"MÜLAANE DEĞİL BEDDUADIR" Diyanet İşleri Başkanı:Diyaneti itibarsızlaştırmaya uğraştılar

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Hocam, herhalde kendileri diyalogcu ve necran ehliyle çok sevişmiş kimseler olarak onları; biz de Müslümanları temsil ediyoruz. Sanırım o sebeble lanetleşme derler. :)

Bu işte bir terslik var gibi.
Yani sonunda bizi tekfir etmeyi göze aldiniz demek. Allah sizide bizide hidayet eylesin.Tekfirin azim neticelerini bu aciz kardeşinizden daha iyi bilirsiniz.Halbuki mübahelenin gayr-i müslümlere has olmadığına dair numuleri paylaşmıştım.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Yani sonunda bizi tekfir etmeyi göze aldiniz demek. Allah sizide bizide hidayet eylesin.Tekfirin azim neticelerini bu aciz kardeşinizden daha iyi bilirsiniz.Halbuki mübahelenin gayr-i müslümlere has olmadığına dair numuleri paylaşmıştım.

Teşbihi tekfir anladın he... Başka bir gözle oku, tekfir değil tuhaflığı tespit var.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Halbuki mübahelenin gayr-i müslümlere has olmadığına dair numuleri paylaşmıştım.

Kusura bakma, bir öngütçülerin bir de sizin naklettiklerinize asla güvenmem. Nümünelerinizi daha önceden çok gördüm çünkü...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bi şi sorcam el cevaz. Diyanet işleri reisinin sence ilmi var mı?
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Mülaane diye savunan arkadaşların en büyük hatası mülaane müslümana karşı yapılmaz.Gayrimüslime karşı yapılır.Araştırsınlar baksınlar.Olayları konuları hadisleri işlerine geldiği gibi çarpıtmasınlar.Selam ve dua ile.
Eline saglik dogru ve güzel bir söz söylemissin sen sag ol Ebu Computer kardesim.

Mülaane lanet manasinda olur bir baska ifade ile lanetlesmek icin bu denip ve istenir.

Ve aleykum selam.
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Alim bir insan her zaman her yerde kendini ister istemez bir belli eder.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Bedduadır, mülaane (mübahale) değildir diyor. Öyleyse, doğru söylüyor.
İşte muhterem sıkıntı buradan tevellüd ediyor zira her ilim sahibi ilminin hakkını vermiyor veya veremiyor.
Zaten ilmiyle amil olmayana alim denmez malumunuz.
Yine de kendisi reis olması hasebiyle içtihadı bu yöndedir diyerek hüsn-ü zan edelim.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ilminin namusunu ve izzetini canları pahasına koruyan alimlerden Allah razı olsun eğer o zamanda şimdi ki gibi olsaydı ne olurdu halimiz aceb?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İşte muhterem sıkıntı buradan tevellüd ediyor zira her ilim sahibi ilminin hakkını vermiyor veya veremiyor.

