Hz. Ali ve nizam-i âlem

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
HZ. ALİ VE NİZAM-I ÂLEM

ALPEREN GÜRBÜZER

Hz. Ali (k.v)’in hilafet dönemine baktığımızda ihtilafların kaynağında kabile ruhundan kaynaklanan nizam karşıtı tepkinin başkaldırışını görürüz. Sadece nizam karşıtı başkaldırmak mı, Müslüman kanının akıtılmasında da rol oynamışlardır. Zaten nizamsızlığı ilke edinen Harici güruhundan başka bir şey beklenmezdi. Onlarda hukuk, nizam hak getire, kendilerini bir anda nizam karşıtı bir cephede konumlandıracaklardır. Dolayısıyla bu noktada Hz. Ali (k.v.) nizam önderi olarak dikkat çeker, Hariciler de kural tanımazlıklarıyla dikkat çekecektir.
İşte bu kural tanımaz Hariciler Sıffın vakasında Hz. Ali’yi önce hakeme (tahkime) başvurmaya zorlamışlar sonrasında ise tükürdüklerini yalayaraktan tahkimi reddedip Hz. Ali (k.v.)’e doğrudan cephe almışlardır. Aslında bu durumu ne idrak yanılmasıyla ne de cahillikle izah edilebilir, bu tamamen başsızlığa alışmış bir tayfanın Nizam-ı âlem bilincine uyum sağlayamamalarıyla izah edilebilir. Ne diyelim yol yordam bilmemek, usul tanımamak böyle bir şeydir, bir anda işi kardeşkanı dökmeye kadar götürebiliyor. Nasıl mı? İşte bu işin Haricilikle ilgili olan bağını Sıffın vakasında tüm ayrıntılarıyla görmek mümkün. Malum, Sıffın Hz. Ali ve Hz. Muaviye’nin karşı karşıya geldiği bir savaştır. İşte içtihat farklılığından doğan bu savaşın tam Hz. Ali’nin lehine dönüşeceği esnada Kur’an sayfaları mızrakların ucuna takılaraktan “Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun” sinsi teklifi savaşın seyrini değiştirmeye yetecektir. Tabii Hz. Ali (k.v.); “Kur’an kaldırma hadisesinin bir hile, iki yüzlülük ve tuzak olduğunu ve savaşa devam edilmesi” gerektiğini ikaz etse de ordunun içinde nükseden nizamsızlık ve kural tanımaz damarı galebe çalan bir tayfaya söz geçiremeyecektir. Derken başsızlığa alışmış bu güruh hakeme müracaatı Emir’ül Mümin’e kabul ettirir de. Kabul ettirdiler de ne oldu, karşı tarafı temsil eden Amr İbn-i As’ın ustaca hamlesiyle Hz. Ali (k.v.)’in “Emir’ül Mümin” sıfatı kaldırılır da. Üstelik Hz. Ali’yi tahkime zorlayanlar sanki bu işte hiçbir dâhili olmamışçasına bu kez “Allah’tan başka hüküm verici yoktur” ayetini sloganlaştırıp liderini kâfirlikle suçlayacaklardır. Dedik ya kuralsızlık, hukuksuzluk, böyle tavır ortaya koymayı gerektiriyor. Oysa Hz. Ali (k.v.) gibi “Ahitleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, Allah’ı kefil kılarak pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın” ayetini ölçü alıp nizamı bir tavır sergileselerdi sözlerinin eri tayfa olacaklardı. Ama gel gör ki nizam tanımaz güruh verilen sözü bir anda unutup gafil davranabiliyor. Öyle ya, madem Emir’ül Mümini zorlayıp bir şekilde hakeme gitmişsiniz, bari hiç olmazsa ahitleşmenin gereğini yerine getirmek gerekmez miydi? Maalesef Kur’an-ı Kerim’in ahkâmına ters düşecek derecede pişkinlik sergileyeceklerdir.
Evet, hakem olayı bir kırılma noktasıdır. Haricilerinde canına minnet, hemen bu kırılma anında istifade cibilliyetlerine uygun davranıp Hz. Ali (k.v.)’ye başkaldıraraktan ardı arkası kesilmeyen kanlı olayların fitilini ateşleyeceklerdir.
