M. âkif’in sultan abdülhamid’e husûmeti nereden geliyor?

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
08 Ekim 2014 Çarşamba

Mehmed Âkif, modernist zihniyeti ve İttihatçı kimliği ile Sultan Hamid’in amansız muhalifleri arasında yer almıştır. İslâm birliğini müdafaa eden bir şairin, yine bu uğurda tahtını veren bir padişaha, böylesine düşmanlığı, doğrusu çoklarını şaşırtmıştır.

Epey oluyor, bir gazete, Âkif’in Safahat’ını promosyon vermiş. Önsözünde de adeta bir mukaddes kitap gibi ballandıra ballandıra övmüş. Yeri geldikçe de, “bu mısralarda kast edilen Sultan Hamid’dir” diye de not düşülmüş. Güler misin ağlar mısın, dedim içimden. Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936), İslâmcı vasfına rağmen, Sultan Hamid ile yıldızı hiç barışmamış bir şairdir. Her ikisini de, delicesine sevenlere rastladıkça, iki zıt şey nasıl bir araya gelir, diye düşünüyor insan.

“İnkılâb istiyorum ben de!”

Arnavut müderris İpekli Tahir Efendi’nin oğlu olarak Fatih’te doğdu. Adını Ragîf koymuşlardı; ama Âkif kolay geldi; ismi öyle kaldı. Sultan Hamid’in yaptırdığı baytar mektebinde okudu. Memuriyete girdi. Cami derslerinden biraz dinî kültür elde etti. Edirne’de hükümet baytarı iken tanıyıp sevdiği Alliance Mektebi muallimi Talat Paşa vesilesiyle İttihatçılara karıştı. Ölene kadar da öyle kaldı. Ateşli nutukları ve şiirleri ile davalarını destekledi. Teşkilat-ı Mahsusa (istihbarat) ajanı olarak çalıştı; bu uğurda diyar diyar gezdi. Halifenin tahttan indirilmesinde rol oynayarak, İslâm dünyasında bugün bile sönmeyen yangını ateşleyenler arasında yer aldı. 1913’den sonra Ziya Gökalp’in Türkçülük fikri yörüngesine giren arkadaşlarını tenkit edince, bu sefer onlarıngazabına uğradı; işinden oldu ve mecmuası da kapatıldı. Hempâları, imparatorluk gemisini batırdıktan sonra, Anadolu’ya geçerek Yeni-İttihatçı hareketin içinde yer aldı. Burdur mebusu oldu. Taceddin Tekkesi şeyhi, evini kendisine tahsis etti. Burada Sebilürreşad’ı çıkarttı. Bir yandan İstanbul’u ağır dille zemmederken; öte yandan Ankara’yı destekleyen vaazlar verdi; destanlar yazdı. Bunlardan biri, dostu Hamdullah Suphi sayesinde millî marş kabul edildi. Sultan Hamid’e kükreyen şair, saltanatın ve hilâfetin kaldırılmasına sesini çıkarmadı.

İslâm dünyasında modernizmin lideri ve İngiliz siyasetinin destekçisi Cemâleddin Efgânî ve talebesi Mısır Müftüsü Abduhile tanışması, Âkif’in hayatını değiştirmiştir. Bu iki mason biradere medhiyeler yazmıştır: “Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer/Oradan âlem-i İslâma Cemaleddinler”. Âsım adlı şiirinde de şöyle der: “Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh/Konuşurken neye dairse Cemâleddinle/Der ki Tilmizine Afganlı; Muhammed dinle/İnkılâb istiyorum hem çabucak/Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak/Nazariye ile bir şeyler olur zannetme/O berâhini de artık yetişir dinletme/İnkılâb istiyorum ben de, fakat Abduh gibi”. Merhum Ahmed Davudoğlu, “Berâhini (burhanları, âyetleri) dinlemek istememek, doğrudan kelâm ilmine ve teselsülün butlanına [yaratılışın başı bulunduğuna, yani Allah’ın kadîm, başka her şeyin yaratılmış olduğuna] itirazdır ki,maazallah dine dokunur” der.

