Naziat Suresi'nde Yakıcı ve Yıkıcı Silahlar

ŞAKİROĞLU

Asistan
Katılım
16 Nis 2013
Mesajlar
375
Tepkime puanı
3
Puanları
18
Yaş
73
Konum
İSTANBUL
Web sitesi
www.hikayeler.net
Naziat Suresi'nde devam eden müteşabih dört ayet daha:

''Yevme tercüfü'r-râcife''; ''Tetbeuhâ'r-râdife''; ''Kulubün yevmeizin vâcife''; ''Ebsâruhâ hâşia''.

Mealciler bu dört ayeti de şöyle Türkçeleştirmiş: ''Büyük bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı izleyecek''; ''O gün bir takım kalpler (tedirginlik içinde) şiddetle çarpacaktır''; ''Onların gözleri (korku ile) inecektir''.

Mealciler öyle anlamışlar, öyle meal yapmışlar. Bu dört ayetin de kelimelerini irdeleyerek anlaşılanı anlatmaya çalışayım:

6- ''Yevme tercüfü'r-râcife'';

'Recefe' fiili, şiddetle kımıldamayı, titremeyi, sallanmayı, hareket etmeyi belirtiyor. Titreme ve sallanma bir maraz sebebiyle veya bir tepki sebebiyle olmalıdır. Mesela, yerin sallanması... Sebebi, fay kırılması. Mesela, beden titremesi... Sebebi, sıtmaya tutulma.

Racife, sallama, sarsma ve titretme gücünü içinde barındıran bir çeşit nesne oluyor. ''O gün...(yevme)'' uyarısı yapıldığına göre, 'râcife' denen şey sakindir ve zamanı geldiğinde bir etki ile sarsar ve titretir.

Acaba nedir racife?

7- ''Tetbeuhâ'r-râdife'' ayetinde racifenin ne olduğunun ip ucu veriliyor.

'Redefe' fiili, birinin bindiği şeyin terkisine binmeyi, ya da o şeyi ardına düşüp takip etmeyi belirtiyor. Radife, öndekini takip etme becerisi olan, mecburen öndekinin ardından giden şey oluyor. Ama bu şey, sallama ve sarsma gücünü içinde barındıran bir şey. Yerinden çıkıp vardığı yerde gücü açığa çıkacak ve o yeri sarstıkça sarsacaktır.

''Tetbeuhâ'' kelimesindeki 'tetbeu' fiili, takip etme, izleme anlamındadır. 'Onu', yani racifeyi takip edecektir. Lakin, takip etme hareketinde mecburiyet var. Bir nesne gitme eylemi yapmışsa, ikincisi, duramayacak, onu mutlaka takip edecektir. Karada, denizde ve havada...

Radife racifenin aynısıdır.

'Yevme' sözcüğüyle işaret edilen gün, hangi zamana denk geleceği bilinemeyen bir gündür. Bütün tefsir kitapları bunu 'kıyamet günü' olarak belirtiyorlar. Eh!.. Kıyamet değilse de yıkımlar ve ölümler getirecek gün olacağı kesin.

Altıncı ve yedinci ayetlerdeki, racife ve onu sarsacak ve titretecek şekilde takip eden radife anlamında olan ''el-racifetü tetbeuha el-radife'' kelimesi, ebced değeriyle M.1914 tarihini veriyor. Daha ileri tarihlere de işareti var.

8- ''Kulübün yevmeizin vâcife'';

Şimdi ve daha ileri tarihlere işaret eden ''yevmeizin'' kelimesi, 'kulüb' kelimesinin anlamı olan kalplerin-yüreklerin ne şekle geleceğini bildiriyor. Yani, o gün 'vacife' vasfını alırmış yürekler.

'Kulüb' insanlardaki kalp veya yürek denen organın çoğul halidir. Nasıl bir olay meydana gelecekse artık, o olay sebebiyle, ayete, -tüm meallerde- kaplerin şiddetle çarpacağı anlamı verilmiş.

