dedekorkut1
Doçent
KAVGAMIZ KALEM OLUNCA
SELİM GÜRBÜZER
Hayatın kanunu sanki kavga üzerine kuruludur. Öyle ki bir yerde hak dava uğruna verilen bir kavga varsa biliniz ki bunun tam zıt kutbunda batıl davası kavgası var demektir. Nitekim Kabil’in Habil’i katletmesiyle başlayan bu ikili kavgada Habil hak ve hakikat davanın kutup başı olurken Kabil ise batıl davanın kutup başı olur. Böylece dünyanın gidişatı bu iki eksen kutup üzere konuklarını karşılar da. Şayet konuklar hak dava üzere ömrünü tamamlarsa ne ala, aksi halde batıl dava üzere ömrünü heba etmiş olurlar. O halde hak ve hakikat yolunda şunu iyi bilmemiz gerekir ki, nizamla oynanmaya pek gelinmez, oynandığında hemen her alanda denge ayarımızın altüst olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla buna meydan vermemek için bir yandan Yüce Allah tarafından ilk yaratılmış olan kalem sütunları üzerine hayat nizamımızı bina ederken diğer yandan da bu sütunlar üzerinde kuvvetimizi toplamak gerekir ki İlay-ı kelimetullah için Nizam-ı âlem davası uğruna verilen mücadelede denge ayarımız bozulmasın.
Bakınız Jean Calvin kendi din anlayışında “Tek meşru olan din uğruna yapılan savaştır” diyor. Ve sözlerini şöyle bağlar: ‘Karşılık beklemeyeceksin, yaptıklarına üzülmeyecek sevinmeyeceksin, vazife en büyük ibadettir.’ Aslında bu sözler bize hiçte yabancı gelmiyor, tam da bu noktada bizim zaviyemizden baktığımızda İslam’ın cihad emrini hatırlatan sözler olarak bizde yankı bulur. Her ne kadar cihad denince birilerinin akıllarına hep kılıç gelse de oysa biz biliyoruz ki kılıcın yanı sıra nefsi ıslah etmek ve ilim yolunda cehd etmek gibi pek çok ulvi gayeler uğruna verilen mücadelelerde cihaddır. Nitekim Allah Resulünün onca gazaların ardından ashabına nefisle olan mücadelenin en büyük cihad olarak açıklık getirmesi bunun bariz delilidir zaten. Öyle ya kılıç bir yere kadardır, ama nefisle olan mücadele öyle değil, tam tamına bir ömür boyu sürecek bir mücadeledir çünkü. Dolayısıyla nefisle böylesi uzun soluklu mücadele için illa ki kalem donanımına ve hal ilmine (ilmihal) vakıf olmakta gerekir. Ki, halden ancak hal insanı olan anlar, egosunun peşinden koşanlar hem nasıl anlasın ki.
Gerçekten de hal ilminden bihaber olanlar ahlaken problemli oldukları gibi insancıl ve barışçılda değillerdir. İşin daha da vahim yönü başkalarının acılarından ve kanayan yaralarından medet umup besleniyor olmalarıdır. Onların hal ilminden anladıkları olsa olsa ellerine tutuşturulmuş ideolojik reçeteler ya da içi boş sloganlardır. Halden anlamak yürek ister, erdemlilik ister, sadakat ister, başkasının derdiyle dertlenmek ister. Tüm bunları ne mümkün içi boş müsvedde reçetelerde ve sloganlarda bulabilesin. İşte bu nedenledir ki ideoloji uğruna verilen kavgalar bir türlü barışçıl neticelenmiyor, öyle ki şöyle geriye dönüp baktığımızda tüm ideolojik akımların hemen hepsinin yemişi kan olduğu içindir insanlığa bir türlü huzurlu bir hayat yaşatamıyorlar, tam aksine ortalığı kan gölüne çevirip anarşizm yaşatmaktalar. Hele gençlerin ellerine kalem yerine ideolojik reçeteler ve silah tutuşturmaya görsünler devrim kanla yazılır sloganları eşliğinde masum insanların kanına girmeyi en büyük vazife addedeceklerdir. Oysa bu körpecik gençlerin silah yerine kalem tutuşturulmuş olsaydı hiçbir şüphe yoktur ki her bir gencimiz devletine ve milletine sadık Asım’ın nesli alperen gençlik olacaktı.
