Kissa Dan Hisse

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Taşın Hikayesi

Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti.

Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?

”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”

Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu : “Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır.
Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı.

Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı :

Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme.
Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.

Fısıltıyı dinle… veya taşı bekle.
Seçim senin.
 

ziruh

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2007
Mesajlar
5,245
Tepkime puanı
1,279
Puanları
0
Fakir

Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
? Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
? Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp:
? Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
? Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
? Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Çocuk Evliya...


Adamın birine hanımı balık almasını söylüyor. O da pazara gidip balık alıyor. O sırada bir çocuk yaklaşıp:
- Amca ver onu ben götüreyim, diyor.
Veriyor. Beraberce adamın evine doğru yola çıkıyorlar. Yolda ikindi ezanı okunuyor. Çocuk, beraberce namazlarını mescidde kılmalarını teklif ediyor. Adamla beraber ikindi namazlarını kılıyorlar. Beraberce eve geliyorlar. Adam karısına:
- Bu çocuk, balıkları taşımak istedi, ben de "Peki" dedim. Beraberce geldik, diye durumu anlatıyor. Karısı:
- Belki çocukcağızın canı istemiştir. Pişireyim de beraberce yeyin, diyor.
Çocuk, balığı eve bıraktıktan sonra gitmek istediyse de, balığın pişmesini beklemesini ve biraz yemesini söylüyorlar. Çocuk oruçlu olduğunu söylüyor. Bunun üzerine:
- O halde bekle de iftarı bizde yapalım, diyorlar. Bekliyor, beraberce iftar yapıyorlar. Beraberce yatsı namazını kılmak için yine mescide gidiyorlar. Döndükten sonra, "Bu gece bizde kal" diye teklif edince, çocuk bunu da kabul ediyor. Bir odada onu yatırıyorlar. Diğer odada da kendileri yatıyorlar. Diğer bir odalarında da felçli olan kızları yatmaktadır. Gece yarısı yattıkları odanın kapısı vuruluyor. Adam "Kim o?" diyence, kızı "Baba benim" diye cevap veriyor. Bunun üzerine şaşıran baba:
- Kızım sen nasıl geldin? diye soruyor. Çünkü felçli kızın oraya kadar gelmesi mümkün değildir. Kız dışardan:
- Baba kapıyı aç da anlatayım, diyor. Ve şunları anlatıyor:
- Ben geceleyin, "Yâ Rabbi bu misafirimiz hürmetine bana şifa ver" diye dua ettim. Allah benim hastalığımı alıverdi ve ayağa kalktım. Yürür oldum. Bunun üzerine misafirimize teşekkür etmek için yanına varayım dedim. Fakat baktım ki, gitmiş.
Kızın babası bu acâib hadiseyi büyük evliyalardan Mâruf Kerhî Hazretleri'ne anlattıktan sonra:
- Böyle küçük çocuklardan da evliya olur mu? diye soruyor. O mübarek Allah dostu:
- Evet, evliyanın büyüğü de küçüğü de olur, cevabını veriyor.

815 yılında Bağdat'ta vefat eden Mâğruf Kerhî Hazretlerinin kabri Dicle kenarındadır. Zamanımızda da hâlâ bir ziyaret mahallidir. Allah şefaatlerinden bizleri mahrum etmesin. (Kaddesallâhü sirrahül aziz)
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com

pencereb.jpg

Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.
Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?'


Kocası: 'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis.

Hayat boyle degil midir ?

Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamaya davranmadan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ...


Asrın mütefekkirinin de söylediği gibi

Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır
 
Katılım
27 Mar 2010
Mesajlar
512
Tepkime puanı
120
Puanları
0
Birgün mecnun...
Birgün Mecnun çöLde Leyla'yı düşünerek gezerken namaz kıLan bır faninin
önünden geçer.Namazı bitirdikten sonra fani: Ey Mecnun beni görmüyor
musun da namaz kıLarken önümden geçiyorsun? Mecnun: Ey fani ben Leyla'yı
düşünürken Seni görmedim, Sen MevLa'yı düşünürken beni nasıL gördün...!
 

laedri

Profesör
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
1,487
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
lamekan
DEĞERİNİ BİLMEK



Vaktiyle ergin bir şeyh, yıllarca yanında yetiştirdiği müridini imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip:

“Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”

Mürit elinde pırlanta bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra:

“Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Mürit teşekkür edip çıkar.

Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gidir: "Buna ne verirsiniz?” diye sorar

Semerci şöyle bir bakar,

“Bu" der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

Mürit en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.

“Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”

Mürit sorar:

"Siz ne veriyorsunuz?”

“Ne istiyorsan veririm.”

Mürit,

“Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

"Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Mürit emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Şeyhinin yanına dönen mürit büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.

Şeyh sorar:

“Bundan ne anladın?”

Mürit cevap verir:

“Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.”
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Gazneli Mahmud'un Muhammed isminde bir hizmetçisi vardır.Sultan onu çok sevmekte ve bir ihtiyacı olduğu zaman devamlı ismiyle hitap ederek çağırmaktadır.Fakat birgün onu çağırırken ismini söylemeden babasının ismiyle çağırır.Hizmetçi bundan endişeye kapılarak sorar;

- Sultanım niçin beni ismimle çağırmadınız da babamın ismiyle seslendiniz ?. Siz Muhammed ismini çok sever, hep o isimle hitap ederdiniz.

Bunun üzerine Gazneli Mahmud bizler içinde bir takva ölçüsü olabilecek şu müthiş ifadeleri sarfeder:

- Evladım hergün sana Muhammed isminle hitap ediyordum.Zira abdestli bulunuyordum. Şu anda ise abdestim yok, Muhammed ismini abdestsiz söylemekten haya ediyorum.Onun için babanın ismiyle çağırdım.

Yüce Peygamberimiz kainatın iftihar tablosu Hz. MUHAMMED MUSTAFA . sevgisinin bu ölçüler içinde kalplerimizde yer etmesi niyazı ile...
 
Katılım
27 Mar 2010
Mesajlar
512
Tepkime puanı
120
Puanları
0


vav.gif
Hattat Yakup efendi, hat yazısıyla meşk etmekteydi. Bir arkadaşı O´na: "Boş işlerle uğraşma Yakup efendi! İhtiyaçlarını giderebileceğin, çok para kazanabileceğin başka bir işle meşgul ol" der.
Aradan uzun zaman geçer... ve Yakup efendi yazılarıyla ün yapmıştır. Dolayısıyla maddi durumu çok iyi duruma gelmiştir.
Bir gün yine o arkadaşıyla karşılaşır Yakup efendi. Ve der ki: "Canım arkadaşım, bu sanat öyle bir sanattır ki; onunla ugraşanlar geçim sıkıntısı çekmezler....
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Adamın birisi Musa aleyhisselam'a gelerek:
- Ya Musa, ne olur dua et de hayvanların dilinden anlayayım. Bundan kendime dersler çıkarır, iyi insan olurum, dedi. Musa aleyhisselam:
- Git işine bak, bu halin senin için daha hayırlıdır, kaldıramayacağın bir
yükün altına girmeye çalışma, diye cevap verdi. Fakat adam dinlemedi ve
ısrar etti.

- Ya Musa, ne olur hiç değilse kapımdaki köpekle horozun dilinden anlayayım diyordu. Sonunda Musa aleyhisselam dua etti ve adam sevinerek evine gitti. Ertesi sabah, hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz
koşup hemen kaptı. Köpek:

- Be horoz, yaptığın doğru mu? Sen buğday da, arpa da yiyebilirsin. Bense ekmekten başka bir şey yiyemiyorum. Ne için benim rızkımı kapıyorsun"diyerek horoza kızdı. Horoz:
- Haklısın ama tasalanma, yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece bir güzel karnını doyurursun, dedi. Adam bunu duyunca hemen eşeğini sattı. Ertesi gün, ne konuşacaklar diye köpekle horozu dinlemeye koyuldu. Köpek horoza sitem ediyor:
- Hani eşek ölecekti, ben de karnımı doyuracaktım. Horoz:

- Eşek öldü ama başka yerde öldü. Fakat hiç merak etme yarın at ölecek, o zaman daha büyük bir ziyafete konacaksın, dedi. Adam hemen atını da sattı. Hayvanların dilini anlayabilmenin onun için çok karlı olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün köpekle horozu dinlemeye gitti. Köpek horoza sitem ediyor, yalan söylemeye başladığından şüpheleniyordu. Horoz:

- Ben yalan söylemedim. At ölecekti, sahibimiz sattı. Fakat sen merak etme yarın sahibimizin en çok değer verdiği kölesi ölecek, o zaman onun hayrına yemekler verilecek, hepimiz doyacağız dedi. Bunu duyan adam kölesini de sattı. Ertesi gün yine aynı konuşmalara kulak kabartmak için gitti. Bu sefer köpek çok kızgındı. Günlerdir yalanlarla avutulduğunu söylüyordu. Horoz:

- Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye itiraz etti. Köle de öldü, ama başka yerde... Çünkü sahibimiz onu da sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Zira ilkin kaza eşeğe gelecekti, böylece sahibimiz kaza ve beladan kurtulacaktı. Onu sattı, ata geldi. Atı sattı, köleye geldi. Köleyi de sattı, şimdi bela kendisine gelecek. Sıra onda, yarın sahibimiz ölecek, böylece doyacağız dedi. Bunu duyan adam akılsız başını dövmeye başladı ama iş işten geçmişti. İnsanlar başlarına gelen istemedikleri bir şeyi hayra yormalı, onun daha büyük bir belayı def ettiğini, belalara kalkan olduğunu düşünmelidirler. Evet, perdenin arkasında neler olduğu ve hadiselerin hikmeti her zaman bilinmeyebilir. İnsan sık sık sadaka vererek belaları def etmelidir. Her şeyin sadakası vardır. Servetin, ilmin, iyi niyetin, sıhhatin, kuvvetin, zamanın...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Mal Sevgisi Ne Kadar Olmalı?

Büyük fıkıh alimi, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin (8.yy.) ilmi faaliyetler yanında ticaretle de meşgul, zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı.
Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- İmam efendi geminiz battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri vardı)
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra:
- Elhamdülillah dedi.
Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
- Efendim, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.
İmam bu yeni habere de:
- Elhamdülillah,
diyerek cevap verdi. Haber getiren kişi hayrete düştü:
- Muhterem, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle?
İmam-ı Azam izah etti:
- Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah´a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bana bağışladığı için de Allah´a şükrettim.
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Otuz Yıllık Pişmanlık

İmam Kuşeyrî hazretleri, meşhur velî Serî Sekatî hazretlerinin ne kadar takva sahibi ve ince ruhlu olduğunu şöyle anlatır:

“Serî Sekatî bir gün dedi ki:

– Otuz seneden beri bir elhamdülillah sözü için istiğfar ediyorum.

Kendisine;

– Bu nasıl oldu, diye sorduklarında şöyle cevap verdi:

– Bir gün Bağdat’ta benim de dükkanımın bulunduğu çarşıda yangın çıkmıştı. Yangını gören bir adamla karşılaştım.

Bana;

– Senin dükkanın kurtuldu, ona bir şey olmadı, diye müjde verdi. Bunun üzerine ben de “elhamdülillah” deyiverdim. Fakat bir an sonra, müslümanların başına gelen bir musibette onların acısını paylaşmak yerine önce kendi nefsimi düşündüğümü fark ettim. İşte bunun için o esnada söylediğim söylediğim bu söze otuz senedir nedamet duyuyorum”.

İmâm Kuşeyrî, Risâle
 
Katılım
29 Ara 2010
Mesajlar
51
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediğini görünce, sormuş: “Sen kimsin?”
“Mutasarrıf”, demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?”, diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum”, diye cevaplamış adam...
“Daha sonra?..”, diye üstelemiş Hoca.
“Vezir”, demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: “Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: ‘hiçlik makamı’ında..."