Halbuki 'vacife' kelimesi eylem belirtmiyor; 'kulüb' ismine sıfat ekliyor.

'Vacife', oynak veya çarpkın veya titrek anlamında sıfat olabilir. Bu sıfatı alan 'kalb', ayette bildiğimiz kalp anlamında olabilirse de, kuvvet, akıl, batın, orta, merkez gibi anlamlar da içerebiliyor. O zaman ''Kulübün yevmeizin vâcife'' ayetinden bir yerin ortasının yani merkezinin oynak, karışık, endişeli olduğu anlamı çıkıyor. O yer, bir ülkenin, bir devletin yönetim merkezidir.

9- ''Ebsâruhâ hâşia''.

'Haşia' kelimesi de sıfatttır; görme işlemi yapan organlardan içe-ruha doğru akan korkmuşluğu belli eder.

'Ebsaruha' kelimesindeki 'ebsar', görme işlemini yapanları belirtir. fakat, görme işlemini yapanlar insanlardaki gözler değildir.

''Kulübün /.../ vâcife, ebsâruhâ hâşia'' ayetlerinin ebced değeri M.1904 tarihini veriyor. 'be' ve 'dişil te' deki tenvinlerle tarih, 1954 ve 2004 tarihlerine çıkıyor.

Ebsarın (gözlerin) nasıl gözler olduğunu da düşünebilenler bulsunlar.

İbrahim Faik Bayav / ŞAKİROĞLU
(22.06.2019 06:30)
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Vâcib Tealâ Naziat Sûresi ilk beş ayetinde beyan olunan sıfatlarla muttasıf olan meleklere yemin ederek insanların elbette ba'solunacaklarını beyandan sonra ba'sın zamanını beyan etmek üzere :

يَوۡمَ تَرۡجُفُ ٱلرَّاجِفَةُ (٦) تَتۡبَعُهَا ٱلرَّادِفَةُ (٧) قُلُوبٌ۬ يَوۡمَٮِٕذٍ۬ وَاجِفَةٌ (٨) أَبۡصَـٰرُهَا خَـٰشِعَةٌ۬ (٩)

buyuruyor.
[O günde siz kabrinizden kalkarsınız ki harekesi olmayan yerler ve dağlar hareket eder, sallanır, onların harekesine göklerin harekesi de tâbi olur. Binaenaleyh; yer ve gök birbirine karışır ve o günde âsîlerin kalpleri korkucu, gözleri zelil ve hakir olucudur.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile r â c i f e ; şiddetle hareket veyahut insanları korkutucu şiddetli savttır. Bu makamda ikisi de birleşebilir. Çünkü; kıyamette sûrun üfürülmesiyle yerlere ve göklere arız olan zelzelenin ve şiddetli hareketlerin korkunç sadaları da olması zaruridir. Binaenaleyh r â c i f e ; şiddetli sada ile beraber büyük hareket demek olur. R â d i f e ; hareketi arza tâbi olan göklerin hareketidir ki semanın harekesi arzın harekesinden sonra ona tâbi olacağına delâlet eder. V â c i f e ; çokça 6330 korkucu demektir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [İnsanların kabrinden kalkıp muhasebe görmesi şol bir günde olacak ki o günde yerler bu kadar cesametiyle beraber hareket eder, o harekeyle beraber şiddetli ve korkunç sadalarla sallanır, onun arkasına semanın harekesi ve ıztırabı tâbi olur ve yıldızlar dökülür, gökler parçalanır ve o günde kıyameti inkâr eden âsîlerin kötü amellerinin cezası olarak muazzap olacaklarını bilmeleri üzerine kalpleri korkucu ve gözleri hakîr ve zelîl olur] demektir. İnsanların korkuları gözlerde sair azadan daha ziyade zahir olduğundan huşu' ve züll ü meskenet gözlerine isnad olunmuştur. Zira; korkan kimse kemal-i dehşetle etrafına bakınır, gözünün içi dışına döner gibi olur. Binaenaleyh; gözün korkusu ve tezellülü diğer azalara delâlet ettiğinden göze nispet etmekle iktifa olunmuştur, yoksa gözler korkar da başka azalar korkmaz manâsına değildir.





