dedekorkut1
Doçent
İSRAF EKONOMİSİNDEN VERİM EKONOMİSİNE
SELİM GÜRBÜZER
Tüketime dayalı ekonominin reklâmla beslenerekten adeta göklere çıkarılıp haksız kazanç elde etmenin sistem hale getirilmiş çarkın adıdır İsraf ekonomisi. Malum birileri israf çarkının sürekli olarak dönmesi uğruna toplumun belleğine önce çalış, sonra ye iç, en sonunda da çılgınca eğlen ve tüket düşüncesini pompalamaya çalışmaktalar habire. Ne diyelim şöyle etrafımızda olup bitenlere baktığımızda, belli ki israf ekonomisine dayalı çarkın dönmesinden çıkar sağlayan bir kesimin varlığı ortada gözüküyor.
Peki, israf çarkının dönmesinden çıkarı olanlar kimdir dendiğinde hiç kuşkusuz onlar vahşi kapitalizme göbekten bağlı günümüzün modern burjuvazi görünümlü kapital ağa babalarından başkası değildir elbet. Hele insanları fert fert sülük gibi emen bu kapital ağa babalarının Piri Adam Smith’in tezlerine baktığımızda sanırsın ki fert fert tüm bireylerin hakkının yılmaz savunucusu bir teorisyen, oysa uygulamalar bize gösteriyor ki sermayeyi tekellerinde tutan birkaç azınlık grubun çıkarlarını gözeten vahşi kapitalizmin öncüsü ideologdur o. Şayet buna ideologluk denirse. Gerçekten de kapitalizmin dünyada ki pratikteki uygulamalarına baktığımızda sermayeyi elinde tutan tekellerin, tröstlerin, holdinglerin kendi sömürgeci emelleri doğrultusunda toplumu tüketim çılgınlığının içerisine sürüklediklerini görürsünüz. Toplumu tüketim toplum yapmaya bir noktada mecburlar da. Çünkü vahşi kapitalizmin ayakta kalabilmesi ancak toplumun tüketim alışkanlıklarını terk etmemesine bağlı olaraktan seyreden bir sürdürebilirliktir. Yani bu demektir ki toplum tüketiyorsa kapitalizm vardır, tüketmiyorsa kendi ürettikleri mallarla birlikte kapitalizmde çöp yığınına dönüşüp buharlaşacak demektir.
Evet, Vahşi kapitalizmin ruhunu tüketim çılgınlığı oluşturur. Öyle ki göbekten bağlı oldukları bu vahşi modelin başına herhangi halel gelmemesi içinde insanların sınırsız arzu ve ihtiraslarını bir takım reklâm faaliyetleriyle habire kamçılamaktan geri durmazlar da. İşte, insanların emeğini har vurup harman savurtan yerel ve küresel ölçekte kapital ağa babaları da pekâlâ iyi biliyorlar ki, ipin ucu bir kaçarsa bir daha toplamaları bir hayli zor olacaktır. Nitekim işi sağlama aldıkları şundan besbelli ki, dünyada tüketim çılgınlığına kendini kaptırmamış hemen hemen hiç toplum kalmadı gibi. Anlaşılan o ki, tüketim çılgınlığına dayalı bu vahşi model dünyadaki tüm toplumların üzerine gökten zembille inmiş değil, bilakis patenti kapitalizme ait israf ekonomisinin ta kendisi bir model olarak toplumların içine sızmıştır.
Hani ekonomi kurmayları ikide bir arz talep dengesinden bahseder dururlar ya, aslında bu iki kavramı birlikte değil ayrı ayrı ele aldığımızda, arz (üretim) ekonomide kıt kaynakları temsil eden bir kavram olarak karşımıza çıkarken, talep (tüketim) ise sonsuz ihtiyaçlar alanını temsil eden bir kavram olarak çıkar. Zira ekonominin seyrini belirleyecek bu iki kutbun bir ucunda ‘arz’ diğer ucunda ‘talep’ vardır. Hele ekonomi kantarının bir ucu ağır basmaya görsün bir anda ekonomide dengelerin altüst olacağı muhakkak. İşte tamda bu noktada vahşi kapitalizm fırsattan istifade kitlelerin ekonomik ihtiyaçlarını iliklerine kadar sömürerekten sahne alır. Nasıl mı? Kitleleri adım adım tüketim toplumunun eşiği haline getirerek elbet. Bu alıştırmayı yaptırırken de ya ellerinde tuttukları kartel medya aracılığıyla ya da cadde cadde, sokak sokak yol boyu uzanan AVM ve bir dizi zincir marketlerin dış cephelerinde ki billboard reklam panoları aracılığıyla zihinlerine enjekte ederek alıştırırlar.
