Bir Müslüman tanrı demez bence mevlamayıda mesneviyide bozdular..mevlananın hiç ney üfürmediği söylenir..
Ben ne Hristiyan, ne Yahudi, ne Zerdüşt, ne de Müslümanım,
Ne doğudan, ne batıdan, ne karadan, ne denizden,
Ne doğanın darphanesinden, ne de göklerin çemberinden,
Ne topraktan, ne sudan; ne havadan, ne de ateştenim,
Ne arşı aladan, ne tozdan, ne varoluştan, ne de varlıktan,
Ne Hintliyim, ne Çinli, ne Bulgar, ne de Saksonum,
Ne Irak krallığı , ne de Horasan ülkesinden,
Ne bu dünyadan, ne öte dünyadan, ne cennet, ne de cehennemdenim / Divan-ı Kebir
“Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt’ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!” Divanı Kebir
Sultan Veled’den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr’dan: “Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tanrı’mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?” diye sordular. Babam:
“Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı’yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid’in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür “dedi.
Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî’nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: “Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin’in gönlü ona çok bağlıdır” buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems’in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu.
Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems “içeri gel” diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems’ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: “Kimya nereye gitti” dedi Mevlânâ.
Şems: “Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi” buyurdu, işte Bayezid’in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.
Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı ‘nın en açık bürhanıdır. Mesnevi
Porno türevi hikayeleri, eşcinsel eğilimli hikayeleri, tebrize düzdüğü saçma sapan hikayeleri yazmıyorum bile... Sadece itikadı nüanslar içerenleri yazdım, diğerleri toplum içinde yazılacak cinsten bile değil.
Tapatalklandı.
Mevlana ve Tebriz her yerde tanrı der, bizim gibi bir Allah ve İslam anlayışları yoktur.
Dur buraya da yapıştıracağım o kadar emek ettim. Varsa şerhedecek bir Mevlana bilgini bize bunlar şöyle şöyle yanlışınız var desin biz de öğrenelim.
Tapatalklandı.
Bir şiirini farsça olarak getiriyorum kırmızı olan ifadelere iyice bak ve iftiradan vazgeç...
هستم به وصال دوست دلشاد امشبوز غصهٔ هجر گشته آزاد امشببا یار بچرخم و دل میگویدیارب که کلید صبح گم باد امشبDosta kavuşmada şenlendim bu gece
Ayrılık derdinden kurtuldum bu gece
Dönerim yâr ile seslenirim gönlüme
Yâ Rab! Kaybolsun sabahın anahtarı bu gece..
.......
Eflaki peki bu eseri nereden yazdı, uydurdu mu?
Eflaki bu keşfül zununu, arif çelebi ile yazmamışlar mı,
mevleviği kurumsallaştıran bu Mevlananın tourunu Arif Çelebi değil midir?
Torun Arif Çelebi ve Oğul Sultan veled, Eflaki'nin kitabının başkaynağı değil mi?
Tüm İslam kaynaklarında , hatta Türk İslam Ansiklopedisinde, Mevlevi dergahlarında Mevlana'nın başlıca kaynağı Eflaki değil midir?
Orjinal Mesnevinin Mukaddimesinde de bulunan,
"Mesnevi için "Hüve Tenzilümminrabbil rahim?". (Allah katından indirilmiş)
"Mesneviye ancak temiz olanlar dokunabilir"
"Dini anlamada kaynakların aslının, aslın, aslıdır"
demiş midir?
Yine Eflakinin bir nakline göre,
"Mevlana'ya sen kendi kitabına neden vahiy diyorsun diye Sual eden bir müderrise"
"Bre köpek, bre ******nin oğlu neden vahiy değilmiş" diye hiddetlenerek,
"Hem Vallahi, Hem Billahi bu mesnevi Kur'anın üstündedir"
diyor bu nakil de, Ahmed Eflaki de mevcut.
Eflaki dediğin kimdir, bilip konuşmak lazım, sanki sarı çizmeli Mehmed Ağa, Mevlana denince direk eserleri ele alınan adam ve Mevlana'nın torunu gözetiminde yazmış Eflaki, yazdıran bizzat Mevlana'nın torunu.
Tapatalklandı.
Selam
Eflaki bu eserini Ulu Arif Çelebi zamanında ve onun isteği üzerine üzerine hazırlamış ve Kendisi Mevlana Celaleddin Rumi'yi hiç görmemiştir.Eflaki Kendisi bu eserini Mevlana'nın ölümünden 80 yıl sonra yazmıştır.Bu eseri Türkçeye çeviren Tahsin Yazıcının şu ifadesi kitabı tanımamız adına önemli bir cümledir.
Kendisi eser hakkında bilgi verdikten sonra şu ifade ifadeyi kullanır:
''...sonradan özellikle İran'da Farsça olarak bu vadide yazılan kitaplarda bu velilerin hayat hikayelerinin,kısmen halk arasında teşkil eden rivayetlerin,kısmende müelliflerin ilaveleriyle mübalağa edildiği görülmektedir...''