Evet, önce medeniyet kodlarımızı harekete geçirecek Asım’ın nesli insan yetiştirmek gerektir. Zira Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü böyle olmayı gerektirir. Birde bu gerekliliğin üstüne Devlet-i Ebed-Müddet ülkümüzü iri ve diri tuttuğumuzu düşünün hiç kuşkusuz tüm dünya sathında Nizam-ı âlem güç oluruz da. Güç derken kastımız kaba kuvvet değil elbet, bundan maksat hem madden hem manen güçlü olabilmektir. Avrupa tarihine şöyle bir baktığımızda hak hukuk dedikleri aslında kaba kuvvettir, kuvvet dedikleri ise aslında zulüm ve vahşetin ta kendisidir. Tabii bu gerçeği görmemek için kör olmak gerekir. Yaşanan hadiselere objektif pencereden baktığımızda hiçte dedikleri gibi karşımızda uygar bir dünya göremiyoruz. İnsanlık hak getire, onlar kim hak hukuk kim. Hem tarihte o hak hukuka dayalı insanlığa soluk aldıracak bir medeniyet ortaya koyamamışlar ki şimdi de ortaya koyabilsinler.
Peki ya biz? Bikere bizim köklerimiz sağlam temeller üzerine oturmuş, elbette ki dünden bugüne tüm insanlık medeniyet nedir bizim Türk İslam medeniyetinde gördü. Ki, bizim batı dünyasından farkımızda zaten gücümüzü kaba kuvvetten almak değil, bilakis ilim irfan yolunda döktüğümüz mürekkeb kalemden güç almamızdır. Delil mi? İşte tarihte üç kıtada inşa ettiğimiz ilim irfan müesseselerimiz, camilerimiz, külliyelerimiz, medreselerimiz, dergâhlarımız, kervansaraylarımız, hanlarımız, çeşmelerimiz, şifahanelerimiz vs. en bariz görünen delillerimizdir. Öyle ki, bugün olmuş halen o medeniyet kodlarımızdan gönül dünyamıza damla damla akan mürekkeb kalem sayesinde ayakta durabiliyoruz. Maazallah ilim irfan mürekkeb damlaların kesildiğini bir düşünün hepten kalemsiz bir hayata mahkûm kalmamız an meselesi diyebiliriz. Gönül isterdi ki yeniden medeniyet kodlarımızla buluşabilsek de gönül pınarlarımız damla damla değil coşkun çağlar gibi akaraktan gönlümüzü sulasın. Hiç kuşkusuz her bir sevda yüklü kalemlerden akan mürekkeplerin damla halde akması bizim kabahatimizdir. Tarihimizle barışık, ecdadımızla barışık, ulemamızla barışık, kültürümüzle barışık olmazsak olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki. Baksanıza o sevda yüklü ruhumuzu neredeyse yitirecek hale gelmiş durumdayız. Ta ki tarihimizle barışık, ecdadımızla barışık, ulemamızla barışık, kültürümüzle barışık hale geliriz, işte o zaman sevda yüklü mürekkep kalemlerimiz tam takır doludizgin gönlümüze yeniden sağanak sağanak akıp aydınlık yarınlar bizim olacaktır, Yeter ki, ilim irfan diriliş muştusu kalemlerimize sahip çıkalım gerisi gelir elbet..