Bilindiği üzere “La hukme illa lillah-Hüküm yalnız Allah’ındır” ayetinin buyruğuna ilim-hikmet kapısı Hz. Ali’nin bakışı ile hiçbir kural ve nizam tanımayan Haricilerin bakışı başkadır. Hakeza “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirdir” ayetinden anladıkları da farklıdır. Ortada tıpkı günümüzde sıkça gördüğümüz Sünni ulema’nın Kur’an-ı Kerim ayetlerine verdiği hakiki mana ile Ehli Sünnet dışı radikal grupların yükledikleri anlam kayması bir durum vardır. Ayetler iyi tetkik edildiğinde, “küfür” diye nitelenen muhatap tarafı Müslümanlar değildir, bilakis Yahudilerle alakalı bir husustur. Ehlisünnet âlimlerimiz bu nedenle Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen bir Müslüman’ın küfre girmeyeceğini, sadece günahkâr olabileceğini beyan buyurmuşlardır.
Cehalet gerçekten çok kötü bir hastalıktır, çevreye de zarar veren maraz bir illet. Üstat Necip Fazıl kitabına ‘Çöle inen nur’ ismini vermesi boşa değil elbet. Çünkü nur olanda aydınlık var, cehalette ise karanlık vardır. İşte bu yüzden çöl insanının İslam medeniyetinin ortaya koyduğu şehirleşme, devlet organizasyonu, müesseseleşme gibi bir dizi nizam ve kaidelere intibakı kolay olmadı. Çöl ruhunun nizama geçişte ki tavrı hep sancılı geçmiştir. Resulullah (s.a.v)’ın beyan buyurduğu “Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa yitirir ve her kim saltanata geçerse bozulur” hadis-i şerifi tüm anlamıyla İslam âleminin birçok yerinde yaşanmış ve devam etmişte. Bilhassa bu hususta Hariciler nizam ve asayiş mevzularına o kadar yabancı kaldılar ki kendi dışındakileri rahatlıkla tekfirlikle (kâfirlikle) suçlayabilmişlerdir. Hatta kendi vehimlerini hakikat sanıp iman mücadelesi haline dönüştürmüşlerdir. Besbelli ki beyin dağarcıkları ancak buna yetiyordu, bilgiden yoksunluk ister istemez onları gayri nizamı güruh kılmıştır. Tabii ki her önüne geleni kâfirlikle suçlayıp kan dökmeye kalkışılırsa ne nizam, ne otorite, ne de devlet bilincine erişilir. Zaten kötülüğe karşı elle müdahalenin devlet eliyle olduğunu beyan eden fıkıh âlimlerimizin Nizam-ı âlem bakışıyla, Kuran’da ki ayetleri ön yargılı yaklaşımlarına alet edip kendini devlet zanneden militan Müslüman anlayışı çok farklıdır. Herkes kendini devlet yerine koyup ceza vermeye kalkışırsa, ortalığı anarşi âlem kaplayacağı muhakkak.
Anarşizmin zıddı nizam, intizam ve adalet gibi öğeler İslam hukukunu ayakta tutan en önemli ilkelerdir. Bu yüzden İslam uleması siyasi mevzuları iman konusu yapmaz, önüne çıkan meseleleri daima fıkıh ve ilmi kurallar çerçevesinde ele alıp nizami içtihatta bulunarak hal yoluna koymuşlardır. Tabiî ki bunda Hz. Ali (k.v.)’in açtığı Nizam-ı âlem meşalesinin ve hukuki kaidelerinin ehlisünnet âlimleri üzerinde çok büyük bir etkisi inkâr edilemez bir realite. Peygamberimizin (s.a.v) “Ya Ali! Ben Kur’an’ın tenzili (nüzulü inişi) üzerine harb ettim, sense tevili (yorumu-içtihadı) üzerine harb edeceksin” hadisi şerifi bu gerçeğe işarettir zaten.
Kur’an’ın nüzul sebeplerini ve en ince ayrıntılarını bilmeden körü körüne kuru mantık garabeti sergilemek Haricileri başkaldıran grup haline getirmiştir hep. Kaldı ki karşılarına hedef aldıkları kesim küffar da değildi, bizatihi kendi Müslüman kardeşlerini hedef almışlardır. Tarih boyunca da hep böyle tavır sergilemişlerdir. Maalesef nizamsızlık ve devlet tanımazlık genlerine öyle işlemişti ki hayatlarının büyük bölümünü bir hiç uğruna heba etmişlerdir. Nitekim hakem olayında her iki lideri de kâfirlikle suçlayacak kadar haddi aşmışlardır. İşte bu noktada artık bu kadarı da yeter gayri dedirtecek cinsten, hem Hz. Ali (k.v.)’in halife içtihadıyla Haricilere karşı verdiği mücadelede, hem de Hz. Muaviye’nin mülk ve saltanat içtihadıyla yürüttüğü bir dizi hadiselerde tüm çirkinlerini sergilemekten geri durmayacaklardır. Rabbül âleminin hikmetinden sual edilmez elbet. Kim bilir belki de ilahi adalet bizim bu tip hadiselerden ders çıkaralım diye ister halife içtihadıyla isterse mülk ve saltanat içtihadıyla vuku bulan mücadelelerde asıl görmemiz gereken hususun nizamla nizamsızlık arasında bir kavganın olduğunun farkına varabilmemiz murad edilmişte olabilir. Zira İslam nesiller boyu kıyamete dek sürecek evrensel dindir.
