dedekorkut1
Doçent
İLİM PAZARA KADAR DEĞİL MEZARA KADAR
SELİM GÜRBÜZER
İlim paha biçilmez değer bir hazinedir, pazarda sergilenmez, bu yüzden başköşedir hep. Şahıs bazında da öyledir. Mesela öyle insanlar vardır ki, görünürde bizim gibidirler oysa son derece deruni baş tacı şahsiyetlerdir. Nitekim Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s)’in halifeleri arasında Suriye’nin bir köyün ismiyle müsemma Şah-ı Hazne (k.s) adında bir zat vardı ki, dışa yansıyan haliyle bakıldığında hiçte halife bir duruşu yoktu, bu yüzden pek çok insan o’nun deruni baş tacı âlim bir zat olduğunun hiç farkında olmazdı. Gavs-ı Bilvanisi de keza öyleydi, kendisi daha çok sofilerin arasına karışıp onlarla hasbihal halde olduğu içindir âlim bir zat olduğu pek anlaşılmazdı. Hatta bu hususta kendi halini ortaya koyan şöyle bir sohbet ettiği de vakidir: “Ben sofilerden çok istifade ettim. Muhabbet noktasında Şah-ı Hazne’den alamadığımı sofilerden aldım. Sofilerle bulundukça onların muhabbeti, teslimiyeti ve aşkı ister istemez bize de sirayet edip benimki de artıyordu.” Tabii bitmedi, dahası var, malum oğulları Seyda Hz.leri ve Gavs-ı Sani Abdulbaki Hz.leri de tıpkı kendisi gibidirler. Düşünsenize her iki oğlu da Gavs’ın (k.s.) oğlu ve seyyid olduklarını belli etmeksizin çok halim bir halde hareket eden ve çok fazla dergâhın hizmetinde bulunmayı ihmal etmeyen isimlerdir.
İşte yukarıda isim sim verilen örneklerden de anlaşılan o ki; bu yol muhabbet yolu olmanın ötesinde aynı zamanda yükte hafif pahada ağır ve gücü etkisinde ilmi hal yoludur. Hal vaziyet böyle olunca Allah’a ulaşılan yollar arasında hedefe varma noktasında en kestirme yol olması son derece gayet tabiidir. Madem ilmi hal özelliği ile en kestirme yol, o halde bu yola baş koyanlar yolun sadece işin zahir ve muhabbet yönüyle oyalanmaması gerekir, batıni yönüne de yönelmesi gerekir. Aksi halde bu yolun sırf zahiri veçhesinden medet umanlar yolun hem ilmi halinden hem de batıni veçhesinden istifade edemeyeceklerdir. Nasıl mı? İşte Ubeydullah Ahrâr (k.s)’ın “Bu yolun büyükleri cehri, zahiri şeylere çok ehemmiyet vermemişlerdir. Onların her an bulundukları huzur hali en büyük ilimdir (haldir)” diye beyan buyurması bu gerçeğe işarettir. Böylece Ubeydullah Ahrâr (k.s) bu sohbetiyle bu yolun başında kurbiyyet ve şuhud (yakınlık ve seyir) hali olduğunu, nihayetinde ise ubu’diyyet ve mahrumiyet olduğunu vurgulamıştır. Zaten bu yolun gücü etkisinde olmasının sırrı ilmiyle amil sırat-ı müstakim bir yol üzere güzergâhını tayin etmiş olmasıdır.
Malumunuz insan yetiştirmek bağ bahçe ve tarla tapan işlerinde olduğu gibi ne ‘çiçek-bitki-tahıl’ yetiştirmeye benzer ne de ‘kırda bayırda ahırda’ hayvan yetiştirmeye. Bakınız günlerden bir gün sofilerden biri Şeyh Muhammed Diyâeddin Nurşînî (k.s)’e şöyle sual eyler;
-Kurban, bir şeyh kendisine geleni kırk günde icazetini tamamlayıp halifelik veriyor, bu ne hızdır?
Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s), bu sual üzerine hemen orada bulunan Mollayı Mezin’e (Büyük Hoca’ya) yönelip şöyle sualler sorar:
-Molla Mezin! Söyle bakalım bir eşeğin yavrusu kaç günde ayağa kalkar?