İslam’da böylesi algı operasyonlarıyla toplum belleğine tüketim çılgınlığını enjekte etmeye yönelik usul ve yöntemler asla kabul görmez. İslam’da tam aksine tıpkı sünnet-i seniyye üzere yemek yemedeki ölçü gibi, yani karınları tıka basa doldurmaksızın sofradan kalkmak manasında tüketime müsaade vardır. İşte bu nedenledir ki, Müberra dinimiz aşırı tüketimi israf olarak addederken helal daire içerisinde üretmeyi ise verimlilik olarak addeder. Böyle addedilmesi de gayet tabiidir. Çünkü adabı usulünce ölçülü bir şekilde ekonomik faaliyetlerde bulunmak hem ekonomiye dinamizm kazandıracaktır hem de aşırı tüketimin önüne geçilmiş olunacaktır. Malum, İslam’ın ön gördüğü kabullerin aksine aşırı tüketime dayalı ekonomik faaliyetlerin içerisine girildiğinde biliniz ki tüketim çılgınlığı illeti bizi de vuracaktır. Örnek mi? Sözgelimi bir tane elma tüketmekle tam damak tadını alaraktan gıdalanıp faydalanmış oluruz, ikinci bir elmayı tüketince daha az damak tadı hissederekten yemiş oluruz, üçüncü elmayı yediğimizde sanki yemekle yememek arasında keyfe keder tüketmiş oluruz. Ama en nihayetinde dördüncüsünü yediğimizde artık fayda yerine zarar görüp midemizi bozmuş oluruz ki vahşi kapitalizmde tıpkı en son yediğimiz elma örneğinde olduğu gibi aç gözlülüğe dayanan tüketim zehirlenmesinin adı bir sistemdir. Öyle ki ellerinde tuttukları reklam araçları ve kampanyaları vasıtasıyla ürettiklerini cilalayıp boyalayıp insanlara tıka basa tükettirerekten kurulu sistemlerini yürütmekteler. Yeter ki ceplerinden bir kuruş eksik olmasın çıkarları uğruna doğayı savurganca katletmek onlara son derece sıradan bir olaymış gibi gelip çevre kirliliğinmiş şuymuş buymuş hiç oralı dahi olmazlar. Dahası onlar açısından tüketimin göklere çıkarıldığı ve reklamla beslenen tek ülkü: İsraf ekonomisidir.
İşte vahşi kapitalizm bu ya, dün olduğu gibi bugünde aynıdırlar, ta ki tüketim çılgınlığı üzerine kurulu sistemleri bir gün başlarına çökeceği günlere dek bu gözü dönmüşlük doyumsuzluğu hız kesmez de. Kapital ağa babalar pompaladıkları tüketim çılgınlığından istifade maddeye olan doyumsuzluklarına ve aç gözlülüklerine devam ede dursunlar bizim için önemli olan yeryüzünde insana insanca yaşama erdemliliğini tattıracak kaynak formülün sadece İslam’ın o engin edille-i şer’yye kapsamında “Kur’an, Sünnet, İcmai ümmet ve Kıyas-ı fukaha” öğretilerinde var olması çok mühimdir. Yeter ki Müslümanlar olarak tüketim çılgınlığından kendimizi soyutlayıp erdemli toplum olmaya karar verelim gerisi gelir elbet. Hele ki etrafımızda tüketim çılgınlığı içerisinde kendinden geçen insanların perişan hal ve vaziyetlerini gördükçe Müslüman’ca erdemli yaşamanın ne büyük nimet olduğu hususunda adım atmakta çok geç bile kaldık diyebiliriz. Düşünsenize tüketim çılgınlığından uzak sade bir hayat yaşadığımızı, tıpkı havada uçuşan kelebekler gibi kendimizi daha hafif, daha da özgür hissedeceğimiz muhakkak. Hani derler ya, her şeyin aşırısı zararlıdır diye, aynen öyle de her türlü ifrat ve tefrit durumlardan kendimizi arındırmamız icab eder. Zaten İslam’ın kendi müntesipleri Müslüman’lara ön gördüğü hayat perspektifi de itidal üzere bir yol izlenmesi yönündedir. Keza ekonomi alanında da itidallik esastır. İtidalliğin aksine bir yol izlediğimizde anti sosyal hayat