***...Kırık Mızrap'ta Tevhid, Münacat ve Na't Ufku...***

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Kırık Mızrap*, Tevhîd, Münâcât ve Na’t ikliminde vücut bulmuş bir ruh ve gönül hazinesidir. Eser, bu bakımdan ayrıca incelenmeye değer. Biz, bu yazımızda esere bu yönüyle genel bir bakış sunmak istedik. Amacımız bu hazineyi bütün zenginliğiyle açmak değil; buna gücümüz de yetmez, zâten.

Bu hazine, tarihî kader birliği ettiği milletinin ve o tarihî kadere davet ettiği insanlığın ortak değerlerinden gelmektedir.

Kırık Mızrap’ın "Tevhîd"i işleyen şiirleri "Şevk Yolu" (s.55), "O’nun Yolunda" (s.63), "Hiç" (s.135), "Füsûnlu Işık" (s.294), "içimizdeki Ezan Sesi" (s.301) başlıklarını taşıyan şiirleridir.

Kırık Mızrap’ın "Münâcât" başlıklı bir şiiri var. Bunun yanında "Benim Rabbim (s.147). "Ruhumun Emeli" (s.159-1609, "Öteler iştiyâkı" (s.163), "Gözlerimdeki Kan" (s.165), "Her Şey Senden" (s.236), "Her Yerde Seni Ararım" (s.263), "Ben Geldim" (s.291), "Aç Kapını" (s.294), "Her Yerde Cemâlin" (s.304), "Son Ufuk" (s.313), "Bir Işık Sun" (s.323), "Neylesin" (s.330), "Gönlümüzü Âbâd Et" (s.332), ve "Hasbihâl" (s.371) adını taşıyan şiirleri de birer münâcâttır.

Kırık Mızrap’taki Na’tlara gelince; onlar da "Gönüller Tahtın" (s.85), "Beni Yalnız Bırakma" (s.88), "Gönlümün Gülü" (s.90), "Ay Yüzlü" (s.92), "Sen" (s. 94), "Yaslı Dudaklarda Tebessüm" (s.96), "Ey Nebi-1" (s.100), "Ravza" (s.101), "Ey Nebi-2" (s.102), "Fenâ ve Bekâ" (s.151), "inleyen Bir Nayım" (s.190), "Işık insan" (s.252), "Efendim" (s.282), "Sultânım" (s.284), "Başkasını" (s.286), "Medine’nin Gülü" (s.335), "Gönül Sultânım" (337), "Doğ Gönlümün içine" (s.338) ve "insanlığın Efendisi" (s.371) başlıklarını taşıyan şiirlerdir. Bunlar da "insanlığın iftihar Tablosu" o "Sonsuz Nur"u öven, O’na olan aşkı ve iştiyâkı dile getiren sevdâ dolu şiirlerdir.

Kırık Mızrap’ın diğer şiirleri, aslında bu tevhîd, münâcât ve na’tların hâlesini oluşturan ötelerin ışığı vurmuş birer hasret, hicran ve sitem dolu aşk ve dua demetleridir. Hatta Kırık Mızrap’ta öyle şiirler var ki, ilk bölümü psikolojik ve sosyolojik bir metafizik tahlil iken ikinci bölümü na’t olarak devam eder. "Fenâ ve Bekâ" şiirinde olduğu gibi. "Ruhumun Emeli" şiirinde de bu yapıda bir münâcât görürüz.

Ömrü Kur’ân ikliminde hep Kur’ân soluyarak geçmiş bir gönlün beyân ufkunda başka söz duymak ne mümkün. Kırık Mızrap’ın iki şiiri "Ezelî Nur"(s.83) ve "Hiç Eskimeyen"(s.425) başlıklı şiirleri, Sonsuz Beyân’ın sevdasıyla söylenmiş iki şiir. "Nurdan çehrendeki bu nikap da ne? / Güneşlere taç giydiren ışıkken" diye başlayan bu müthiş şiir başlı başına bir tahlil ve tefsir konusudur. Hiç Eskimeyen şiiri de o ezelî beyânın sırrına ermiş bir sevdâlının sesiyle okuyucuya nice sır kapılarını aralar. "Cebrâil’in ağız suyu var mürekkebinde" dediği o kutsî beyân, ona gönül ve ömür verenlerin insanlık zaferlerine, sonsuzluk fetihlerine işaretlerle doludur.

