Kasidei Muzariyye

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,662
Tepkime puanı
2,338
Puanları
113
Konum
istanbul
EL-KASÎDETÜ’L-MUZARİYYE

يَا رَبِّ صَـلِّ عَـلَى الْمُـخْـتَـارِ مِـنْ مُـضَرِ
وَالْأَنْـبِيَـا وَجَـمِـيــعِ الــرُّسْـــلِ مَـا ذُكِـــرُوا
Ey Rabbim! Salât eyle kabilesi Muzar olan seçkin Nebiye,
İsimleri zikrolunan enbiya ve rasullerin hepsine.

وَصَــلِّ رَبِّ عَــلَى الْــهَـــادِي وَشِـيعَــتِـــهِ
وَصَـحْبِـهِ مَـنْ لِـطَـيِّ الدِّيـنِ قَــدْ نَـشَـرُوا
Ey Rabbim! Salât eyle hidayet eden Nebîye ve ümmetine,
İslam’ı gizlilikten kurtarıp dünyaya neşreden ashâbının hepsine.

وَجَــاهَــدُوا مَــعَــهُ فِي اللّٰهِ وَاجْـتَــهَـدُوا
وَهَــاجَــرُوا وَلَــهُ آوَوْا وَقَـــدْ نَــصَـــرُوا
(O sahabe ki) Nebi ile cihad edip Allâh yolunda çalıştılar,
(Kimisi) hicret ederek, (kimi de fakir muhâcirleri yurtlarında) barındırarak Rasûlüne yardım ettiler.
وَبَيَّنُوا الْفَـرْضَ وَالْمَـسْنُونَ وَاعْتَصَبُوا
لِلّٰهِ وَاعْــتَــصَـــمُـــوا بِاللّٰهِ فَــانْــتَــصَـــرُوا
Beyan ederek farz ile sünneti, Allâh için birlik oldular,
Allah’ın dînine sarılıp zafer kazandılar.

أَزْكٰــى صَــلَاةٍ وَأَنْــمَــاهَـــا وَأَشْــرَفَــهَـا
يُـعَـطِّـرُ الْكَــوْنَ رَيًّــا نَـشْــرُهَـا الْـعَـطِـرُ
(Onlara olsun) en pak, en üstün ve en şerefli salâtın,
Ki o salâtın mis kokusu doldurur kâinatın.

مَـفْـتُـوقَــةٍ بِـعَـبِيــرِ الْــمِـسْــكِ زَاكِـيَـةٍ
مِــنْ طِيـبِهَــا أَرَجُ الـرِّضْـوَانِ يَـنْـتَــشِــرُ
(O salâtın) mayası misk kokusuyla yoğrulmuş ki (Allâh-u Te‛âlâ’nın rahmetini) artırır,
Onun hoş râyihasından rıza kokusu yayılır.

عَـدَّ الْحَصٰى وَالـثَّرٰى وَالـرَّمْـلِ يَتْبَعُـهَا
نَجْمُ السَّمَا وَنَبَاتُ الْأَرْضِ وَالْمَـدَرُ
(Salât olsun) çakıl taşları, topraklar ve kumlar kadar,
Gökteki yıldızlar, yerdeki bitkiler ve tepeler kadar.

وَعَــدَّ مَـــا حَـوَتِ الْأَشْـجَـارُ مِـنْ وَرَقٍ
وَكُــلُّ حَـــرْفٍ غَــدَا يُـتْـلٰى وَيُـسْـتَطَـرُ
(Salât olsun) ağaçların yaprakları adedince,
Okunup yazılan bütün harfler adedince.

وَعَــدَّ وَزْنِ مَــثَــاقِيــــلِ الْـجِــبَــالِ كَــذَا
يَتْلُوهُ قَــطْــرُ جَـمِيـعِ الْـمَـاءِ وَالْـمَـطَــرُ
(Salât olsun) dağların o hesapsız ağırlığı kadar,
Devamında da bütün su damlaları ve yağmurlar kadar.

