pazartesi, perşembe günleri oruçlarına devam ediyordu. Küçük yaşlarında Kur'an-ı Kerimi yarısına kadar ezberleyen Benna 15 yaşlarında hıfzını tamamladı.

Yüzünün hatlarında devamlı bir elem ve hüzün görünüyordu. Kalbinde müslümanların dertlerine çareler arama aşkı vardı. Onun bu hali zaman zâman bazı kötülükleri bizzat kendi eliyle değiştirmeye götürüyordu.

Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu enginleşmiş ve nefsi daha da paklaşmıştı. Ayrıca daha talebelik yıllarındaki İslâmi çalışmalarından dolayı da genel kültürü oldukça gelişmişti. Okuduğu medrese de "kötülüklere karşı mücadele" adında bir teşkilat kurarak bazı önemli şahsiyetlere mektuplar gönderip, onlara nasihat etmeye ve onların dikkatlerini toplumdaki kötülüklere çekmeye başlamıştı.

Liseden mezun olduğunda Mısır'daki tüm talebeler arasındaki sıralamada beşinciydi. Üniversiteyi ise."Darul Ulum"da okumuştu. Üniversiteyi bitirme imtihanlarını verirken onsekizbin şiir beyti ve bir o kadarda nesir ezberlemişti. Darul Ulum'u bitirdiğinde onun ayarında talebe yoktu. Çünkü birincilikle bitirmişti.

Üniversiteyi bitiren Hasan el-Benna İsmailiye'deki okullardan birine tayin edilmişti. O zaman İngilizlerin tüm güçleri İsmailiye'de toplanmıştı. Okullarda Avrupa usulü eğitim yapılıyordu. İsmailiye bu haliyle sanki Londra'nın muhitlerinden birini andırıyordu.

Halkın çoğu ise bir İngiliz şirketi olan "Suveys"te isçiydiler. Hasan el-Benna İngilizlerin Mısır halkını ezdiğini ve onu zelil ettiğini görüyordu. Mısır halkı sanki onların kölesiydi. Her türlü fesat almış yürümüş ve haramlar mübahlaştırılmıştı. Özellikle 1924'de Atatürk tarafından hilafet yıkıldıktan sonra bu durum daha da artmıştı. Diğer taraftan Benna batılıların İslâmı ortadan kaldırmak için yaptığı çalışmaları gördükçe kalbi parçalanıyordu. İşte Benna o dönemleri anlatırken şöyle diyordu: "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hallerin tesirinden bazen ağlama durumuna gelirdik." Derken Hasan el-Benna kendilerinde hayır alemetleri olan bazı kişilerle irtibata geçiyordu. Kendisiyle birlikte altı kişi biraraya gelerek İslâmi çalışmaların çekirdeğini oluşturmak için anlaştılar. Benna bu kurduğu teşkilatına yeni bir isim almaması için "Biz Müslüman Kardeşleriz" dedi ve cemiyetin adı "Ihvan-i Müslimin" oldu. Benna ilk davetine İsmailiye'de baslamıştı. Çalışmalarını bereketlendiren Allah Teâlâ onun elleriyle kahvelerde zamanlarını boşa geçiren insanlardan İslâm davası için mümtaz şahıslar yetiştirmişti. Bunlara örnek olarak İslâm davasının ilk öncülerinden Şeyh Muhammed Fergali İngiliz komutanının karşısına dikilmiş şöyle diyordu: "Beni bu İsmailiye'den sadece bir kişinin emri çıkartabilir. O da Hasan el-Benna" ' Hasan el-Benna İsmailiye'deki çalışmaları genişleyince ve tüm gayretlerini İslâm için tahsis edince İsmailiye'den Mısır'ın baskenti olan Kahire'ye tasındı. İhvan-ı Müslimin'in merkezini orada kurdu.

Bütün gayretlerini İslâma davet ve onu tanıtma yolunda harcadı. Köyleri gezdi, şehirleri dolaştı. Gittiği her yere bir şube açıyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde İhvanın hareketi Mısır'ın gözünü ve kulağını doldurmuştu. Her tarafta ona katılmalar oluyor ve Mısır'ın evlatları onun kanatları altına giriyordu. Bunu gören hükümet İhvanın yayılmasından korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye basvuruyordu.

