İslam'ın değişkenliği ve sabiteleri!

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
İlginç bir yazı olmuş. Katıldığım kadar katılmadığım hususlar da var.

Bu çalışmamızda, İslam’ın bir devrim yapmadığı, bir islahat yaptığını, Vahyin nazil olduğu toplumun örfî hukukunu esas aldığını, şeriatını büyük ölçüde Cahiliye şeriatından aldığını göstermeye çalışacağız. Çalışmamızda “Cahiliye’nin ibadetleri / inançlarını ve şeriatı/hukuku” bölümünde büyük ölçüde Mehmet Azimli’nin Cahiliye’yi Farklı Okumak adlı eserinden yararlandık! Son kısmını da biz ilave ettik. Bazı şeyleri farketmeniz için uç örnekleri verdik. Haliyle meseleye bir de bu pencereden bakmanızı istedik.


İslam; Eskinin devamıdır!

İslam devrim yapmamış, ıslah etmiştir. Kur’an içinde doğduğu kültür ve gelenek, örf ve toplumsal algıyı lağvetmedi, aksine yeni gelen vahiy mesajını bunlar üzerinden ulaştırdı. İslam cahiliyenin bütün kurumlarına savaş açmadı, aksine birçoğunu olduğu gibi bıraktı, bir kısmını ıslah etti, az bir kısmını da ibtal etti.

Tevrat ve İncil’de bulunan hükümlerin bir benzerini Kur’an’da bulabileceğiniz gibi, Tevrat’ın hükümlerinin birçoğunu da Sümerler ve Hammurabi kanunlarında bulabilirsiniz. Kur’an daha önce vahyedilmiş kitapların devamıdır.

Hz. Muhammed’in getirdiği mesaj, yaşadığı toplum merkezli olduğu aşikardır. Ayetler nazil olduğu coğrafyanın problemleriyle alakalıdır. Nitekim Mekke’de ayetler müşriklere, Medine’de Yahudilere yönelik ikazlar gelmiştir. Örneğin o tarihte, o coğrafya da Budist veya Zerdüştler olsaydı onlara yönelik vahiyler gelecekti. “Kur’an kendisinden öncekileri tasdik eden ve Mekke civarındakileri uyaran bir kitaptır.” [6/92] Zıhar gibi, hac dönüşü evlere arka kapıdan girmek gibi pek çok uygulama yalnızca o coğrafyadaki Araplara has davranışlar ve problemlerdir.

Kur’an’ın Arapça olması demek, o toplumun diliyle, irfanıyla, kültürüyle seslenmesi demektir. Örneğin yerlerin ve göklerin yedi kat olması. Araplar bunu Batlamyus’tan bu yana bu şekilde biliyorlardı. Bu rakamlar astronomik bir bilgi içermemektedir. Sadece Araplar böyle bildiği için, bu bilgi üzerinden mesajını verdi. Hadi sizin dediğiniz gibi öyle olsun! Pekala bu yedi kat yeri ve göğü kim yarattı? Kim göğü direksiz yükseltti. Ondaki düzeni, intizamı var etti? dedi. Ya da dünyanın düz olduğunu ifade eden ayetler. Ya da yakın semanın yıldızlarla donatılmış olması ve bunların da göğe çıkmaya çalışan, (vahyi dinlemek için, yada ilahi takdiri, kaderi öğrenmek için göğe çıktıklarına inanılan) cinler/ şeytanlar için taşlamalık yapılması gibi ifadeler.

Kur’an o coğrafyadaki atasözlerini, darb-ı meselleri kullanır. Cahiliye Araplarının daha önce kullandığı besmelenin bir benzerini kullanır, örneğin. Kur’an’ın üslubu, yöntemi yeni olmakla birlikte, o cahiliye toplumunun kullandığı dili kullanır. Kullanmak zorundadır ki muhatapları onu anlayabilsin.

Kur’an’daki cennet tasvirleri tamamıyla Arap zevkine göre tasvir edilmiştir. Çadırlar, altından sular akan bahçeler, huriler (beyaz tenli kadınlar) gılmanlar, vs. gibi!

Kur’an yavaş yavaş /tedricen nazil olduğu toplumu değiştirmiştir. Örneğin; Tefecilik en son yasaklanan yasaklardandır. İçki tam olarak Hz. Peygamberin vefatına ancak dört yıl kala yasaklanabilmiştir. Hz. Aişe annemizin dediği gibi birden yasaklansaydı, kimsecikler Müslüman olmazdı. Çünkü bir toplumun alışkanlıklarını bırakması, büyük bir treni durdurmak kadar zor bir iştir. Muta nikahı birkaç kez yasaklanmaya çalışılsa da başarılı olunamamış, en son Hz. Ömer zamanında kaldırılmıştır.

Toplum hürler, mevali ve köleler olmak üzere üç sınıf idi. Bu sosyal yapı büyük ölçüde İslam sonrası da devam etmiştir. Mevaliler azat olmuş köleler veya bir kabileye sığınmış kimselerdi. Zeyd gibi. Bunlar evlenme ve miras konusunda hürler gibi muamele görmezdi. Kölelerin ise hiçbir hakları yoktu. Efendisi öldürse bile kimse itiraz edemezdi.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Cahiliye Döneminde Müşriklerin İnançları;

