Kissa Dan Hisse

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Musa Aleyhisselâm bir gün halkı topladı ve onlara etkili bir hitabede bulundu. Kalpler yumuşadı, gözlerden yaşlar aktı. Bunun üzerine cemaatin içinden birisi: “İnsanların en âlimi kimdir?” diye sordu. O ise: “En âlim benim!”dedi. “Allah bilir” diyerek en iyi bilmeyi O’na nisbet etmediği için, Allah-u Teâlâ bu sözünü hoş görmedi.
Bunun üzerine kendisine:
“İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum, senden daha âlimdir.” diye vahyetti.(Buhari, Tecrid-i Sarih: 102)
Musa Aleyhisselâm:
“Yâ Rabbi! Ben o âlim zâtı nasıl bulabilirim?” diye sordu. Ona denildi ki:
“Bir zembilin içine bir balık koy, onu sırtına al. O balığı nerede kaybedersen o âlim kulum oradadır.”
Musa Aleyhisselâm bunun üzerine genç arkadaşı Yûşâ bin Nûn ile birlikte zembile tuzlu bir balık koyarak yola çıktı ve balığı kaybedince kendisine bildirmesini söyledi.
Yûşâ bin Nûn, Musa Aleyhisselâm’ın ashâbının büyüklerindendir ve ölünceye kadar ondan hiç ayrılmamıştır.
O iki denizin birleştiği yer, Allah-u Teâlâ’nın Musa Aleyhisselâm’ı Hazret-i Hızır’la buluşturmaya söz verdiği yerdir. Musa Aleyhisselâm bu yeri bulabilmek için uzun zaman gideceğini söylemiş, bu has ilmi elde edebilmek için her türlü sıkıntıya katlanmaya râzı olmuştur.
Yürüye yürüye nihayet bir kayanın yanına vardılar, orada her ikisi de uyuyakaldılar.
Onlar uyurken balık harekete geçti. Zembilden ayrılarak denizin içine doğru kayıp gitti. Allah-u Teâlâ ondan suyun akıntısını kesti, öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Her ikisi de bu manzaraya şaşırdılar. Zira buluşma yerine gelmişlerdi, lâkin farkında değillerdi.
Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Aradıklarını bulmak için alâmet olacak olan balığın ne halde olduğuna dikkat etmek hatırlarına gelmedi.
Sabah olunca Musa Aleyhisselâm genç arkadaşına:
“Yemeğimizi getir, şu yolculukta yorulduk.” dedi. Halbuki emrolunan yere gelinceye kadar yorgunluk duymamıştı.
Yemek istesin diye, kendisine açlık ve yorgunluk verilmişti.
Yûşâ bin Nûn, kayaya sığındıkları sırada balığı unuttuğunu, balığın canlanarak, denizde şaşılacak bir şekilde yolunu bulup gittiğini gördüğünü söyledi. Bunun içindir ki varacakları yere vardıklarının farkına varamayarak geçtiler gittiler. Musa Alayhisselâm: “İşte aradığımız o idi.” dedi. İzlerinin üzerine hemen geri döndüler.
Geldikleri zaman yolda bıraktıkları izleri araştırarak onları takip ettiler. Çünkü balığın kaybolması, aradıkları zât ile kavuşmanın bir belirtisi olacaktı. Nihayet balığın canlanıp denize atladığı kayaya kadar geldiler.
“Derken kendisine nezdimizden bir rahmet verdiğimiz, tarafımızdan has bir ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu (Hızır’ı) buldular.” (Kehf: 65)
Bu kul elbisesine bürünmüştü. Musa Aleyhisselâm ona selâm verdi ve konuştular:
- Burada selâm ne gezer?
- Ben Musa’yım!
- Benî İsrail’in Musa’sı mı?
- Evet! Benî İsrail’in Musa’sı!
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Musa ona: ‘Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da tâlim etmen için sana tâbi olayım mı?’ dedi.” (Kehf: 66)
Musa Aleyhisselâm Hızır Aleyhisselâm’la karşılaştıktan sonra, kendisine bazı gizli bilgileri öğretmesi için arkadaşlık teklifinde bulundu. Onun öğrenmek için böyle söylemesi, tâbi olmanın değeri ve yüceliği hususunda en bâriz delildir. O ulül-azm bir peygamber olduğu halde Hızır Aleyhisselâm’a tâbi olmakla bunu göstermiş oldu.
Allah-u Teâlâ Hızır Aleyhisselâm’a kendi katından bir fazilet ve salâhiyet vermiş ve yine onu vasıtasız bir şekilde bir takım ilimlerle mücehhez kılmıştı. Ona öğretilen ilim, Musa Aleyhisselâm’ın ilminden bambaşka bir ilim, hususi ve has bir ilim idi. “
İlm-i Ledün” ve “İlm-i Bâtın” gibi değişik isimlerle ifade edilen, geçmiş ve geleceğe şâmil bir ilimdir. Bu ilim, ilm-i zâhir ehlince meçhuldür. Bu ilim kesble elde edilmez, mevhibe-i ilâhî’dir. Allah-u Teâlâ’nın, kendisine yakınlık tahsis ettiği kimselere verdiği lütfudur.
Eğer bir kimse ilimle yetinecek olsaydı, Musa Aleyhisselâm yetinirdi. Fakat o yetinmedi, Hızır Aleyhisselâm’a uymak istedi.
Bu izin istemeye cevap olarak dedi ki:
“Hakikatini kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredebilirsin?” (Kehf: 68)
Benimle beraber olduğun zaman bir takım şeyler göreceksin ki, sır ve hikmetinden haberin olmayacak, dış görünüşe göre şeriata muhalif görünecek. Sen bir şeriat sahibi olman itibariyle, onları dış görünüşlerine göre uygun görmeyip itiraz etme gereği duyacaksın.
Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a şöyle söyledi:
“Ben Allah’ın bana kendi ilminden verdiği bir ilim üzere yürüyorum ki sen onu bilmezsin. Allah’ın sana öğrettiği ilmi de ben bilmem.” (Buhârî)
Musa Aleyhisselâm Ulül-azm bir peygamberdi, Allah-u Teâlâ ile konuşmuş ve “Kelîmullah” lakabıyla müşerref olmuştu. Fakat Allah-u Teâlâ onu bu has ilme erdirmemişti. Bu sırra vâkıf değildi.
Musa Aleyhisselâm’ın anlamadığı ilmi sen mi anlayacaksın?
Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir. Bu ilim verilmedir, kişide hiçbir şey yoktur.
Hızır Aleyhisselâm’ın bu beyanı şâyân-ı hayrettir. Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir. Bu böyledir. Musa Aleyhisselâm’ın, Hızır Aleyhisselâm’ın ilmine ihtiyacı vardı. Çünkü onun ilmi “Ledün ilmi” idi. Fakat Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a muhtaç değildi. Muhtaç olmadığı için gizli hakikatları ona açtı. Musa Aleyhisselâm o zaman gerçeği anladı.
Hızır Aleyhisselâm ilim öğrenmesi şartıyla ona tâbi olmasına izin verdi. Fakat kendisiyle arkadaşlık yapması esnasında uyması gereken bazı şartları da istedi.
“O kul dedi ki: O halde eğer bana tâbi olacaksan, ben sana anlatmadıkça, herhangi birşey hakkında bana soru sorma!” (Kehf: 70)
Musa Aleyhisselâm, takınılması gereken edebe riayet etmek için onun bu şartını kabul etti. Bunun üzerine kalkıp yola koyuldular.
Her ikisi de gemiye bininceye kadar deniz sahilinde yürüdüler. Nihayet yanlarından bir gemi geçti. İçindekiler Hızır Aleyhisselâm’ı tanıdıkları için ücretsiz olarak gemiye aldılar.
Nihayet bir gemiye bindiler. Hızır Aleyhisselâm gemiyi deliverdi. Musa Aleyhisselâm: “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.” dedi.
Bu gemi her ikisiyle beraber birçok kimseleri taşıyordu. Zâhiren bakıldığı takdirde bu yapılan hareket hem gemiyi hem de yolcuları boğulma tehlikesiyle yüz yüze getirebilirdi. Musa Aleyhisselâm bu durum karşısında, verdiği sözün ne olduğunu hatırlamamıştı.
O bu sözleri söyleyince, Hızır Aleyhisselâm da daha önce geçen şartı nazik bir şekilde hatırlattı: “Ben sana: ‘Benimle beraber olmaya sabredemezsin!’ demedim mi?’ dedi.”
Bu yolculuklarında bir serçe kuşu gelip geminin kenarına konmuştu. Denizden bir-iki damla su aldı.
Hızır Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Yâ Musa! Benim ilmimle senin ilmin, Allah’ın ilmi yanında şu serçenin denizden aldığı kadardır.” (Buhari)
Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a Allah-u Teâlâ’yı tarif ediyor. Çünkü o: “En âlim benim.” demişti. Ona kimin en âlim olduğunu öğretiyor. Ne sen biliyorsun, ne de ben biliyorum. Âlim olan Allah-u Teâlâ’dır, âlim O’dur.
Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’ın ricası üzerine mazeretini kabul etti, sahile geldiklerinde gemiden indiler.
Yolculuklarına devam ederken oyun oynamakta olan bazı çocuklara rastladılar. İçlerinde parlak yüzlü ve sevimli bir çocuk vardı. Hızır Aleyhisselâm onu perçeminden tuttuğu gibi başını gövdesinden ayırdı.
Musa Aleyhisselâm bunu görünce dayanamadı, birincisinden daha şiddetli bir şekilde tepki gösterdi. Verdiği söz kendisine hatırlatılmasına rağmen şöyle dedi:
“Mâsum bir canı, bir cana karşılık olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın!”
Musa Aleyhisselâm hemen kendine geldi, iki defa sözünden döndüğünü anladı. Son bir fırsat daha verilmesini istirham etti.
Yine yürüyüp gittiler ve nihayet bir memleket halkına varıp, onlardan yiyecek istediler. Halk kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Halbuki her ikisi de aç idiler.
Derken, orada yıkılmak üzere olan bir duvarla karşılaştılar. Hızır Aleyhisselâm onu doğrultuverdi.
Eliyle işaret etmek suretiyle, eski hali gibi dümdüz yapıverdi.
Musa Aleyhisselâm bunu görünce: “İsteseydin, elbette buna karşılık bir ücret alırdın.” dedi.
Yiyecek istemek gibi acı bir ihtiyacın gerçekten olduğu bir sırada, mümkün olan bir kazancı bırakıp, boşu boşuna bir iyilik yapmaya kalkışmak Musa Aleyhisselâm’a mânâsız gibi göründü ve sabrını tutamadı.
Onun için Hızır Aleyhisselâm da: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır.” dedi.
Bu üç meselenin hakikatı Kur’an-ı kerim’de şu şekilde izah ediliyor:
“Şimdi sana dayanamadığın işlerin içyüzünü haber vereyim. Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula ait idi. Ben onu (tamire muhtaç) ayıplı göstermek istedim. Çünkü gideceği yerde her güzel gemiyi zorla alan bir kral vardı.” (Kehf: 78-79)

