Hira'ya Dair Bir Macera.

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
25,029
Tepkime puanı
1,506
Puanları
113
Şeref Yılmaz[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kaderde umreye gitmek, mukaddes mekânları görmek de varmış. Mekke'de kaldığımız birkaç günlük süre içinde bir günümüzü de Hıra Mağarası'nı ziyarete ayırdık.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Birkaç kafadar sabahın ilk ışıklarıyla Nur Dağı'na tırmandık, Bu zorlu tırmanıştan sonra Hıra Mağarası'nın önünde durup sıraya geçtik. Mağarada iki rekât namaz kılmayı niyetimize aldık. Omzumuzda çantalarımız asılı hâlde bekliyoruz. Mağaranın içinde ancak iki insan namaz kılabiliyor. Arka arkaya serilmiş iki seccade var. Öndeki seccadede bir erkek, arkadakinde ise bir bayan namaz kılıp çıkıyor.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Hıra" mağarasına çıkmaya karar verdiğimizde bazı arkadaşlar demişti ki: "Dağda ve mağaranın etrafında maymunlar var, dikkatli olun!" Benim bu maymunlardan haberim vardı ama maymunlar insan yemediğine göre sorun yok demekti. Gerçekten de mağaraya geldiğimizde, etraftaki kayalıkların üzerinde bir çok maymun gördük; hem de "şebek" denilen türden sevimsiz mi sevimsiz... Hoş, benim için maymunun hiçbir türü sevimli değildir de... Her ne ise... Önümüzdeki insanlar yavaş yavaş içeri giriyor ve sıra bize geliyor. Arkadaş sırasını hürmeten bana verdiği için arkaya geçiyor.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ben ise birkaç gün öncesinden "trans"a geçmiş gibi yarı mecnun bir hâlde mağarada kılacağım namazı düşünüyorum. Allah'ın peygamberi, insanlar arasındaki zulüm ve adaletsizliği görünce bu mağarada inzivaya çekilmiş ve günlerce burada bir parça ekmekle yaşamış, Hazreti İbrahim'in "Hanif" dini üzerine ibadet etmişti. Günün birinde Cebrail aleyhisselâm, bütün ihtişamıyla / gerçek hüviyetiyle, kâinatın övünç kaynağı olan zata son peygamberliğini müjdelemek üzere ilk vahyi bu mağarada getirmişti. Bu duyguların sağanağı ile sırılsıklam olmuş hâlde mağarada öyle iki rekât namaz kılmalıyım ki hayatım boyunca o namazı bir daha unutmamalıyım. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi yalpalayarak mağaraya girdim. Omzumdaki çantamı yanıma koydum. Kıble tarafındaki taşlar arasından Kâbe'nin minareleri görülüyor. Eskiden Efendimiz bu mağaradan Kâbe'yi seyreder ve oraya doğru ibadet edermiş.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mağaradaki seccadenin üstünde durdum. Tekbir alışımla birlikte dünyayı sanki arkaya attım... İlk rekâttayım ve kıyam hâlindeyim... Yanımda bir kıpırdanma hissettim; huylandım... Gözlerimi hafifçe açtım, baktım bir maymun... Konsantrasyonumu bozmamak için aldırmadım. Namaza devam ettim. Allah'ın vahiy meleği olan Cebrail aleyhisselamın, Hazreti Muhammed'e ilk vahyi getirdiği mekânda namaz kılmak her zaman mümkün olmazdı. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliydim.