وَالطَّيْرُ وَالْوَحْشُ وَالْأَسْمَاكُ مَعْ نَعَمٍ
يَتْلُوهُمُ الْجِــنُّ وَالْأَمْــلَاكُ وَالْــبَــشَــرُ
(Salât olsun) kuşlar, balıklar ve hayvanlar adedince,
Bunların peşine cinler, melekler ve insanlar adedince.

وَالذَّرُّ وَالنَّمْلُ مَعْ جَمْعِ الْحُبُوبِ كَذَا
وَالشَّعْرُ وَالصُّوفُ وَالْأَرْيَاشُ وَالْوَبَرُ
(Salât olsun) zerreler ve tanelerle beraber karıncalar kadar,
Saçlar, yünlerle tüyler ve kıllar kadar.

وَمَا أَحَـاطَ بِـهِ الْعِلْـمُ الْـمُحِيـطُ وَمَـا
جَـرٰى بِـهِ الْـقَـلَـمُ الْـمَـأْمُـورُ وَالْـقَــدَرُ
(Salât olsun) Mevlâ’nın her şeyi kuşatan ilminin kapladıkları kadar,
(Levh-i Mahfuz’da) görevli kalemin yazdığı kaderler kadar.
وَعَــدَّ نَـعْـمَـائِــكَ الـلَّاتِـي مَـنَــنْـــتَ بِــهَــا
عَـلَى الْخَـلَائِقِ مُـذْ كَـانُوا وَمُـذْ حُشِرُوا
(Salât olsun) kendileriyle ihsân ettiğin nimetler adedinde,
(Ki o nimetleri ihsan ettin) mahlukatına, var oldukları günde ve diriltilecekleri günde.
وَعَـدَّ مِـقْـدَارِهِ السَّـامِـي الَّذِي شَـرُفَـتْ
بِـهِ النَّـبِـيُّـونَ وَالْأَمْـلَاكُ وَافْــتَــخَــرُوا
Salât olsun Efendimiz’e, miktarınca o yüce kadr-i kıymeti,
Ki onunla şerefy
âb olup nebiler ve melekler iftihar etti.
وَعَـدَّ مَا كَـانَ فِي الْأَكْـوَانِ يَـا سَـنَــدِي
وَمَـا يَـكُـونُ إِلٰـى أَنْ تُـبْـعَــثَ الصُّــوَرُ
(Salât eyle) ey dayanağım! Âlemlerde mevcut olanlar adedince,
Mahlukatın diriltileceği güne kadar da yaratılacaklar adedince.

فِي كُـلِّ طَـرْفَــةِ عَـيْـنٍ يَـطْــرِفُـــونَ بِـهَــا
أَهْـلُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِينَ أَوْ يَـذَرُوا
(Salât olsun) her göz açıp kapayıncaya kadar ki göz açıp kapar,
Semâlarda ve yerlerde yaşayanlar veya göz kırpar.

مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِيـنَ مَـعْ جَـبَــلٍ
وَالْفَرْشِ وَالْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ وَمَا حَصَرُوا
(Salât olsun) göklerle yerler dahi dağlar dolusu kadar,
Arş-u Ferş’in ve Kürsî’nin kapladıkları kadar.

مَا أَعْــدَمَ اللّٰهُ مَــوْجُــودًا وَأَوْجَـدَ مَعْـــ
ـــدُومًـا صَـلَاةً دَوَامًــا لَـيْـسَ تَـنْحَصِـرُ
Allâh’ın yokları var etmesi ve varları yok etmesi kadar,
(O Habîbe) sınırsız ve hep devam eden salâtlar.
تَـسْتَغْرِقُ الْعَـدَّ مَعَ جَمْعِ الدُّهُورِ كَمَا
تُــحِيــطُ بِـالْــحَـــدِّ لَا تُـبْـقِــي وَلَا تَــذَرُ
(O salât ki) bütün zamanlarla beraber sayıları kaplasın,
Öyle ki bütün
(salât) sınırlarını kuşatsın da dışında kalan (bir salât) olmasın, tükenmesin.
لَا غَــايَــةً وَانْـتِــهَــاءً يَــا عَــظِيــمُ لَــهَـا
وَلَا لَــهَـــا أَمَـــدٌ يُــقْــضٰــى فَــيُــعْــتَــبَـرُ
Ey Azîm! O salâtın sonu ve bitişi olmasın,
Sayılacak ve bitecek bir nihayeti de olmasın.