Şimdi ilavelerin ve mübalağaların karıştığı ve sonrasında Hemadanlı Abdülvahâb B. Mehmed Dede tarafından kısaltılarak ve esere Sevab-ı Menakıb adı verilen bir eserden ''net''lik ifade ettiği söylenilerek ''kişi''nin sahsına yönelik eleştiriler yapmak ne kadar sağlıklı olabilir?...Veya o kitabta yazan hr şeyi Mevlana'ya ait! olduğu inancına sahip olarak körü körüne savunmak ne kadar sağlıklıdır?
Selametle....
Sen de çelişkiler yumağı içinde yüzüyorsun....Hazreti Peygamberle hem hal olmuş şunca sahabenin rivayeti olan Hadis-i şerifleri uydurma diyerek reddediyorsun...Mevlana'nın halkın ağzından toplanan menkıbelerini işine geldiği için kabul ediyorsun...
Önce mesneviden dedin...Olmadığını ispat ettik...Şimdi o yazdırdı bu yazdırdı diyerek çürük davana devam ediyorsun...İnsana önce insaf lazım...
Selam
Reenkarnasyon hususunda ise dayandırılan sözü şudur:
''Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.
Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.
Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.
Öyleyse ölümden korkmak niye?
Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,
Ya da alçaldığım görüldü mü?
Bir gün insan olarak ölüp,
ışıktan bir yaratık,
rüyaların meleği olacağım.
Fakat yolum devam edecek,
Allah’tan başka her şey kaybolacak.
Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.
Yıldızların üstünde bir yıldız olup,
Doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım'' sözüdür..
Burada reenkarnasyondan bahsetmemektedir.Bizlerin/bizim türümüzün yaşadığımız süreçten bahsedilmektedir.
Bildiğimiz doğumdan öncesini ''Taş'' olarak ifade edip sonrasınada Nuh suresi ayet 17 ye atıfta bulunup sonra bu sürecin yani yaratılma sürecinden sonrasında ''hayvan'' kısmına geçiyor.Bilindiği üzere ''nefs/beden'' tasavvufta hayvan olarak isimlendirilir.Bu sürecin akabinde ise nefsin mertebelerine atıfta bulunup kademeleri geçtiğini ve bunun akabinde ''insan'' olduğunu ''beşer''likten kurtulup zihni kısmı ilgilendiren-ki Kur'an'da bu ayrım rahat bir şekilde görülür-insan olduğundan bahsediyor.Buna ulaşan kişinin artık ''ölümden'' korkmasına gerek yok demektedir..Sonrasında ise ahiret kısmına geçerek temizliği ifade eden durumu yani ''melekleşeceğini'' anlatmaktadır.Ama yazdıklarım söylediklerim devam edecek kıyamete kadar diyor!Ve bil ki Allah'ın zatı dışında her şey yok olacak yani bu süreci yaşasanızda yaşamasanızda ''yok olacaksınız'' diyor...
Selametle...
Selam
''Moğol ajanı olup olmaması'' husuusunda ise benim duruşum/yaklaşımım şudur.
Bu konu tek cümle ile ifade edilebilecek bir durum değil,o açıdan biraz uzatabilirim kusura bakmayın...
Öncelikle şunu ayırt ederek başlayalım... Bir kişinin ''ajan''olması ile ''(farkında olmadan) yönlendirilmesi'' bir değildir. Eğer bu ajanlık kişiyi İslam aleyhine taraf anlamında bir durum ise kişiyi dinden çıkarır.Ama bilmeden farkına varmadan iyi niyetle bazı davranışlarda bulunuyorsa bu kişinin niyeti ne ise akıbetide o olur...Aralarında dağlar kadar fark vardır...
Mevlana Celaleddini Rumi/veya başka bir kişi hakkında''ajan'' iddiasında bulunmak için elimizde net delil(ler) olması gerekir.Eğer net bir delil yoksa bu zandan ibaret olur ki zanda hakikati ifade etmez...
Ben hem Mevlana Celaleddini Rumi'yi bu noktada itham edenlerin hem de savunanların bu konuda yazdıkları(ulaşabildiğim kadarıyla) yazıları/makaleleri/ropörtajları/tezleri okudum...Benim bu konudaki kararım elimde onu bu durumla(ajanlıkla) suçlayabilecek netlikte bir delil bulamadım...Sadece bazı davranışlarından ve söylediği yazdığı yazılardan dolayı böyle yorumlayanlar olmuş ama benim bu konudaki duruşum ise biraz (moğollar ile ilgili kısımda)(kendi döneminde başka siyasi taraflarda var o konuyu kastetmiyorum) bunun ajanlık değilde kendi inandığı felsefe/yaklaşım sonucunda böyle davrandığı sonucu bana daha uygun bir karar gibi görmekteyim...