Efgânî ve Abduh’un, Sultan Hamid’in gelenekçi siyasetine şuurlu düşmanlığı, kendisine de sirâyet etti. Londra’nın, sömürgeciliğin en parlak olduğu o zamanki dış politikası, Sultan Hamid’i ve onun otoriter halifelik siyasetini bertaraf etmek üzerine kuruluydu. O gitmedikçe, İslâm dünyasında modernizmin yerleşemeyeceğini iyi biliyordu. Yerli gafiller sayesinde, bu emeline kavuştu. Böylece Âkif’in de, emsalleri gibi, hiç sevmez göründüğü İngilizlere büyük hizmeti geçti; İstanbul’un işgalinde tutuklanmayıp, Ankara’ya gidişine göz yumulması da, muhtemelen yeni ufuklara yelken açması içindi. İttihatçılar, Sultan Hamid’in “istibdadına”; hakikatte ise, onun sahip çıktığı Ehl-i sünnet vurgulu dindar hayata karşıydı. Hürriyetten kast ettikleri, dinî geleneklerden âzâde, alabildiğine serbest bir hayattı. Âkif dindardı; ama fikriyat itibarıyla modernistti. Sultan Hamid’e düşmanlığı bundan ileri gelir; siyasî sebeplerden değil. Dolayısıyla, pişmanlık mevzubahis olmamıştır; olması da beklenmez. Bazıları Semerci şiirini bir pişmanlık eseri olarak görürse de, Âkif burada yeni gelenlerin, eskisini arattığını terennüm etmekten başka bir şey yapmış değildir.
Sultan Hamid’i sık sık edebli! tabirlerle anar: “Ortalık şöyle fenâ, böyle müzebzeb [karışık] işler/Ah o Yıldız’daki baykuşölüvermezse eğer”; “Çoktan beridir vardı benim bir derdim/Gideyim zâlimi îkaz edeyim isterdim/Kafes ardında hanımlar gibisaklıydı Hamid/Âl-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid”; “Ah efendim o ne hayvan, o nasıl merkepti!”; “Ah efendim o herif yok mu, kızıl kâfirdi”; “Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad/Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yâd/Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se/Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e”; “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek/Otuz üç yıl bizi korkuttu şerîat diyerek”.

Ha gayret!

Medine-i Münevvere’de kalırken, ailesiyle burada yurt tutmuş ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey kütüphanesi müdürlüğü yapmış Ali Ulvi Kurucu ile ahbablık kurmuştum. Konyalı Hacıveyiszâdenin yeğeni idi. Çok fazla ilmi yoktu; ama saf ve temiz bir insandı. Hicaz’a giden Türklere yardımı çoktu. En bariz hususiyeti, inkılâpçılara reaksiyonun lideri sandığı Âkif’e aşırı hayranlığıidi. Onunla oturur, onunla kalkardı. Onun gibi konuşur; onun üslûbuyla şiir yazma kudretine sahip idi. Birgün evinde sohbet ederken, söz Âkif ve Sultan Hamid’e geldi. Ben bilmez gibi, buna şaşırdığımı söyledim ve Âkif’in pişman olup olmadığına sordum. Bu mevzuyu çok araştırdığını, ama pişmanlık eserine rastlamadığını üzülerek itiraf etti. Sonra şunu anlattı: “Ben bu hadiseyi temize bağlamak için, Âkif’in ağzından Sultan Hamid’i öven ve pişmanlık gösteren bir şiir yazmak istedim. Bunu Âkif’in dostu Fuad Şemsi’ye verip, neşrettirecektim. Güya Âkif vefat etmeden evvel bu şiiri yazıp, ona vermişti. Nitekim böyle yaptığı başka şiirleri vardı. Ancak kendisine danıştığım, Âkif’in yakın dostlarından rahmetli Mahir İz mâni oldu. Sakın yapma, iş ortaya çıkar, daha da kötü olur, dedi.”

afgani-abduh-residriza.jpg

Soldan Abduh, Efgani, Reşid Rıza


http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=539
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Geçen sıkı bir destekçisi olan forumdan bir arkadaşa "Akif I.dünya savaşında hangi cephelerde savaştı?..."Diye sormuştum...halen cevap gelmedi...Belki bu konuda aradığımız cevabı alır aydınlanmış oluruz...

Mesela şiirini yazdığı 1915 Çanakkale savaşında bulundu mu?...