Hasan el-Benna'yı gizli istihbarattan bir çok kişi takip etmeye başlamıştı. O nereye giderse onlarda peşinden ayrılmıyorlardı. Derken 1947 senesinde Hasan el-Benna bazı mücahidlerini Filistin'e gönderiyordu. Filistin dağlari ve köyleri daha önce görmedikleri ender mücahidler görmeye başlamışlardı. Evet Filistin yahudiye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattırmak için ölümü hayata tercih eden insanlara şahit olmuştu.

Bu arada Kral Faruk, bu büyük gelişmelerden dolayı meseleyi İngilizlerle beraber düsünmeye başladı. Özellikle Kral Faruk'un Mısır ordusuna dağıttığı silahların bozuk olduğunun anlaşılmasından ve arapların hiyanetlerinin açığa çıkmasından sonra Kral Faruk için mesele iyice tehlikeliydi. Filistinde cihad eden İhvan-ı Müslimin Mücâhitlerinin Mısır'a gönderilmesinden korkan Faruk, Müslüman Kardeşleri tutuklatıp hapishanelere dolduruyordu. Dışarıda sadece Hasan el Benna kalmıştı. Kralın maksadı onu öldürtmekti. İste bu esnada Mahmud Abdulmecid gizli istihbarattan beş kişiyi Benna'yı öldürmeleri için gönderdi. Ve Kahire'nin en büyük meydanında Müslüman Gençler Teşkilatının önünde 12 Şubat 1949 tarihinde Hasan el-Benna kurşunlandı. Tedavi için hastaneye kaldırıldı. Bu arada Benna'ya müdahale edilmemesi ve kan kaybından ölmesi sağlandı.

Böylece ömrünün sonuna kadar tebliğ için çalışan Hasan el-Benna ruhunu tertemiz olarak Allah Teâlâ'ya teslim ediyordu. Cenazesini bir yaşlı babayla birlikte dört kadın kabre götürmüştü. Bölgede elektrikler kesilmiş ve bu dört kadın dehşet verici bir ortamda tankların arasında Benna'yı götürüp defnetmişlerdi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi müslümanlar Benna'nın cesedini çıkarıpta gösteri yapmasınlar diye mezarının başında nöbet tutturuyordu.

Hasan el-Benna dünyayı terketmiş Kral Faruk'ta Hasan el-Benna korkusundan rahata kavuşmuştu. O öldüğünde çocuklarına ihtiyaçlarını giderecek bir şey bırakmamıştı. Hatta ev kirasını bile verecek durumları yoktu.

Faruk, Hasan el-Benna'dan kurtulmuştu ama geriye bir problem kalmıştı. O da İhvan-ı Müsliminin Filistinde hala cihada devam eden mücahid gruplarıydı. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Mısır tanklarına ve askerlerine Filistin'e hareket emri verdi. Maksadı oradaki İhvan mensuplarını tutuklatmaktı. Ve tanklar kampların etrafindaki duvarları döverek mücahidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine topların atılmasına razı olmak arasında seçim yapmaya zorladılar. Mücahidlerde etrafın cehenneme çevrilmesini istemediklerinden teslim oldular. Oradan hapishaneye taşınan mücahidler böylece duvarlar arkasına terkediliyordu.

Gerçek şu ki liderlikte büyüklüğün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki büyüklük ilmi yönden olur. Bazen büyük bir fatih veya keşifçi, ya da bir ruhi terbiyeci yahud da bir siyasi lider büyük olabilir. Fakat kalıcılığı bakımından en büyük lider ümmeti yeniden inşa eden, yeni nesillerin yetişmesini sağlayan ve tarihin gidişatını değiştiren liderlerdir.

