Kürt Olayi

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
KÜRT OLAYI
ALPEREN GÜRBÜZER

Kürt konusu, senelerdir Türkiye'nin gündemini meşgul eden en önemli meseledir. Meseleye tek pencereden yaklaşmakla sağlıklı bir neticeye varamayız. Olayı çok yönlü değerlendirmek gerekiyor.
Kürt olayını sadece etnik yönden açıklamak da hatalıdır. Bu vakayı kültür, sosyal, coğrafi, ekonomik, idari, siyasi ve dış boyutlarıyla analiz etmek zorundayız. Çünkü tek tip görüşler meseleyi daha da karmaşık hale getirmektedir. Oysa çağdaş sosyoloji, tek tip değerlendirmeler yerine çok faktörlü bakış açısı ile sağlıklı sonuçlar elde edileceğini bildiriyor.
Türkiye'de tartışmaların çoğu, Güneydoğu insanının etnik kimlik noktasında odaklanmaktadır. Bilerek veya bilmeyerek herkes bu konuyu kaşımaktadır. İlmi platformda görüş beyan eden aydınlarımıza bir sözümüz yoktur. Fakat bu hassas meseleyi "siyasi Kürtçülük" meselesine dönüştüren birtakım zavallılar, iç ve dış güçlerin emellerine hizmet ettiklerinin farkında bile değiller. Aslında biz bu konunun gündemde tutulmasında ve tartışılmasında mahzur görmüyoruz, ama uzun süredir iki de bir pişirilip önümüze konulması, ister istemez Türkiye üzerinde hesapları olan birtakım odakların varlığını gösteriyor.
Kürtlerin etnik kimliği ve boy tarihi hakkında şimdiye kadar çeşitli teoriler geliştirildi. İleri sürülen teorilerden belli başlı görüşler şunlardır:
1. Gut-i Kürt nazariyesi,
2. Kartuklar ve Karduk-Kürt nazariyesi,
3. Med-Kürt nazariyesi,
4. Kürt-Karrada nazariyesi,
5. Kürt-Gut nazariyesi vs.
Hilmi Göktürk'ün "Kürtlerin Soy Kütüğü ve Boy Tarihi" adlı eserinde bu teorilerle ilgili geniş bilgiler var. Biz bu ileri sürülen teorileri kısaca özetledikten sonra Kürtlerin bir millet mi, bir boy mu, bir ırk mı sorularının cevabını araştırmaya çalışalım.
Gut-i Kürt tezini savunan E. A. Speiser; "Kürtler Gutilerle aynı ırktandır ve Gutiler Sümer ülkesinde yaşarlar" diyerek, Kürtlerin M.Ö. 1900–1700 tarihleri arasında Süleymaniye yakınlarında yaşayan Lullu Kralı'na ait bir kitabede adı geçen Guttiler’in soyundan geldiğini iddia eder. Türkçe aslında "Gudi kavim", yani yerleştikleri sahaya nispetle "aşağı inen" anlamında kullanılmıştır. O halde Gut-i Kürdi, toplumun yer değiştirmesiyle ilgili bir sözcük olsa gerektir.
Kartuk-Kürt teorisyeni Kseneton ise; "Karduklar, Sakaların, Küçük Asya'da ana kütleden ayrı bir kabilesidir" diyor ve böylece M.Ö. 401 yıllarında yaşadığı söylenen Karduklar'ın Kürtlerin soy kaynağı olduğu ileri sürülür. Oysa Th. Noldeke, M. Hortmanın, Nisbach gibi şarkiyatçılar, Kürt terimi ile Kardu terimi arasında etimolojik bir bağ bulunmadığını ilmi bir şekilde ispatlamışlardır. Öte yandan, Asur Selnameleri’nde, ne Kardu, ne de Kürt kelimesine rastlanılmamaktadır.
Kürt-Karrada nazariyesine göre de; "Kürtler Süleyman Peygamberin Meclisinden kovulan Cassad adlı bir cinnin soyundan türemiştir" iddiasından hareketle Cen-Cin teriminin Kuran’daki cinle ilişkilendirilerek Cin’in Süleyman Peygamber tarafından kovulduğu da belirtilmiştir. Nitekim Arap tarihçileri Kürtlere "El Akrad Taifetün Minel Cin" demişlerdir. Hatta Arapça Karrada fiili ile Kürt sözcüğü arasında bir ilişki aranmaya çalışılmıştır. Arap tarihçilerin ilim dışı beyanlarına rağmen, bir zamanlar Doğu ve Güneydoğu'daki yolun ulaşamadığı, okulun girmediği insanlarımız boşlukta gafil avlanarak köklerini Araplığa kadar götürmeyi meziyet sanmışlardır. O yörelere eğitim götürülmezse olacağı buydu, bundan başka ne beklenirdi ki? Çelişkiye bakın ki Araplar Kürt kardeşlerimizi "Cin'e" dayandırıyor, yıllardır ihmal edilmiş insanımız ise kendini Arap görmek istiyor. Dolayısıyla Evliya Çelebinin de dikkatini çekmiş olsa gerek ki bu konuda köklerini Araplığa bağlamış bu ahaliden uzun uzadıya bahseder.