Molla cevaben:
-Kurbanım! İki üç güne kalmaz annesiyle dolaşır bir halde ayağa kalkar der.
Hazret (k.s):
-Peki ya insan yavrusu?
Molla:
-Efendim yeni doğan çocuğa en az iki sene süt verildikten sonra ancak ayağa kalkabilir, üstelik bu kalkış ilk anda gerçekleşmez, birkaç sürünme ve emekleme dönemlerini geçirdikten sonra ancak tam ayağa kalkabilmekte.
Hazret (k.s):
-Peki, eşek yavrusuna ne denir?
Molla:
-Sıpa denir.
Hazret (k.s):
-Peki, insan yavrusuna ne denir?
Molla:
-Tabii ki insan denir.
En son bu cevap üzerine Hazret (k.s) oradakilere dönüp şöyle der:
-İşte gördünüz ya, demek oluyor ki bir yavru için zahmet çekilmeyince 2-3 günlük eşek yavrusu sıpa olarak addedilirken, en az iki yıl zahmet çekilerekten emek verilince de insan yavrusu yine insan olarak ismini koruyabiliyor.
Aslında Gavs-ı Bilvanisi (k.s)’in verdiği bu misalin ötesinde bir şey daha var ki; o da insan şayet kendini ilme verir ilmiyle amil âlim bir hüviyet kazanırsa böylesi zatları gören insanlar o’nun hizmetine kendilerini adar da. İşte gerçek anlamda olgunlaşmış hız budur, öteki türlüsü malum acele eden ecele gider türünden bir hızdır. Yani bu yol uzun soluklu bir koşudur, bu yüzden maratona hızla başlayıp da işin içinde nefesimizi yarı yolda boşa tüketme riski de söz konusudur, bizim için nefesimizi en iyi şekilde iktisatlı kullanarak maratonu tamamlamak en doğrusudur. Hele ki, koşu yolu ilmi hal yolu olunca bir değil bin ihtimam gösterilmesi gerekir.
SELİM GÜRBÜZER
İlim paha biçilmez değer bir hazinedir, pazarda sergilenmez, bu yüzden başköşedir hep. Şahıs bazında da öyledir. Mesela öyle insanlar vardır ki, görünürde bizim gibidirler oysa son derece deruni baş tacı şahsiyetlerdir. Nitekim Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s)’in halifeleri arasında Suriye’nin bir köyün ismiyle müsemma Şah-ı Hazne (k.s) adında bir zat vardı ki, dışa yansıyan haliyle bakıldığında hiçte halife bir duruşu yoktu, bu yüzden pek çok insan o’nun deruni baş tacı âlim bir zat olduğunun hiç farkında olmazdı. Gavs-ı Bilvanisi de keza öyleydi, kendisi daha çok sofilerin arasına karışıp onlarla hasbihal halde olduğu içindir âlim bir zat olduğu pek anlaşılmazdı. Hatta bu hususta kendi halini ortaya koyan şöyle bir sohbet ettiği de vakidir: “Ben sofilerden çok istifade ettim. Muhabbet noktasında Şah-ı Hazne’den alamadığımı sofilerden aldım. Sofilerle bulundukça onların muhabbeti, teslimiyeti ve aşkı ister istemez bize de sirayet edip benimki de artıyordu.” Tabii bitmedi, dahası var, malum oğulları Seyda Hz.leri ve Gavs-ı Sani Abdulbaki Hz.leri de tıpkı kendisi gibidirler. Düşünsenize her iki oğlu da Gavs’ın (k.s.) oğlu ve seyyid olduklarını belli etmeksizin çok halim bir halde hareket eden ve çok fazla dergâhın hizmetinde bulunmayı ihmal etmeyen isimlerdir.