مَــعَ السَّــلَامِ كَــمَـا قَــدْ مَــرَّ مِـنْ عَـدَدٍ
رَبِّ وَضَـاعِـفْـهُـمَـا وَالْـفَـضْلُ مُنْتَشِرُ
Geçen salâtların sayısı kadar da eyle selâmını,
Rabbim! O salât ve selâmları çoğalt da arttır ikramını.

وَعَــدَّ أَضْعَـافِ مَـا قَــدْ مَـــرَّ مِــنْ عَــدَدٍ
مَـعَ ضِـعْـفِ أَضْـعَافِـهِ يَا مَـنْ لَـهُ الْـقَدَرُ
Geride geçen salâtların katları sayısınca,
Ey kudret sahibi!
(Salât eyle) katlarının da katlarınca.

كَـمَـا تُـحِـبُّ وَتَـرْضٰـى سَـيِّـدِي وَكَمَا
أَمــَرْتَــنَا أَنْ نُـصَــلِّــيَ أَنْـتَ مُـقْـتَــدِرُ
Ey Efendim! (Salât eyle) razı olup sevdiğin gibi,
Ey güç sahibi! Bize salât etmemizi emrettiğin gibi.

وَكُــلُّ ذٰلِــكَ مَـضْـرُوبٌ بِـحَـقِّــكَ فِــي
أَنْـفَـاسِ خَـلْـقِكَ إِنْ قَـلُّوا وَإِنْ كَثُـرُوا
Senin hakkına yemin olsun ki bu salât ve selamların katlansın hepsiyle,
Az ve çok
(olmak üzere bütün) mahlukatının nefesleriyle.
يَا رَبِّ وَاغْـفِـرْ لِـقَـارِيـهَـا وَسَــامِـعِـهَــا
وَالْمُـسْـلِـمِينَ جَمِيعًا أَيْـنَمَـا حَـضَـرُوا
Ey Rabbim! Mağfiret et okuyanı ve dinleyeni,
Her nerede olurlarsa bütün Müslümanların hepsini.


وَوَالِـدِيـنَـا وَأَهْــلِـــيـنَـا وَجِيـــرَتِــــنَــا
وَكُــلُّــنَــا سَــيِّــدِي لِلْـعَـفْـوِ مُـفْـتَــقِــرُ
(Mağfiretini bahşet) ana babamıza, ailemize ve komşumuza,
Ey Efendim! Hepimiz muhtacız Senin affına.


وَقَـدْ أَتَــيْــتُ ذُنُــوبًـا لَا عِـــدَادَ لَــهَــــا
لٰـكِــنَّ عَـــفْــوَكَ لَا يُــبْـقِــي وَلَا يَـــذَرُ
Muhakkak (huzuruna) getirdim bunca günahı,
Ama Senin affın bizi yalnız bırakmaz, b
âki kılmaz (hiçbir günahı).
وَالْـهَـمُّ عَـنْ كُـلِّ مَـا أَبْـغِيـهِ أَشْـغَــلَـنِـي
وَقَدْ أَتٰى خَـاضِعًـا وَالْـقَـلْـبُ مُـنْكَـسِــرُ
Hüznüm beni (Senden başkasıyla) meşgul eden isteklerim,
Elbette boynu bükük ve kalbi kırık olarak
(huzuruna) geldim.
أَرْجُـوكَ يَـا رَبِّ فِي الدَّارَيْـنِ تَـرْحَـمُـنَا
بِـجَــاهِ مَـنْ فِي يَــدَيْــهِ سَـبَّـــحَ الْــحَــجَـــرُ
Rabbim! Dileriz Senden iki cihanda bize rahmet edesin,
Hürmetine ellerinde taşlar tesbih eden
(Habîb)in.
يَـا رَبِّ أَعْـظِــمْ لَـنَـا أَجْــرًا وَمَــغْــفِــرَةً
فَإِنَّ جُــودَكَ بَـحْــرٌ لَـيْـسَ يَــنْحَــصِــرُ
Rabbim! Bizim için bol olsun affın ve mükâfâtın,
Zira sonu olmayan bir denizdir Senin rahmetin.