Görüldüğü gibi yukarıda ileri sürülen nazariyeler sadece bir iddiadan ibarettir. Belli bir mesnet içermiyor. Yine buna benzer teorilere ilaveten Med-Kürt savunucuları ise, "Kürtlerin M.Ö. 10. ve 9. asırlarda şarkı işgal ederek büyük bir imparatorluk kuran Med'ler soyundan, yani Ari ırkı kolundandır" tezini ileri sürerler. Prof. N.J. Marr satır aralarında etnik manada Kürtleri Ermenilere yaklaştırmak ister. Bilindiği gibi Ermenice Gurt "hadım" manasına gelir. Hatta Medce’yi Kürtçe'nin mirasçısı ilan etmekle yetinmeyip Med-Kürt-Ermeni üçlemini ortaya koyarlar. Oysa Kürtlerin Küçük Asya'nın dağlık bölgelerinde yaşadığını ileri sürerlerken Medler'in Küçük Asya'da değil Azerbaycan'da yaşadığını unutarak kendi kendilerine çelişkiye düşmüşlerdir. Prof. N.J. Marr, aynı zamanda Kürt-Gurt nazariyesinin de öncülerindendir. Bazen insan ister istemez şu soruyu sormaktan edemiyor: Yoksa Ermeniler el altından bu çelişkili "Med-Kürt-Ermeni teorilerinden mi cesaret alıyorlar da piyonları vasıtasıyla PKK'yı destekliyorlar? Abdullah Öcalan’ının Ermenilerle bağlantılı olduğu şaibesi yanlış değilse de doğruya çok yakın gibi. Zira Ermeni Asala örgütünün yapmış olduğu eylemlerle PKK’nın dolaylı bir ilişkili olduğu konusu istihbarat kaynaklarınca doğrulanmıştır çünkü. Büyük bir ihtimal "Met-Kürt-Ermeni" nazariyelerinin menşei Ermenilerce uydurulan bir planın parçası olsa gerektir.
Gerek Gut-i Kürt, gerek Kartuk-Kürt, gerek Med-Kürt ve gerekse Kürt-Karmada nazariyeleri tarihi gerçeklerle bağdaşmaz. Çünkü tarihi vesikalar "Kürt" isminin bir millet olma iddiasını çürütmektedir.
Dr. M. Şükrü Sekban "Kürt Meselesi" adlı kitabında; "Kürt" adını verdiği insan topluluklarının "Turanı" olduklarını itiraf etmek zorunda kalmış ve bu konuda Alman araştırmacıların tezlerinin doğruluğunu kabul etmiştir. Bugün hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da insanlarımız uyduruk bir tarihi zemin içinde kandırılmaya çalışılmaktadır.
S. Ahmet Arvasi "Doğu Anadolu Gerçeği" adlı eserinde; ‘’Bir uyruk ve bir boy olarak "Kürt" kelimesinin tarihte ilk defa Yenisey'deki Göktürk(Kök Türükler) kitabelerinde (Elegeş yazıtında) rastlıyoruz. Sözü edilen Kürt Uyruğu, Göktürkler içinde yaşıyordu ve beylerinin adı "Alp Urungu" idi. Bir Türk kültür merkezi olan Herat'tan üç fersah yukarıda Herirud nehrinin sol sahilinde Timuriler devrinde pek meşhur olan "Ulenknişın"dır. Görüldüğü üzere Türkçemizde bu kelime bulunmaktadır. Burada Kürt terimi bir ırk veya millet anlamını ifade etmez’’ der.
Anlaşılan Kürt kavramına oldukça zengin manalar yüklenilmiş. Belli başlı manaları kar yığını, çığ, dallarından yay, ayva ağacı şeklindedir. Hakeza "Kürüt" şeklinde yazılanı ise, Merih yıldızı demektir. Daha başka araştırmaya ve incelemeye yönelik yazılar da bu kavramı açıklığa kavuşturmaya yetiyor. Nasıl mı? İşte:
Kazakça'da Kürt kelimesi: Kalın kar yığını,
Şark Türkçesi'nde Kürt kelimesi: Çığ,
Taran’çilerde Kürt kelimesi: Yeni yağmış kar,
Çavuşça'da Kürt; Karların saçak çıkıntısı,
Kazan Tararcası'nda Kürt: Kar yığını,
Uygurca "Kördük": Kar denizi,
Karakırgızlar'da, Soyonlar'da, Yakutlarda ve Teleütler'de ise "kürdük": Kar yığını tarzında yorumlanır.
Görüldüğü gibi yukarda bahsi geçen "Kürt" terimi ne bir ırk, ne de bir millet anlamını içermiyor. Çeşitli boylarda ırkın dışında anlamlandırıldığı gayet açık olup, şüphe götürmeyecek niteliktedir. Hatta hiç bir boyda ırk veya millete dayalı bir mana görülmediği gibi esamisi bile orta da yoktur.
Kürtçe diye bir dil de yoktur. Aslında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da konuşulan bir dil değil "ağız"dır. Yani Kürt dili diye bir dil yoktur. Sadece "Kürt ağzı" vardır. Kürt dili ve Kürt alfabesinden bahsedenler, bütün dünyadaki dillerin cümle yapılarına da mı bakmazlar? Basit bir dil kuralı olan "sentaks" kavramından da mı habersizler­? Malum olduğu üzere Ari Sami Hindu Arap dillerinde cümle yapısında önce fiil (yüklem), fail (özne)ise sonradır. Fakat Türkçe ve "Kürt ağzı"na baktığımızda bunun tam tersi görülür. Yani fail önce fiil sonradır. Buradan da anlaşılacağı gibi Türk lisanı ile Kürt Ağzı, diğer dillerin aksine sentaks (cümle yapısı) ayniyetine sahiptir. Burada akla şu sual gelebilir. Peki, sentaks yapıları uyumlu olmasına rağmen "Kürt Ağzı" nereden türemiştir? Gayet basit, Kürtçe çeşitli dillere sahip söz yığınlarının birikimiyle ilgilidir. Fars-Arap, Türkçe-Fars, Türkçe-Arap veya hepsinin karışımı bir "kırma ağız" söz konusudur. Bu kırma ağız zaman içerisinde Kirmancı, Zazaki, Gorani, Soranı ve Larani tarzda türevlerini de beraberinde getirmiştir, yani bu lehçe türü şiveler Arap ve Fars kültür daireleriyle kaynaşma neticesinde ortaya çıkmıştır. Hâsılı coğrafi şartlar dil değişiminde rol oynayıp, bu söz yığınları ödünç alınılmış bir tür kaynaşmayı ortaya çıkarmıştır. Maalesef gelinen noktada Türk kültüründen mahrum kalan yörelerde milli kültürümüz yenik düşmüştür. Buna rağmen o bölgede insanlarımız Türkçe’mizi koruma mücadelesi vermektedirler. Dil konusundaki bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, dil nazariyesi tek başına milliyetin kati ölçüsü olamaz. Mesela Bulgarların ataları Türk olmasına rağmen Türkçe konuşmazlar. Demek ki ecdatlarının kullandığı lisandan ayrı dil konuşan kavimler de vardır. O halde dilden hareketle kavme şu milletten veya şu ırktandır demek hatalı sonuçlar doğuracağı muhakkak.