Tabii tüm bunların ötesinde Haricilerin nizamsızlıklarından da alınacak pek çok ibretlik dersler vardır. İbret almazsak tarihin tekerrür edeceği muhakkak. Hele şöyle geriye dönüp baktığımızda Haricilerin gözlerini öyle kan bürümüş ki; ilim ve hikmet kapısı Hz. Ali (k.v.)’i tekfir ilan edip şehit edecek noktaya gelebiliyorlar. Böylece Nizam-ı âlem misyonu yüklenmiş Allah’ın Aslanı bir halifenin hane-i saadetinden mescide sabah namazı için çıktığında ansızın bir Harici militanının suikastına uğrayıp aldığı darbeler sonucu şehit olması içimizi acıtacaktır. İlginçtir onlar gözü dönmüşlükle bu cürümü işlerken Hz. Ali (k.v)’de son nefesinde katili için şu sözleri vasiyet edip öyle ruhunu teslim edecektir:
Ben fevt olursam bunu da kısasen katlediniz. Ey Abdulmuttalip oğulları! Emir’ül Müminin katl olundu diyerek Müslümanların kanına dalmayınız, benim için ancak katilim katl olur.” Ne diyelim, işte görüyorsunuz Hakka yürürken bile Nizam-ı âlem dersi vermeyi ihmal etmeyecek bir mizaçtır bu. Dahası suçların şahsiliği prensibinin ne demek olduğunu asırlar öncesinde hukuki kaide olarak dile getirilişinin göstergesi bu müthiş vasiyette ziyadesiyle mevcut zaten, gerisi lafı güzaftır elbet. Dahası bu vasiyet İslam’ın engin hukuki anlayışını ortaya koyan evrensel beyandır. Derken suçların şahsiliği prensibi bugünkü evrensel hukuka rehber olmuş bile.
Evet, Hz. Ali (k.v.)’in hunharca katledildi katledilmesine ama şu da var ki; bu şahadet olayı ile birlikte meseleler karşısında Nizam-ı âlem boyutundan nasıl tavır takınılacağını idrak etmiş olduk. Keza Haricileri de bu olayla birlikte kaçak güreşen anarşi âlem’in bayraktarlığına soyunan güruh olduğunu idrak etmiş olduk. Düşünsenize iliklerine fitne ruhu o kadar işlemiş ki; Allah’ın ayetlerini fütursuzca kendi kafalarına göre anlam verip her günah işleyeni kâfir ilan edebiliyorlar. Hiç şüphesiz kendi bencil ön yargılarıyla Anarşi âlem’i değil de Nizam-ı âlem’i ilke edinselerdi Hz. Ali (k.v.)’in onlara hitaben söylediği sözlerin satır aralarında geçen vergi, yol, refah ve düzen gibi kavramlara yabancı kalmayacaklardı. İşte Haricilerin bu kabile ruhu yaklaşımı İslam’ın getirdiği yerleşiklik değerleri karşısında bocalamalarına yetip kendilerini başkaldıran duruma düşürmüştür. Dedik ya, bikere onlar İslam öncesi çöldeki kavgalara alışmışlar, dolayısıyla İslam’ı kendi bedevi alışkanlıklarına ve ön yargılarına uydurup anarşi âlem öncüsü güruh olmalarına şaşmamak gerekir. Nizam karşıtı cephede kendilerini konumlandırdılar da ne oldu, en nihayetinde ilahi adalet Hz. Ali’nin aşıladığı Nizam-ı âlem anlayışından yana tecelli edecektir. Nitekim fıkıh, tefsir, hadis, kelam, akaid gibi tüm İslami ilimler sosyal hayatın her alanına damgasını vurur da. Haricilerin koyu cehaletlikleriyle Ulu’l emre başkaldırış konumlanmalarından itibaren döktükleri kan yanlarına kâr kalmayıp tarih sahnesinden silinip gideceklerdir. Sonunda kazanan Anarşi âlem değil, Nizam-ı âlem olur. Hiç kuşkusuz bunu Hz. Ali (k.v.)’in Haricilerle olan karşılıklı söz düellosunda (münazarasında) verdiği o akıl dolusu cevaplarından görmek mümkün. Madem öyle, bakalım o karşılıklı söz düellosunda geçen çağları aşan medeniyete çağrı Nizam-ı âlem sözler neymiş bir görelim:
Hz. Ali (k.v.):
“-Ey inat edip bizden ayrılmış cemaat! Bilmiyor musunuz ki ben hakemlere, Allah’ın kitabı ile amel etmeyi şart koşmuştum. Dememiş miydim ki Şamlıların bu istekleri hileden başka bir şey değildir. Siz o zaman hakem deyip, başka bir şeyi kulaklarınız duymadığından, ben de mecburen Kur’an-ı Kerim’in dirilttiğini diriltmek, öldürdüğünü öldürmek şartlarını koşarak işi onlara bıraktım. Onlar ise keyiflerine göre hareket ettiler... Bunlar pekâlâ bildiğiniz halde baş kaldırmanızın sebebi nedir? Niçin isyan ettiniz” (Bkz. Haricilik ve Şia, Taha Akyol S.78).