وَكُــنْ لَــطِــيفًا بِــنَـا فِي كُــلِّ نَــازِلَــــةٍ
لُطْــفًا جَــمِيلاً بِـهِ الْأَهْـوَالُ تَــنْحَـسِـرُ
Her sıkıntımızda bizim için ol lütufkâr,
O hoş olan lütfunla ki onunla yok olur sıkıntılar.

بِالْمُصْطَفٰى الْمُجْتَبٰى خَيْرِ الْأَنَامِ وَمَنْ
جَـلَالَــةً نَـزَلَـــتْ فِـي مَــدْحِـــهِ الــسُّــوَرُ
Mahlukatın en hayırlısı seçilmiş Mustafan hürmetine,
Medhini yüceltmek için sûreler inen
(Habîbin) hürmetine.
ثُمَّ الصَّـلَاةُ عَلَى الْمُخْـتَـارِ مَا طَـلَـعَتْ
شَمْـسُ النَّهَارِ وَمَا قَـدْ شَـعْـشَعَ الْـقَمَـرُ
Sonra da salât et seçilmiş (Nebîy)e, doğdukça
Gündüzün güneşi ve ay ışıldadıkça.

ثُـمَّ الـرِّضٰــى عَــنْ أَبِــي بَـكْــرٍ خَـلِيفَـتِـهِ
مَــنْ قَــامَ مِــنْ بَـعْـدِهِ لِــلـدِّيـنِ يَـنْـتَـصِـرُ
(Rabbim!) Ebû Bekr’den razı ol ki o hem halifesi,
Habibinden sonra dininin yardımcısı.

وَعَـنْ أَبِـي حَـفْـصٍ الْـفَـارُوقِ صَاحِـبِهِ
مَنْ قَـوْلُـهُ الْـفَـصْـلُ فِي أَحْكَـامِـهِ عُـمَـرُ
Razı ol arkadaşı Ebû Hafs (künyesiyle) Fâruk’tan,
Ömer’di o, ayırırdı sözleri hükümlerinde yanlışı doğrudan.

وَجُدْ لِعُثْمَانَ ذِي النُّورَيْنِ مَنْ كَمُلَتْ
لَـهُ الْـمَـحَـاسِنُ فِي الـدَّارَيْـنِ وَالظَّـفَــرُ
Osman-ı Zi’n-Nûreyn’e ihsân eyle ki hâzır oldu,
Onun için iki cihan ki güzellik ve zafer dolu.

كَــــذَا عَـــلِـــيٌّ مَـــعَ ابْـنَـيْــهِ وَأُمِّــهِـــمَا
أَهْـلُ الْـعَـبَاءِ كَمَا قَـدْ جَــاءَنَا الْخَـبَــرُ
(Razı ol) Ali ile iki oğlundan ve onların annesinden,
Abâ ehli onlardır bize gelen haberden.

سَـعْـدٌ سَعِيدٌ اِبْـنُ عَـوْفٍ طَـلْحَـةٌ وَأَبُو
عُـــبَـــيْــدَةٍ وَزُبَــــيْــــرٌ سَــادَةٌ غُـــــرَرُ
Sad, Saîd dahi İbnü Avf ile Talha (Hazretleri),
Ebû Ubeyde ve Zübeyr ki
(kâinatın) nurlu efendileri.
وَحَــمْــزَةٌ وَكَــذَا الْعَــبَّـاسُ سَـيِّــدُنَا
وَنَجْـلُـهُ الْحَـبْـرُ مَـنْ زَالَـتْ بِهِ الْغِيَـرُ
Razı ol Hamza ve Abbas efendilerimizden,
Onların kıymetli soyları da başkadır herkesten.

وَالْآلُ وَالصَّـحْــبُ وَالْأَتْـبَـاعُ قَـاطِـبَةً
مَا جَــنَّ لَيْلُ الدَّيَاجِي أَوْ بَدَا السَّحَـرُ
(Razı ol) hepsinden âl-i ashâbın ve ona uyanların,
Karardıkça gecelerin, aydınlandıkça gündüzlerin.
 
Üst