Antropoloji sahası için de bu kaide geçerlidir. Örneğin Yakutlar, Türk olmasına rağmen antropoloji sahasında Türk tasnifine girmezler. Zaten saf ırk ve saf dil aramak ilmen hatalıdır. Şu halde dilde olduğu gibi sırf antropolojik verilere bağlı kalarak soy sop faslına girmekte yanlıştır. Bazı art niyetli kimseler Farsça kelimelerin çoğunluğunu ileri sürerek Kürtleri ayrı bir millet olarak göstermek yarışına girerler adeta. Oysa Kürt Ağzı incelendiğinde Türkçe ve Arapça kelimelerin oranı küçümsenmeyecek kadar çoktur. Öyle de olsa Kürt Ağzının cümle yapısı, yani sentaksı Türkçe’dir. Anlaşılan odur ki "Kürt Ağzı" her türlü yoruma ve istismara açıktır. Bu istismarlardan hareketle insanımızın kafasını çelmeye çalışıyorlar habire.
S. Ahmet Arvasi Türk-İslâm Ülküsü (I.ci cilt) eserinde: "Yenisey'de yapılan kazılarda Kürt İlhanı Alp Urungu'nun mezar taşı, bugün Orta Asya'dadır ve kitabesi Türkçe'dir. Doğu Anadolu toprakları kazıldıkça yerden Akkoyunlu ve Kara koyunlu heykelleri çıkıp durmaktadır. Doğu Anadolu'da yolun gitmediği yerlere Arap ve Fars dili girmiş, mektup ulaştırabildiğimiz yerler, Türklüklerini korumuş bulunmaktadır" ifadelerine yer vererek gerçeği bir kez daha ortaya koymuştur. Ahmet Arvasi bununla yetinmeyip yorumlarına ilave olarak; ‘’Şu halde Kürt diye anılan bu boy, Turanı olup, Türk soyundan gelmektedir. İçinde "Kürüt" kelimesi geçen bu belge karşısında bölücülerin susması gerekmez mi? Göktürk alfabesi ile yazılmış 12 satırlık kitabede şöyle denmektedir: "Kürt El-Kan Alp Urungu, altunlug keşiğim bandım belde, elim tokuz kırk yaşım" Hakeza Namık Orkun'un Eski Türk Yazıları (C.1) eserinde bu ifadeler şöyle tercüme edilir: "Kürt İlhanı Alp Urungu'yum. Altunlu okluğumu bağladım belde, elimde devletim, otuz dokuz yaşında öldüm" beyanıyla meseleyi orijinal belgelere dayandırır. Bütün bu ilmi araştırmalar ve belgeler Kürt isminin bir millet olma teorisini çürütmektedir. Milli bütünlüğümüzü kıskanan iç ve dış mihraklara bakılırsa, bütün Doğu ve Güneydoğu "Kürdistan" ve 5000 yıl öncesinden bugüne kadar yaşamış, Ari dil grubuna bağlı Kürtçe konuşan millet olarak tanımlanır. Oysaki Türkler gerek Malazgirt zaferinden önce ve gerekse Malazgirt zaferi sonrasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu da çeşitli milletlere ve medeniyetlere beşiklik etmişlerdir. Alparslan, Anadolu'nun kapılarını Türk'e açmadan önce, doğuda Hurri'ler, Hititler, Urartular, Persler, Metler, Makedonyalılar, Sakalar, Hazar Türkleri, Müslüman Araplar ve Bizanslıların uzun ve kısa dönemli birer hâkimiyetleri olmuştur ve üstelik bu milletlerin dilleri kendilerine özgü idi. Hiçbiri Kürtçe konuşmuyordu. O halde hiç kimse buralarda Kürtçe böyle bir belge, bir kitabe veya herhangi vesika gösteremez. Tek belge yukarda da belirttiğimiz gibi Göktürk alfabesiyle kaleme alınmış Yenisey'deki anıt mezar ve kitabesidir. Bu tarihi belge fitne ve fesat odaklarının uykusunu kaçırmaya yetmiştir. Tüm çabalara rağmen "Kürt-Türk" ayrılmaz bir bütündür, bu kardeşliği bozamayacaklardır. Sözü edilen kitabede geçen Kürt kelimesi ne bir ırk, ne de bir millet anlamını taşır. Sadece Göktürkler(Kök Türükler) içinde yaşayan aynı zamanda beylerinin adı "Alp Urungu" etrafında yaşayan Kürt Uruğu'dur. Bütün bu belgeye rağmen hala Kürt sözüne etnik bir menşe bulunmaya çalışılıyorlarsa pes doğrusu, o zaman fazla söze ne hacet…