[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İkinci rekâta kalktım. Namazın derinliğini tam hissedeceğim anda bir patırtı koptu. Ben yine dimdik ayaktayım... Ne var ki konsantrasyonum bozuldu. Az sonra arkadaşın sesiyle kendime geldim: "Eyvah! Hazretin çantasını maymun aldı!" Ben meseleyi anladım. Üst üste imtihan oluyordum. Ama bir kere mağarada namaz kılmaya karar verdim ya! Bu işi yapmadan çıkmayacağım! Bir aralık namazı bozmak geçti aklımdan... Bu düşüncenin rahmanî olmadığı kanaatine vardım; vazgeçtim. Maymunun ve şeytanın musallat olmasına karşı verdiğim uzun ve zorlu mücadeleler sonucunda, istediğim gibi olmasa da, namazımı eda ettim. Sıra dua etmeye geldi. "Allah'ım!" dedim. "Sen her şeyi bilensin. Senin her şeye gücün yeter! Vahyin yeryüzüne ilk indiği mekânda, maymunla olan mücadelemde beni muzaffer eyle! Günahkâr bir kul olduğumu itiraf ediyorum. Sana isyan etmedim. Seni inkâr etmek aklımdan bile geçmedi. Maymundan geldiğini iddia edenlere zavallı gözüyle baktım. Maymunla yakından uzaktan akrabalığım olmamasına rağmen yine de bu hayvanın musallat olmasından kurtulamadım. Beni bu dağdaki ve yeryüzündeki maymunların ve maymunla akrabalığı olanların şerrinden muhafaza eyle! (Âmin)"[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Namazdan sonra yaptığım bu duanın ardından kalbim buruk, kafam karışık ve sinirlerim de gerilmeye yüz tutmuş bir hâlde mağaradan eli boş çıktım. Çantam maymunda... Maymun ise kim bilir nerede? Arkamda bekleyen arkadaş: "Hocam geçmiş olsun!" dedi. Bu söz bir dilek olmaktan öte o anda bana "Başınız sağ olsun!" türünden bir taziye ifadesi gibi geldi. Arkadaşa: "Sen içeri gir; ben mağaranın üstündeki kayalıklara çıkıyorum." dedim.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mağaranın üstünden karşı kayalıklara baktım; her taraf âdeta maymun kaynıyordu. Çantamın hangi maymunda olduğunu düşündüm. Çantanın içinde neler olduğunu hatırlamaya çalıştım: "Birkaç yüz Amerikan doları, iyi bir güneş gözlüğü, şişe suyu, makas ve dijital fotoğraf makinesi..." Çantanın içindekilerden daha çok, fotoğraf makinesinin içindeki resimler gözümün önüne geldi.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karşı kayanın üstündeki maymuna gözüm ilişti. Baktım, elindeki benim çantam... Karşıdan bir süre izledim. O ise utanmadan, gözümün içine baka baka, çantamın gözlerini karıştırıyordu. Maymunla yeni bir mücadelenin başlayacağı belli idi. O anda iki ihtimal olduğunu düşündüm: Ya bu işten vazgeçmeliydim ya da maymunun yanına çıkartma yapmalıydım. Vazgeçersem sorun yok... Maymunun yanına gidersem iki ihtimal var: Ya çantayı bırakıp kaçar ya da tutup atar. Çantayı bırakıp kaçarsa sorun yok. Ya alıp atarsa... O zaman parasız kalırım bu bir... Ama para işi kolay; bir arkadaştan alırım... Bunu geçmeliyim; o kadar düşünmeye değmez. Şişe suyu da önemli değil... Makas değerli bir şey değil ama lâzım... O da bir şekilde hallolur. Geriye fotoğraf makinesi kalıyor. Makine oldukça pahalı ama ondan daha çok içindeki resimler önemli...

[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bütün ihtimalleri, göz açıp kapayıncaya kadar, gözden geçirdikten sonra maymunun üzerine yürümeye karar verdim. Yanına doğru geldiğim hâlde hayvanın yerinden kımıldamaması beni korkuttu. Kısa bir süre göz göze geldik. Maymunun o andaki duygu ve düşüncelerini bilemem ama ben sevgi ve hoşgörü yüklü düşüncelerle ona bakmadığımı çok iyi biliyordum. Hayvan kaçmadığına göre demek ki saldıracaktı... O anda dünyanın bütün maymunlarına ve maymunla akrabalığı olan bütün yaratıklara lânet okumak geçti içimden... Yumruklarımı sıktım, kilise korosu eşliğinde yürüyen cenaze arabası gibi, ağır adımlarla hayvanın gözlerinin içine baka baka yürüdüm. Hayvan yavaşça silkelendi; ben ise en kötü ihtimalleri göze almış bir mağdur