İste Hasan el-Benna bu kalıcı liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyilda İslâm tarihinde en göze çarpanlardandı. Onun bu büyüklüğü sadece alim oluşundan veya iyi bir hatipliğinden ya da siyaset adamı oluşundan değil, İslâm davasını bina eden yeni bir nesil yetiştirmesinden ve özelde Mısır'ın genelde de İslâm aleminin tarihini sarsmasındandır. Bu gün dahi onun şiddetli sarsmasından olaylar gidişatını değiştirmektedir.

Mısır'ın yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi, yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna'yı yazmadan bu konuları yazamaması onun büyüklügünü göstermeye kafidir.

Tarihçilerin her ne kadar Hasan el Benna hakkında kendilerine özgü ayrı ayrı görüşleri olsa da, hepsi de olayların meydana gelişinde Hasan el-Benna'nın büyük tesirleri olduğunda ittifak etmektedirler.

Bu olaylar ki yarım asırdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. İsterse günümüzdeki insanlar onun kıymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatında veya şehadetinden sonra da onu gereği gibi takdir etmemiş olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. İnsanların veya ileri gelenlerin onun kıymetini gereği gibi bilememeleri El-Benna'ya en ufak bir zarar veremez.

Gerçek su ki, İslâm önderleri tarihte hiç bir zaman insanlar bilsinler ve taktir edip methetsinler diye, çalışmamışlardır. Bilakis İslâm onları öyle özel bir duruma getirmiştir ki, tarihte bizden başka milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü İslâm onları ruhi terbiye ve büyük bir iman üzere yetiştirir. Öyle ki o ruhaniyet özel bir anlayış kazandırmış, hayatın gerçek yönlerini ve varlığın sırlarını öğretmiştir.

İslâm onları öyle yetiştirmiştir ki en üstün fedakarlıkları yaparlar ve insanlığa karsı çok büyük bir muhabbet beslerler. İşte Islâm önderlerini kendi aralarındaki bazı mizaç farklılıklarıyla birlikte onların genel durumu budur. Onlar Allah rızasından başka hiç bir şey de istemezler. Sadece Allah'ın hesabından korkar ve O'ndan sevap beklerler. Yalnız Allah'ın indinde itibarları olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için rahatlık ve huzuru talep etmezler, rahatlığı ancak Allah'a kavuşmakta ararlar. Onlarda şöhret veya methedilmeyi isteme, yahut makam hırsı veya haset bulunmaz. Onların dünya hayatı veya şehevi arzuları için herhangi bir iş yapmaları mümkün değildir. Onlar insanlardan karanlıkları kaldırmak için gönderilmiş bir nurdurlar. Gökyüzün de devamlı olarak parıldarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karışmayan ve en yüksek bina ile en küçüğüne dahi vuran bir güneş şubesi gibidirler.

Yeryüzündeki tüm şer güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karşı savaştı. Halk bizzat kendi menfaatinden cahil kaldı. Hepsi de Hasan el-Benna'nın yolunu engellemek ve davasından alıkoymak için çalışmalarına rağmen o, yüce dağlar gibi, rüzgara ve balyozlara aldırış etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki sağa sola sallanmıştır ama bütün tehditlere rağmen hiç bir zaman kasırgalardan etkilenerek davasından geriye adım atmamıştır. Dünya onun etrafinda kararmıs olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanından en ufak bir zayıflık göstermemiştir. Karşi kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzerine çullansalarda o, hiç bir zaman mücadelesinde yenilmemiştir.

Bütün bunlara rağmen, tıpkı arkadaşlarına olduğu gibi düşmanlarına bile gönlü açıktı. O, hiç bir zaman düşmanlarından birine karşı hasetlikten dolayı tiksinmemiştir. Çünkü büyük insanların kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düşmanın batıla sapmasından, fesadından ve iftiralarındandı. Eğer düşmanı kötülük ve şeryolunda gitmeye devam ediyorsa ve halkın menfaatlerine zarar veriyorsâ onlardan nefret eder tiksinirdi. Tıpkı hakka karşı inatlık eden basiretsizlik göstererek anlayışsızlık yapan ve ahlaki bakımdan davayâ sıkıntı veren dostlarından nefret ettiği gibi.

