MÜSLÜMANDAN SİYASETÇİ OLUR MU? - Ahmet Alp HAN

ahze21

Yasaklı
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
550
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
46
Siyasal İslam karşısında cemaat ve tarikat kavramları hep tartışıla gelmiştir. Bu tartışma özellikle siyasal İslamın iyiden iyiye güçlendiği bir ortamda kıyasların daha belirli ve açık çizgilerle yapılmasına olanak veriyor.

Peki Müslüman siyasetle ilgilenebilir mi? Yoksa laik (secular) bir Müslüman olarak kalmak mı daha iyi? Gelin beraber bu soruya bir cevap arayalım...

Siyasal İslam'ın temsilcisi olan bazı partilerin güçlendikçe tabanına yukarıdan nazar etmeleri içlerindeki nefsi zaafları daha bir gün yüzüne çıkarmakta.

Peki, kendilerini islami" olarak nitelendiren bazı şahısların, "kast" sistemi gibi bir ortamın doğmasına sebep olabilecek kadar ileri gitmelerini sağlayacak sebepler nelerdir?

Belki de buna en güzel cevap, insan-ı kamildeki gibi iman-ı billahın peşinde olma değil de insanları yöneten ve muktedir olma yoluna teveccüh göstermektir.

Bazı tarihçiler Osmanlı ordusunda "PAŞA" konumunu dolduranlara has bir zorunluluk olduğunu öne sürmekteler. Arkasına bir kişi takılınca ruh dünyasında başkalaşma yaşayabilen insanların sürçmelerini baza alan bu zorunluluk bir tarikata veya cemaate mensubiyettir. Nefislerini yenmeleri "arz edilmektedir" kendilerinden

Nefsini (ENE veya EGO) yenememiş bir insanın arkasına taktığı binlerce şak-şakçının alkışlamasıyla tutum ve davranışlarındaki gözle görülür değişikliği minimuma indirgeme çabasındaki bu durum sadece "PAŞA" (general) konumundakiler için değil ayrıca "PADİŞAH"lar (Leader) için de geçerliymiş. Onlar içinse nefsini törpüleyen şey, "Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var!" diyen ve bizatihi padişahın salık vermesiyle oluşturulan bir gurup insandır.

Günümüz siyasilerinin veya muktedirlerinin bu duruma düşmekten ne kadar ürktükleri ve toplum içine çıkmak istememeleri sanırım anlaşılmaktadır. Yaptıkları yanlışların yüzlerine vurulması devamlı alkış bekleyen enelerinin (ego) çıldırmasına sebebiyet vermektedir.

İşte belki sırf bu yüzden siyasal İslamcılar ile cemaat ve tarikatler fikir birliği yapamamaktadırlar.

Siyasal İslamın “önce siyasi/kamusal merkez, sonra fert” formülüne karşı Cemaatlerin “önce fert, sonra siyasi ve toplumsal merkez” veya daha iyi bir ifadeyle “önce ve her vakit İMAN” formülünü tasvip etmeleridir.

Üstad Bedizzaman bir yerde mealen şöyle der:
"Allah ile ilişkimizi düzenleyen ‘din’in en temeli olan iman bir defada sahip olduğumuz ve devamlı bizimle olan bir şeyi değil, sürekli yenilenmesi gereken bir ilişkiyi ifade eder. İman, bir kimlikte yazan din ismi değil, bir bağlanma ya da bağlılıktır. Bir ‘intisab’dır. Bu intisab kişinin, bir parti başkanı veya bir sultan veya hoca ile değil bizzat Allah ile kurması gereken dinamik ve zati bir bağı anlatır. Tahkiki iman ise sürekli yenilenmesi gereken bu intisab çabasının adıdır ve bir süreci ifade eder."

Bütün bunlar da insanın içindeki doğruyu bulabilme adına kullandığı özgür iradeyle (free will) olmaktadır.

Günümüzdeki parti oluşumlarında, hata yapsın veya yapmasın başındaki başkana intisab edenlerin, kendilerini yenileme ve imanlarını artırma adına bile ondan izin almaları gerekmektedir. Katılacağı toplantılardan okuduğu kitaba ve giydiği elbiseye kadar bir üst yapılanmaya başvurmak zorunda olanların özgür iradelerinin (free will) hakkını verebilmeleri söz konusu olmamaktadır.


Özetle, Müslümanın siyasete karşı tavrı bilinçli olmalı. Siyasetin, her zaman mahiyetinde barındırdığı ve özellikle global, modernitenin boşluğuna düşmüş dünyada daha da belirleyici hale gelen, gerçek tevhidi elde etmede hep engel olabilecek tehlikelerine karşı bir tavra sahip olmalıdır. Yani eğer bir Müslüman siyaset yapmak istiyorsa bu ancak gerçek tevhid mentalitesine halel getirmeden ehlileştirme yörüngeli olmalıdır.

Maalesef, on dört asırlık İslam dünyası tarihine baktığımızda bunun hiç de kolay bir şey olmadığını müşahede etmekteyiz. Belki imkânsıza yakın bu çetrefilli durum nedeniyle pek çok kişi, cemaatlerin tavrını tamamen siyaset kurumuna karşı olarak anlamaktadır. Bu düşüncelerinden dolayı insanlar mazur da sayılabilirler. O zaman evvela ele alınması gereken şey, doğrudan siyaseti ilgilendiren toplumsal/kamusal alanda yenilikler yapmadan veya içtihadlarda bulunmadan önce ve yaparken iman-ı billahı bir kere daha ve derinden duymaya çalışmaktır.

Kimliklerini Siyasal İslam olarak adlandıran parti ve mensuplarının bugünkü çarpıklıklarının ve hal-i pürmelalinin nedenlerini de öncelikle burada aramak lazım değil midir?

Başını ezemediği "ene"sini (ego) Yaratıcı’nın yerine ikame etmeye çalıştığı bir demde ne demişti Firavun: “Ben, sizin en yüce rabbinizim”

Allah muhafaza!

Görünür olayım, sözüm dinlensin ve cebim hiç boş kalmasın diyenlerin Allah’ın emaneten verdiği benliğin gerçek mahiyetini anlamayı hiç bir zaman başaramayacakları açıktır.

İşte bu yüzden, imanını devamlı surette yenilemeyen siyasilerin, Müslüman olsun veya olmasın er geç bir gün "güç zehirlenmesi”, “iktidar hırsı” gibi durumlara giriftar olduğunu ve olacağını daha çok duyarız ve onların ellerinden dillerinden çok çekeriz.


Ahmet Alp HAN
GlobalHaber tv
Twitter: @ahze22
 
Üst