ve mazlum olarak yumruklarımı daha güçlüce sıktım. Eğer üzerime gelirse, maymun milletine ibret olsun diye tutup evire çevire bir güzel dayak atmayı kafama koymuştum. İyice yaklaştığımda, maymun daha bir dikkatle bana baktı ve çantayı bıraktığı gibi kaçtı. Tehlikeyi atlattığım için, istediğim gibi lâf edebilirdim artık. Meydan benimdi. "Elimden kurtulamayacağını nihayet anlayıp kaçtı!" diye yüksek perdeden konuşmaya başladım. Hoş, etrafımda dediğimi duyacak kimse de yoktu ya... "Hani duyan olursa hiç olmazsa korktuğumu anlamasın!" diye bu yolu tercih etmiştim.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Çantamı aldım. Baktım dolarlar çantanın içinde duruyor. "Çok şükür!" dedim. "Aptal hayvan demek ki ne dövizden anlıyor ne kurdan!" Madem kapkaççılık yapıyorsun, hiç olmazsa dolarları bari cebine koyup da öyle kaç! Aklın zerresi yok ki hayvanda! Ne para saymasını biliyor ne doların değerini... Her neyse... Maymuna akıl öğretecek değilim! Ben paramı aldım ya, maymunun aptallığından bana ne![/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Baktım, fotoğraf makinem de çantamın içinde... "Oh!" dedim. "Asıl önemli olan şeyi buldum!" Demek ki fotoğraf makinesi ve dijital dünya da hayvanın ilgi alanına girmiyor. İnsanın atası olacak maskaraya bak hele![/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Su şişesini bulamadım. "Demek ki Arabistan sıcağında, susuz çölde tatlı suyu bulunca fırsatı kaçırmadı." diye düşündüm. Baktım, su şişesi az ileride duruyor. Açmayı denemiş ama becerememiş; sonra da kafası bozulmuş; şişeyi fırlatmış. "Kader adalet eder." Şişeden bir yudum su içemediğini anlayınca: "Böyle kapkaççı maymunlara Allah bir yudum su nasip etmesin!" dedim. Makasımı da bir kayanın üstünde buldum. Bunun ne işe yaradığını da anlayamamış hayvan. Çantamdaki makasın, umreden sonra saçlarımı aldırmaya yaradığını, maymun sittin sene düşünse de anlayamazdı zaten... Geriye güneş gözlüğüm kaldı. Az ötede onu da buldum. İlgisini çekmiş ve ne işe yaradığı konusunda bazı tahminler yürütmüş olmalı ki kabını açmış ama kabından çıkarıp gözüne takmayı akıl edememiş... Böylece eşyaları maymunun elinden kurtardım ve karşı kayada bekleyen arkadaşın yanına döndüm.

Bütün bu olan biten macerayı, hanımların da izlediğini düşünmüştüm. Meğer hiçbirinin haberi yokmuş. Hep birlikte geri dönmek üzere yürüdük. Ben, mağaraya çıkmak için önümden gelen her Türk'ü uyarmayı kendime bir görev kabul ettim. Önümden gelen birçok kimseyi uyardım. Hayretle dinlediler ve tedbirle ilerlediler. Önümden gelen bir Türk delikanlısının elindeki kameraya gözüm ilişti. "Kameranız güzelmiş!" dedim. Gülümsedi.
- Aman maymunlara kaptırmayın!
- Maymunlara mı?
- Evet, maymunlara...
- Maymun mu var?
- Evet, mağaranın civarı maymun kaynıyor; hem de "şebek" denilen arsız türden...
- Eşyaları alıyorlar mı?
- Evet, alıyorlar. Ben mağarada namaz kılarken, yanımda duran çantamı kapıp kaçtı. İslâm tarihine geçecek kadar olmasa da büyük uğraşlar sonunda alabildim.
Bu iyi niyete dayalı uyarılarımdan delikanlının çok etkilendiği belliydi. Nefesini tutmuş dinliyordu. Sözüm bittikten sonra hayretle şöyle dedi:
- Ağabey, bu maymunun yaptığı resmen hırsızlık yahu! Bunun bir yaptırımı olmalı!
Hiç beklemediğim bu konuşma karşısında ben de bir an ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi toparladım:
- Güzel kardeşim, haklı olmasına haklısın da; ben ne yapabilirdim ki? Şeriatta hırsızlık yapan maymunun elinin kesileceğine dair bir şey duymadım!
Delikanlı, kendi safça konuşmasını unutmuş, benim cevabıma gülüyordu.
Delikanlının cevabı, yanımdaki arkadaşların ufkunu açmış olmalı ki geri dönüş yolunu bitirinceye kadar bu mesele ile ilgili ihtimalleri sıraladılar. Birisi dedi:
- Hocam, çantanızda Allah'tan pasaportunuz yokmuş!
- Gerçekten doğru söylüyorsun!