Fakat Benna bütün bunlara rağmen Rasûlullah'ın Uhud günü yaralıyken ettiği şu duayı devamlı olarak ediyordu: "Allah'ım sen benim kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyorlar." Düşmanları devamlı olarak ona karşı hile ve tuzakları sürdürürken o da düşmanlarına karşı sürekli şefkat ve nasihata devam ediyordu. Benna'nın bu hali, ta onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardımcıdan yoksun bir halde tek başına karanlıkta vurarak öldürdükleri zamana kadar devam etti.

Evet onu öldürdüler. Onlar kuvvetli Benna ise zayıftı. Onlar hükümran Benna ise bir kenara itilmişti. Onlar silahli, Benna ise eli bostu. Evet Benna'yi öldürdüler, simdi onlar katil ve mücrim, Benna ise mutlu ve saadet içinde.

Daha sonra onlar halkın merhametinden kovulurken, Benna Allah'ın rahmetiyle bağışlanıyordu. Onlar şimdi batı ülkelerinde dağılmış vaziyette. Benna ise istirahatgahında. Allah O'na ve tüm mücahidlere bol bol rahmet etsin. ( Amin.)

Ve... böylece şehidler kervanına bir yiğit daha katılmış oldu. Ne mutlu şehidlerin azizi yolunu sürdürenlere...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Şubat ayı şehidlerle dolu bir ay...Bunlardan biri olan yukaruda yazıda anlatılan 20.asrın büyük davetçisi imam <Hasan el-Benna rahimehullahı rahmetle hatırlıyoruz...
 

ebkem

Baş Yücelik
Katılım
3 Ara 2011
Mesajlar
3,128
Tepkime puanı
321
Puanları
0
Kardeşim şu sözün galiba maksadını aşmış:'' Ben Şafii mezhebini baz alan (hükmi anlamda) hadisleri daha çok rivayet etmiştir diyorum''

Yani şimdi bu sözünü ehli hadis veya ehli ilim görse eminim gülmemek için kendini zor tutacaktır...Benim traji-komik dediğim durum da tam budur...Lütfen eğer bu konulara meraklıysanız, usülü hadis ve hadis tarihi kitablarını mutalaa ediniz..:)

Bana İmam-ı Buhari'nin İmam-ı Azam'dan rivayet ettiği tek bir hadisi getir misiniz?

Ben bahsini ettiğiniz iki ilmi de aldım merak etmeyin, elbet ehl-i kamil olamadık orası ayrı.
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Hasan el-Bennaya ,
Allahcc rahmet eylesin...
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hasan el-Benna ve Mücadelesi
Resim_1329135407.jpg

Allah`ın adıyla

Hamd âlemlerin yegâne yaratıcısı Allah Teâlâ`ya, salât ve selam önderimiz Resulullah`a, pak ve nezih âline, ashabına ve ömrü boyunca küfre karşı mücadele edip bu uğurda bedel ödeyenlerin üzerine olsun.

Aziz İslam davasının selameti uğruna mücadele etmiş dava adamları, bu yolda mutlaka bir bedel ödemişlerdir. Kimisi hayatlarının büyük bir bölümünü sürgünlerde veya zindanlarda geçirmiş; kimisi aile ve efradını geride bırakarak muhacir olmuş; kimisi de, "Allah yolunda ölüm en büyük hedefim" diyerek şehit olmuştur. Ortak gayeleri Allah rızası olan bu muhterem şahsiyetler; peygamber varisleri oldukları için gece ve gündüzlerini bir edip insanları İslam`a davet etmişler, İslam`ı tanıtma ve ulaştırma uğraşında olmuşlardır. İslam`dan bihaber olan insanları kendi başlarına bırakma, davetlerine icabet etmeyenlere bir daha gitmeme, şöhret veya methedilmeyi isteme, kendileri için rahatlık ve huzur talep etme gibi şahsi menfaatler peşinde olmayan bu İslam önderleri, Allah rızasını kazanmaktan başka hiçbir şey istememişlerdir. Sadece Allah`ın hesabından korkmuş ve O`ndan sevap beklemişlerdir. Ve daima davanın büyüklüğünün ve yükünün ağırlığının farkında olmuş, bu doğrultuda hareket etmişlerdir. Böylece kendilerinden sonra gelen müslümanlara numune-i imtisal bir hayat bırakmışlardır. Tıpkı tevhidi düşüncesiyle insanlara örnek; fikri mücadelesiyle de müslümanlara ve İslami hareketlere esin kaynağı olan İmam Hasan el-Benna gibi… İmam Hasan el-Benna ve İslami Mücadelesi…
17 Ekim 1906 yılında Mısır`ın Mahmudiye kentinde doğan Hasan el-Benna, dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babası zamanın hadis âlimlerindendi. Allah inancı yüksek olan bir ailede yetişmesinden dolayı; daha küçük yaşlarda gece namazları kılar, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmayı aksatmazdı. Resulullah`ın sünnetlerini ve İslam`ın emrettiklerini eksiksiz yerine getiren Hasan el-Benna, başkalarını da bu konularda teşvik etmede çok gayretliydi.