İlmin hakkını vermeyen burada sensin. Güleni ve cemaatini temize çıkarmak için ilmi var dediğin insanları yalanlayacak kadar hem de... Oyuncağınız gibi İslam'la oynuyorsunuz. Dünyada perişan oldunuz/olacaksınız, bu zihniyetle ahırette de rezil olursunuz. Allahu alem. Anlayacak idrak nerede?
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
İlmin hakkını vermeyen burada sensin. Güleni ve cemaatini temize çıkarmak için ilmi var dediğin insanları yalanlayacak kadar hem de... Oyuncağınız gibi İslam'la oynuyorsunuz. Dünyada perişan oldunuz/olacaksınız, bu zihniyetle ahirette de rezil olursunuz. Allahu alem. Anlayacak idrak nerede?
Muhterem ilmin hakkı odur ki karşında kim olursa olsun hakikati beyan etmektir amma maalesef Muhterem Reis Efendi devletlilerin beddua iddialarına karşı çıkamadığı için ilmine rağmen onlarla aynı hataya düştü.İstersen tekrar kaynaklarıyla oku:
Mübâhalenin bir çözüm şekli olduğu, ashap tarafından da kabul edilmiştir; onlar çözümsüzlüğe maruz kaldıklarında, zaman zaman bu yola müracaat etmişlerdir. Nitekim İbn Abbas: "Ben, cariyede zıhar olmayacağı konusunda dileyen kimseyle mübâhalede bulunabilirim."demiştir. İbn Abbas'ın (r.a.) bu sözü, mübâhalenin meşru olduğuna delalet etmektedir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Beyhakî, Sünen, 7/383.[/FONT]
Yine İbn Abbas Hazretleri'nin, ferâiz konusunda çıkan bir tartışmada, mübâhalede bulunabileceği rivayeti nakledilmektedir. O bu konuda: "İnsanlar isterlerse biz çocuklarımızı, onlar da çocuklarını, hanımlarımızı, onlar da hanımlarını, kendimizi, onlar da kendilerini ortaya koysunlar da sonra Allah'ın lâ'netinin yalancıların üzerine gelmesini isteyelim!"demiştir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/191; İbn Âbidin, Hâşiyet-ü İbn Âbidin,5/501.[/FONT]
İslâm âlimleri mübâhalenin sadece Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ehl-i kitapla yapmasına has olmadığını, Müslümanların kendi aralarında yapabileceklerini, ashabın en önde gelen fukahasından İbn Mes'ud, İbn Abbas ve başkalarına dayandırarak delillendirir ve sahabilerden pek çoğunun da, aynı şekilde çözüme kavuşturamadıkları ve karşısındakini bütün delillere rağmen ikna edemedikleri konularda, mübâhaleye davet ettiklerini belirtirler.

