Kahrın da hoş, Lütfun da hoş

nefahtü

Kıdemli Üye
Katılım
21 Haz 2013
Mesajlar
5,117
Tepkime puanı
337
Puanları
0
Konum
istanbul









Kahrın da, Lütfun da Hoş


Sûfîler dünyaya gelmekten maksad Allah’ı bulmaktır derler. Ne var ki âleme gelir gelmez bu vazîfemizi unutup dünyanın sefâsının peşinden koşup cefâsından da kaçıyoruz. Dünya hayâtını bir imtihan yeri olarak gören kişi, bu âlemin en iyi eğitim sistemi olan tasavvuf müfredâtı ile yol alırsa Allah’a ulaşmak için doğru bir yol seçmiş olur.
Tasavvuf eğitim sistemi için önce iyi bir öğretmen lâzımdır. Bu sistemde kitaplardan öğrenilecek bir şeyler olsa bile asıl olan, hocadır. Hoca, talebesini seviyesine göre kişisel bir müfredâta ve eğitim sürecine tâbi tutar. Bu arada her bir talebenin öğreneceği şey ve öğrenme süresi farklı olabilir. Talebenin ezelî nasibi ve kapasitesi önemlidir.
Tasavvuf eğitiminde hakikat birdir; bu dünyada iki gibi görünen her şey aslında birdir. Yani iyi ve kötü, acı ve tatlı, güzel ve çirkin halinde görünen şeyler aslında birdir. Mevlânâ’nın bir hikâyesinde bahsettiği gibi aslında beşer şaşıdır. Şaşı iki tane şişe olduğunu ne kadar iddia ederse etsin, aslında bir tane şişe vardır. Hikâyede şaşı, şişelerden birini kırar ve başka şişe olmadığını görür. Yani aslında şişe birdir, ama şaşı diğer şişenin de var olduğunu sanmaktadır.
Bunun farkına varmak bile insana büyük bir rahatlık verir. En azından cefâ gibi görünen şeylerin aslında birer imtihan olduğu ortaya çıkar ve ne zaman ki cefâ ve sefâ kişi için bir olur, işte o zaman bu eğitimin meyveleri de dâimî huzur ve kesin bir îman olur. Yunus Emre Hazretleri’nin şiirinde de dediği gibi Allah’ın kahrı da lutfu da hoş gelir.

Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Gelse celâlinden cefâ,
Yâhut cemâlinden vefâ,
İkisi de cânâ safâ:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.


Nefes Akademi Banu Büyükcıngıl
 

nefahtü

Kıdemli Üye
Katılım
21 Haz 2013
Mesajlar
5,117
Tepkime puanı
337
Puanları
0
Konum
istanbul
Kâşânî’nin aşağıdaki sözünü anlamaya çalışalım:

EzeliÌ‚ zaÌ‚ta lutuf ve kahır birdir. Lutuf zuhur iktizaÌ‚sında bulunduğu gibi, kahır da zuhur iktizâsında bulunur ve şüphesiz her biri için bir mazhar gereklidir ki bu da müminlerin ve kaÌ‚firlerin, cennetin ve ateşin varlığıdır. O halde ilaÌ‚hiÌ‚ hikmet-i baÌ‚liğa, her bir sıfatı kendi iradesinin bir mazharı olarak yokluktan varlığa çıkarmıştır. “İstediğini yapar ve istediğine hükmeder.” Lutuf mazharı kıldığı kimseye faÌ‚zıl sıfatıyla yaklaşır; kahır mazharı kıldığı kimseye adaleti uygular. Fazlı illetlerden ârî, adaleti kusurlardan berîdir. Buradan belli olur ki kulların fiilleri saadet ve şekaÌ‚vetin sebebi değildir
 

Kaçak

Yeni
Katılım
21 Ara 2012
Mesajlar
8,416
Tepkime puanı
896
Puanları
0
Baskı hatalarını düzenleyelim lütfen ...
 