Ruh ağacı Kur’ân yapraklarıyla donatılmış, havası, suyu, ışığı ve toprağı Kur’ân ikliminden olan bir gönlün vereceği beyân meyvelerinin rengi, kokusu, tadı nasıl olur ki? Kırık Mızrap’a bu gözle bakılırsa anlam dünyasına girilir. Aksi halde Molla Kasım gibi bakılmış olur. Bir zamanlar bu satırların yazarının bakmış olduğu gibi.

Kırık Mızrap’ta "Gönüller Tahtın" başlıklı na’tta, otağı cihan, tahtı da gönüller olan alemlere rahmet O güzeller güzeli ufuk insanın sevdâsı, özlemi anlatılmaktadır.

Beni Yalnız Bırakma şiirinde cesetlerde can olan yine o sevgili, yine o güzeller güzelidir dile getirilen. Doğ ruhuma beni hasretle yakma / Dost aşkına kulun yalnız bırakma diye O’na yalvarılır.

Gönlümün Gülü’nde aynı duygular bir başka renk ve bir başka tonda karşımıza çıkar. "Seni seven her ruh uludur ya Resulallah" diye başlayan şiir, "Dîdârın bu garip kıtmîrin tatlı rüyâsı / O hülya gönlümün gülüdür Ya Resulallah!" diye biter.

"Ay Yüzlü", şekil olarak da farklı bir şiir. "Ay yüzlüm apaçık sözlüm ruhum sana kurban / Gönlüm sana hayran" diye başlar ve "Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok / Derdim herkesten çok" diye son bulur.

"Sen" şiiri Yûnus tarzı bir na’t. "Bakıp Seni gören aşık / Başka cemâli neylesin / Dostluğuna eren sâdık / Başka vîsâli neylesin" diyen bir dörtlükle başlar ve "Fakirler seninle gani / Azizlerin tek güveni / Şevk ile ananlar seni / Derd ü melâli neylesin" mısralarıyla tamamlanır.

"Yaslı Dudaklarda Tebessüm" na’tında, "gönüllerin O’nunla her an ayrı bir bahar" yaşadığı inancıyla şiire giren şair, "Güneşlere taç giydiren o kutlu elin, Hak katında araladığı sır kapılarından gördüklerini dile getirir ve gelecek insanlık baharlarının müjdelerini verir.

"Ey Nebi-1" şiirinde şair, yangın yeri bir yüreğin titreyişleriyle, "Bende sevgine istidat yok mu?" diye sorar. "Ravza"da "Gördüğüm günden beri, senin yollarını gözlerim" seslenişiyle hasretini bildirir. "Ey Nebi-2" şiiri de yine aynı yol gözleme, aynı hasret yanışıyla dolu bir ruh çırpınışının ifâdesidir.

Gazelhânların dilinden düşmeyen bir şiir de "inleyen Bir Nâyım" adındaki şiirdir.

"Işık insan" şiiri, altılı hece vezniyle düz kafiye şeklinde örgülenen bir na’ttır.

Yine Yûnusca bir deyişle dile getirilen "Efendim" başlıklı şiir, gazel tarzında kaleme alınmış. "Başkasını" adını taşıyan şiir de aynı tarzda söylenmiş bir başka na’ttır.

Kırık Mızrap’ın "Medine’nin Gülü" bölümündeki ilk şiir, aynı adı taşır. "Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi" diye başlayan bu na’t, O Sonsuz Nur’a kavuşma, Onunla olma arzu, iştiyâk ve niyâzlarıyla biter.

