KAS STEMİ MUCİZESİ

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
KAS SİSTEMİ MUCİZESİ
SELİM GÜRBÜZER

İskelet yapımızı ve organlarımızın bir kısmını sarıp sarmalayan hiç kuşkusuz kas yapısıdır. Sadece sarıp sarmalamak mı, bunun yanı sıra beyinden gönderilen mesajların omurilik içerisinden aşağılara doğru yol kat edip motor nöron hücrelere taşınmasıyla birlikte kas kasılmasını bir anda başlatabiliyor. Nitekim kasın kasılıp gevşemesi bunun en bariz göstergesini teşkil eder. Bu arada kasın kasılmasında gelen uyarılara karşı duyarlılık gösteren sarkoplazma içinde konumlanmış adına protein telcikler denen myofibrillerin oynadığı rolünde çok büyük katkısı vardır. Zira bu söz konusu telciklerin hücre zarı adından sarkolemma olarak söz ettirirken telciklerin sitoplazması da adından sarkoplazma olarak söz ettirir. Adından söz ettiren bu yapı silindirik ve a iğ-mekik yapıdadır. Konum olarak da kasları meydana getiren lif hücrelerine bağlı ince iğ yapılı liflerin birleştiği orta kısımda yer alırlar. Bulundukları konumda kendilerine herhangi bir uyarı gelmediği sürece kasılma moduna geçmezler. Ta ki herhangi bir uyarıyla karşılaşırlar ancak o zaman kasılma şeklinde duyarlılık gösterirler. Yeter ki uyarılmış olsunlar bir anda aktif konuma geçmesi an meselesidir diyebiliriz. Öyle ki kas dokusuna gelen uyarıların duyu lifleri vasıtasıyla ön boynuzda yer alan motor hücrelerine aktarılması neticesinde kas lifinin kasılıp gevşemesi gerçekleşir. Derken sürekli yer çekimine bağlı olarak kasılıp gevşeyen kaslarımız bizlerde güç gösterisi olarak kendini gösterir. Tabii güç gösteriminin de bir sınırı vardır elbet, bu durumda kasın kasılma sonrası bu kadarı da yeter dercesine kendini rölantiye alıp tekrar dinlenme moduna alabiliyor. Ve bu durum kasın gevşemesi olarak addedilir. Üstelik tüm bu işlemler içinde belirli moleküllerin varlığına da ihtiyaç vardır. O moleküller kalsiyum, magnezyum ve ATP’den başkası değildir. Şu bir gerçek bu söz konusu kasılıp gevşemeler için gerekli olan enerji verici moleküller olmasaydı ne tutunacak bir dermanımı kendimizde bulabilirdik ne de yürüyecek halimiz kalırdı. Bundan da öte kasın kasılıp gevşemesi enerji gerektiren bir hadise olması hasebiyle ATP yetersizliğinde kaslarda rigor mortis denen ölüm katılığı gibi kaskatı kesilmesi bir durum ortaya çıkacaktı. Neyse ki kas yapımız eklemlere bağlayan kirişlerle (lif dokusu) desteklenmişte bu sayede kramp varı kas katı kesilmeyip kollarımız, bileklerimiz ve hareket eder halde işlev görebilmekte.
Bilindiği üzere kas sistemimiz; isteğimiz dışında kendiliğinden kasılıp gevşeyen düz kaslar, isteğimizin doğrultusunda çalışan çizgili iskelet kaslar ve kalp kası olmak üzere üç ana başlıkta incelenir. İsteğimize bağlı çalışan kaslar somatik sinir sistemine ait olan motor nöronlar ile kas hücreleri arasında kas-sinir kavşağını oluşturan sinaptik bağlantılar sayesinde işlerlik kazanaraktan kasılıp gevşemeler vuku bulmakta. Böylece beyin ve omurilikten çıkış yapan motor nöronlar ve piramidal sisteme ait hücreler eşliğinde kemiklerin hareket ettirilmesinde gerekli olan mekanik gücü iskelet kası sağlamış olur. Düşünsenize insan daha 50-55 günlük ceninken adale kaslarımız belirgin hale gelmekte. Belli ki cenin anne karnında iken bile bebeğin hareket manevrasına yardımcı olacak sistem daha ilk evrelerde ihmal edilmemiş. Dolayısıyla kasların ilk hareket öğretisi bu sistemle anlam kazanır. Hakeza yine ağzımıza aldığımız besinler isteğimiz dâhilinde işleme tabi tutulup çene kasları ve dişlerin öğütücü mekanizması sayesinde yutulabilir hale gelebiliyor. Bilhassa iki çene kemiğimiz birbirine son derece kuvvetli çene ve yüz kasları ile tutunarak güç oluşturmaktadır. Öyle ki sara nöbeti geçiren hastalarda çene kaslarının bir anda kenetlenmesiyle birlikte çeneyi açmakta çok zorluk yaşanabiliyor. Mesela gülmek, kızmak, göz kırpmak gibi eylemler bile kasların kasılıp gevşemesiyle ortaya çıkmaktadır.