Müşrik Arapların Allah’ı rab, en büyük ilah olarak kabul ettiklerini söylememize gerek bile yoktur. Onlar politeist değil, henoteist idiler. Yani bir tanrıya inanır ve ibadet ederken, diğer ilahları da kabul ediyorlardı. İlahların bire indirilmesini kabul edemediler. Onlara göre Allah gökte idi. Vahiy de onların algıları üzerinden “gökte olan tek ilah” tan bahsetmiştir. Peygamber inancına yabancı değillerdi. Ne var ki Peygamberin binlerce mucizesi olmalıydı, göğe çıkmalıydı, ya da neden bizim gibi Taif’in ve Mekke’nin ileri gelenlerine verilmedi diye itiraz ediliyordu. Kur’an’ın anlattığı kıssaları –ikisi hariç- hepsini biliyorlardı. Bu kıssaları cahiliye şiirlerinde görmek mümkündür. Ve bunları eskilerin bilinen masalları/efsaneleri diye niteliyorlardı. Bu iki kıssa Zü’l-Karneyn ve Kehf /mağara kıssasıdır. Ki bu iki kıssa zaten peygambere sorulmuş bundan sonra bu kıssalar ile ilgili vahiy nazil olmuştur. Melekleri zaten kabul ediyorlardı. Melekler iyi cinler, şeytanlar da kötü/şer cinlerdi. Melekleri Allah’ın kızları olarak niteliyorlar ve onlarla Allah arasında akrabalık/neseb bağı kuruyorlardı. Ahirete de inanıyorlardı. Şefaat ile ilgili ayetlere bakarsanız, orada onların şefaat beklentilerinin ahirette olacağını görürsünüz. Zaten Allah’a inananın ahirete inanmaması mümkün değildir. Pek tabii Allah’ı ve ahireti inkar eden bir avuç kadar dehri/ateist Mekke de vardı. Bunlar genellikle siyasi olarak Sasani/Mecusi taraftarları idi. Cennet ve cehennemi zaten biliyorlardı. Netice de bunlar İbrahim Peygamberin dinini devam ettirdiklerine inanan bir toplum idi. Tam birer kaderciydiler. Bizim Ehl-i sünnet kadar. Daha doğrusu hadislerle inşa edilen ehl-i sünnet akidesinde, cahiliye kader inancını tam olarak görmek mümkündür. Allah dileseydi biz müşrik olmazdık demekteydiler.

Cahiliye’nin İbadetlerine Gelince;

Hz. Peygamberin İslam öncesi Hira’da yaptığı itikaf ve inzivayı biliyorlardı. Buna tahannüs denilir. Abdest alırken misvak kullanmak, mazmaza, istinşak gibi uygulamaları yapıyorlardı. Araplar cünüplük ve hayız/nifastan sonra gusül alırlardı. İbrahimî mirasın kapsamlı bir ifadesi olan “din-i İbrahim” kavramı, yalnızca Kâbe’yle ilişkili ibadetlerle sınırlı değildir. Arap kabilelerinin yaşattıkları “mürüvve” müessesesi olarak bilinen misafirperverlik, Hz. İbrahim’den kalmadır. İslam öncesi Araplar, evlilik, boşanma, fidye miktarı, bir kimsenin kendi ailesinden olan kadınlarla evlenme yasağı ve cinsel birleşmeden sonra temizlik gibi konularında Hz. İbrahim’in geleneğini devam ettirmişlerdir. Namaz öncesi abdest almak ve sünnet olmak ondan kalmıştır. İslam öncesi Arapların “duha” ve “asr” gibi iki ibadeti de “din-i İbrahim”le bağlantılıdır. Özetle; Mekkeli Müşrikler namaz, oruç, zekât nedir, bilmiyor değillerdi. Onlar Hz. İsmail’in torunları idi. Bozulmuş da olsa büyük dedelerinin dininden kalan bir takım inançlar ve ibadetler mevcuttu. Namaz kılanlara yazıklar olsun! Ayetinde namaz kılan müşrikler kınanmaktadır. Araplar Cuma gününe arûbe diyorlardı. Peygamberimizin dedelerinden Kâb b. Lüey bu günün adı Cuma olarak değiştirmiş ve bu günde hutbe verilmekte idi. Yine Kâb b. Lüey bugünde gusül abdesti alırdı. İslam da bunu aynen devam ettirmiştir. Sünnet oluyorlardı. Kâbe’yi tamir için salma çıkardıklarında yardım paralarının fuhuş ve faiz paralarından olmamasını şart koşacak kadar bir vicdanları da vardı. ‘Hılf’ul-Fudûl /Erdemliler Birliği’ gibi dernekler kurarak mazlumlara yardım etmeyi dert edinenleri de vardı. Mekkelilerin oynadıkları bugünkü piyangonun bir benzeri olan “meysir” bile fakirlere et ikramı için oynanan bir tür şans oyunu idi.



Yine Cahiliye döneminde evlerin bir köşesi mescit olarak kullanılıyordu. Cenazelerini yıkarlar, kefenleyip öyle gömerlerdi. Orucu zaten biliyor ve tutuyorlardı. Muharrem’in onuncu günü oruç tutuyor ve bugünde Kâbe’nin örtüsünü değiştiriyorlardı. Yine Mekkeliler zekattan bahseden ayetleri yadırgamamışlardır. Dedeleri Hz. İsmail’den bunu biliyor olmalılardır. Mekke şehir devletinin kurucusu Kusayy Mekke’nin zenginlerinden hacılara yemek yedirme görevi olan “rifade” ve su içirme görevi olan “sikaye” için zekat toplama sistemini vaz etmişti. Hac ve umre görevini kamilen yapıyorlar, ihramlarını giyiyorlardı. Sadece Mekkeliler kendilerine bir ayrıcalık olarak Arafat’ta Vakfe’ye durmuyorlardı. Tavafı, say’ı, telbiyeyi, cemreyi ve kurban kesmeyi aynen icra ediyorlardı.
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,880
Tepkime puanı
2,060
Puanları
113
Konum
Mars
Tarih ile din öğrenilmez ki
 
Üst