Kutsal tuzak

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
KUTSAL TUZAK

SELİM GÜRBÜZER

Noel’le girdiler dünyamıza, yetmedi ardından anneler günü, babalar günü ve sevgililer günü gibi bir dizi günler sıralandı. Batı bikere inanmıştı Tanrının evreni altı günde yarattığına, hâşâ arda kalan 1 (bir) günde ise istirahata çekildiğine... Dikkat edin batıda haftanın altı günü dünyevi işler için taksim edilir, sadece pazar günü kilisede günah çıkartmak ya da ayin yapmak için vardır. Türkiye’de ise pazar günü daha çok dinlenmek amaçlıdır. Her ne kadar dinlenme amaçlı da olsa İslam’da her an, her salise, her ay, her yıl, her hafta ve her ömür boyu hayat Allah'ı anmak için vardır. Zaten bizi batıdan farklı kılan yönümüz de ibadeti belli bir gün ve bir zaman dilimine hapsetmememizdir.
Her neyse Batı dünyası her pazar günü ayin yapa dursun, biz bu arada şu altı gün meselesi neymiş onu bir irdelemeye bakalım. Şurası muhakkak Rabbimiz bu hususta “Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı” (Yunus, 3) beyan buyurmakla yaratılış gerçeğine dikkatimizi çekmiştir. Ancak şu da var ki ayeti kerimede geçen ‘ altı gün’ ifadesi bizim anladığımız manada dünya takvimi bir yaratılış zaman dilimi değildir. Ayette zikredilen altı gün izafidir, dahası açıklanmaya muhtaç konudur. Nasıl açıklanmaya muhtaç konu olmasın ki, bikere dünyanın kendi ekseni etrafında bir turlayışı 24 saatle karşılık bulduğundan bunun anlamı bir takvim gün demektir. Dolayısıyla diğer gezegenlerde kendi ekseni etrafında bir turlayış saati dünyadan ve birbirlerinden farklı olduğundan ister istemez takvim günleri de farklı olmakta. Mesela Venüs gezegeninin kendi ekseni etrafında kat etiği mesafenin bir günlük takvim yaprağı 5400 saate karşılık gelmesi bunun en tipik misali zaten. İşte buradan hareketle ayette geçen yaratılış gerçeğinin dünya hesabına göre mi altı gün olduğu, yoksa bir başka gezegen hesabına göre mi altı gün olduğu, ya da idrak edemediğimiz bir altı gün hesabı olduğu şimdilik sır diyebiliriz. Fakat yine de bu demek değildir ki, bizim idrak algımızın fevkinde diye kâinatın altı günde yaratılış hikmetinin sırrına erişme çabasına girilmesin. Besbelli ki Kur’an’da zikredilen bu ve buna benzer pek çok ayetler insanoğlunun araştırmasına açık kapı bırakılacak şekilde nüzul olmuştur. İşte bu nedenle armut piş ağzıma düş anlayışı İslam’da pek kabul görmez. Ne yani yaratılış kanunları ezelde belirlendi diye bizim yan gelip yatmamız gerekir, mümin olana bu yaraşmaz elbet, bize ancak yaratılış gayemiz gereği ezelde belirlenmiş her ne kanun varsa bulup buluşturup ortaya çıkarmak yaraşır. Üstelik her yaratılış kanunun ortaya çıkarmakla hâşâ yaratmışta olmuyoruz, bilakis keşif yapmış oluyoruz. İsmi üzerinde keşif, yani daha önce var olan kanunu keşfedip yaratılış gerçeğini öğrenme faaliyetidir bu. Öyle ya madem insanoğlunun bulduğu her şey yaratılış değil, keşfetme ve öğrenme faaliyeti, o halde Kur’an ayetleri her asrın idrakine göre mana kazanacağı muhakkak. Zaten Kur’an ayetleri tek bir asrın idrakiyle sınırlı olsaydı saat diliminin nasıl işlediğini, gezegenlerin yörüngelerinde döngüsünü nasıl tamamladığını, yeryüzünü oluşturan jeolojik katmanların nasıl oluştuğunu, canlılarda biyogenez ve abiyogenez evrelerinin nasıl gerçekleştiği geçmiş asırların insanınca pek anlaşılmayacaktı. Hadi anlaşılacağını varsaysak bile o asrın insanı derhal “bu bize yeter” deyip hiçbir şeyi araştırmaya koyulmayacaktı. Hatta o günkü şartlarda teknolojik yoksunluk ve yetersizliğini de düşündüğümüzde Kur’an ayetlerin neden tüm berraklığıyla açıklık kazanmadığını şimdi daha iyi idrak etmiş oluyoruz. Bikere ayetler açık açık nüzul olsaydı, daha nüzul olur olmaz peşinen inkâr etmelerine yol açacaktı. Derken dünya döndükçe, devran döndükçe insanoğlu ilerleyen zamanlarda teknolojinin zirvesine çıktı da. Ama gel gör ki insanoğlu teknoloji ilerleme kaydetti de ne oldu, sanki imanda sebat eder bir hale mi geldi, işte görüyorsunuz geldiğimiz noktada maddenin ve teknolojinin kölesi bir hale düştük diyebiliriz de.