Nitekim önemli İslam âlimlerinden İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye de mübâhalenin Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ehl-i kitapla yaptığı özel bir muamele olmadığını belirterek, böyle bir meşruiyeti, "Necran hadisesinden çıkarılacak dersler" başlığı altında şu gerekçeye bağlar: "Allah Teâla Resûlüne, "Senden sonra ümmetin için mübâhale geçerli değildir." dememiştir. Aksine Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra İbn Abbas Hazretleri, füruata ait konularda bile mübâhale yapmıştır. Bunu da ashaptan hiç kimse yadırgamamıştır. Meselâ İmam Evzai Süfyan es-Sevri'yi namazda ellerin kaldırılması konusunda mübâhaleye davet etmiş ve buna da kimse karşı çıkmamıştır.
[FONT=goudy_old_stylebold]İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 3/561.[/FONT]
Hadîste önemli bir yeri olan İbn Hacer el-Askalani de: "İnsanlar arasında herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında, bütün deliller de ortaya konduğu hâlde, muhalif olan kimse kendi düşüncesinde ısrar ediyorsa, karşı tarafın onu mübâhaleye davet etme hakkı doğar." diyerek, böyle bir ilkeyi, İbn Abbas (r.a.) ve daha sonraki fukahadan İmam Evzai gibi simaların uygulamalarına dayandırır.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: Askalânî, Fethu'l-Bârî, 7/697.[/FONT]
Müteahhirûn Hanefi fukahasından İbn Âbidin de, mübâhalenin, mülâane mânâsında olup, günümüzde de meşru olduğunu bildirerek, bunun aslının Âl-i İmran Sûresi 59-62 âyetlerine dayandığını belirtir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: İbn Âbidîn, 2/541, 589.[/FONT]
Konuyla alâkalı Cemalüddin el-Kâsımî, Mehâsinu't-Te'vîl adlı eserinde Allame Devvâni'nin, Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra mübâhale'nin caiz olup-olmamasıyla alâkalı müstakil bir eser yazdığını, bu eserinde konuyu, âyetler, hadîsler ve müctehidlerin görüşleri doğrultusunda ele aldığını söyler ve netice itibariyle bunun caiz olduğunu belirtir. Aynı zamanda bu eserde mübâhalenin hangi şartlarda caiz olduğunun çerçevesi de belirtilmiştir. Buna göre, mübâhale yapılabilmesi için, üzerinde uzlaşılamayan hususun, meşru, önemli ve taraflarca da çözüme kavuşturulamayan bir özelliğe sahip olması, mübâhale yapılmadan önce, delillerin ortaya konulmuş, bütün şüphelerin ortadan kaldırılmış ve bütün gayretin sergilenmiş olması gibi detaylara da girilmiştir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: Kâsımî, Mehâsinu't-Te'vîl, 2/330.[/FONT]
[FONT=goudy_old_stylebold]Hattâ İslâm âlimleri mübâhaledeki duanın kabul şartlarına varıncaya kadar üzerinde durmuşlar, buna dâir bazı ilkeler de belirlemişlerdir: Bunlar: Niyetin samimi olması, sadece hak düşüncesinin esas alınması, bütün gayretin ortaya konarak delillerin güçlü olarak karşı tarafa anlatılmış olması, samimi kimselerin mübâhalede dua etmesi, sonuna kadar bütün şartların zorlanmış olması, mübâhalenin Müslümanların çok hayatî bir meselesiyle ilgili olmuş olmasıdır.
[/FONT]
Hocaefendi’nin duası, mübâhele ve mülâane olarak görülse bile burada üç husus çok önemlidir: Birincisi, Hocaefendi önce kendisini ve gönüllüler hareketini de işin içine katarak dua etmiş, sonra muhataplarını zikretmiştir. İkincisi, isimler üzerinden değil sıfatlar üzerinden dua etmiştir. Öyleyse kim bu sıfatlara sahipse, o duaya muhataptır.Üçüncüsü, bu duayı etmeden önce Hocaefendi yıllarca bütün aklî ve naklî delilleri ortaya koymuş, fakat muhataplar delilden anlamayınca, bütün büyüklerin yaptığı gibi, o da halini Allah’a arz etmiştir. Nitekim hem mübâhele ayetinde Efendimiz’in hem de mülâane ayetinde zikri geçen sahabinin, delilleri ortaya koyduktan sonra başka çareleri kalmamıştır.Kur’an’da zulmeden, haksızlıkta direnenlere karşı peygamber duaları zikredilmektedir. Misal olarak, Nuh Suresi baştan sona kadar okunabilir. Bu surede muhataplar, inkâr edenler olsa da bazen mü’minlerle mü’min olmayanlar, zulüm ve haksızlık gibi aynı sıfatları taşıyabilirler. Allah isimlere göre değil, sıfatlara göre muamele eder.
Duada bahsedilen sıfatlara sahip olmayanlar, bu duadan rahatsız olmamalı. Fakat üzerinde bu sıfatları fazlasıyla taşıyanlara gelince onlar da Allah’tan korkmalı; devletin, milletin malını deniz gibi görmemeli; masum niyetler, masum dualar, masum gayretlerle inşa edilmiş bir hizmetin önüne geçmeye çalışmamalı; halisane hizmet edenleri ezilecek civcivler gibi görmemelidirler. Unutmamalıdırlar ki, mazlumun sahibi Allah’tır.
 

ahze21

Yasaklı
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
550
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
46
Alime hakaret edenlere susmasıyla, Parti savunucusu olmakla, aldığı lüks mersedesle ve nasıl banyo yapılacağını bilmediği halde aldırdığı jakujilerle bir kurum kendisini zaten bu kadar itibarsızlaştırırdı....
 