Mevlana Celaleddini Rumi bu konudaki felsefesini zaten kendisi Fi Ma fih adlı eserde tasavvufi bir perspektifle yorumlar ve der ki:Bir medeniyetin! gelişiminde manevi sebep ve ilkelerin esas muharrik güç olduğunu, gücü elinde bulundurmanın bu ilkelere bağlılığıda gerekli kıldığını ifade eder/ima eder.Rumi genel kanının aksine sadece tahakküme dayanan güç ile bir toplumun gerçek kudreti arasında her zaman doğru orantı kurulmasının yanlış olduğunu ifade eder.
Bu anlamda Rumi,Moğolların güçlenip gelişmelerini manevi bir yoruma tabi tuttuğu Fi ma fih adlı eserinin 96 ve 97 sahifelerindeki o ünlü ifadesi bundan kaynaklanmaktadır.Burada Harezm Şah'ın davranışından ve tatar padişahından bahseder ve ilham durumunu dile getirir...
Ayrıca Moğolların Hakk'ın buyruğu ile çıktığına dair Rumi'den nakledildiği ifade edilen rivayet ise Moğolların tüm yeryüzünün Gök Tanrı tarafından kendilerine bağışlandığını dair eski Türklerden aldıkları inançlada parelellik arzetmektedir.Ama bundan biraz farkı Tatarları tam olarak aynı inanışta olduğunu ifade eden kişilere karşı bu durumun kesinlikle böyle olmadığını yalan söylediklerini ifade eder Rumi Fi MA fİH adlı eserinde...
Moğollar tarafından yağmalanan mallar hususunda da bu malların fetvasında ise ajan suçlaması yapanlar halkın isyan etmemesi adına bunu verdiğini söylerken felsefesi içerisinde değerlendirenler ise bu malların Allah'ın hazinesine girmiş! gibi yorumlayarak halkı bu noktada rahatlatmaya çalıştığını ifade eder(ler) ve alınanların zorla alındığı için haram olması ve bunun karşılığının ahirette sahibine verileceğini ifade ederek Rumi'nin bu anlamda bu malların Allah'ın kabzasına ve hazinesine girdiğini ifade ettiğini bu inancı taşıdığın söylerler...
Şunu hatırlatmakda fayda görüyorum.RUMİ, Müineddin Pervane'yi Müslümanların aleyhine Moğollarla yaptığı işbirliğinden dolayı eleştiriyor,Moğollara dayanan siyaseti nedeniyle kınıyor ve bu konuda tevbe edip Allah'tan bu durumu için yardım istediğide bilinen bir gerçektir.
Moğollarla arasının uzak olduğunu gösteren başka bir husus ise Selçuklu yetkililerinden birileri Moğolları kendi ülkelerinde rahat ettirme durumunda kaldığından dolayı kendilerinin vicdanen rahatsız olduğunu itiraf ettiklerinde Rumi bunun bir sapma olduğunu ve bu huzursuzluğu duymalarının sebebinin imanın bir alameti şeklinde değerlendirmesidir...Moğolların saldırılarına karşı endişe etmeyip korkmayıp Allah'a dayanılması gerektiğine dair ifadeleri de mevcut Rumi'nin...
Bu anlamda hayatından bu konuda çok kesitler verilebilir.Bana göre bu ayrışmaların nedeni Bu kesitlere nasıl yaklaşıldığı ile alakalıdır.Kimileri bu enstantaneler için ''Ajan'' damgası vururken kimileri ise ''inandığı felsefe'' sonucunda bunları yaptığını/söylediğini ifade etmişler ve bu sözleri kendi felsefeleri içerisinde yorumlamışlardır.
Eğer bir kişi hakkında karar verilecekse bence o kişinin ne kastettiği anlamak gerekir onun içinde bu kişi bu sözlerin anlamları kendi felsefesinde ne anlama geliyor bakmak gerekir.Bu sözlerin anlamlarının sonucu tam olarak ortaya konulup ne kastettiği net olarak anlaşıldığında o zaman doğru veya yanlış olduğunu tartışmamız gerekir...
Ben kendi felsefesi içerisinde bu sözleri değerlendirmek gerektiği kanısındayım...Bu çerçevede baktığımda gördüğüm ve sahip olduğum kanaat ise şudur:
Rumi'yi ajanlıkla suçlayamam.Ama bazı noktalarda yanlış yaptığını ifade edebilirim...(Stratejik ve bazı yanlış hamleler)(Bu yanlışlıklar kendi şahsının hataları da olabilir bağlı olduğu teşkilatın emri sonucunda yaptığı bir eylemde olabilir.)
Selametle...
http://www.ihvanforum.org/showthrea...-İle-İlgili-Yanılgılar!&p=1522087#post1522087 Aynı mesajının cevabını linkini verdiğim diğer konuda vermiştim...Ama maaşallah dört zamanlı çalışan bio dizel gibisin...Buraya da asmak vacip oldu....
Yanılıyorsun....Bu ifade Mesneviye ait değildir...Mevlanadan yıllarca sonra yaşamış halk dilinden menkıbeler toplayarak eser hazırlayan Ahmet Eflaki'ye aittir...Eser ise "Menakıbul arifin" isimli eserdir...Adı üstünde halk menkıbelerini toplamıştır...