Aslında ister kabile dönemleri, ister toprağa bağlı dönemler olsun, ister sanayi dönemleri olsun, isterse bilgi ve teknolojik çağı dönemler olsun hiç fark etmez her ahval durumda da imanın daha çok hidayetle alakalı bir husus olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Batı insanı teknolojiyi keşfetti keşfetmesine ama insan ruhunu doyuracak tekniklerini keşfedemedikleri de bir vaka.. Bir bakıyorsun uhrevi olan her ne varsa kendi sığ mantıkları çerçevesinde maddeye indirgemekteler. Böylece tüm maddi ve manevi değerleri linç ettiler de. Nasıl mı? İşte batı, Hıristiyanlığı dünyevileştirip kendi öz kaynaklarını tahrip ettikleri yetmemiş gibi bir de yıllarımızı Noel baba safsatasıyla kutsallaştırırken hafta sonunu da tek gün ibadet kutsiyetine kalkışmışlardır. Hadi hükmünü yitirmiş dinlerinde yaptıkları tahribat neyse de bizim değerlerimize de el uzatarak kendilerine benzetmeye çalışmışlardır. Oysa İslam’da ibadet belli bir güne hapsedilemez. Hatta Cuma dâhil günün beş vakit dilimi Allah’ı anmak için vardır. Buna Ramazan’da dâhil elbet, yani sadece iftar sonrası teravih namazı kılıp, Ramazanın bitiminde de bayram namazıyla ibadet sonlandırılmaz, tam aksine son nefese kadar ibadetin devamlılığı esastır. Hiç kuşkusuz dinde reform diyenlerin bir hesabı varsa, Yüce Allah'ında değişmez hesabı vardır. Şayet Müberra Dinimizi kendi akıllarınca dünyevileştireceklerini sanıyorlarsa, hiç boşa heves etmesinler, bikere bu hususta Yüce Allah'ın ‘Nurumu tamamlayacağım’ diye vaadi var.
Hadi Hıristiyanları anladıkta, peki ya şu Yahudilere ne demeli. Malum Hıristiyanlar Pazarı kutsallaştırır da Yahudiler onlardan geri kalır mı? Hemen Cumartesi gününü kutsal gün addedip yâd edeceklerdir. Hele yolumuz Yahudi yerleşim alanlarına düşmeye dursun, bir yudum sıcak çorba içemeyeceğimiz muhakkak. Üstelik bulamayız da. Çünkü inançları gereği cumartesi günü ateş yakmak yasaktır. Peki, elin Yahudi’si böyle yaparken, biz ne yapıyoruz? Biz ise malum, hem Hıristiyanları gönlünü hoş tutuyoruz, hem de Yahudilerin gönlünü. Yani her iki günü de tatil yapmışız. Bakın, dinimizde mübarek Cuma’mız bile tatil değildir. Sadece Cuma vakti girdiğinde alışveriş yasak edilmiştir. Cuma çıkışında herkes yine işinin başında olmak durumundadır. Dedik ya, aslında günlerin kutsallığı, ayların kutsallığı, ya da senelerin kutsallığı diye bir şey yok. Sadece bizim için Cuma günümüz ve kandil aylarımız mübarektirler. Ancak bu mübareklik Allaha giden yolda araç manasına mübarekliktir, asla tapınma ve gaye değildir. İşte bu yüzden İslam literatüründe belirtilen mübarek gün ve ay olarak dillendirdiğimiz her ne varsa biliniz ki dillendirdiklerimizin tümü kendimize dönmeye yönelik birer fırsat imkânı tanınmış vasıta ışık kandilleri veya Allah’a sığınıp tövbenin kabulüne vesile araçlar olarak biliriz. Bunun ötesinde kutsu bir anlam yüklemeyiz elbet. Zaten böyle bir hakkımızda yok. Zira Müberra Dinimizde her demde, her