Makam Hayali

saf deha

Profesör
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
1,307
Tepkime puanı
120
Puanları
63
Konum
ankara-kayseri
Makam, her yüzyılın dayanılmaz tutkusu, yaşanılan ülküsü, uğrunda ölümlerin göze alındığı vazgeçilmez sosu olmuş… Aynı babadan olma kardeş kavgalarının, ırkçılığa yönelmiş ayrımcılığın, ben egosu üzerindeki uçurumların eksik olmadığı tarih sahnelerine her yüzyılda aynı eksende rastlanmış, niyetleri değişmemiş, varış yollarındaki hikâyeler araçları ile farklılaşmış!

Acaba diyorum Hz. Mevlana Hazretlerinin tüm dinlere ve ırklara sağlam bir dayanışması varken, neden bir saltanat peşinde olmamış ki… O dönmedeki saltanat sahiplerine izin vermiş. Yönetmeyi değil, kalplere girmeyi, altınları evine doldurmayı değil, dağıtmayı tercih etmiş. Ölürken, kabrine gidişini bir düğün gecesi olarak görmüş ve ölümü eğlence haline dönüştürmüş… Ya da Muhittin Arabi gibi çok derin bir alimin, sizin taptığınıza ayağımı basıyorum(Sonradan bu yer deşildiğinde yüklü bir altından oluşan hazine çıkmış.) dediğinde, ölüme giderken, kendini kurtaracak birkaç kelimeyle sözün özünü anlatmamış. Zalim Moğol istilası içindeki ateşin içinde, Selçuklunun yıkılışına tanık olan Yunus Emre, şiirlerinde bu kötü manzarayı değil de sevgiden başka bir özü işlememiş…

Aşk, eğer ilahi bir mercide Allah’a yönelerek yaşanmamışsa, bir insana aşkla bağlanmak gelip geçicidir. Böylesi aşk kısa zaman içinde yanar ve kül olur gider. İnsana olan aşk dünyalık bir giysiye benzer ve bedenidir. Allah’a olan aşk ulvidir ve gönülde-ruhta hissedilir ve sonsuzdur. Ağzımızdan bedene verdiğimiz önem kadar yediğimiz içtiğimiz kadar, gönlümüze gelen ilahi ve adalet sahibi gıdalara önem vermiyoruz. Gözden, kulaktan giren-dokunduğumuz şeyler hep geçici ve ölümlü. Bu yüzden Mevlana’yı, Muhittin Arabî’yi, Yunus Emre’yi anlamamız mümkün değil. Onlar bu dünya makamını değil, ilahi makamı istemişler, acziyetlerini kabul etmiş ve her şeyin emanet olduğunu görmüşler. Biz ise, tavuğun hayvan gübresine girdiği gibi gagalamadık bir yer, yemedik bir pislik bırakmıyoruz. Elde edene kadar çamurunun bile nasıl göründüğü belli olmadığı mücadele meydanında başpehlivan gibi “Dileniyoruz!”. Bu itiş kalkış sonucunda elde edilen makamsa, koltuktan bir ilah gibi hissedişin zalimliğe dönüştüğü bir uçurum kenarına getirir kişiyi. Verdiği ya da yaşadığı zalim bedelin yükünü altındaki kişilere biçer. Kendi yaşadığı aynı oluşumlara sebep olacak her şeye ister istemez yeniden sebep olur. Karunlar, Firavunlar, Nemrutlar yeniden doğar böylece. Allah’ın verdiği rızkı ben veriyorum der. Gücü fanidir. Ya öldürülür, ya acı içinde ölür ya da yalnızlığa mahkûm kimsenin sevmediği kişi olarak yaşar.

Elbet bir makama birileri gelecek
Her kişiye adaleti vermeyi bilecek
Ateşine su bulup yanlışını silecek
Ömer Saltanatı bilecek Roma askerleri…
Sıradan bir vatandaş
Her kişiye aynı mesafede kardeş
Olmazsa olmaz yanacaksa fenerleri…
Yoksa bulursa ayrıcalıklı yandaş
Yutar zaman böyle ezberleri…

Liderlerimizi içimizden seçerken, kaynak suyunda yıkayarak arıtalım. Zalimlerin şerrinden sana sığınırım yarabbi…(Amin)

Saffet Kuramaz
 
Üst