Savaş esnasında nerede ikamet ediyordu?...
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
ÂKİF’İN GELGİTLİ DÜNYASI

15 Ekim 2014 Çarşamba

Ankara hareketini yürekten destekleyen Âkif’in yolu, kısa bir müddet sonra bunlardan ayrıldı. Bu ayrılığın sebebi olarak şapka gösterilmiştir. İşin aslı böyle midir?

Ankara hareketi muvaffak olup da, dinî-millî kimliğini üzerinden atınca, Âkif’in modernist kişiliği bile kâfi gelmedi. 1923’te meclisten tasfiye edildi. Âkif, parasız ve kırgın, 1926’da Mısır’a gitti. Prens Abbas Halim’in misafiri olarak yaşadı. Üniversitede Türk edebiyatı dersi verdi.

prens%20abbas%20halim.jpg


Prens Abbas Halim


Bu sefer yeni rejim tarafından şapka giymemek için Mısır’a kaçmakla itham edildi. Dostu Ruhi Naci anlatıyor: “Şapka, yalnız memurlar için resmi serpuş ittihaz edilmiş; halka henüz teşmil edilmemişti. Âkif, ‘Umumu beklemeye hacet yok. Şapka için artıkicmâ-i ümmet var. Tabii hep giyeceğiz’ dedi”. Kemalist inkılâbın ileri gelenlerinden Yusuf Hikmet anlatıyor: “1928’de büyükelçi olarak Afganistan’a giderken, Kâhire’de kendisini gördüm. Çok duygulandı. Saatlerce konuştuk. Şapka kanunu yüzünden yurttan ayrıldığının sanıldığını söylemem üzerine, ‘Yok canım, öyle şey olur mu? Müslümanlık, fes veya şapkayla mıdır sanki?’ dedi.” Mithat Cemal der ki, “Âkif, muaşeret kaidelerine aldırmayarak başı açık otururdu. Sonradan öğrendim ki,festen rahatsız oluyordu.” Nitekim 1936’da başına şapkayı geçirerek yurda dönmekte tereddüt etmedi. Zira Âkif, serbest düşünceli bir insandı. Herşeye rağmen Ankara’ya kırgın olmadığını; vefat ederken, “Gazi Hazretleri olmasa, zafer kazanılamazdı” sözüyle göstermiştir.

Kaynak: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=540
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
1935’de Abbas Halim vefat etti. Âkif de hastalanıp İstanbul’a döndü. Prens’in kızının tahsis ettiği Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’ndaki odasında unutulmuşluk içinde sirozdan vefat etti. Resmî makamların alâkadar olmadığı cenazesi, üç-beş talebenin sırtında Edirnekapı’ya kaldırıldı. Kızını evlendirdiği dostu Ömer Rıza Doğrul, 1925’te Mason olmuş; İngilizlerin Hindistan’da kurduğu Kâdıyânî fırkasının tahrif ettiği Kur’an’ı “Tanrı Buyruğu” adıyla tercüme etmiştir. Oğlu Mehmet, acıklı bir hayat yaşamış; alkol ve uyuşturucu tesiriyle, bir araba teknesinde ölü bulunmuştur.

omer%20riza%20dogrul.JPG


Ömer Rıza Doğrul
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
“Âkif Efsânesi!”


Hüzünlü bir tabiatı vardı. Midhat Cemal, “Hayatında nikbin (iyimser) olduğu günlerin yekûnu birkaç haftayı geçmez” der. Nitekim, kendi resminin altına şöyle yazmıştı: Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat/Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası/Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat/Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası. Bu tabiatı, eserlerine de aksetmiştir. Bir nebze bile gönüllere ferahlık verecek ifade bulunmayan şiirlerini okuyanları kasvet basar. Spora düşkündü. Hem Şark, hem Garb musikisini sever ve anlardı. Ney üflerdi. Udî Şerif Muhiddin Targan’ı çok beğenirdi. Mısır’da iken bile, plaklarını yanından eksik etmezdi...