tarzına ve israf ekonomisine hizmet etmiş olacağız demektir. Bizim için takip edeceğimiz orta yol besbellidir, o da dayanışmacı erdemli toplum olmaya kendimiz adamak ve israf ekonomisinin zıddı verim ekonomisinin inşası için çaba sarf etmektir. Zira İslam’a olan inancımız böyle bir yol izlememizi gerektirir. Hatta bu gereklilikten dolayıdır ki, erdemli toplum olmayı ve kaynakları verimli bir şekilde kullanmayı teşvik eden İslam’la anti sosyal hayatı ve kaynakları acımasızca har vurup harman savurmayı topluma reva gören vahşi batı kapitalizmle kıyaslanmayı kendimize zul addederiz. Öyle ya birincisinde ilahi kaynaklı erdemli hayat tarzı ve verim ekonomisi vardır, ikincisinde ise malum kul mahsulü erdemsiz anti sosyal hayat tarzı ve israf ekonomisi vardır. Şimdi gel de her ikisini aynı kefeye koy, bu akla ziyan bir tutum olur. Hem kaldı ki İslam’ın tüm beşeri sistemlerden en belirgin farkı insanı cümle âleme eşref-i mahlûkat ilan eden bir din olmasıdır, bu durumda her ikisini aynı kategoride aynı kefeye nasıl koyabiliriz ki.
Her neyse asıl mevzuumuz ekonomiye döndüğümüzde şu bir gerçek, ekonomide öncelikle ihtiyaçları zaruretler tayin eder. İşte bu gerçeklerden hareketle zaten İslam’da arz talep dengesi içerisinde verim ekonomisine müsaade vardır. Ki, verim ekonomisi üretim tarzında arz-talep dengesi içerisinde “tüketim-üretim-tüketim-üretim” anlayışı hâkimken kapitalizmde ise tam aksine “üretim-tüketim-üretim” anlayışı hâkimdir. Anlaşılan kapitalizm üretimini insanların sınırsız bir şekilde tüketmesi için üretmekte.
SELİM GÜRBÜZER
Tüketime dayalı ekonominin reklâmla beslenerekten adeta göklere çıkarılıp haksız kazanç elde etmenin sistem hale getirilmiş çarkın adıdır İsraf ekonomisi. Malum birileri israf çarkının sürekli olarak dönmesi uğruna toplumun belleğine önce çalış, sonra ye iç, en sonunda da çılgınca eğlen ve tüket düşüncesini pompalamaya çalışmaktalar habire. Ne diyelim şöyle etrafımızda olup bitenlere baktığımızda, belli ki israf ekonomisine dayalı çarkın dönmesinden çıkar sağlayan bir kesimin varlığı ortada gözüküyor.
Peki, israf çarkının dönmesinden çıkarı olanlar kimdir dendiğinde hiç kuşkusuz onlar vahşi kapitalizme göbekten bağlı günümüzün modern burjuvazi görünümlü kapital ağa babalarından başkası değildir elbet. Hele insanları fert fert sülük gibi emen bu kapital ağa babalarının Piri Adam Smith’in tezlerine baktığımızda sanırsın ki fert fert tüm bireylerin hakkının yılmaz savunucusu bir teorisyen, oysa uygulamalar bize gösteriyor ki sermayeyi tekellerinde tutan birkaç azınlık grubun çıkarlarını gözeten vahşi kapitalizmin öncüsü ideologdur o. Şayet buna ideologluk denirse. Gerçekten de kapitalizmin dünyada ki pratikteki uygulamalarına baktığımızda sermayeyi elinde tutan tekellerin, tröstlerin, holdinglerin kendi sömürgeci emelleri doğrultusunda toplumu tüketim çılgınlığının içerisine sürüklediklerini görürsünüz. Toplumu tüketim toplum yapmaya bir noktada mecburlar da. Çünkü vahşi kapitalizmin ayakta kalabilmesi ancak toplumun tüketim alışkanlıklarını terk etmemesine bağlı olaraktan seyreden bir sürdürebilirliktir. Yani bu demektir ki toplum tüketiyorsa kapitalizm vardır, tüketmiyorsa kendi ürettikleri mallarla birlikte kapitalizmde çöp yığınına dönüşüp buharlaşacak demektir.