Yüz ifadesinde sürekli bir hüzün ve elem vardı. Kalbindeki iman ve ihlâsından dolayı, devamlı müslümanların dertlerine çareler bulma uğraşındaydı. Talebelik yıllarındaki İslami çalışmalardan dolayı genel kültürü oldukça gelişmişti. Daha lisedeyken "Haramlara Karşı Mücadele Cemiyeti" adında bir teşkilat kurup önemli şahsiyetlere mektuplar göndermiş ve toplumdaki kötülüklere ve haramlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini belirtmişti. Toplumsal ve dinsel eğitimin ağırlıklı olduğu üniversiteyi birincilikle bitirdikten sonra da, İsmailiye`de bir ilkokulda öğretmenlik yapmaya başlamıştı.

Halkın İslam`dan uzak bir şekilde yaşadığını gördükçe içi içini yiyor ve birçok geceyi uyumadan geçirip çare bulmak için projeler üretiyordu. Hatıralarını anlatırken içinde bulunduğu durumu şu veciz sözlerle dile getiriyor; "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hallerin tesirinden bazen ağlama durumuna gelirdik." İşte bu kaygı ve endişeleri taşıyan altı arkadaşıyla beraber bir gece toplanıp "İhvan-ı Müslimin/Müslüman Kardeşler" teşkilatını kurdular. Bu fedakâr ve cefakâr arkadaşlarıyla beraber İslam`ı tebliğ etmek için kahvehanelere giderek, orada vakit öldüren insanlara İslam’ın güzelliklerini ve cihanşümulluğunu anlatmaya başladılar.

Allah`ın yardımıyla halk, Müslüman Kardeşler teşkilatını bağrına bastı. Sayıları gittikçe artan teşkilat; köy köy, şehir şehir dolaşarak İslam`ı anlatıyor ve gittikleri her yerde de bir şube açıyorlardı. Bütün gayretlerini İslam’a davet yolunda harcıyorlardı. Üstat Hasan el-Benna; İslam`dan bihaber hiçbir şehrin ve hiç kimsenin kalmaması gerektiğini söylüyordu. Kısa sürede büyük bir şekilde gelişen İhvan teşkilatı, dünya müslümanlarının sorunlarıyla da yakından ilgilendi. Filistin meselesini ümmetin meselesi olarak görüp, Filistin`e savaşmak için askerler gönderdi. Filistin dağları ve köyleri, daha önce görmediği yiğit mücahitleri görme sevincini yaşadılar. O mücahitler ki; Yahudi`ye zilleti tattırmak için ölümü hayata tercih eden cengâverlerdi. Rablerine verdikleri sözden caymayan kahraman askerlerdi.

O tarihte krallıkla yönetilen Mısır`da, kral ve hükümet, gelişen bu olaylardan ve hızla büyüyen İhvan teşkilatından endişe duymaya başladılar. Müslümanların birlik ve beraberlikleri, özellikle organizeli bir şekilde hareket etmeleri gözlerini korkutmuştu. Hükümet, Müslüman Kardeşler teşkilatının önüne geçmek, faaliyetlerini durdurmak ve şeytani emellerini gerçekleştirmek için hareketi yasadışı ilan etti. Bilahare, teşkilatın çalışmalarını engellemeye başladılar ve büyük bir baskıyla teşkilatı ortadan kaldırmak için bütün imkânları seferber ettiler.