“Çocuğa gelince; onun ana ve babası mümin insanlardı. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. İstedik ki Rableri onlara o çocuktan daha temiz ve daha çok merhametli bir evlât versin.”
(Kehf: 80-81)

“Duvar ise; o şehirde iki yetim oğlana âitti. Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir hazine vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar erginlik çağına ulaşsınlar ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin iç yüzü budur.” (Kehf: 82)
Kaldırılan perdenin ve ortaya dökülen sırların cezbesi içerisinde Hızır Aleyhisselâm birden gözlerden kayboldu.

Bu Kıssa'dan Bize Düşen Hisse:
Bu ilâhî beyanlardan anlaşıldığına göre; Musa Aleyhisselâm’ın görünürde zararlı ve beğenilmez gördüğü şeyler, hakikatte öyle değilmiş. Onun hoşlanmaması, hikmetini kavrayamamasından ileri geliyormuş. Allah'u Teala'nın zatına seçip, ilim bahşettiği veli kullarının elbette ki gördükleri ile bizlerin gördükleri, onların bildikleri ile bizlerin bildikleri bir değildir.
Bu nedenle Allah'u Teala emrediyor ki:
“Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz.” (Nahl: 43)
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT (Mutlaka Oku)
Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye :
“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.
Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla,
“Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.
Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir . .
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
1465109_689478081108285_8312575278784868705_n.jpg
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
BU DA GEÇER!....