 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Dostu, Düşmana Şikayet Etmekten Utandım!…

di-A0HY.jpg


Cüneyd-i Bağdadi ile Ebu Bekir Şiblî aynı günde hastalanırlar. Her ikisini de aynı hekim tedavi etmektedir. Fakat hekim inançsızdır. Hekim önce, Ebu Bekir Şiblî’ye gidip sorar:
-Rahatsızlığın nedir? O:
-Hiç! diye cevap verir.
Hekim daha sonra aynı soruyu Cüneyd’e de sorar, o ise, ayrıntısıyla bütün hastalığını anlatır…
Bir süre sonra iki büyük gönül, Cüneyd ve Şiblî karşılaşırlar. Şiblî Cüneyd’e sorar:
-Rahatsızlığını bir dinsizin önüne niye serdin?
-Bilsin istedim dost olana böyle yapılıyor. Ya düşmana ne yaparlar!
Sonra da hikmetini anlamadığı şeyi Cüneyd, Şibli’ye sorar:
-Peki, sen niçin rahatsızlığını söylemedin?
-Dostu, düşmana şikayet etmekten utandım!…

alıntı...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Seni Yarattım!

di-BPCH.jpg


Çelimsiz küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi birşey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.
Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti. Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklını takıldı yeniden. Duyguları birşeylere itiraz ediyordu
Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?
İçin için, O’na karşı:
“Böyle birşeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı

Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:

“Yaptım. Seni yarattım!”

alıntı...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Allahım! Konuş Benimle!

di-M5QT.jpg


Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:
“Allahım! Konuş benimle!”
Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu.
Ama adam çayırkuşuna hiç kulak vermedi ve yakarmaya devam etti:
“Allahım! Benimle konuş!”
Az sonra hava aniden kapandı, gökgürültüsüve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı.
Fakat adam bunlara hiç aldırış etmedi, yakarmaya devam etti:
“Allahım! Seni görmeme izin ver!”
O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı.
Fakat adam bu manzaraya aldırış bile etmedi. Her gün gördüğü birşey değilmiydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
“Bana bir mucize göster Allahım!”
Böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir bebeğin ağlayışları geliyordu kulağına
ama o bunu da farketmedi. Üzüntüsünden ağladı, ağladı…
” Cevap ver bana Allahım!
Burada olduğunu bilmemi sağla!”
Tam o an, bir kelebek gelip adamın koluna konmuştu.
Ama görmemekte, duymamakta ve bilmemekte ısrar eden adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu.
Sonra da:
“Allahım!” Neden, neden bana bir cevap vermiyorsun?”
diye ağlayıp, yakınmaya devam etti…

Ravindre K.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Nasılsınız?

1415.jpg


Bir gün misafirimiz Muhterem Hocamıza “Nasılsınız?” diye sorunca, onun cevabı şöyle olmuştur:

Ne diyeyim ki, bari ben de seleflerim gibi cevap vereyim:

Bir ayağı çukurda olmasına rağmen, öbür tarafa nasıl gideceğini, devrilerek mi yoksa meleklerin kanatlarında uçarak mı öteye geçeceğini, kabirde Münker-Nekir’in suallerine karşılık ne diyeceğini, mizanda sevap kefesinin mi yoksa seyyiatının mı ağır geleceğini, “Hadi yürü!” hitabını duyduğu zaman Cennet’e mi sevk edileceğini, Allah korusun Cehennem’e mi sürükleneceğini…bilmeyen bir insanın nasıl olması beklenirse, işte ben de öyleyim!


[İbretlik Hatıralar’dan]
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
‘Hiç’lik Makamı

1461.jpg


Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca,
“hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum”
diye cevaplamış adam…
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
‘hiçlik makamı’ında!”
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
adam kabara kabara konuşmasa,bi de hocayı sorduklarında önemsemiş olsalarmış bu nükte ortaya çıkmazmış mı yani :p
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
tokat ve şefkat, nasıl bir birliktelikteliktir anlamam zaten:) ama annemin solu çok iyidir solaktır ve ben sagına denk gelememişimdir çogunlukla :p
 
Üst