İsteğimizin dışında çalışan düz kaslar ise malum yavaş ve uzun süreli olmak üzere kasılıp gevşemesi otonom sinir sistemi tarafından kontrolü sağlanıp yine beynin başka bir bölümünde odaklanmış ekstra piramidal sisteme tabii hücreler sayesinde otomatik hareket edebiliyor. Dikkat edin otomasyondan bahsediyoruz. Niye derseniz, çünkü öğrenme aşamasını tamamlayan kaslar meleke kazanıp otomatik işleyen bir makine misali bilinç dışı hareket eder hale gelebiliyor. Örnek mi? İşte mide ve bağırsaklar gibi tüm sindirim sistemine ait organların, kan damarlarının, idrar kesesinin ve diğer iç organlarının otomatik olarak kendiliğinden hacim değişikliğe uğramaları bunun birer bariz göstergelerini teşkil eder. Üstelik kendiliğinden otomasyon kazanmış bu yapıda iskelet kaslarında ki gibi fazla enerji harcanmaz da. Tıpkı bu yeni doğan bir çocuğun emekleme zamanında çokça enerji sarf edip, ta ki yürüme aşamasına geldiğinde eskisi kadar güç sarf etmeksizin hareket ettiği duruma benzemektedir. Anlaşılan kasın kasılma boyutunu haberdar eden bilgiler omurilikte iki kanala ayrılıp iş bölümün gereği birini alfa hücreleri, diğerini ise gamma hücreleri üstlenmiş olurlar. Yani alfa hücreleri kasılma ile ilgili fonksiyon yürütürken, gamma hücreleri de kas lifinin gevşemesine yönelik faaliyette bulunur. Hakeza kalp kası da tıpkı düz kas gibi istem dışı çalışıp sistol (kasılma) ve diyastol (gevşeme) evrelerini içeren bir kap döngüsü ile her kalp atımında ritmik olarak tekrarlanarak kendini gösterir. Ayrıca sempatik ve parasempatik sinirlerden müteşekkil otonom sinir sistemi ile hormonal sistem kalbin hızına ve kasılma kuvvetine etki etmek içinde vardır. Öyle ki bu sistemler kalp çalışmasını kontrol ederek panik atak durumlarında kaç ya da mücadele et şeklinde adrenalin etkiyle kasılma şiddeti yükseltirken bunun tam aksi durumda ise dinlen ya da sindir moduna geç denen parasempatik sinir etkisiyle de kalp hızı indirgenerek düşürülmüş olur. Bu demektir ki sinir hücrelerinin yapısında bulunan dendrit ve dendrite bağlı akson dalları kas lifiyle diyaloğa geçmesi sonucunda kas ritimlerinin atım tekrarlanmaları hareket etmesi pekâlâ sağlanabiliyor. Bu arada akson ve dendrit arasındaki ara bağlantıya sinaps denmekte olup, söz konusu bu bağlantı sayesinde kaslar bir anda aktif hale gelebiliyor. Fakat bazen canlıların dış duyu organları vasıtasıyla alınan veriler, bazense eklem ya da kaslardan gelen sinyallerin oluşturduğu iç geri tepme bağlantıları sekteye uğrayabiliyor. Bu durum ister istemez kas sisteminde birtakım arızalara neden olmaktadır. Hatta kaslarla ilgili arızalara şöyle göz attığımızda ilginç klinik vakalarla karşılaşırız. Şöyle ki;
Myastenia gravisi (MG)
Bilindiği üzere adalelerimizin toplam sayısı 529 olup, bunlardan 14 tanesi sadece göz kapaklarını hareket ettirmekle görevlidir. Myastenia gravisi sendromun başlıca özelliği yüz kası ve bütün diğer çizgili kaslarda gözlenen aşırı yorgunluğa bağlı olarak zafiyet göstermesidir. Özellikle bu tip vakalarda yüz çehresi ve göz kaslarında düşme, çift görme, monoton bir ses tonunun oluşması, çiğneme ve yutmada güçleşme, dudaklarda açıklık veya sarkıklık gibi durumlar görülür. Ayrıca hastalığın seyrinde timus bezinin kontrolü altında fazlaca antikor salgılanır. Bu bakımdan myastenia hastalarda timus bezinde büyüme, yani hiperplazi görülebiliyor.