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
24,982
Tepkime puanı
1,501
Puanları
113
En iyisi bu yazıyı, Kâşânî’nin aşağıdaki sözünü anlamaya çalışarak bitirmeye çalışalım:

Ezeli‚ zata lutuf ve kahır birdir. Lutuf zuhur iktizasında bulunduğu gibi, kahır da zuhur iktizâsında bulunur ve şüphesiz her biri için bir mazhar gereklidir ki bu da müminlerin ve kafirlerin, cennetin ve ateşin varlığıdır. O halde ilahi‚ hikmet-i baliga, her bir sıfatı kendi iradesinin bir mazharı olarak yokluktan varlığa çıkarmıştır. “İstedigini yapar ve istediğine hükmeder.” Lutuf mazharı kıldığı kimseye fazıl sıfatıyla yaklaşır; kahır mazharı kıldığı kimseye adaleti uygular. Fazlı illetlerden ârî, adaleti kusurlardan berîdir. Buradan belli olur ki kulların fiilleri saadet ve şekavetin sebebi değildir.

Çorbada tuzumuz olsun.

Selam ve dua ile.
 

Yüzde bir

Doçent
Katılım
18 Haz 2011
Mesajlar
711
Tepkime puanı
356
Puanları
63
Allahu Tealanın sıfatlarını genel olarak celal ve cemal sıfatlar diye gruplandırabiliriz. Cemal sıfatlar lütuf, celal sıfatlar kahır eksenindedir. Amaç gaye kahru, lütfu bir görebilmek; hoş görebilmektir. Bu islamiyyetin bir gereğidir. Müslümanlık bir iddia ise bunu böyle yaşamak rabbine karşı onun delilidir. Nasıl ki her namazlarımız sonrası zikrettiğimiz; "Allahım, sen selamsın ve selamet senden gelir. Ey celal ve ikram sahibi; sen ne hayırlı, bereketli, yücesin" kelamı gibi bir iddiadır. O nun celalini ikram olarak gören ve böyle yaşayan sözde olan bu iddiasını ispatlamış demektir.

url

url
url
entesselam.jpg


Bunun için tevfiğin refik olması lazımdır. Tevfik ise sa'ye müştakdır. Şeytanın, İsa aleyhisselam efendimize; kendini bu uçurumdan at nasıl olsa rabbin seni kurtarır hitabına İsa aleyhisselam efendimizin cevabı çok vecizdir. İsa aleyhisselam "Biz rabbimizi sınamaya değil ona kulluğa memuruz" der. Hususen bu memuriyetimiz sonucu Allahu teala "Faalün lima yürid" dir dilediğini yapar. Ama mesele Musa aleyhisselamın ümmetinden olan zatın buyurduğu gibi "Ben ona kulluğa memurum; ko atsın cennetine, ko atsın cehennemine, O bana kulum dedi ya ..." diye bilmek ve öyle yaşıyor olabilmektir. Zaten O nun rahmetinden fazlu kereminden başka da insanı kurtara bilecek bir şeyde yoktur. Müminin niyeti amlelinden üstündür. Burada önemli olan niyetimizi O nun fazlu kereminden vereceği ihsanlara değil direkt O na hasr edebilmektir. Dünya hayatında ki yakıcı olan bu celal imtihanının gayesi de; bir iddia olan bu niyetlerimizi, yaşayarak rabbimize karşı ispat edebilecek miyiz yoksa sözde mi kalacağımızdır ...
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
Kahrında hoş, lütfunda hoş güzel bir cümle. Sadece söylemesi bile ferahlık verir insana, uygulandığında mucizeler yaratır adeta.

Önce bu cümleyi düstur edinip uygulandiktan sonra, kahır kelimesini çıkarıp, her şeyi lütuf olarak gorebilirsek kaymaklı ekmek kadayıfı hatta künefe olur.
 

nefahtü

Kıdemli Üye
Katılım
21 Haz 2013
Mesajlar
5,117
Tepkime puanı
337
Puanları
0
Konum
istanbul
Bu arada künefe yi çok severim az şerbetli olursa daha da çok:)
 
Üst