nefeste Allah’ı zikredip unutmamak esastır. Ama gel gör ki, bilhassa batı hayranlığının tavan yaptığı dönemlerde batının düştüğü zavallılığa bizlerde düşer gibiyiz. Nasıl mı? Malum ilk önceleri kutlu doğum ve kandil kutlamalarının Diyanet İşleri Başkanlığının basit duyurmasıyla yâd edilirdi. Sonradan ne oluyorsa bir baktık Müslümanlıkla alakadar olan da olmayanda haftalar öncesinde büyük reklâm kampanyalarıyla kitleler haberdar edilerek kutlamalar hız kazanır oldu. Öyle ya, bayram değil seyran değil durup dururken birden kutlamaların adeta tüketim çılgınlığı çerçevesinde kampanyalar eşliğinde hız kazanması akıllara kuşku bırakıyor. İster istemez dinimizi sekülerize etme planın bir parçası diye düşünmeden duramıyoruz. Kuşkulanmakta haklıyız da, zira bir takım mahfiller dinde reform kılıfı altında İslam’ı yaşanan din olmaktan çıkarmak amacı gütmekteler. Şimdi gel de endişe duyma, baksanıza tüm Müslümanların saf duygularını istismar ederekten kandil günü bikerecik çekilen mesajla telefon şirketlerinin kasasına giren gelirin bir yıllık gelirlerine denk düşmesi pek hayra alamet amel gözükmüyor. Besbelli ki ortada büyük bir pastadan pay kapma yarışı söz konusu. Kelimenin tam anlamıyla ışık kandillerimiz birilerince kendi ticari çıkar hesaplarına kurban verildiği bir manzarayla karşı karşıyayız. Yetmedi anneler, babalar ve sevgililer günüyle bizi oyalamaya çalışmaktalar. Oysa bizim değerlerimize göre; her beş vakit namazın ardından dualarımıza ortak kıldığımız ve onları unutamadığımız her an, her saniye, her ömür boyu bizim için anneler ve babalar günüdür. Keza Ezan-ı Muhammediye’nin ardından okunan Selatü selamlar ve “Essalatü hayrün minen nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) ilanıyla kaçırmadığımız her sabah namazı da bizim için sevgililer günüdür. Kaldı ki Yüce Allah Habibi için “Sen olmasaydın bütün felekleri yaratmazdım” buyurmakta, o halde bize de ‘Adı güzel kendi güzel Muhammed’in yolunu yol bilip sünnetini sevmek düşer.
Dikkat edin Saadatlar kendilerinden önceki saadatların doğum ve ölüm günlerini kutlamak için özel çaba sarf etmezler. Niye derseniz, gayet her şey açık orta da. Yani, ikindi ve yatsı vakti yapılan Hatme-i Hacegan duasında methiyelerini okumakla, yine her gün çekilen vird dersin başlangıcında başta Peygamberimiz olmak üzere tüm Saadatların ruhlarına hediye edilen Fatihalarla, yine her akşam vakti yapılan mürşid rabıtasıyla yâd ediyorlar zaten. Öyle ya, şayet dert dava kutlamaksa ayda, haftada, ayda, yılda bir kez kutlamakla kutlanmış olunmaz, asıl kutlama o dur ki her alınan nefeste Allah’ı anıp kutlayabilmektir. Hakeza yine kutlama o dur ki nefesi boş yere tüketmeyip başta Resulullah (s.a.v) olmak üzere tüm Sahabeyi kiram ve Sadat-ı kiramın manevi şemsiyesinin altına girerek kutlamaktır.
Velhasıl; Her dem canlar yeniden tazelenir.
Vesselam.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/kutsal-tuzak-makale,7514.html
 
Üst