Şu bir gerçek kalemle yapılan kavgalar hem tarihe hem topluma mal olurken bir hiç uğruna verilen kuru gürültülü kavgalar ise tam aksine her daim saman alevi gibi parlayıp sönmeye mahkûm kalmakta. Nitekim bir hiç uğruna verilen mücadeleler sonucunda kazanılan pek çok zaferin daha üzerinden yüz sene geçmeden bir başka güç tarafından tarihin çöplüğüne atıldığı bilinen bir gerçekliktir. İlla ki belli amaç uğruna verilen mücadelelerde ruhta olmalı ki uzun soluklu güç olunabile. Öyle ya, ortada pusat var ama ruh yoktur, o zaman mücadele neye yarar ki? İşe yaramayacağı besbelli, mutlaka pusatın yanı sıra ilim irfanda olmalı ki kalemin gücü hem tarihe mal olsun hem de ebediyete. Adı üzerinde kalem, ilk yaratılışından itibaren etkisi hep yazmak için var olmuştur. Hele birde kalemi hem tefekkür dünyamızla hem de teknolojik bilgi donanımlarıyla taçlandırdığımızı düşünün hiç kuşkusuz ortaya çok büyük bir aksiyon çıkacağı muhakkak. Zira kalem ilmi irfanı temsil ederken bilgi teknolojileri gücü ise bugünkü anlamda savunma sanayimizi, sibernetik gücümüzü vs temsil edecektir. Elbette ki böylesi bir birliktelikten büyük bir aksiyon ve büyük diriliş hamlesi doğması gayet tabiidir. Öyle ya, madem ceddimiz bir elde kalem bir elde kılıçla üç kıtada cihangir devlet olmuşlarsa, gelinen noktada ceddimize layık bir elde kalem bir elde üstün savunma sanayi gücümüzle yeniden tüm dünyanın Nizam-ı âlem alperenleri olabiliriz. Hem neden olmasın ki, şayet İlay-ı kelimetullah için Nizam-ı âlem diye ulvi bir davayı ülkü edinmişsek böyle bir hamle içerisinde bulunmaya mecburuz. Nitekim insansız hava araçlarımızın sınır ötesi operasyonlarda zalime gözdağı mazluma umut vermesi bize bu ümidi veriyor da. Malumunuz ‘Alplik’ bugünkü manada bilgi teknolojilerinin hakkını verecek nitelikte yiğitlik kahramanlık manasına gelen bir kavram, ‘Erenlik’ ise ilim irfan ve hakikatle özdeşleşmiş İslam ahlak ve fazileti manasına bir kavramdır. Her ikisinin, yani iç ve dış donanımızın mecz olmasıyla birlikte büyük bir diriliş manasına gelen ‘Alperenlik’ ve ‘Gazi dervişlik’ kavramlarını kendimize kimlik edinmeyi beraberinde getirecektir. Kaldı ki diriliş kodlarımız alperen ve gazi derviş olmayı da gerektir. Diriliş mayamızın tam aksi istikamette hareket edersek maazallah Akif’in dile getirdiği içi boş tek dişi kalmış sözde medeniyet havarisi kesilen canavarların durumuna düşeriz.
SELİM GÜRBÜZER
Hayatın kanunu sanki kavga üzerine kuruludur. Öyle ki bir yerde hak dava uğruna verilen bir kavga varsa biliniz ki bunun tam zıt kutbunda batıl davası kavgası var demektir. Nitekim Kabil’in Habil’i katletmesiyle başlayan bu ikili kavgada Habil hak ve hakikat davanın kutup başı olurken Kabil ise batıl davanın kutup başı olur. Böylece dünyanın gidişatı bu iki eksen kutup üzere konuklarını karşılar da. Şayet konuklar hak dava üzere ömrünü tamamlarsa ne ala, aksi halde batıl dava üzere ömrünü heba etmiş olurlar. O halde hak ve hakikat yolunda şunu iyi bilmemiz gerekir ki, nizamla oynanmaya pek gelinmez, oynandığında hemen her alanda denge ayarımızın altüst olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla buna meydan vermemek için bir yandan Yüce Allah tarafından ilk yaratılmış olan kalem sütunları üzerine hayat nizamımızı bina ederken diğer yandan da bu sütunlar üzerinde kuvvetimizi toplamak gerekir ki İlay-ı kelimetullah için Nizam-ı âlem davası uğruna verilen mücadelede denge ayarımız bozulmasın.
Bakınız Jean Calvin kendi din anlayışında “Tek meşru olan din uğruna yapılan savaştır” diyor. Ve sözlerini şöyle bağlar: ‘Karşılık beklemeyeceksin, yaptıklarına üzülmeyecek sevinmeyeceksin, vazife en büyük ibadettir.’ Aslında bu sözler bize hiçte yabancı gelmiyor, tam da bu noktada bizim zaviyemizden baktığımızda İslam’ın cihad emrini hatırlatan sözler olarak bizde yankı bulur. Her ne kadar cihad denince birilerinin akıllarına hep kılıç gelse de oysa biz biliyoruz ki kılıcın yanı sıra nefsi ıslah etmek ve ilim yolunda cehd etmek gibi pek çok ulvi gayeler uğruna verilen mücadelelerde cihaddır. Nitekim Allah Resulünün onca gazaların ardından ashabına nefisle olan mücadelenin en büyük cihad olarak açıklık getirmesi bunun bariz delilidir zaten. Öyle ya kılıç bir yere kadardır, ama nefisle olan mücadele öyle değil, tam tamına bir ömür boyu sürecek bir mücadeledir çünkü. Dolayısıyla nefisle böylesi uzun soluklu mücadele için illa ki kalem donanımına ve hal ilmine (ilmihal) vakıf olmakta gerekir. Ki, halden ancak hal insanı olan anlar, egosunun peşinden koşanlar hem nasıl anlasın ki.