Dervişin biri uzun bir yolculuktan sonra yolu bir köye düşer.. Karşısına çıkan köylülere kendisine yemek ve yatak temin edecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını evlerinin küçük olduğunu söyler ve ismi Şakir olan birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini söylerler. Derviş tavsiyeye uyar, yola koyulur sonra giderken birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar.


Köydeki bir başka zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır iyi misafir edilir yer içer dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Ayrılık zamanı geldiğinde Derviş Şakir’e teşekkür ederken “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi değildir. "Bu da geçer…”


Şakir’in bu sözü dervişi çok düşündürür. Birkaç yıl sonra Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Haa o Şakir mi?” der köylüler “O iyice fakirledi şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme kardeş. Unutma bu da geçer.


Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…“


Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Köylüler ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer. ” Derviş “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi sene Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş tepeyi önüne katmış Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…


O aralar ülkenin sultanı kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki mutsuz olduğunda umudunu tazelesin mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.
 

elbiss

Ordinaryus
Katılım
21 Kas 2013
Mesajlar
2,514
Tepkime puanı
43
Puanları
0
Konum
Türkiye
BU DA GEÇER!....


Dervişin biri uzun bir yolculuktan sonra yolu bir köye düşer.. Karşısına çıkan köylülere kendisine yemek ve yatak temin edecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını evlerinin küçük olduğunu söyler ve ismi Şakir olan birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini söylerler. Derviş tavsiyeye uyar, yola koyulur sonra giderken birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar.


Köydeki bir başka zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır iyi misafir edilir yer içer dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Ayrılık zamanı geldiğinde Derviş Şakir’e teşekkür ederken “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi değildir. "Bu da geçer…”


Şakir’in bu sözü dervişi çok düşündürür. Birkaç yıl sonra Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Haa o Şakir mi?” der köylüler “O iyice fakirledi şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme kardeş. Unutma bu da geçer.


Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…“


Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Köylüler ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer. ” Derviş “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi sene Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş tepeyi önüne katmış Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…


O aralar ülkenin sultanı kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki mutsuz olduğunda umudunu tazelesin mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.

çok güzel bir yazıydı eline sağlık....
 

elbiss

Ordinaryus
Katılım
21 Kas 2013
Mesajlar
2,514
Tepkime puanı
43
Puanları
0
Konum
Türkiye
sol elim çok sızlıyor :( ama "Bu da geçer…” bee :)
(bu söz çok hoşuma gitti unutmayacağım inşallah) bunada şükür..

Böyle.
 

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
24,982
Tepkime puanı
1,501
Puanları
113
SEVGİYİ DAVET EDİN

Bir kadın evinden çıktı evinin önünde beyaz uzun sakalları olan üç yaşlı adam gördü. Onlara

"Sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız. Lütfen evime buyurun ve bir şeyler yiyin." dedi.

"Kocanız evde mi ?" diye sordular.

"Hayır dışarıda" dedi kadın.

"O zaman giremeyiz." dediler.

Akşamleyin kocası eve geldiğinde kadın olanları ona anlattı. Kocası

"Onlara eve geldiğimi söyle ve eve davet et" dedi.

Kadın dışarı çıktı ve yaşlı adamları eve davet etti.

"Biz bir eve hep beraber girmeyiz." dediler. Kadın

"Neden ?" dedi. Yaşlı adamlardan biri cevap verdi :

"Onun adı 'Zenginliktir' dedi arkadaşlarından birini göstererek, ve bir diğerini göstererek "Onun adı da 'Başarı'dır, ve bende 'Sevgiyim" Ve ekledi "Şimdi eşinle konuş ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin." dedi.

Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi

"Ne kadar harika" dedi. "Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimizi zenginlikle doldursun." dedi. Kadın

"Neden başarıyı davet etmiyoruz ?" dedi. O sırada onları dinlemekte olan kızları

"Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mı ?" diye sordu. "O zaman evimiz sevgiyle dolar." Adam

"Bence kızımızın tavsiyesine uyalım" dedi. "Dışarı çık ve sevgiyi davet et. Sevgi bizim misafirimiz olsun." dedi. Kadın dışarı çıktı ve sevgiyi seçtiklerini söyledi ve sevgiyi evlerine davet etti. Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip ettiler. Kadın büyük bir şaşkınlıkla

"Ben sadece sevgiyi davet ettim siz neden geliyorsunuz ?" diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi :

"Eğer siz zenginlik ve başarıyı davet etmiş olsaydınız diğer ikimiz kalacaktık ama siz beni "Sevgiyi" davet ettiğiniz için ben nereye gidersem "Başarı ve Zenginlik"te benimle gelir."