Haricilerin, bu nizami sözlere karşı cevabı:
“-Biz hakemlere razı olduğumuz zaman, kâfir olduk ve bundan dolayı tövbe ettik. Sen de bizim gibi tövbe edersen seninle beraberiz. Yoksa seni başımızdan tamamıyla atarız” şeklinde olmuştur.
Hz. Ali (k.v.)’in bu gayri nizami sözlere cevabı ise:
“-Kendi kendime kâfir oldum mu diyeceğim. İçinizden birini seçin onunla konuşalım, eğer cevaptan aciz kalırsam Allah’a tövbe ederim. Aksine seçeceğiniz cevap vermezse Allah’tan korunun” tarzındadır.
Kendi aralarında seçtikleri İbnü’l Kevva’nın cevabı da:
“-Söylediklerinde haklısın, fakat hakeme müracaatı kabul etmekle biz büyük bir günaha girdik ve bunun için tövbe ettik. Allah’a tövbe et, af dile sana dönelim” tarzında adeta ipe un serer şeklindedir.
Hz. Ali (k.v.) bu tavır karşında şöyle mukabelede bulunur:
“ -Zaten her günahtan dolayı Allah’a tövbe ederim ben.” (Bkz. a.g.e. s.79)
İşte Hariciler bu müthiş ve akıl dolusu nizami sözler karşısında hemen tevil yolunu işletip;
“-Gördünüz mü kâfir olduğunu kabul etti” pişkinlikle haddi aşacaklardır.
Tabii bu arada tartışma bitmez, bütün hızıyla devam eder de. Ve Hz. Ali (k.v.):
“-Ben iki hakem değil, sadece Ebu Musa’yı, O’nu da sizlerin zoruyla tayin ettim. Amr-ı ise Muaviye tayin etti.
İbnü’l Kevva:
“- Ebü Musa Kâfirdi.”
Hz. Ali (k.v.):
“-Ne zaman kâfir oldu? Gönderildiği zaman mı? Hüküm verdiği vakit mi?”
İbnü’l Kevva:
“-Hüküm verdiği vakit” der.
Hz. Ali (k.v.):
“-Şu halde sen de tasdik ediyorsun ki, ben onu hüküm vermek üzere Müslim olarak yolladım. Senin fikrince ben gönderdikten sonra kâfir olmuş. Resulü Ekrem eğer bir Müslüman’ı kâfirlere hak dine davet için göndermiş olsaydı adam da onları hak din yerine başka bir şeye davet etseydi, bundan Resulullah sorumlu olur muydu?”
İbnü’l Kevva:
“-Hayır olmazdı.”
Hz. Ali (k.v.):
“- O halde Ebu Musa dalalete düşmüşse bana ne? Ebu Musa’nın dalaletinden dolayı kılıçlarınızı çekip halkın yolunu kesmek size helal olur mu?” (A.g.e. S.80).
İşte görüyorsunuz Hz. Ali (k.v.)’in bu akıl dolu kurallı sözleri, İbn’ul Kevva’yı susturmaya yetmiş ama Hariciler yine kınında durmayıp bu kez:
“-Dön gel, Onunla konuşulmaz” deyip fitne ve nizamsızlığın fitilini ateşlemekten geri durmayacaklardır. Güya, Hz. Ali'nin “Her günahtan dolayı Allah’a tövbe ederim” sözüyle hâşâ kâfirliğini ikrar etti iftirasıyla sağa sola propaganda edeceklerdir. Neyse ki Nehrevan savaşı vuku bulduğunda son derece başıboş, hukuk tanımaz, disiplinden yoksun bu küçük Harici grubunun bu yaptığı iftirayı hayatlarıyla ödeyeceklerdir. İçlerinden sadece 9–10 kişi firar edip kurtulacaktır. Fakat kaçıp kurtulanlar da boş durmayacaktır, ilerde bunlardan kimi Doğu İran’da Sicistan Haricileri’ni oluştururken, kimi de Yemen’ kaçıp Yemen İbadiler’ini oluşturacaklardır. Keza Kuzey Afrika’ya giden kimi kaçak Haricilerde bir başka Harici topluluğunu oluşturacaklardır.