Gerçekten de hal ilminden bihaber olanlar ahlaken problemli oldukları gibi insancıl ve barışçılda değillerdir. İşin daha da vahim yönü başkalarının acılarından ve kanayan yaralarından medet umup besleniyor olmalarıdır. Onların hal ilminden anladıkları olsa olsa ellerine tutuşturulmuş ideolojik reçeteler ya da içi boş sloganlardır. Halden anlamak yürek ister, erdemlilik ister, sadakat ister, başkasının derdiyle dertlenmek ister. Tüm bunları ne mümkün içi boş müsvedde reçetelerde ve sloganlarda bulabilesin. İşte bu nedenledir ki ideoloji uğruna verilen kavgalar bir türlü barışçıl neticelenmiyor, öyle ki şöyle geriye dönüp baktığımızda tüm ideolojik akımların hemen hepsinin yemişi kan olduğu içindir insanlığa bir türlü huzurlu bir hayat yaşatamıyorlar, tam aksine ortalığı kan gölüne çevirip anarşizm yaşatmaktalar. Hele gençlerin ellerine kalem yerine ideolojik reçeteler ve silah tutuşturmaya görsünler devrim kanla yazılır sloganları eşliğinde masum insanların kanına girmeyi en büyük vazife addedeceklerdir. Oysa bu körpecik gençlerin silah yerine kalem tutuşturulmuş olsaydı hiçbir şüphe yoktur ki her bir gencimiz devletine ve milletine sadık Asım’ın nesli alperen gençlik olacaktı.
Evet, önce medeniyet kodlarımızı harekete geçirecek Asım’ın nesli insan yetiştirmek gerektir. Zira Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü böyle olmayı gerektirir. Birde bu gerekliliğin üstüne Devlet-i Ebed-Müddet ülkümüzü iri ve diri tuttuğumuzu düşünün hiç kuşkusuz tüm dünya sathında Nizam-ı âlem güç oluruz da. Güç derken kastımız kaba kuvvet değil elbet, bundan maksat hem madden hem manen güçlü olabilmektir. Avrupa tarihine şöyle bir baktığımızda hak hukuk dedikleri aslında kaba kuvvettir, kuvvet dedikleri ise aslında zulüm ve vahşetin ta kendisidir. Tabii bu gerçeği görmemek için kör olmak gerekir. Yaşanan hadiselere objektif pencereden baktığımızda hiçte dedikleri gibi karşımızda uygar bir dünya göremiyoruz. İnsanlık hak getire, onlar kim hak hukuk kim. Hem tarihte o hak hukuka dayalı insanlığa soluk aldıracak bir medeniyet ortaya koyamamışlar ki şimdi de ortaya koyabilsinler.