"Gönül Sultânım ve her zaman dilimde virdim / Başımın zümrütten tacı Sultânım Efendim / Ayrılmaz bendenim sâyende kulluğa erdim / Bir mücrim olsam da Sana hayrânım Efendim" diye başlayan "Gönül Sultânım" şiiri, "Gözde nurum tende cânım cânânım Efendim" diye biter. Hemen bu na’tın peşinden gelen "Doğ Gönlümün içine" şiiri, vuslâta teşne bir âşıkın ocaklar gibi yanan sinesinin yakıcı bir bestesidir.

Kırık Mızrap şiirlerinin içinde na’tların sırada en sonuncusu "iNSANLIĞIN EFENDiSi" şiiridir.

"Yine hicrânla seni andı gönül / Tende cânım ruh-ı revânım cânân / Andıkça hasretlere yandı gönül / Ne olur kıl artık vuslata şâyân!" diye başlayan ilk dörtlükten sonra gelen beş dörtlük de âşıkın iç aleminin ne halde olduğuna dâir ipuçları verir. Aşıkın bu ruh hali, biraz da insanlığın ruh haliyle ilgilidir. Şiirin başlığı zaten "insanlığın Efendisi"dir. Şair, sevgilisine insanlık adına sesleniyor. Kendi şahsında insanlığın hâlini ortaya koyuyor.

İkinci dörtlükte ortaya konan tablo, şairin gönlüne yansıyan insanlık tablosudur. Bir şairimizin, "Bendedir bütün dertleriyle kalabalık" dediği gibi, bu na’tta da şair, "Bendedir bütün dertleriyle insanlık" demektedir, sanki. "Seven ve ağlayan bir bîçâre; kararsız, derbeder ve hep âvâre; yıkılıp dökülmüş bir vîrâne; hâzîn hâliyle tam bir hazân mevsimi" olan insanlık, şairin tek derdidir. Gülen güllere karşılık bülbül hep ağlamaktadır. Gönlü bir dert küpüdür. Ruhta âh u zâr ve dilde figânla bu hâle tahammül mümkün değildir.

Bütün bu ebruli insanlık tablosu, Sevgili Sonsuzluk Nuru’nun ümmetinin tablosudur. O, bu ümmetin, insanlığın efendisidir. Şair, ümmeti için ağlayan O Yüce Ruhun vârîsidir. "Gel vur mızrabını kalbimi söylet! / Vur ruhuma nağmelerini dinlet! / Bu gönlüme geleceğini vâdet! / Vâdet ki kalmadı dizimde dermân!.." derken, bu eda ile yalvarır. O Yüce Ruh, insanlığın ruhudur, insanlığın derdinin yegâne dermanıdır. Çünkü O, Göklerden yüce fermânla, insanlığa ruh ve şifâ yüce Kur’ân’la gelmiş, insanlık O’nunla tarihin en şerefli sahnelerini yaşamıştır. O terk edildiği, kıymeti hakkıyla anlaşılıp bilinmediği için insanlık bugünkü perişan ölü halini yaşamaktadır.

"Gel vur mızrabını kalbimi söylet!/Vur ruhuma nağmelerini dinlet!" mısraları, insanlığın kanunu olan, insan-ı kâmil gönlünün, hangi mızrapla ses verdiğini ihsas ettirmesi bakımından dikkat çekici. "Bu gönlüme geleceğini vâdet!" yalvarışı ve duası da âşıkın insanlık adına üstlendiği misyonu gösterir.

O’nun gelmesi, "insanlığın Efendisi"nin mânâsı, misyonuyla görünmesi, insanlığın yeniden cân bulması, yeniden dirilmesi olacaktır. "Kırık Mızrap" aslında O’nun mızrabıdır. insanlığın gönül tellerine dokunan, oradan sonsuzluk besteleri devşirip bir insanlık senfonisi çıkarmak isteyen bu "Kırık Mızrap", hep bir ızdırapla inler durur. O, mızrabını hep kendi sinesinde gezdirdi. Sonra kendine benzer sineler aradı. Mevlânâ gibi hep, hemdert olacak âşinâ sineler bulup kucaklamak istedi. O’nun adına herkese kucak açtı, kucakladı.

http://www.kirikmizrap.net
 
Üst