Teşkilata mensup fertleri bir bir yakalayıp, çok ağır işkenceler yaptıktan sonra hapishanelere koydular. İmam Hasan el-Benna`nın yoldaşlığını ve korumalığını yapacak hiç kimseyi dışarıda bırakmadılar. Amaçları Hasan el-Benna`yı tek başına bırakıp onu sinsice öldürmekti. Emellerine 12 Şubat 1949 yılında ulaştılar. Kahire`nin en büyük meydanında ve ışıkları söndürülmüş zifiri karanlık bir sokakta, dünyanın faydasız ve geçici metasına aldanmış kirli ve satılmış eller tarafından Hasan el-Benna`ya kurşun yağdırdılar. Ağır yaralı bir şekilde hastaneye kaldırılan Hasan el-Benna`ya müdahale edilmesine izin verilmedi. Böylece kan kaybından ölmesi sağlandı.

İslam davasının mümtaz ve müstesna şahsiyetlerinden İmam Hasan el-Benna, ömrünün sonuna kadar tebliğ ve kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışarak, "Müminler arasında öyleleri var ki, Allah`a verdikleri sözde dururlar. Kimileri sözünü yerine getirip o yolda şehit olmuştur; kimileri de şehitlik beklemektedir. Onlar hiç sözlerini değiştirmediler" ayeti sırrınca Rabbine verdiği sözde durmuş ve adını şehitler kervanına yazdırmıştır.

İhvan-ı Müslimin teşkilatının kurucusu ve manevi lideri İmam Hasan el-Benna, başlattığı fikri mücadelesiyle dünyada bir çığır açmış, milyonların gönlünde taht kurmuştur. Ömrü boyunca karşılaştığı sorun ve problemler dolaysıyla hiç ümitsiz olmamış, çaresizliği asla kabul etmemiştir. Namazı en büyük iş, İslam`a davet etmeyi en büyük eylem kabul etmiştir. Din ve dünya, iş ve ibadet, aile ve cemaat arasında mükemmel bir denge kurmuştur. Sevenlerini derinden üzen ve hüzne boğan şahadetiyle de uyuyan ve gaflette olan ümmeti uyandırıp bir umut olmuş ve yeni nesillerin yetişmesini sağlayan bir rehber olmuştur.

Ey kitlelerin uyuşturulup sindirildiği bir dönemde, toplumu pak ve temiz kanıyla küfre karşı harekete geçiren aziz şehit!
Ey İslami kavramların içinin boşaltılıp model olarak sunulduğu ahir zamanda, örnek yaşantısıyla inananlara yol gösteren cefakâr rehber!

Ey dava uğruna dökülen mübarek ve müberra kanıyla, çorak toprakları yeşerten ve bereketlendiren korkusuz nefer!
Ve ey ömrü boyunca insanların hakkı ve batılı birbirinden ayırt edebilmesi için mücadele eden muhterem üstat!
Acıları lezzete çeviren şahadeti seçerek; şehitlere koşmayı kolaylaştırdın. Yalnızlığı ve unutulmuşluğu Allah`a ulaştırarak giderdin. Ölü kalplerde arzu ve istekler meydana getirdin. Mahrumiyet ve ayrılığı lezzete çevirdin. Amel güzelliğini ve mücadele azmini çevrene sirayet ettirdin. İşlerimiz vaktimizden çoktur diyerek tarihe yön verdin. Özgürlüğe giden yolun öncüsü olarak, geleceğe büyük bir miras bıraktın... Bıraktığın mirasa sahip çıkacağımıza ve nurlu yolunu sürdüreceğimize söz veriyoruz. Ruhun şad, mekânın cennet-ül firdevs olsun….

Muhammet Şerif / Doğruhaber
 
Üst