Her nerede sevgi varsa başarı ve zenginlikte vardır. Bu hikayeyi sevdiğiniz herkesle paylaşarak siz de sevgiyi davet edin...
 

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
24,982
Tepkime puanı
1,501
Puanları
113
Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar. Oğlu:

-"Hiç…" der.

Hz. Mevlânâ dışarı çıkar. Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar.

Oğlu babasının bu haline bakıp güler.

Hz. Mevlânâ:

-"Evladım, gördün mü?" der. "Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün.

İşte bütün dertlerin arkasında da Rab'binin olduğunu bil ve O'na güven...''
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
11265032_1604350709846842_5464118421609947172_n.jpg


Fotodaki kişinin ismi Kadir , Mersedes Kadir. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mersedes'i zannederek yaşıyor.

Buraya kadar tamam. Anlatmaya bayıldığım kısmı bundan sonra başlıyor.. Koskoca bir şehir , Kadir'in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda.. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre parkediyor. Bütün şehir o "Mersedes"in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Sıkı durun; trafik polisleri yanlış yere parkettiğinde ya da 'çok hızlı gittiğinde' Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir 'deli'nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına.. Anlarsınız umarım..
Bir gün mersedes kadir arabası(sopası) arızalandı diye sanayiye gider. Usta arızasını söyler ve 3 gün sonra gelip alabileceğini belirtir. Tabi mersedes kadir 3 gün sonra gelir usta daha işinin bitmediğini yarın gelmesini söyler. Mersedes kadir bu şekilde 2 hafta boyunca gider gelir. Bir gün yine gider sanayiye ama usta işinin daha bitmediğini söyler tabi mersedes kadir sinirlenir artık ve şunu söyler yeter artık yap şu arabayı 2 haftadır eve yürüyerek gidip geliyorum : )
Cahil Filozof
 

Ebu Computer

Kıdemli Üye
Katılım
11 Haz 2013
Mesajlar
24,982
Tepkime puanı
1,501
Puanları
113
Sayın @Büşra

Malatyalılar arasında normal insan yoktur zaten...

Ya delidir ya velidir...

Bize de hep delileri denk geliyor...

03adfc873212.gif
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
11265032_1604350709846842_5464118421609947172_n.jpg


Fotodaki kişinin ismi Kadir , Mersedes Kadir. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mersedes'i zannederek yaşıyor.

Buraya kadar tamam. Anlatmaya bayıldığım kısmı bundan sonra başlıyor.. Koskoca bir şehir , Kadir'in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda.. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre parkediyor. Bütün şehir o "Mersedes"in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Sıkı durun; trafik polisleri yanlış yere parkettiğinde ya da 'çok hızlı gittiğinde' Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir 'deli'nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına.. Anlarsınız umarım..
Bir gün mersedes kadir arabası(sopası) arızalandı diye sanayiye gider. Usta arızasını söyler ve 3 gün sonra gelip alabileceğini belirtir. Tabi mersedes kadir 3 gün sonra gelir usta daha işinin bitmediğini yarın gelmesini söyler. Mersedes kadir bu şekilde 2 hafta boyunca gider gelir. Bir gün yine gider sanayiye ama usta işinin daha bitmediğini söyler tabi mersedes kadir sinirlenir artık ve şunu söyler yeter artık yap şu arabayı 2 haftadır eve yürüyerek gidip geliyorum : )
Cahil Filozof

Şorikli Yaşar ve Diğerleri... Zaman ne kadar çabuk geçiyor...
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Duysun duysun @Ebu Computer hanımı da Malatyalı hamd ediyor bak :)
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Benim dedecim de delilerden idi . Yani 65 yaştan sonra raporu varmış babam anlatır
hiç görmedim dedemi 98 de babannemi kaybettim hayal mayal hatırlıyorum
Malatyayı da hiç görmedim ama seviyorum Malatya hikayelerini..

Her yaz Malatyadayım, eski malatya daha bir hoştu. kayısı bahçeleri, dutlar, kerpıc evler, harıklar, ... daha bir samimi hava vardı vesselam...
 
Üst