Miyotom
Malum olduğu üzere kaslara gelen uyarılar neticesinde kasılıp gevşemeler meydana gelmekte. Ama bu olaya sadece kasılıp gevşemedir deyip geçiştiremeyiz. Bikere kaslarda kasılıp gevşeme mekanizmasının işlerlik kazanması için elin bilek mafsalından ön kola bağlayan kaslar birbirine zıt yönde etki edecek her iki mekanizmanın da tam takır devreye girmesi gerekir ki kasılma ve gevşemeler işlerlik kazanabilsin. Nitekim birinci grup kaslar gevşemeyi sağlarken, bir diğeri kasılmayı gerçekleştirmektedir. İşte karşılıklı iki gruptan gelen sinyaller sinir sisteminde anında karşılık bulup, böylece kas dengemiz sağlanmış olur. Zira kasılma gevşeme işlemleri kas hücreleri içerisindeki kasılıp gevşeyebilen miyofilament lifler aracılığıyla vuku bulmakta. Aksi durumda malum kas lifi tümörü denen miyotomun nüksetmesiyle birlikte kasın gevşeme güçlüğü vuku bulacaktır. Öyle ki butip durumlarda gece uyku hali ya da istirahat anında bile hasta kendini felçli hissedip tüm günü neredeyse stres içerisinde geçecektir.
Müsküler hipertrofi
Bilindiği üzere aşırı güç sarfiyatı gerektiren çalışmalar kasların büyümesine ve gelişmesine yol açıp, bu durum kas liflerinin her birinin çapça büyümesine neden olur ki buna hipertrofi denmektedir. Esasen tariften de anlaşıldığı üzere hipertrofi durumlarında;
-Kas dokuda kasıp gevşemeyi sağlayan protein iplikçi yapıda miyofibriller miktarca artış kaydeder,
-Değişik etken maddelerde artış görülür,
-ATP ve glikojen gibi enerji sağlayan etken unsurlar devreye girer.
Derken tüm bu bileşenler eşliğinde birlikte kasın hareket gücü artış kaydedip bu arada besleyici mekanizma da güçlenmiş olur.
Spinal Musküler atrofi (SMA-omurilik kaynaklı kas erimesi)
Muskuler atrofi diye de bilinen bu vaka kasın kullanılamaması (kontraksiyon) veya zayıf kontraksiyon (kasılma) göstermesi şeklinde tezahür eder. Mesela suda yüzerken omurilik ön boynuz ve motor hücresi hastalıklarına bağlı olarak spinal musküler atrofi ve musküler distrofi gibi sendromlar ve kramp girmesi görülebiliyor. Hatta bacakların alçıya konup hareketsiz bırakılması ya da bir kasın kısa bir zaman diliminde bile olsa kullanılmaması durumlarında da atrofi (doku küçülmesi) nüksedebiliyor. Hakeza bir kas siniri denerve (sinir kesisi) edilirse, yani alınırsa derhal atrofinin teşekkülüne neden olacaktır. Şayet 3-4 ay içerisinde sinirle olan rekonversiyon, (bağlantısı) kurulursa kas tekrardan normal fonksiyonunu kazanabiliyor.