Evet, Vahşi kapitalizmin ruhunu tüketim çılgınlığı oluşturur. Öyle ki göbekten bağlı oldukları bu vahşi modelin başına herhangi halel gelmemesi içinde insanların sınırsız arzu ve ihtiraslarını bir takım reklâm faaliyetleriyle habire kamçılamaktan geri durmazlar da. İşte, insanların emeğini har vurup harman savurtan yerel ve küresel ölçekte kapital ağa babaları da pekâlâ iyi biliyorlar ki, ipin ucu bir kaçarsa bir daha toplamaları bir hayli zor olacaktır. Nitekim işi sağlama aldıkları şundan besbelli ki, dünyada tüketim çılgınlığına kendini kaptırmamış hemen hemen hiç toplum kalmadı gibi. Anlaşılan o ki, tüketim çılgınlığına dayalı bu vahşi model dünyadaki tüm toplumların üzerine gökten zembille inmiş değil, bilakis patenti kapitalizme ait israf ekonomisinin ta kendisi bir model olarak toplumların içine sızmıştır.
Hani ekonomi kurmayları ikide bir arz talep dengesinden bahseder dururlar ya, aslında bu iki kavramı birlikte değil ayrı ayrı ele aldığımızda, arz (üretim) ekonomide kıt kaynakları temsil eden bir kavram olarak karşımıza çıkarken, talep (tüketim) ise sonsuz ihtiyaçlar alanını temsil eden bir kavram olarak çıkar. Zira ekonominin seyrini belirleyecek bu iki kutbun bir ucunda ‘arz’ diğer ucunda ‘talep’ vardır. Hele ekonomi kantarının bir ucu ağır basmaya görsün bir anda ekonomide dengelerin altüst olacağı muhakkak. İşte tamda bu noktada vahşi kapitalizm fırsattan istifade kitlelerin ekonomik ihtiyaçlarını iliklerine kadar sömürerekten sahne alır. Nasıl mı? Kitleleri adım adım tüketim toplumunun eşiği haline getirerek elbet. Bu alıştırmayı yaptırırken de ya ellerinde tuttukları kartel medya aracılığıyla ya da cadde cadde, sokak sokak yol boyu uzanan AVM ve bir dizi zincir marketlerin dış cephelerinde ki billboard reklam panoları aracılığıyla zihinlerine enjekte ederek alıştırırlar.
İslam’da böylesi algı operasyonlarıyla toplum belleğine tüketim çılgınlığını enjekte etmeye yönelik usul ve yöntemler asla kabul görmez. İslam’da tam aksine tıpkı sünnet-i seniyye üzere yemek yemedeki ölçü gibi, yani karınları tıka basa doldurmaksızın sofradan kalkmak manasında tüketime müsaade vardır. İşte bu nedenledir ki, Müberra dinimiz aşırı tüketimi israf olarak addederken helal daire içerisinde üretmeyi ise verimlilik olarak addeder. Böyle addedilmesi de gayet tabiidir. Çünkü adabı usulünce ölçülü bir şekilde ekonomik faaliyetlerde bulunmak hem ekonomiye dinamizm kazandıracaktır hem de aşırı tüketimin önüne geçilmiş olunacaktır. Malum, İslam’ın ön gördüğü kabullerin aksine aşırı tüketime dayalı ekonomik faaliyetlerin içerisine girildiğinde biliniz ki tüketim çılgınlığı illeti bizi de vuracaktır. Örnek mi? Sözgelimi bir tane elma tüketmekle tam damak tadını alaraktan gıdalanıp faydalanmış oluruz, ikinci bir elmayı tüketince daha az damak tadı hissederekten yemiş oluruz, üçüncü elmayı yediğimizde sanki yemekle yememek arasında keyfe keder tüketmiş oluruz. Ama en nihayetinde dördüncüsünü yediğimizde artık fayda yerine zarar görüp midemizi bozmuş oluruz ki vahşi kapitalizmde tıpkı en son yediğimiz elma örneğinde olduğu gibi aç gözlülüğe dayanan tüketim zehirlenmesinin adı bir sistemdir. Öyle ki ellerinde tuttukları reklam araçları ve kampanyaları vasıtasıyla ürettiklerini cilalayıp boyalayıp insanlara tıka basa tükettirerekten kurulu sistemlerini yürütmekteler. Yeter ki ceplerinden bir kuruş eksik olmasın çıkarları uğruna doğayı savurganca katletmek onlara son derece sıradan bir olaymış gibi gelip çevre kirliliğinmiş şuymuş buymuş hiç oralı dahi olmazlar. Dahası onlar açısından tüketimin göklere çıkarıldığı ve reklamla beslenen tek ülkü: İsraf ekonomisidir.