Peki ya biz? Bikere bizim köklerimiz sağlam temeller üzerine oturmuş, elbette ki dünden bugüne tüm insanlık medeniyet nedir bizim Türk İslam medeniyetinde gördü. Ki, bizim batı dünyasından farkımızda zaten gücümüzü kaba kuvvetten almak değil, bilakis ilim irfan yolunda döktüğümüz mürekkeb kalemden güç almamızdır. Delil mi? İşte tarihte üç kıtada inşa ettiğimiz ilim irfan müesseselerimiz, camilerimiz, külliyelerimiz, medreselerimiz, dergâhlarımız, kervansaraylarımız, hanlarımız, çeşmelerimiz, şifahanelerimiz vs. en bariz görünen delillerimizdir. Öyle ki, bugün olmuş halen o medeniyet kodlarımızdan gönül dünyamıza damla damla akan mürekkeb kalem sayesinde ayakta durabiliyoruz. Maazallah ilim irfan mürekkeb damlaların kesildiğini bir düşünün hepten kalemsiz bir hayata mahkûm kalmamız an meselesi diyebiliriz. Gönül isterdi ki yeniden medeniyet kodlarımızla buluşabilsek de gönül pınarlarımız damla damla değil coşkun çağlar gibi akaraktan gönlümüzü sulasın. Hiç kuşkusuz her bir sevda yüklü kalemlerden akan mürekkeplerin damla halde akması bizim kabahatimizdir. Tarihimizle barışık, ecdadımızla barışık, ulemamızla barışık, kültürümüzle barışık olmazsak olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki. Baksanıza o sevda yüklü ruhumuzu neredeyse yitirecek hale gelmiş durumdayız. Ta ki tarihimizle barışık, ecdadımızla barışık, ulemamızla barışık, kültürümüzle barışık hale geliriz, işte o zaman sevda yüklü mürekkep kalemlerimiz tam takır doludizgin gönlümüze yeniden sağanak sağanak akıp aydınlık yarınlar bizim olacaktır, Yeter ki, ilim irfan diriliş muştusu kalemlerimize sahip çıkalım gerisi gelir elbet..
Şu bir gerçek kalemle yapılan kavgalar hem tarihe hem topluma mal olurken bir hiç uğruna verilen kuru gürültülü kavgalar ise tam aksine her daim saman alevi gibi parlayıp sönmeye mahkûm kalmakta. Nitekim bir hiç uğruna verilen mücadeleler sonucunda kazanılan pek çok zaferin daha üzerinden yüz sene geçmeden bir başka güç tarafından tarihin çöplüğüne atıldığı bilinen bir gerçekliktir. İlla ki belli amaç uğruna verilen mücadelelerde ruhta olmalı ki uzun soluklu güç olunabile. Öyle ya, ortada pusat var ama ruh yoktur, o zaman mücadele neye yarar ki? İşe yaramayacağı besbelli, mutlaka pusatın yanı sıra ilim irfanda olmalı ki kalemin gücü hem tarihe mal olsun hem de ebediyete. Adı üzerinde kalem, ilk yaratılışından itibaren etkisi hep yazmak için var olmuştur. Hele birde kalemi hem tefekkür dünyamızla hem de teknolojik bilgi donanımlarıyla taçlandırdığımızı düşünün hiç kuşkusuz ortaya çok büyük bir aksiyon çıkacağı muhakkak. Zira kalem ilmi irfanı temsil ederken bilgi teknolojileri gücü ise bugünkü anlamda savunma sanayimizi, sibernetik gücümüzü vs temsil edecektir. Elbette ki böylesi bir birliktelikten büyük bir aksiyon ve büyük diriliş hamlesi doğması gayet tabiidir. Öyle ya, madem ceddimiz bir elde kalem bir elde kılıçla üç kıtada cihangir devlet olmuşlarsa, gelinen noktada ceddimize layık bir elde kalem bir elde üstün savunma sanayi gücümüzle yeniden tüm dünyanın Nizam-ı âlem alperenleri olabiliriz. Hem neden olmasın ki, şayet İlay-ı kelimetullah için Nizam-ı âlem diye ulvi bir davayı ülkü edinmişsek böyle bir hamle içerisinde bulunmaya mecburuz. Nitekim insansız hava araçlarımızın sınır ötesi operasyonlarda zalime gözdağı mazluma umut vermesi bize bu ümidi veriyor da. Malumunuz ‘Alplik’ bugünkü manada bilgi teknolojilerinin hakkını verecek nitelikte yiğitlik kahramanlık manasına gelen bir kavram, ‘Erenlik’ ise ilim irfan ve hakikatle özdeşleşmiş İslam ahlak ve fazileti manasına bir kavramdır. Her ikisinin, yani iç ve dış donanımızın mecz olmasıyla birlikte büyük bir diriliş manasına gelen ‘Alperenlik’ ve ‘Gazi dervişlik’ kavramlarını kendimize kimlik edinmeyi beraberinde getirecektir. Kaldı ki diriliş kodlarımız alperen ve gazi derviş olmayı da gerektir. Diriliş mayamızın tam aksi istikamette hareket edersek maazallah Akif’in dile getirdiği içi boş tek dişi kalmış sözde medeniyet havarisi kesilen canavarların durumuna düşeriz.