Kontraktür (kas sertliği)
Kontraktür inadım inat diyebileceğimiz kasların kısılmasından dolayı klinikte kasın pasif gerilmeye karşı gösterdiği direnç hali olarak adalenin tutulmasıyla birlikte eklemlerde oluşan anormal postür alınması şeklinde hareket kısıtlılığı tarzında kendini gösterir. Bu durum daha çokta kaslara destek olan doku veya fibröz eklemlerde meydana gelmektedir. Keza ektremitelerin alçıda kalması veya herhangi bir sebebe bağlı olarak kas boyunun kısalması gibi durumlarda da kontraktür ortaya çıkabiliyor. Mesela kırılan bir kemik iyileşse de kısalması söz konusu olabiliyor. Hatta bu durumla birlikte kaslarında kısalıp kasılma kuvvetinin azaldığı gözlemlenmiştir. Nitekim uyluk kemiği kırıldığı zaman tedavi edilse bile eskisi kadar bacak kaslarında direnç sağlanmayabiliyor. Öyle ki normalinde 1,5 ton ağırlıktaki bir yükü tutabilen uyluk kemiği bu tür arızı durumlarda bir bakıyorsun tutma gücü 300 kilograma kadar düşebiliyor.
Peki, bu tip vaklar nasıl teşhis edilir derseniz bikere nöroloji uzmanına kas kasılma ilgili şikâyetler için başvuran hastalar için öncelikle diz kapağına çekiçle vurularak kasların çalışıp çalışmadığına bakılarak teşhis edilebiliyor. Şayet diz kapağına çekiç vurulduğunda kaslar iki ucundan çekilip gerilmiyorsa veya uyarıcı etkiye karış uyluk kasları harekete geçip ayak ileri doğru fırlamıyorsa reflekslerin çalışmadığı anlamına gelmektedir. Hakeza fizyolojik kontraktür denemeler için verilen elektriksel uyartıların etkisiyle uzun süre lokal ve iletilmeyen kasılmalar ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Hatta elektromiyografi (EMG) ile yapılan testler neticesinde duyu alamama ölçümleri elde edilebiliyor. İşte elde edilen bu tür bulgulardan hareketle vücut mekanizmadaki bozuklukların bir kısmı kontraksiyon ya da buna bağlı kasılmayı sağlayan bozuk yapıdan ileri gelebileceği düşünülür.
Mesela bir insan gücünün üstünde iş yaptığı zaman:
- Rigor (kas katılığı) ve tremor (titreme).
-Lenf birikmesi ve hacminin artması,
-Asetil kolin, epinefrin, Ca, K, Cl gibi extracellular (hücre dışı) izotonik bileşikler toplanması,
-Kontraktür oluşması,
-Fibröz dokularda bozukluklar,
-Kemik boylarındaki kısalmalar gibi arızaların teşekkül edebiliyor.
Anlaşılan refleks olayı iyi planlanmış bir şah eser olup vücudumuzda her an cereyan edebiliyor. Zaten refleks hadisesi olmasaydı ansızın karşılaşacağımız olaylar karşısında ne yapacağımıza karar verene kadar atalarımızın deyimiyle Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacaktı ki, “ölen ölür kalan sağlar bizim” demekten başka hiçbir teselli dayanağımız kalmayacaktı. Bu yüzden refleks hadisesi düşünmeksizin aniden ortaya çıkan tepki varı davranışlar olarak tanımlanır.
Tabes Dorsalis
Sifiliz denen frengi hastalığının ilerlemiş evresinde sinir tutulumu kaynaklı dengesizliğin bacakta yol açtığı arızalar genelde Tabes Dorsalis olarak bilinir. Bilhassa bu tür arızalarda hastanın omurilikten gelen uyarıların hızı kesilip yavaşlaması neticesinde ister istemez yürürken adımların gereğinden fazla ileriye fırlatmasına neden olmaktadır. Hatta bu tür hastalar ayağını yere indirirken de topuğuna basarak indirirler. Yani hasta adımını atarken gözleriyle kontrol ederek yürümek zorunda kalır. Dolayısıyla bu noktada farkındalığı sağlayacak iletişim kanallarının işlev halde olması çok mühim bir hadisedir. Aksi halde bir insan yürürken adımını nasıl attığının farkında olamayacaktır. Anlaşılan o ki yürüme ile ilgili tüm bilgiler bize sinir merkezleri ile bağlantılı ayak ve bacaklarımızdaki kas ve eklemlerde kendi etkisini gösterir. Böylece kaslarda ve eklemlerde vuku bulan tüm etkilenmeler beyincik tarafından değerlendirilip karşılık bulduktan sonra hareket kabiliyetimiz belli bir nizama girmiş olur. Hatta stresli olduğumuz anlarımız bile direk olarak beyincik tarafından değerlendirmeye alınmakta. Böylece farkına varmaksızın istirahat halinde bile segmental bir omurga innervasyon mekanizmayla kaslarda gerginliğin hissedilmesi denen kas tonusu bir stres durum yaşanmış olur.