İşte vahşi kapitalizm bu ya, dün olduğu gibi bugünde aynıdırlar, ta ki tüketim çılgınlığı üzerine kurulu sistemleri bir gün başlarına çökeceği günlere dek bu gözü dönmüşlük doyumsuzluğu hız kesmez de. Kapital ağa babalar pompaladıkları tüketim çılgınlığından istifade maddeye olan doyumsuzluklarına ve aç gözlülüklerine devam ede dursunlar bizim için önemli olan yeryüzünde insana insanca yaşama erdemliliğini tattıracak kaynak formülün sadece İslam’ın o engin edille-i şer’yye kapsamında “Kur’an, Sünnet, İcmai ümmet ve Kıyas-ı fukaha” öğretilerinde var olması çok mühimdir. Yeter ki Müslümanlar olarak tüketim çılgınlığından kendimizi soyutlayıp erdemli toplum olmaya karar verelim gerisi gelir elbet. Hele ki etrafımızda tüketim çılgınlığı içerisinde kendinden geçen insanların perişan hal ve vaziyetlerini gördükçe Müslüman’ca erdemli yaşamanın ne büyük nimet olduğu hususunda adım atmakta çok geç bile kaldık diyebiliriz. Düşünsenize tüketim çılgınlığından uzak sade bir hayat yaşadığımızı, tıpkı havada uçuşan kelebekler gibi kendimizi daha hafif, daha da özgür hissedeceğimiz muhakkak. Hani derler ya, her şeyin aşırısı zararlıdır diye, aynen öyle de her türlü ifrat ve tefrit durumlardan kendimizi arındırmamız icab eder. Zaten İslam’ın kendi müntesipleri Müslüman’lara ön gördüğü hayat perspektifi de itidal üzere bir yol izlenmesi yönündedir. Keza ekonomi alanında da itidallik esastır. İtidalliğin aksine bir yol izlediğimizde anti sosyal hayat tarzına ve israf ekonomisine hizmet etmiş olacağız demektir. Bizim için takip edeceğimiz orta yol besbellidir, o da dayanışmacı erdemli toplum olmaya kendimiz adamak ve israf ekonomisinin zıddı verim ekonomisinin inşası için çaba sarf etmektir. Zira İslam’a olan inancımız böyle bir yol izlememizi gerektirir. Hatta bu gereklilikten dolayıdır ki, erdemli toplum olmayı ve kaynakları verimli bir şekilde kullanmayı teşvik eden İslam’la anti sosyal hayatı ve kaynakları acımasızca har vurup harman savurmayı topluma reva gören vahşi batı kapitalizmle kıyaslanmayı kendimize zul addederiz. Öyle ya birincisinde ilahi kaynaklı erdemli hayat tarzı ve verim ekonomisi vardır, ikincisinde ise malum kul mahsulü erdemsiz anti sosyal hayat tarzı ve israf ekonomisi vardır. Şimdi gel de her ikisini aynı kefeye koy, bu akla ziyan bir tutum olur. Hem kaldı ki İslam’ın tüm beşeri sistemlerden en belirgin farkı insanı cümle âleme eşref-i mahlûkat ilan eden bir din olmasıdır, bu durumda her ikisini aynı kategoride aynı kefeye nasıl koyabiliriz ki.
Her neyse asıl mevzuumuz ekonomiye döndüğümüzde şu bir gerçek, ekonomide öncelikle ihtiyaçları zaruretler tayin eder. İşte bu gerçeklerden hareketle zaten İslam’da arz talep dengesi içerisinde verim ekonomisine müsaade vardır. Ki, verim ekonomisi üretim tarzında arz-talep dengesi içerisinde “tüketim-üretim-tüketim-üretim” anlayışı hâkimken kapitalizmde ise tam aksine “üretim-tüketim-üretim” anlayışı hâkimdir. Anlaşılan kapitalizm üretimini insanların sınırsız bir şekilde tüketmesi için üretmekte.