KAFKAS

Kıdemli Üye
Katılım
3 Nis 2014
Mesajlar
6,397
Tepkime puanı
445
Puanları
83
Konum
İstanbul
Muhterem ilmin hakkı odur ki karşında kim olursa olsun hakikati beyan etmektir amma maalesef Muhterem Reis Efendi devletlilerin beddua iddialarına karşı çıkamadığı için ilmine rağmen onlarla aynı hataya düştü.İstersen tekrar kaynaklarıyla oku:
Mübâhalenin bir çözüm şekli olduğu, ashap tarafından da kabul edilmiştir; onlar çözümsüzlüğe maruz kaldıklarında, zaman zaman bu yola müracaat etmişlerdir. Nitekim İbn Abbas: "Ben, cariyede zıhar olmayacağı konusunda dileyen kimseyle mübâhalede bulunabilirim."demiştir. İbn Abbas'ın (r.a.) bu sözü, mübâhalenin meşru olduğuna delalet etmektedir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Beyhakî, Sünen, 7/383.[/FONT]
Yine İbn Abbas Hazretleri'nin, ferâiz konusunda çıkan bir tartışmada, mübâhalede bulunabileceği rivayeti nakledilmektedir. O bu konuda: "İnsanlar isterlerse biz çocuklarımızı, onlar da çocuklarını, hanımlarımızı, onlar da hanımlarını, kendimizi, onlar da kendilerini ortaya koysunlar da sonra Allah'ın lâ'netinin yalancıların üzerine gelmesini isteyelim!"demiştir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/191; İbn Âbidin, Hâşiyet-ü İbn Âbidin,5/501.[/FONT]
İslâm âlimleri mübâhalenin sadece Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ehl-i kitapla yapmasına has olmadığını, Müslümanların kendi aralarında yapabileceklerini, ashabın en önde gelen fukahasından İbn Mes'ud, İbn Abbas ve başkalarına dayandırarak delillendirir ve sahabilerden pek çoğunun da, aynı şekilde çözüme kavuşturamadıkları ve karşısındakini bütün delillere rağmen ikna edemedikleri konularda, mübâhaleye davet ettiklerini belirtirler.