Parkinson
Parkinson; gerek beyne ait ekstra piramidal sistemin bozulması, gerekse negatif geri tepme bağlantıların gecikmesi sonucu kaslarda devamlı titremelerin gözlemlendiği bir hastalıktır. Parkinson hastalara dışarıdan bakıldığında parmaklarının titrediğini görürüz. Öyle anlaşılıyor ki; Parkinson yarı kararlı (metastabilite) hassas denge denen kontrol etme gücünün yitirilmesiyle ortaya çıkan bir pozitif geri tepme durumudur. Yani bu durum mevcut sistemin rayından çıkması anlamında arızi bir durumdur.
Takma kol
Wiener'in 1961 yılında bir kongrede takma kol ile ilgili sunduğu sunum takma kolla hayatını idame edecek hastaların gözlerinin parlamasına yetecek türdendi. Şöyle ki; takma kol diğer kopmuş bir kolun canlı olan kas kısmına bağlanmak suretiyle beyinden gelen sinyallere duyarlı hale getirilir. Böylece takma kolun hareket edebileceği noktasına gelinmiştir. Demek ki beyinden gönderilen sinyaller eşliğinde insan-mekanik ortak ilişkisi gerçekleşebiliyormuş.
İşte mekanik protezle hayatını geçirmek zorunda kalan insanları görünce ister istemez kaslarımızın kıymetini bir kez daha idrak etmiş oluruz. Zira organların hareketi kaslar sayesinde mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bu iş için vücudumuzda düz ve şeklinde kas sistemi oluşturulmuştur. Ve bu sistem içerisinde yer alan iskelet kasları (çizgili kaslar) tendonlar aracılığıyla kemiklere bağlanmış olup, mikroskobik incelemesinde çizgili bir görünümde oldukları gözlemlenmiştir.
Nasıl ki organları harekete geçiren kas dokusuysa, kasları da harekete geçiren motor nörondan gelen uyarılardır. Sinir sistemine ait motor nöronlar bilindiği üzere beyin ve omurilikten çıkış yaparlar. Sinir hücreleri mikroskobik incelendiğinde yan yana çizgiler halinde açık ve koyu renk bantlardan meydana geldiği görülecektir. Söz konusu A ve I diye adlandırılan bantların yapısında miyozin (kalın lif) ve aktin proteinler var olup, birlikte aktomiyozin madde oluştururlar. İşte bu çıkışla birlikte kas hücreleri arasında sinir–kas kavşağı denen snapslardaki impuls iletimi sayesinde kasa gelen uyarı kasılmanın başlatılmasını tetiklemiş olur. Dahası snapslarda impuls iletiminde asetilkolin nörotransmitter madde olarak kullanılıp böylece kasılmayı sağlayan bir dizi olaylar bu madde sayesinde gerçekleşmektedir. Nitekim antrenman yapmaya başladığımızda kaslarımız derhal çalışmaya başlayıp vücudumuzun ısınmış olması bunun tipik örneğini teşkil eder. Hakeza titremede öyledir. Bu yüzden bilim adamları sinir sisteminden hareketle titremeyi başlatan hadisenin beynin alt kısmında bir noktada yer aldığını belirtirler. Hatta bu bölgeye yakın diyebileceğimiz kısımda vücudu aşırı sıcaktan koruyan bir başka noktanın varlığından söz edilmektedir. Hele vücutta sıcaklık artmaya bir görsün, derhal bu stratejik üs noktadan salınan sinyaller eşliğinde derimiz daha fazla kan akışına sahne olmaktadır. Böylece bu hadiseyle birlikte terleyip serinlemiş oluruz.
Peki, onca istemli ya da istemsiz işleyen bir sistemi için gerekli olan enerji nereden ve nasıl elde ediliyor derseniz, belli ki kasılma anında harcanan enerji mevcut kas deposunda stok edilen glikozun kullanılmasıyla elde edilmekte. Bu demektir ki gerek istem dışı, gerekse isteğe bağlı hareket eden kasların harcadığı güç sarfiyatı neticesinde oksijen azaldıkça laktik asit birikimi artış kaydedip akabinde kas yorgunluğu olarak karşımıza çıkabiliyor. Dolayısıyla bu durumda dinlenme moduna geçip dışardan soluduğumuz oksijenin kana karışıp laktik asitle birleşmesiyle birlikte enerjiye dönüşüp yeniden güç tazelemiş oluruz, hatta bu arda açığa çıkan enerjinin fazlası da kas hücrelerinde depolanmış olur.