Çarpıtma ve yanıltma mercii gördüğünüz gibi, atmasyon ve uydurmasyon tevil ve manalandrmalarına devam ediyor !
 

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Sayın ilke, kehf suresi, 80' inci ayeti rica etsem tevil eder misiniz.
Elmalılı, Nasuh Bilmen hoca şöyle çevirmiş;

«Oğlana gelince onun anası ile babası iki mü'min kimselerdir. İmdi onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden korktuk.»
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Sayın ilke, kehf suresi, 80' inci ayeti rica etsem tevil eder misiniz.
Elmalılı, Nasuh Bilmen hoca şöyle çevirmiş;

«Oğlana gelince onun anası ile babası iki mü'min kimselerdir. İmdi onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden korktuk.»

Öncelikle şu hususu ifade edeyim ki, bendeniz hoca değilim. Hoş hoca da olsam ayet tevil veya tefsir etmek gibi bir cürette asla bulunmazdım. Yaptığım iş, muteber meal veya tefsirlerden nakildir. Bahsettiğiniz Kehf Sûresi 80. ve 81. ayet-i kerimelerinin meal ve tefsiri Hulasatu'l Beyan adlı büyük tefsir kitabında aynen şöyle geçmektedir.


Meal :
[Ama benim katledip de Ya Musa ! Senin itiraz ettiğin oğlan çocuğuna gelince : onun anası ve babası mümin oldular. Onlar mümin olunca biz bu çocuğun küfür ve tuğyanla onları ihata edip etraflarını çevirmesinden korktuk. Zira; çocuk kâfir olacak, ebeveynini küfre teşvik edecek, ebeveyni de çocuğa kesret-i muhabbetlerinden naşi çocuğun küfrüne iştirak etmek korkusuna binaen biz çocuğu öldürdük. Gerçi çocuğun katli ebeveyn hakkında zarar ise de çocuğun hayatta kalarak onları küfre sokmak zararından ehvendir. İşte haklarında melhuz olan şu iki zarardan ehvenini ihtiyar onlar haklarında aynı menfeat olduğundan onların Rableri bu çocuktan daha hayırlı, tahir, merhamet cihetinden anasına babasına daha yakın bir çocuğa tebdil etmesini murad ettik.]
Tefsir :
Gerçi çocuğun katlolunduğu zaman katlini icabeder kusuru yoksa da baliğ olduğunda bir çok mefsedette ve bilhassa ebeveyninin küfürlerine sebep olacağını bildiği için Cenab-ı Hak katlini emretmiştir. Katlolunan çocuktan daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuğu onun yerine ihsan edeceğini vaadetmiş ve rivayet-i mevsukaya nazaran bu çocuk katlolunduktan sonra Allah-u Tealâ onlara bir kız vermiş ve o kız bir nebiye nikahlanmış ve ondan bir nebi meydana gelerek o nebi sayesinde büyük bir ümmet ihtida etmiştir.
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Kehf Sûresi 80.ve 81. ayet-i kerimeler merhum Elmalılı Hamdi yazır Efendinin Hak Dini Kur'an Dili Tefsirinde ise aynen şöyle geçmektedir.

80- Oğlana gelince, onun anası babası mümin insanlardı. Bundan dolayı bunları azgınlık ve nankörlüğe sokmasından korktuk. Yani sakındık. Yani oğlan göründüğü gibi masum (günahsız ve suçsuz) değildi. Büluğa ermiş, azmış bir kâfir idi ki, anasını babasını da küfür ve azgınlığının istilası altına almak üzere idi. Yahut henüz çocuk ise de öyle küfür ve azgınlığa kabiliyetliydi ki, sağ kalırsa ileride anasını babasını bile azıtacak, onları da küfre bürüyecekti. Halbuki o ana ve babanın imanlarındaki samimiyyeti Allah tarafından böyle bir kötülükten korunmaya layık ve onun çocuk iken ölmesi hepsi hakkında hayırlı idi.