Nitekim önemli İslam âlimlerinden İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye de mübâhalenin Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ehl-i kitapla yaptığı özel bir muamele olmadığını belirterek, böyle bir meşruiyeti, "Necran hadisesinden çıkarılacak dersler" başlığı altında şu gerekçeye bağlar: "Allah Teâla Resûlüne, "Senden sonra ümmetin için mübâhale geçerli değildir." dememiştir. Aksine Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra İbn Abbas Hazretleri, füruata ait konularda bile mübâhale yapmıştır. Bunu da ashaptan hiç kimse yadırgamamıştır. Meselâ İmam Evzai Süfyan es-Sevri'yi namazda ellerin kaldırılması konusunda mübâhaleye davet etmiş ve buna da kimse karşı çıkmamıştır.
[FONT=goudy_old_stylebold]İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 3/561.[/FONT]
Hadîste önemli bir yeri olan İbn Hacer el-Askalani de: "İnsanlar arasında herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında, bütün deliller de ortaya konduğu hâlde, muhalif olan kimse kendi düşüncesinde ısrar ediyorsa, karşı tarafın onu mübâhaleye davet etme hakkı doğar." diyerek, böyle bir ilkeyi, İbn Abbas (r.a.) ve daha sonraki fukahadan İmam Evzai gibi simaların uygulamalarına dayandırır.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: Askalânî, Fethu'l-Bârî, 7/697.[/FONT]
Müteahhirûn Hanefi fukahasından İbn Âbidin de, mübâhalenin, mülâane mânâsında olup, günümüzde de meşru olduğunu bildirerek, bunun aslının Âl-i İmran Sûresi 59-62 âyetlerine dayandığını belirtir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: İbn Âbidîn, 2/541, 589.[/FONT]
Konuyla alâkalı Cemalüddin el-Kâsımî, Mehâsinu't-Te'vîl adlı eserinde Allame Devvâni'nin, Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra mübâhale'nin caiz olup-olmamasıyla alâkalı müstakil bir eser yazdığını, bu eserinde konuyu, âyetler, hadîsler ve müctehidlerin görüşleri doğrultusunda ele aldığını söyler ve netice itibariyle bunun caiz olduğunu belirtir. Aynı zamanda bu eserde mübâhalenin hangi şartlarda caiz olduğunun çerçevesi de belirtilmiştir. Buna göre, mübâhale yapılabilmesi için, üzerinde uzlaşılamayan hususun, meşru, önemli ve taraflarca da çözüme kavuşturulamayan bir özelliğe sahip olması, mübâhale yapılmadan önce, delillerin ortaya konulmuş, bütün şüphelerin ortadan kaldırılmış ve bütün gayretin sergilenmiş olması gibi detaylara da girilmiştir.
[FONT=goudy_old_stylebold]Bkz: Kâsımî, Mehâsinu't-Te'vîl, 2/330.[/FONT]
[FONT=goudy_old_stylebold]Hattâ İslâm âlimleri mübâhaledeki duanın kabul şartlarına varıncaya kadar üzerinde durmuşlar, buna dâir bazı ilkeler de belirlemişlerdir: Bunlar: Niyetin samimi olması, sadece hak düşüncesinin esas alınması, bütün gayretin ortaya konarak delillerin güçlü olarak karşı tarafa anlatılmış olması, samimi kimselerin mübâhalede dua etmesi, sonuna kadar bütün şartların zorlanmış olması, mübâhalenin Müslümanların çok hayatî bir meselesiyle ilgili olmuş olmasıdır.
[/FONT]
Hocaefendi’nin duası, mübâhele ve mülâane olarak görülse bile burada üç husus çok önemlidir: Birincisi, Hocaefendi önce kendisini ve gönüllüler hareketini de işin içine katarak dua etmiş, sonra muhataplarını zikretmiştir. İkincisi, isimler üzerinden değil sıfatlar üzerinden dua etmiştir. Öyleyse kim bu sıfatlara sahipse, o duaya muhataptır.Üçüncüsü, bu duayı etmeden önce Hocaefendi yıllarca bütün aklî ve naklî delilleri ortaya koymuş, fakat muhataplar delilden anlamayınca, bütün büyüklerin yaptığı gibi, o da halini Allah’a arz etmiştir. Nitekim hem mübâhele ayetinde Efendimiz’in hem de mülâane ayetinde zikri geçen sahabinin, delilleri ortaya koyduktan sonra başka çareleri kalmamıştır.Kur’an’da zulmeden, haksızlıkta direnenlere karşı peygamber duaları zikredilmektedir. Misal olarak, Nuh Suresi baştan sona kadar okunabilir. Bu surede muhataplar, inkâr edenler olsa da bazen mü’minlerle mü’min olmayanlar, zulüm ve haksızlık gibi aynı sıfatları taşıyabilirler. Allah isimlere göre değil, sıfatlara göre muamele eder.
Duada bahsedilen sıfatlara sahip olmayanlar, bu duadan rahatsız olmamalı. Fakat üzerinde bu sıfatları fazlasıyla taşıyanlara gelince onlar da Allah’tan korkmalı; devletin, milletin malını deniz gibi görmemeli; masum niyetler, masum dualar, masum gayretlerle inşa edilmiş bir hizmetin önüne geçmeye çalışmamalı; halisane hizmet edenleri ezilecek civcivler gibi görmemelidirler. Unutmamalıdırlar ki, mazlumun sahibi Allah’tır.
"MÜLAANE DEĞİL BEDDUADIR"

Beddua olmadığı konusunda açıklama istediler. Bizzat geldiler hatta bir kaç koldan. Nedir bu açıklayın dediler, beddua olmadığını söylememi istediler. Bir kaç satır da olsa açıklama yapmamı söylediler.

O söylenenlerle yapılanların hiçbir alakası yok. Peygamber efendimizin okuduğu bedduadır bu. Diyaneti yanlarına almaya çalıştılar; ancak olmayınca da üzerimize geldiler."

Haberin videosu:Konu ile ilgili kısım 55.dk ile 67.dk arası ayrıca konu ile ilgili detay!!!!!!

http://www.haberturk.com/video/haber...rturkte/140008
 
Üst