Anlaşılan o ki, fitne hareketleriyle mücadele etmek küffara karşı mücadele etmekten daha zordur. Fitne odaklarının kökünü kazıdığını sandığın an bir bakmışsın bir başka zaman diliminde ve bir başka mekânda her an karşımıza sil baştan yeniden çıkabiliyor. Ardından kovalasan ayrı bir dert, kovmasan ayrı bir dert, bir bakmışsın bir şekilde yine karşına çıkıp her daim İslam âleminin başına bela olabiliyorlar. Nitekim fitne mümessili olarak soluğu İran, Yemen ve Kuzey Afrika'da alıp bir şekilde ilim hikmet kapısı Hz. Ali (k.v.)’i şehit edecek bir tertip içerisinde bulunabiliyorlar. Bakın, Cevdet Paşa ilim ve hikmet kapısı Hz. Ali (k.v.)’e düzenlenen tertip anındaki son demlerini tarihe not düşerek şöyle bağlar:
Hz. Ali (k.v.) o vecih ile vasiyetlerini ifa ettikten sonra dünya kelamı söylemedi. Kelime-i tevhit ile hatm-i kelam eyledi. Bir vefa dünyadan dar-ı ukba’ya göçtü. Namazını ise Hz. Hasan (r.anh) kıldırır.”
Evet, acımız büyük olsa da ardından bıraktığı hukuki kaidelerin yürürlüğe geçmesi kayda değer bir hadisedir. Zira Hz. Hasan (r.a) babasının hayatı boyunca mücadele verip miras bıraktığı hukuk ve nizam anlayışının takipçisi bir tavır sergileyecektir. Gerçekten de vasiyetin gereğini (suçların şahsiliği prensibini) yerine getirip Hz. Ali (k.v.)’i şehit eden İbn Mülcem’i idam ettirir de.
Kelimenin tam anlamıyla Hariciler anarşizm ve nizamsızlıklarıyla Müslüman kanı akıtmışlardır. Yetmedi Hz. Ali (k.v) gibi ilim hikmet kapısı bir Emir’ül Mümin’i (Devlet Başkanını) bile küfürlükle itham edip şehit etmeleri hainlikte sınır tanımadıklarının bir göstergesidir. İşte nizam karşıtı olmak böyle bir şeydir, bir bakmışsın tipik kabilevi ve aidiyet hisleriyle hareket ederekten Allah'ın Aslanı Hz. Ali'ye bile suikast düzenleyip cinayet işleyebiliyorlar. Maalesef ufuksuzluk, dar görüşlülük ve ilimden yoksunluk Haricileri Nizam-ı âlem karşıtı konuma getirebiliyor. Yukarıda da belittik ya, haricilik başkaldıran ve nizam karşıtı hareketin adıdır. Şayet Hz. Ali (k.v.)’de tıpkı Hariciler gibi kabilevi ruhla hareket etseydi hilafet meselesinde bir Haşimi olarak, Emevi kolundan Hz. Osman’a itiraz edip nizamsızlığın öncüsü olacaktı, ama o öyle yapmayıp nizami ve kurallı davranmanın gereğini yerine getirmiş ve Hz. Osman’ın yanında yer almıştır. Üstelik yumuşak tabiatlı Hz. Osman'la (r.a.) zaman zaman istişare ederek nizamsızlığa ve fitneye (anarşi) karşı uyarmış bile. Derken Hz. Osman (r.a)’ın şahadetinden beş gün sonra seçimle Emir’ül Mümin olarak idareyi ele alır almaz ömrü boyunca Allah’ın ahkâmını tesis için nizam mücadelesi içerisine girmiştir. O’na da bu yakışırdı zaten.
Hâsılı kelâm; Hz. Peygamber’le (s.a.v.) başlayan ‘tenzil’ mücadelesi, Hz. Ali (k.v.) ile ‘tevil’ mücadelesine dönüşür. Belli ki; tenzilin ve tevilin de bize bıraktığı en büyük miras; Îlây-ı Kelîmetullah için Nizam-ı âlem davasıdır.
Vesselam.


http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1808/hz-ali-ve-nizam-i-lem.html
 
Üst