Kürtlerin etnik kimliklerini tanıyalım noktasındaki koparılan yaygaralar ilmi olmaktan çok bir moda söylem olarak gündemde yerini alıyor. Değişim rüzgârlarının estiği şu günlerde birtakım kimseler "entel" havalarına bürünüp birkaç içeriksiz yaldızlı laflar üreterek gündemi "kimlik" meselesine dönüştürmüşlerdir. Bazı yarı aydınlarımıza bu konuda laftan çok biraz da ilmi belgelere bakmalarını tavsiye ederiz. Yenisey'deki Anıtmezar ve kitabesi, Kürt diye anılan bir boyun "Turanî" olduğunu ve Yenisey'deki Türk soyundan geldiğinin açık seçik ifadesi ortada iken, niçin kimlik problemi varmış gibi beyanlar ortada dolaşıyor? Hala anlamış değiliz. Şu bir gerçek; Türkiye'de Kürtlerin kimlik problemi yoktur. Onlar bizim özbe öz kardeşlerimizdir. Kimlik meselesini doğudaki Kürt kardeşlerimizde kabul etmiyor, ama bu olayı "Siyasi Kürtçülük" meselesine dönüştüren şovmenler sürekli körükleyerek kafaları bulandırmaya devam ediyorlar.
Tabiat boşluğu sevmez. Yılların ihmalini galiba pahalı ödüyoruz. Tek parti döneminde halkımızla "jandarma" vasıtasıyla diyalog kurulmaya çalışılmış ve bu durum, maalesef vatandaşla devlet arasında soğukluk meydana getirmiştir. İdarecilerin doğrudan doğruya halkla temasa geçmesi gereği yeni anlaşılmaya başlanılmış olsa da geçmişin yaraları daha henüz sarılmış değil. O devirlerdeki ilgisizlikten kaynaklanan boşluğu "Siyasi Kürtçü" şovmenleri doldurmuş ve o yörenin halkı içinde bir nebzede olsa tefrika oluşturmayı başarmışlardır. Bugün devleti yönetenlerin yapacağı tek şey bölücü ve ayrılık meydana getirenlerin propaganda malzemelerini etkisiz hale getirmektir. Onlar sürekli "Kürt kimliği tanınmalı" propagandası mı yapıyorlar? O zaman bizim yapmamız gereken şey, "hayır tanımıyorum" demek değildir. Akıllı ve basiretli politika gereği: "Evet Kürt kimliğini tanıyorum" tarzında ortaya çıkıp düşmanın istismar kaynaklarını yok edebiliriz pekâlâ. Kürt realitesini tanıyorum demekle Türkiye bölünmez. Aslında bölünme fobisi biraz da kafamızda oluşturduğumuz gereksiz kaygıların eseri. Açık toplumlar meselelere, "karşı tavır" koyarak ya da "yasak" getirerek meseleye yaklaşmazlar. Milli bütünlüğü korumanın yolu, düşmanın istismar alanlarını daraltmaktan geçer. Hasmımız, Kürt kimliği tanınmalı derken İsrail'in "Arz-ı Mevudu" şeklinde düşünür. Biz ise, Türklerin bir boyu olduğunu, ya da ayrı-gayrı olmadığımızı algılarız. Dayatmacı metot izlersek, kaş yapayım derken biranda göz çıkarabiliriz, dikkatli olmakta fayda var. Kürt, Çerkez, Abaza vs. bu gibi kavramlar maksatlı olarak ortaya atılsa bile, bunlar bizim zenginliğimizdir. Bu kadar boya sahip, hiç bir millete nasip olmayan bu kadar farklı şive ve lehçelere sahiplik yanımız bizi küçültmez bilakis zenginliğimizin bir göstergesi sayılmalı, bu durum aynı zamanda Türk milletinin acizliğini ve fakirliğini göstermediği gibi bağrında çoklu kültürleri kaldırabilecek müthiş bir bünyesinin varlığına işarettir. Hâsılı çok yönlü derya olduğumuza işarettir. Yukarda "Kürt" sözcüğünün çok zengin ve çeşitli manalar içerdiğini ve bu manaların hiç birinde milliyet ve ırkın bahis konusu olmadığını belirtmiştik. Bu yüzden değişik manalara gelen sözcükleri de çok renklilik ya da çoğulculuk adına sevindirici buluyoruz. Yani, Türk milleti olarak kültür yönümüzün zenginliğine işarettir.
Biz Anadolu'yu vatan edindiğimiz zaman, Anadolu adeta bomboştu. O günlerde ne Rusya, ne Amerika bahis konusuydu. İstanbul'un fethinde bile Amerika denilen kıtanın varlığı bilinmiyordu. Buna rağmen 10 asırlık Türk yurdumuzu bize çok görüp "Kürdistan" devleti kurma hesapları yapan güçler mevcut. Ellerinde koz olarak bulundurdukları "Siyasi Kürtçülük" meşalesiyle Anadolu'daki insanımızı kandırmak ve radikal hale sokmak istemektedirler. Bizden ne alıp verecekleri var bilemiyoruz, ama şunu bilsinler ki; "Anadolu Malazgirt'le başlayıp İstiklal Savaşıyla fethi tamamlanmıştır.
Cemil Meriç; "Kürtçülüğü tasvip etmiyorum. Ortada bir dil yok, devlet geleneği yok, neye göre devlet kuracaklar ki? Biz bu adamları devlet memuru, bakan, profesör, asker yapıyoruz, hiç bir zaman ayrı dahi görmüyoruz. Niye böyle yapıyorlar? Anlamak mümkün değil" diyor. Cemil Meriç'in niye böyle yapıyorlar dediği kesim "Siyasi Kürtçü Şovmenleri"dir. Kürtleri Ari ırk içersinde değerlendirmek hatadır. Türkler Anadolu'ya geldikleri zaman ne bir Ermeni, ne de bir Kürt devleti vardı, 11. asırdan itibaren gelip buralara yerleşen Artukoğulları'nın, Dulkadiroğulları'nın, Akkoyunlula'rın, Karakoyunlular'ın, Karakeçililer'in, Danişmendoğulları'nın, Mengücüoğulları'nın, Saltukoğulları'ının ve daha nice Türkmen veya Oğuz boylarının, hatta beylerinin torunları nasıl inkâr ve ihmal edilebilir? Maalesef 10 asırlık yani bin yıllık Türk yurdumuz üzerinde hala tartışma yapılmaktadır, bu ne cüret bu ne cesaret.