İşte yukarıda isim sim verilen örneklerden de anlaşılan o ki; bu yol muhabbet yolu olmanın ötesinde aynı zamanda yükte hafif pahada ağır ve gücü etkisinde ilmi hal yoludur. Hal vaziyet böyle olunca Allah’a ulaşılan yollar arasında hedefe varma noktasında en kestirme yol olması son derece gayet tabiidir. Madem ilmi hal özelliği ile en kestirme yol, o halde bu yola baş koyanlar yolun sadece işin zahir ve muhabbet yönüyle oyalanmaması gerekir, batıni yönüne de yönelmesi gerekir. Aksi halde bu yolun sırf zahiri veçhesinden medet umanlar yolun hem ilmi halinden hem de batıni veçhesinden istifade edemeyeceklerdir. Nasıl mı? İşte Ubeydullah Ahrâr (k.s)’ın “Bu yolun büyükleri cehri, zahiri şeylere çok ehemmiyet vermemişlerdir. Onların her an bulundukları huzur hali en büyük ilimdir (haldir)” diye beyan buyurması bu gerçeğe işarettir. Böylece Ubeydullah Ahrâr (k.s) bu sohbetiyle bu yolun başında kurbiyyet ve şuhud (yakınlık ve seyir) hali olduğunu, nihayetinde ise ubu’diyyet ve mahrumiyet olduğunu vurgulamıştır. Zaten bu yolun gücü etkisinde olmasının sırrı ilmiyle amil sırat-ı müstakim bir yol üzere güzergâhını tayin etmiş olmasıdır.
Malumunuz insan yetiştirmek bağ bahçe ve tarla tapan işlerinde olduğu gibi ne ‘çiçek-bitki-tahıl’ yetiştirmeye benzer ne de ‘kırda bayırda ahırda’ hayvan yetiştirmeye. Bakınız günlerden bir gün sofilerden biri Şeyh Muhammed Diyâeddin Nurşînî (k.s)’e şöyle sual eyler;
-Kurban, bir şeyh kendisine geleni kırk günde icazetini tamamlayıp halifelik veriyor, bu ne hızdır?
Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s), bu sual üzerine hemen orada bulunan Mollayı Mezin’e (Büyük Hoca’ya) yönelip şöyle sualler sorar:
-Molla Mezin! Söyle bakalım bir eşeğin yavrusu kaç günde ayağa kalkar?
Molla cevaben:
-Kurbanım! İki üç güne kalmaz annesiyle dolaşır bir halde ayağa kalkar der.
Hazret (k.s):
-Peki ya insan yavrusu?
Molla:
-Efendim yeni doğan çocuğa en az iki sene süt verildikten sonra ancak ayağa kalkabilir, üstelik bu kalkış ilk anda gerçekleşmez, birkaç sürünme ve emekleme dönemlerini geçirdikten sonra ancak tam ayağa kalkabilmekte.
Hazret (k.s):
-Peki, eşek yavrusuna ne denir?
Molla:
-Sıpa denir.
Hazret (k.s):
-Peki, insan yavrusuna ne denir?
Molla:
-Tabii ki insan denir.
En son bu cevap üzerine Hazret (k.s) oradakilere dönüp şöyle der:
-İşte gördünüz ya, demek oluyor ki bir yavru için zahmet çekilmeyince 2-3 günlük eşek yavrusu sıpa olarak addedilirken, en az iki yıl zahmet çekilerekten emek verilince de insan yavrusu yine insan olarak ismini koruyabiliyor.
Aslında Gavs-ı Bilvanisi (k.s)’in verdiği bu misalin ötesinde bir şey daha var ki; o da insan şayet kendini ilme verir ilmiyle amil âlim bir hüviyet kazanırsa böylesi zatları gören insanlar o’nun hizmetine kendilerini adar da. İşte gerçek anlamda olgunlaşmış hız budur, öteki türlüsü malum acele eden ecele gider türünden bir hızdır. Yani bu yol uzun soluklu bir koşudur, bu yüzden maratona hızla başlayıp da işin içinde nefesimizi yarı yolda boşa tüketme riski de söz konusudur, bizim için nefesimizi en iyi şekilde iktisatlı kullanarak maratonu tamamlamak en doğrusudur. Hele ki, koşu yolu ilmi hal yolu olunca bir değil bin ihtimam gösterilmesi gerekir.