Gelgitleri bol bir insandı. “Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûy-i zemin” diyenlerden rahatsız olur; ama bunlarla aynı cemiyette bulunmaktan gocunmazdı. Fikret’i “Bir gün Allah’a söver; sonra bir az bol para ver; hiç utanmaz Protestanlara zangoçluk eder” diye hicveder; ama halifeye karşı beraber hareket etmekte mahzur görmezdi. “Alınız garbın ilmini, san’atını” der; ama garbın kültürü ile sanatının birbirine geçmiş olduğunu düşünmezdi. “Gidin saffet-i İslâmı Japonlarda görün” der; ama Japonların, ilim ve fen alacağız derken, nasıl garplılaştıklarından habersiz görünür. “Hele ilmiye, bayağıdan da aşağı bir turşu/Bâbı fetvâ denilen daire ümmî koğuşu” mısralarıyla ulemayı aşağılar. “Böyle âvâre düşünceyle yaşanmaz, heyhât/Mültekâ fıkhınızın nâmı, usûlün “Mir’ât”/Yaşanır, zannediyorsan, Baba Câferliksin [hapishaneliksin]” diyerek, Hanefî fıkhının esasını teşkil eden Mültekâ ve Mir’at’a hakaret eder.


“Ey bunca zamandır bizi te’dib eden Allah/Ey âlem-i İslâmı ezen, inleten Allah!/Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun/ Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun/Madem ki ey adl-i ilâhi, yakacaktın/ Yaksaydın ya mel’unları, tuttun bizi yaktın/Yetmez mi musâb olduğumuz [uğradığımız] bunca devâhi [belâ]?/Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?/Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı/Hissiz mi kalır lücce-i rahmet [rahmet denizi] buna karşı?” diyerek sıfat-ı ilahîyi şüphe ile karşılar. Hatta “Cânileri, kâtilleri meydana süren sen/Cânideki, kâtildeki cür’et yine senden” diyerek şüphesini Cebrîliğe kaydırır. Öte yandan “Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir/Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir” diyerek, zât-ı ilahîyi mecbur tutar.


Sözlerinde Vehhâbî tesiri sezilir: “Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?”, “Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.” Modernizmin izi en çok şu iki meşhur mısraında görülür: “Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”; “Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için/Ne de kabirde okumak için”. Çanakkale için yazdığı şiirdeki, “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraı, Sahâbe’nin en faziletlilerini aşağıladığı için tenkit edilir.

Mütevâzı, perhizkâr, sözünde inatla duran ve haksızlığa tahammülsüz mizacı sebebiyle çoklarında hürmet telkin ederdi. Şiiri müsabakaya sokulmadan millî marş olarak kabul edildiği için, verilen mükâfatı almamıştır. Öldüğü zaman geride bir kat elbise, bir şapka, bir mavzer, bir istiklâl madalyası, yastığı altında birkaç lira ve meşin kordonlu bir fakfon saat kaldı. İnsanlar, böyle yaşayanlara gayrı ihtiyarî hürmet duyarlar. Halbuki bazılarının nefsi, tevâzudan, fakirâne yaşamaktan beslenir. Efgânî’nin ağına düşürdüğü yegâne saf Müslüman elbette Âkif değildi; ama cemiyette oynadığı rol fazla oldu. Büyük âlim, hatta (tasavvufa uzaklığına rağmen) evliyâ olarak tanındı. Kemalistlerle sonradan ters düşer göründüğü için, geniş bir muhalif kitle tarafından (tıpkı Fevzi Çakmak gibi) sembolleştirildi. İnkılâp fırtınasından kaçanların sığınmaya çalıştığı bir liman olarak görüldü. Mekteplerde “Atatürk Köşesi”ne alternatif “Âkif Köşesi”; “Nutuk”a karşı “Safahat”... Bilen bilmeyen herkesi saran, şuursuzca bir hamasete dayalı “Âkif Efsânesi” doğdu. Buna, İbrahim Sabri, Ahmed Davudoğlu ve Kadir Mısıroğlu dışında hiç kimse itiraza cesaret edememiştir.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Kur’an tercümesi