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muz arazi yapısıyla iklim şartlarının sert olması, aynı zamanda geçimi tarım ve hayvancılığa dayalı olduğundan, "konar-göçer" yaşamışlardır. Tarihte her milletin bir göçebe hayatı olmuştur. Bizim de ister adına bozkır diyelim, isterse göçebe diyelim, böyle bir devremiz yaşanmıştır. Hatta göçebe hayat tarzımızı bir kısım ilim adamları "yaylak-kışlak" şeklinde tanımlamışlardır. Şu anda bu bölgemizde göçebe hayat tarzımızın ilkelliğinin yansımaları söz konusu, buda ayrı değerlendirilmeye muhtaç başka bir yumuşak karnımız. Maalesef Hizmetin ulaşamadığı bu yörelerimiz, kendi işlerini halletmek için kendi aralarında teşkilatlanmışlardır. Teşkilatlarının ismi çok kere "aşiret" şeklinde telakki edilir. Aşiretin önde gelen kişileri "Bey", ‘’Ağa" veya "Şeyh" olarak nitelenir. Fakat bu liderler Avrupa'nın orta çağında yaşanan "serf ya da senyör" ilişkileriyle karıştırılmamalı. Bizdeki aşiret reisleri sadece bir toplum lideri özelliği gösterir. Avrupa'daki gibi toprakla alınan ve toprakla satılan feodalite yapısı bizde görülmez. Feodal yapıda toprağa bağlı köle sistemi söz konusudur. Günümüzde üzülerek söylemek gerekirse bir kısım liderlerin Güneydoğu'daki aşiret yapısını feodalite olarak nitelemesi bilgisizliklerine delalettir. Her neyse, o yörelerimiz daha henüz aşiret yapısından çıkmış değiller. Anlaşılan aşiretler fonksiyoneldir, faaller. Fakat otoriteleri günden güne zayıflamakla birlikte yok olmamışlardır, hala ayaktalar. Tamamen ortadan kalkması için, tarımdan sanayiye "geçiş sürecini" aşarak bilgi toplumu olmamız gerekiyor. O halde çözümü hızla yatırım ve ekonomik hamleleri başlatmakta aramalı. Çünkü kalkınmaya yönelik her bir yatırım, aşiret yapılarını çözeceği gibi aynı zamanda PKK'nın istismar propagandalarına darbe de vurulmuş olacaktır. Siyasi Kürtçüler Güneydoğu'nun kalkınmasını istemiyorlar. Biliyorlar ki, o yörenin iktisaden ayağa kalkması sosyal tabanlı militanlaşma eğilimlerini bertaraf edecektir. Bu gerçeği dost, düşman herkes biliyor. Onun için süratle GAP'ın bütün üniteleriyle devreye girmesini gerçekleştirmeli. GAP bütün üniteleriyle hazır hale geldiğinde, bu proje bizim petrolümüz olacaktır. Devlet yatırımlarıyla, projeleriyle kendisini hissettiremezse, orada ister istemez başka otoriteler teşekkül edecektir. Vatandaşın aşiret liderlerinin etrafında toplanılmasına paydos demeli ve bu konuda gerekli atılımlar yapılmalıda.
Ekonomik tedbirlerle nüfus göçü önlenmelidir. Ekonomik sıkıntı çeken vatandaşlarımız ister istemez soluğu büyük şehirlerde alıyorlar. Büyük şehirlere göç eden bu insanlarımız çarpık kentleşmeyi de beraberinde getiriyorlar. Dolayısıyla geleneksel alışkanlıklarıyla şehrin normları farklı olduğu için bir takım sosyal sancıların meydana gelmesi de kaçınılmaz kılıyor. Kararlı ve cesur ekonomik politikalarla nüfus göçüne engel olunmalıdır. Köyünden ve kasabasından kopan insanımız, şehir hayatı içinde intibaksızlık sancısı yaşamaktadır. Üstelik yanlış propagandalardan kaynaklanan bir durum olsa gerek sürekli kent merkezlerinde karşılaştıkları "Kürt sayılma" psikolojisi ve ezikliği var. Oysa onlara bu ezikliği veren duygu, çevrenin bakışlarıdır. Onlara Kiro-miro denilerek ikinci sınıf vatandaş görülmek ağır gelmektedir. Üzerlerine adeta sinmiş bir şekilde bu bakışlardan kurtulmak istiyorlar sanki. Aslında ayrılığımız gayrlılığımız yok. Fakat her iki tarafta da kafalarda ayrılık doğurmak isteyenler var sadece. Doğuluya güzel gözle bakmalıyız, velev ki kiro miro dedikleri insanlar bize iyi gözle bakmasalar dahi. Çünkü Türk’e güzel bakmak yaraşır. Nitekim Güneydoğuda irşat yapan rahmetli Seyda Hz.leri; Biz bize iftira edenleri severiz sözü hareket kaynağımız. Türk'ü-Türk'e veya Kürdü- Kürde, bundan da öte Türk'ü-Kürt’e sevdirecek bir eğitim sistemi şart. İslâmiyet’te insan Müslüman olunca derhal hukuki hüviyet kazanıyor. Halifeyi köleye karşı eşitleyen bir kimlik Müslümanlığın ta kendisidir. İnsan Allah'a kul olunca bütün milli ve etnik kimlikler üstünlük sayılmaz, üstünlüğün ancak ve ancak takvada olduğu anlaşılır o an ve her an.