Kaslar bir yandan esnek yaratıldığından herhangi bir uyarma karşısında harekete geçebiliyorken, öte yandan uyarılar durduğunda tekrar eski halini alabiliyor. Şayet kas sürekli uyarılıp gevşemesine fırsat verilmezse tıpkı ölen bir insanın kaskatı kesilmesi gibi durumla karşı karşıya kalınabiliyor. Mesela pazı kasları kasılıp gevşemesine rağmen sürekli uyarılmalara maruz kalındığında kas katı kesilmesi bunun en tipik misalini teşkil eder. Bu arada ceset demişken şunu belirtmekte yarar var. Şöyle ki; ölüm halinde oksijenden mahrum kalan kaslar fazla miktarda laktik asit birikimi neticesinde kas dokusu katılaşmış olmakta. Tabii bu durum canlı için söz konusu değildir. Çünkü canlılık denen hadise kasların karşılıklı birbirine zıt reflekslerin devreye girmesi neticesinde kasılıp gevşemelere oluşmakta. Nitekim iskelet (çizgili) kasların bir takım karşılıklı etkileşimleri eşliğinde kasılıp gevşemeler nüksedip bu sayede hareket kabiliyeti ve canlılık belirtisi olarak iri ve diri olmaktayız.
Malum düz kaslar isteğimiz dışında çalışırlar. Diğerlerinde olduğu gibi düz kaslarda iğ şeklinde hücrelerden meydana gelir. Örneğin yemek borusu, mide ve bağırsak gibi iç organlarımızda yer alan kaslar düz kaslardandır. Peki, ya kalp kası nasıldır? Kalp madem vücudun motoru, o halde ona hasta bir kas tasarımı olmalıdır. Zaten öyle de olup kalp kası çizgili ve isteğimiz dışında çalışan bir yapıdadır. Dolayısıyla bu yönüyle diğerlerinden ayrı tutulmuş gözüküyor. Şöyle ki köken itibariyle çizgili kas olup düz kas gibi çalışmaktadır. Şayet kalp kası otomatik olarak isteğimiz dışında çalışıyor olmasaydı dışarıdan bir elin devreye girip aralıksız bir şekilde çalıştırması gerekecekti. İyi ki de bizim inisiyatifimize bırakılmamış, aksi takdirde en küçük bir ihmalde hayatımıza mal olacaktı. Dahası kalp kasımız kendine özgü otomatik kesintisiz elektrik güç kaynağı ile çalışmakla bizi çok büyük dertten kurtarmış olmaktadır. Zira kalbin sinir odağı bölümünden çıkan elektriksi sinyaller kalbi fazlasıyla çalıştırmaya yetiyor artıyor da. Tabiî ki elektrik kablolarında olduğu gibi kalp hastası hastalarda kalbe bağlı elektrik sinyalleri arıza verebiliyor. Neyse ki bu gibi durumlarda vücuda kalbin doğal atım mekanizmasını ayarlayan pacemaker cihazı takılarak kalbin kasılıp gevşemesi sağlanabiliyor.
Velhasıl-ı kelam öyle anlaşılıyor ki; kas sistemi sadece insanoğluna özgü bir sistem değil aynı zamanda diğer canlılarında yapısını oluşturan bir sistemdir. Nitekim yassı ve yuvarlak solucanlarda düz kasın varlığı görülürken yumuşakçalarda da ilk kez çizgili kasların varlığı görülüp vücut hareketleri boyuna ve halka kısımların kasılmasıyla birlikte eklemli segmentler hareket ettirilmiş olur. Her ne kadar kas sisteminin istemli ve istemsiz çalışmasından haberdar olmasak da sonuçta kas sistemi belli bir düzen içerisinde her an ve her salise yorulmadan yolunu yol bilip yüklenmiş olduğu misyonu yerine getiriyor ya, bu bizim için çok büyük bir nimet olmasına yeter artar da.
Vesselam.
 
Üst