Diğer arkadaş araya giriyor:
- Ya pasaportunuz çantanızda olsaydı da maymun atmış olsaydı! Ya bulamasaydınız!
- Allah saklasın! diyorum.
Diğer arkadaş ne kadar büyük bir felâketin eşiğinden döndüğümüze dikkat çekmek için şunları ilâve ediyor:
- Hocam, ya o maymun pasaportunuzu alıp sınırdan çıkış yapsaydı! Öteki arkadaş sabırsızca atılarak:
- Ya sizin pasaportunuzla, sizin adınıza dolandırıcılık yapsaydı!
Bütün bu felâket senaryolarını dinledikten sonra, arkadaşlara dedim ki:
- Verilmiş sadakam varmış! Allah beni maymunun şerrinden korumuş!

[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Aşağıya ininceye kadar herkes kendince ihtimal hesapları yaptı ve her ihtimal, arkadaşlar için iyi bir mizah unsuru oldu. Dağdan indikten sonra bir dolmuş durdurduk. Ne adres biliyoruz ne dil... Otelden ayrılırken, taksicilere göstermek için kartvizit almıştım. Dolmuşa binince arkadaşlar: "Kartviziti gösterirseniz, şoföre kolaylık olur." dediler. Maymundan kurtardığım çantamı açtım ama tüm aramalarıma rağmen kartviziti bulamadım. Arkadaşlara döndüm:
- Çantamı kapan maymunun istihbarat adına çalışıyor olmasından şüpheleniyorum, dedim.
- Bu da nereden çıktı? dediler.
- Hayvan her şeyi bırakmış da kaldığım otelin kartvizitini bırakmamış. Demek ki beni takip ediyor.
Bu komplo teorilerim üzerine dolmuşta bulunan herkes bir anda kahkaha attı. Şoför ise olan biteni anlamak için saf saf bize bakıyordu.
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Her Kadir Gecesi'nde, Efendimiz ve ümmetin mücedditleri Hıra mağarasında buluşurlar." diye ulemanın dikkat çektiği mekânı, günümüzde maalesef maymunlar işgal etmiş durumda... Oysa oraya maymun yerine güvercin salsalar çok daha uygun olurdu.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Bunun sebebi ne?" diye düşünebiliriz haklı olarak... Sebebi: Vahhabilik... Vahhabilik anlayışına göre, mekânlara kutsiyet atfetmek bidattır; hurafedir. Nitekim Vahhabilik anlayışı, Mekke ve Medine'de hiçbir türbe ve mezar taşı bırakmamıştır.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nur Dağı'na çıkarken, patika yolun etrafındaki poşet ve pet şişeler, Suud hükümetinin bu tip konularda ne kadar duyarsız olduğunu açıkça gösteriyor. Etrafın çöplüğe dönmüş hâlini gören bir arkadaş: "Ecdat buralardan sorumlu olsa, burası böyle mi olurdu?" diye sitem etti. "Ecdat buralardan sorumlu olsa idi" dedim, "Bu dağı, mağaranın olduğu zirveden aşağıya kadar gül suyu ile yıkardı. Ayrıca insanlara iniş çıkışta kolaylık olsun diye buraya teleferik koyardı." Arkadaşlar bana hak verdiler. "Elhak" öyle de olurdu. Çünkü Osmanlı dönemi gravürlerinde bu tepede mescit görülüyor. Demek ki ecdat, o günün şartlarında bu tepeye mescit yapmış. Şimdi ise Suud hükümeti, "İnsanlar dağdan, taştan medet ummasın." diye mağaraya giden yolları kapatmaya çalışıyor.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Hacerü'l Esvet", "Hıra" mağarası, Efendimizin merkadi (mezarı) ve "Sevr" mağarası yok edilememiş ama her fırsatta buralara ulaşan yollar engellenmeye çalışılıyor ve ziyaretçilere tedirginlik yaşatılıyor.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İlk vahyin indiği o mekân nasıl kutsal olmaz? Cebrail'in geldiği, Hazreti Muhammed'in ayak bastığı o mekân nasıl değerli olmaz? Aynı mantıkla Kâbe'ye de kutsiyet atfedilmemesi lâzım gelir. Meseleye sadece "taş, toprak..." gözüyle bakmak sığlık olur; dinin nezaket ve terbiye anlayışına da ters düşer. Bu mekânların her biri mukaddestir.[/FONT]
[/FONT]
 
Üst