Doğu ve batı insanını kaynaştıracak bir formüle ihtiyaç vardır. Doğulu batılıya, batılı doğuluya iyi niyetle bakan bir anlayış kabulümüzdür. Tıpkı Kıbrıs çıkarmasında, Kürt, Laz, Çerkez ve Türk demeden "milli şuur" etrafında kenetlenip beraber hareket ettiğimiz gibi. Haçlı zihniyeti bizim birlikteliğimizi çekemez. Onların görevidir karıştırmak. Nitekim o malum zihniyet Türk'ün Anadolu'da ve Avrupa'da varlığına tahammül edemezler. Bir taraftan Rusya, İngiltere, Fransa, öte yandan ABD boş durmamaktadırlar. Geçmişte yaşadığımız Çekiç güç hakkındaki şaibeler hala açıklanmış değil. İsrail ABD lobisinde etkili kalarak Güneydoğu ile endirekt ilgilenmektedir hala. Güneydoğu'da ve Doğu'da ikinci bir "Sevr" yaşatma çabalarının ardında hep bu tertipler vardır. Bu yüzden bu kurtlar sofrasını lehimize çevirecek Sultan Abdülhamit Han gibi ikinci bir dış politika dehasına ihtiyaç var. Ulu Hakan, 33 yıl boyunca Osmanlı'yı ayakta tutmuşsa hep onun ustaca dış manevraları sayesindedir. Dünya dengelerini iyi ayarlayabilecek, sürekli çözüm üretecek strateji geliştirebilecek bir dış politika kadrosu oluşturmak fırsatı her zaman var, yinede gecikmiş sayılmayız. Eğer ülke olarak savunmadaysak demek ki dış politikamız geri, şayet ileri ve atak isek dış politikamızın iyi olduğunu gösterir. Ne savunma, ne de atak politika, yani hiçbiri yoksa bu demektir ki statik bir politikaya sahibiz.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Türkleşmesinde rol oynamış şairleri ve liderleri anmakta boynumuzun borcu; halk şairi Ercişli Emrah, din ve dil âlimi Van kulu Mehmet Efendi, müfessir Vani Mehmed Efendi, araştırmacı Ali Emiri Efendi, İbrahim Hakkı Bitlisi, Akbıyık Mehmet Bey ve Kıbrıs harekâtında bulunan kahramanlarımız ve daha niceleri.
Bir başka önemli olan konu da; 1993 yılında aramızdan ayrılan sevilmişlerin sevilmişi, seçilmişlerin seçilmişi, işaret olunanların işaretçisi Sultan Seyyid Muhammed Raşid (K.S.)'in doğu ve batı insanını kaynaştıran iklimidir. Hekimoğlu İsmail bir yazısında; "Raşid Efendi Arapça, Kürtçe ve Türkçe bilirdi. Menzil'de Kürt'ü, Türk'ü ve Arap’ı kardeş kesilirdi. Böylece milli derdimizin dermanı idi. Bir kısım bürokratlar kıymetini bilemedi. Osmanlı Devleti'ni asırlarca ayakta tutanlar Raşid Efendiler gibi kimselerdi. Türkiye bunların kıymetini bilmediği için şimdi başımıza PKK olayları çıktı. Çünkü İslâmiyet'i yaşamaktan başka bir gayesi olmayan Raşid Efendi ve O'nun gibiler sürekli gözetim altında bulunduruldu, sürgün edildi, ifadesi alındı, kısaca rahat bırakılmadı ve olaylar PKK'lılara malzeme oldu. İslâmiyet her ırkı, her mezhebi kısaca Müslümanları kardeş eder. Bugünkü kavmiyetçilik kardeşi kardeşe düşman etti. Raşid Efendi gibilere imkân tanınsaydı Güneydoğu hadiseleri olmazdı" diyor.
Vehbi Vakkasoğlu; "...Şeyh Muhammed Raşit Hazretleri'nin mensup olduğu manevi silsile, iman ve irşat sahasının en parlak ve etkili yollarındandır. Öyle ki, bir zamanların eşkıyaları olan Hamido ve Celilo dahi, Gavs Hazretleri'nin sohbet halkasında yep yeni bir şahsiyet haline gelmişler, eski hayatlarından tamamen çekilerek temiz bir ömür yaşamışlardır. Bunun binlerce örneği o mütevazı Menzil'de halen yaşamaktadır" beyan buyuruyor.
Prof. Dr. Haydar Baş ta; "Bugün millet olarak içimizde kanayan bir yara hükmündeki terör belasından kurtuluşun yolu, bu zatın (Seyda Hz.) ve onun gibi ehli maneviyatın hizmetlerine ağırlık vermektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da böyle maneviyat ehli insanların faydalı hizmet yaptıkları yerlerde insanların huzur içinde oldukları ve devlet-milliyet kaynaşmasının gerçekleştiğini görüyoruz. Zira kalbinde Allah korkusu olanların milletine zarar veremeyecekleri açık bir gerçektir." Diyor. Şimdiye kadar, kültürel, iktisadi, sosyal ve sivil politikalar uygulayabilseydik, belki de Kuzey-Irak harekâtına gerek kalmayacaktı. Meselenin çözümünde askeri tedbirler kısa vadelidir. Uzun vadeli çözüm, kültürel, sosyal ve ekonomik faaliyetlerde, bunu yapmaya mecburuz.
Bugünkü Kürt toplumu, bizden ayrı insanlar değildir. Yukarda da ilmi verilerde belirttiğimiz gibi, o yörenin insanları muhtelif Türk Uruğlarına mensup zümrelerin karışmasından doğan bir Türk zenginliğidir.
Zenginliklerimiz, ayrılık olarak telakki edilmemeli. Çünkü hepimiz aynı kilimin desenleriyiz.
Vesselam.
 