Ankara’nın Kur’an’ı ücreti mukabilinde tercüme ve tefsir ettirip, halkı “aydınlatma” projesinde yer aldı. Tercüme işi Âkif’e; tefsir ise, yine bir Sultan Hamid muhalifine, hal’ fetvâsını yazan Elmalılı Hamdi Efendi’ye verildi. Tercümede çok zorlandı; hatta “Tercüme bitti; ama tashihi bitmedi. Beni tatmin etmiyor” derdi. Hamdi Efendi, müsveddeleri, “cezâlet (edebî güzellik) yok” deyip beğenmeyince, Âkif, “artık sadelik arıyorum” cevabını vermişti. Bu sebeple, tercüme işi Âkif’den alınarak, ücreti ile beraber Hamdi Efendi’ye verildi. Aldığı 1000 lira avansı, harcadığı için iade edemedi. Âkif, tercüme müsveddelerini, ölümünden sonra yakılmak üzere, Kahire’deki yakın dostu müderris Yozgatlı İhsan Efendi’ye bırakmıştı. Ölünce, İhsan Efendi, bir kopyasını alıp, bunları yaktı. Vicdanı rahatsız olmuş ki, o da ölürken, bu kopyaları yakmasını oğluna vasiyet etti. Oğlu Ekmeleddin Bey, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu müderris İbrahim Sabri Efendi’ye danışarak kopyaları yaktı. Âkif’in bu tercümeyi yaktırması, Türkçe ibâdet korkusuna bağlanır. Halbuki bu tarihte, artık Türkçe ibadet meselesi gündemden kalkmış idi. Zaten Âkif, bu mevzularda ilerici düşüncelere sahipti. Yakında “Âkif’in Meâli” diye basılan, Türkiye’ye gönderilmiş birkaç parça müsveddeden ibarettir.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Semerci


Bazıları gayretkeşlik edip, Âkif’in Semerci şiirini bir pişmanlık eseri olarak göstermeye çalışsa da, burada yeni gelenlerin, eskisinden de kötü olduğunu söylemekten başka bir şey yapmış değildir. Süleyman Nazif, Rıza Tevfik gibi pek dinle alâkası bulunmayan İttihatçılar bile hakikati anlayıp, pişmanlıklarını şiirleriyle dile getirmiş; ancak Âkif ve bazı emsâli bundan kaçınmıştır. Alenî kabahatin tövbesi de alenî olur, derler. Yüzlerce mısrada padişahı, ismini anarak kötüledikten sonra; isim vermeden yazdığı bir şiirle pişmanlığa hükmetmek ne kolay! Kaldı ki, Müslümanların halifesini tahtından iteleyip, koca bir İslâm medeniyetini yerle bir edenler, tövbe etseler, makbul olur mu; helâllik dileseler, kimden dilenir; bu da ayrı bir meseledir. Evet, herkes hata yapar; ama büyük hata işleyenleri de kimse âlim, hele evliyâ görmez. Hele “Zamanının halifesini inkâr eden, câhiliye ölümüyle ölür” hadîsindeki tehdit dururken...

15.10.2014

Not: Yukarıdaki yazıların tamamı Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'ye aittir.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Allah razı olsun .mehmet akif çok faziletli bir şahsiyyetti demek istiyorsunuz galiba..

o kadar uzun yazıları okuyamıyoruz.

10711056_1009149079111531_8622210357385099670_n.jpg
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Geçen sıkı bir destekçisi olan forumdan bir arkadaşa "Akif I.dünya savaşında hangi cephelerde savaştı?..."Diye sormuştum...halen cevap gelmedi...Belki bu konuda aradığımız cevabı alır aydınlanmış oluruz...

Mesela şiirini yazdığı 1915 Çanakkale savaşında bulundu mu?...

Savaş esnasında nerede ikamet ediyordu?...

arap ayaklanmalarını bastırmak için teşkilatı mahsusanın görevlisi olarak arabistandaydı
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
arap ayaklanmalarını bastırmak için teşkilatı mahsusanın görevlisi olarak arabistandaydı

.......

İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. Ancak cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşen Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı.

Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı’nın gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi.

Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayınlanmaya başladı.

Mehmet Akif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur milletvekili sıfatıyla TBMM'ye girdi.

.........

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=238
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Rahmetli I.Dünya savaşı süresince (son yılı hariç) İttihat ve terakki cemyetinin emri (makul bulmuş olmalı...) üzerine Berlin'de ikamet etmiş...
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Burada Almanlar'ın eline esir düşen Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı.

Buradaki esirler İngilizler tarafından I.Dünya savaşında kullanılan müslüman askerlerdir...Osmanlı askeri değil....
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Gelelim kurtuluş savaşına...Bu savaş Türkiye'ye yaptırılmak istenen reformların şantajı olarak ingilizler'ce kurgulanmış, daha en başından itibaren İNGİLİZ GÖZLEMCİ subaylar nezaretinde icra edilmiştir...
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0


.......

İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. Ancak cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşen Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı.

Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı’nın gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi.

Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayınlanmaya başladı.

Mehmet Akif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur milletvekili sıfatıyla TBMM'ye girdi.

.........

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=238


şuraya girmişte yok chp ye oy vermişte:p yok şu cemaati desdeklemişte havadan fındık kabuğunu doldurmayan meselelerle çamur atmaya çalışıyorsunuz adama.
biz sizin gibi adama taptığımızda yok.eğrileri olabilir .yazıları şiirleri onun tevhid inancında bir aydın olduğunu görüyoruz şahid oluyoruzda..

sizinkilerin karın ağrısını çok iyi biliyoruz.sapık tasavvuf inançlarının önündeki tüm engelleri gözden düşürerek önünüzü açmak!.sizin derdinizi bu!



10636157_1012873778739061_3801756329071241541_n.jpg
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
akif ,fasık sapıksa bu adama ne diyecesksiniz?

1800457_1005619206131185_1509535245673556583_n.jpg





sizler tasavvuffu islam sanan gurubsunuz...veli yetişterme okullarınız var .
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Semerci


Bazıları gayretkeşlik edip, Âkif’in Semerci şiirini bir pişmanlık eseri olarak göstermeye çalışsa da, burada yeni gelenlerin, eskisinden de kötü olduğunu söylemekten başka bir şey yapmış değildir. Süleyman Nazif, Rıza Tevfik gibi pek dinle alâkası bulunmayan İttihatçılar bile hakikati anlayıp, pişmanlıklarını şiirleriyle dile getirmiş; ancak Âkif ve bazı emsâli bundan kaçınmıştır. Alenî kabahatin tövbesi de alenî olur, derler. Yüzlerce mısrada padişahı, ismini anarak kötüledikten sonra; isim vermeden yazdığı bir şiirle pişmanlığa hükmetmek ne kolay! Kaldı ki, Müslümanların halifesini tahtından iteleyip, koca bir İslâm medeniyetini yerle bir edenler, tövbe etseler, makbul olur mu; helâllik dileseler, kimden dilenir; bu da ayrı bir meseledir. Evet, herkes hata yapar; ama büyük hata işleyenleri de kimse âlim, hele evliyâ görmez. Hele “Zamanının halifesini inkâr eden, câhiliye ölümüyle ölür” hadîsindeki tehdit dururken...

15.10.2014

Not: Yukarıdaki yazıların tamamı Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'ye aittir.


Ekrem Buğra Ekinci yukarıdaki hadisi şerifi bu lafizla nereden bulmuş? Bu lafızla bir hadis yoktur..M.Akifi tenkid edeceğim diye hadisi şerifi bile doğru yazmamak, büyük bir gaflettir!!!
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
şuraya girmişte yok chp ye oy vermişte:p yok şu cemaati desdeklemişte havadan fındık kabuğunu doldurmayan meselelerle çamur atmaya çalışıyorsunuz adama.
biz sizin gibi adama taptığımızda yok.eğrileri olabilir .yazıları şiirleri onun tevhid inancında bir aydın olduğunu görüyoruz şahid oluyoruzda..

sizinkilerin karın ağrısını çok iyi biliyoruz.sapık tasavvuf inançlarının önündeki tüm engelleri gözden düşürerek önünüzü açmak!.sizin derdinizi bu!



10636157_1012873778739061_3801756329071241541_n.jpg

Ne alaka?...Neyi tartışıyoruz?...Nasıl cevap veriyorsun?....Biz "Akif'in hiç bir cephede savaşmadığı halde savaş kahramanı olarak takdim edilmesini" tartışıyoruz....Mahmut hoca'nın ne alakası var...Bu kadar takıntılı olma....
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Mehmed Akif Ersoy'un vatanseverliğinin tırnağına bile sahip olamayan kimi türeme ve bölücüler gelmiş, ağababalarının telkin ve öğretileriyle karalama yapıyor...
Bu tipler yeni sistemin eserleri...
Ağababaları ne derse o...
Yalan yanlış bilgiyle geçmişteki kahramanlarımızı yargılar, ama gözünün önünde sahte belgelerle askerlikten yırtıp cepheden kaçan şeref yoksunlarına da tek kelime edemez...
Neden peki?
Ağababalarının menfaati o yönde de ondan...
 
Üst