Kaçak

Yeni
Katılım
21 Ara 2012
Mesajlar
8,416
Tepkime puanı
896
Puanları
0
Bir zamanlar Zekeriya Beyaz denen adam peygamberimizinde anne tarafından Türk olduğunu yazdı çizdi , delillendirdi bu ülke de ...
Bu kitapta kimler eliyle dağıtıldı , Türk milliyetçisi insanlar eliyle , ha o dönem alıp büyük bir iştahla okumuş idik :)
Hasılı videodan da anlaşılacağı üzere 40 sene geride kaldı bu ucube tartışmalar ...
hala ilgilenen varsa bilemem lakin eskidi artık ya , cümle alemin Türk olması :)
 

nefahtü

Kıdemli Üye
Katılım
21 Haz 2013
Mesajlar
5,117
Tepkime puanı
337
Puanları
0
Konum
istanbul
Dünya patlamak üzere hala Türk Kürt sarması
Eskiden bize faydası olan düşünce ve tarifleri uygulayalım hiç bir işe yaramayan anlatımları artık bırakalım.

Eskilerden bir tek Erbakan Beyin kıymetini bilememişim. Onu da bu forum sayesinde anladım. Allah razı olsun .
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Irkçılığa karşı bir refleks içinde olduğunuzda Kürt milliyetçiliğinin -kürtlerin diğer etnik unsurlara yaklaşımı- açısından bakınca daha iğrenç bir manzara var.
Mesela Kürtlerin ulusal marş olarak gördüğü Ey Raqıb başı-sonu ırkçı bir içerik taşıyor.
Ta Osmanlı'dan beri Türkleri 'Rumî' olarak anıyorlar.


Tabi Kürtlerin istilacı bir etnik unsur olarak ta anmak lazım. Bu istilayı savaşmadan, hiç bir bedel ödemeden sessizce istikrarlı birşekilde devam ettiriyorlar.Adana, Mersin ağırlıklı olarak Akdeniz bölgesinde 20-30 yıl önce Kürt nüfus % 3-4 civarında iken şimdi % 30'dan biraz fazla.
Marmara ve Ege'de % 35-40 arası.

Bu bölgelerde Kürtlerin yüzde yüzü Kürt milliyetçisi akımlarına kapılmış değil ama özellikle varoşlarda yaşayan kürt gençlerin terör örgütü saflarına katılma riski her zaman yüksek.
Kürt siyasi hareketleri Türkiye Cumhuriyetinin kürtleri asimile ettiği, kürt kimliğini yok ettiği/etmekte olduğu yönünde ırkçı propaganda yürütürlerken aslında manzara tam tersidir. Mardin, Ş.Urfa Diyarbakır civarında hayli kalabalık olan, hemen hemen bu 3 şehrin şehir merkezi ve kırsalında her köy ve kasabaya dağılmış olan Karakeçi aşireti (a.öcalan'ın anneside bu aşiretten) Türkmen kökenlidir.

Doğu ve güneydoğuda Arap, Türkmen süryaniler 1950 başlarında ve 1960 sonlarına kadar kadar her etnik unsurdan demografik yapıya sahip iken köyden kente göç ve terörden kaçış sonucunda bugün tamamen farklı demografik sonuç var.

Otoriter, yıkıcı, sert mizaçları nedeniyle daha uysal etnik unsurlar yüzyıllardır yaşadıkları (doğudan) kaçarak başka bölgelere yerleşmişlerdir. Siirt, Mardin (şehir merkezinde) % 60-70 Arap ve Ş.Urfa merkez ve kırsalında Arap-Türkmen nüfus % 70-80 civarında iken bugün demografik yapı çok çok farklı.

Tabi bu rakamları verirken ırki mülahaza ile değerlendirmeye gidilmediğini önemle hatırlatmak isterim.
Bu rakamları uçuk ve abartılı bulanlara hatırlatırım ki önümüzde çok daha yakın tarihte Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerindeki demografik yapıda değişiklikler yaşanmaktadır.

Doğuda aile başı 7-8-9 çocuk var. batıda 2-3 çocuk ile yetinilirken doğuda nüfus artışı hiç eksilmeden nerdeyse cumhuriyet tarihi boyunca sürmektedir.

Doğuda kars, Ardahan, Erzurum, Arı, Iğdır'da alevi olan -Türkmen aşiretleri- İran-Azerbaycan'daki alevilerle bağlantı kuramasın diye Yavuz Sultan Selim zamanında tümü orta anadoluya yerleştirildi. Bu iller İdrisî Bitlisî isimli kürt derebeyine teslim edildi. Jırkî olarak bilinen kürt aşiretleri bu bölgelere yerleştirildi.

Bu tarz konulara girmek aslında hassas konular olarak seçildiğinden devlet nezdinde özenle kaçınılmaktadır. Ama kürt etnik unsurunu ön plana alan kürtçü kesimler böyle bir hassasiyet göstermedikleri gibi, kendilerini doğru ve haklı gösteren propagandaları yalan-dolanlarla sürdürmektedirler.

Size anormal gelse de Kürt olduğumu hatırlatırım. Türklerden biri Kürt'leri savunduğunda bu normal karşılanıyor, destekleniyor. Ama bir kürt edindiği tarihsel bilgiler ve gözlemleri ile birlikte her türlü ırkçılığa karşı duruş sergilemek adına önce bağlı olduğu etnik unsurun hata ve kusurlarını dilendirirken tepki ile karşılanması doğru mudur?

Siirt 40-50 yıl once arap nufus %90 ve üzeriydi 80 lerde %70 %30 cıvarındaydı.
90 ve sonrasında buyuk değişim yaşandı ve tam tersi oldu.arap nüfusa sahıp çıkılmadığı için nufusun cogu istanbul yalova bursa gibi illere göç etmek zorunda kaldı
şu anki oran %70 %30 ancak oabılır.ve hızla bu oran kürtlerin lehine doğru artıyor.

devletn yaptığı en buyuk hatalardan irisidir bu siirt mardın gibi illerdeki demografik yapıyı koruyamamasıydı.bazen devlet suriye ırakta demografık yapının değiştiğinden şikayate eder.Devlet olarak sen ülkendeki yapıyı koruyamamışsın
tamamı olmasada maaleysef kürt halkının buyuk oranı hdp ve pkk sempatızanı.Bunu seçimlerde alınan oylardanda anlayabılırız.

Milliyetçilik ırkçılık olarak algılanmasın lakin durum bu şekildedir.çözüm süreci bitmeden önce geri kalan arap nüfusa 3-5 yıl daha burdasınız ondan sonra yoksunuz diye tehdiler geliyordu.
 
Üst