81- İstedik ki: bu iki müminin Rableri kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin. Hem oğlanın yüzünden görecekleri kötülükten kurtulacaklar, hem de onun ölümüyle duyacakları acıya karşılık daha sevimli bir oğlana erişeceklerdir ki, o oğlan ölmeyince bu olmayacaktı. Rivayet edildiğine göre onun yerine Allah, bunlara bir kız vermiş ve bu kız bir peygamber annesi olmuş ve o peygamberin eliyle ümmetlerden bir ümmet, hidayete ermiştir.
 

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
iştirak etmek korkusuna binaen biz çocuğu öldürdük.

Gerçi çocuğun katlolunduğu zaman katlini icabeder kusuru yoksa da baliğ olduğunda bir çok mefsedette ve bilhassa ebeveyninin küfürlerine sebep olacağını bildiği için

Verilen meal ile tefsir uyuşmamaktadır..
Kıssa' nın, tefsirlenmesi/ açılması nasıl mümkün olabilir ki ayrıca? ''Allah kelamında'' olabilme olasılığına(kesinlik meal de yok) mukabil öldürdük diyor. Şayet Elmalılı ve Nasuhi Bilmen yanlış çevirmediyse.. Başka bir algı söz konusu olamaz. Aksi halde bu iş, Bektaşi meselesine(namaz-salat) döner..
''Allah kelamına'' zorlama mana vermek de benim işim değil açıkcası.. Bu işin içinden M. İslamoğlu çıkmaya kalkışmış.. Oda yüzüne gözüne bulaştırmıştır(eklediği(bidat) harf-cümle ile bile çıkamamıştır). Bu ayetin kelime anlamı, içinden ancak ve ancak Peygamber çıkabilir.
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
'Yevme' sözcüğüyle işaret edilen gün, hangi zamana denk geleceği bilinemeyen bir gündür. Bütün tefsir kitapları bunu 'kıyamet günü' olarak belirtiyorlar. Eh!.. Kıyamet değilse de yıkımlar ve ölümler getirecek gün olacağı kesin.

Altıncı ve yedinci ayetlerdeki, racife ve onu sarsacak ve titretecek şekilde takip eden radife anlamında olan ''el-racifetü tetbeuha el-radife'' kelimesi, ebced değeriyle M.1914 tarihini veriyor. Daha ileri tarihlere de işareti var.

İbrahim Faik Bayav / ŞAKİROĞLU
(22.06.2019 06:30)

Ne yorum yapayım ben şimdi buna?

Normal ''muhkem'' olanlarını anlamış da sanki, ''müteşabih'' olanlar kusur kalmış..
Bakır ve demir kütlelerle iki dağ arasını kapatan set; ''çin seddi'' bu sapık görüşe göre.. Cin seddi bildiğiniz dayanıksız tuğla;''Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin seddinin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır.''
Bununla da kalmayıp.. Yukarıda açıkça görüldüğü üzere ebced mebcede lerle kıyamet gününde de gene çin seddi hatasına düşmüş 40 sene öncesine tarih vermiştirler. Sonra, fetoş nurcu değil yalanına inanmamızı bekliyorlar!

Hülasa, ''mealci'' olun, tefsirlerle karşılaştırın, kendi aklınızı işletin. Sonra iman edin veya etmeyin.. Körü körüne hiç bir din veya ideolojiye saplanmayın..Ve en önemlisi, Asla ve kat' a, sapkın öğreti üzre olan şakirdlere prim vermemenizi salık veririm. Fetoş bu öğreti üzeredir. Sonuçları ortadır. Başka söze gerek yoktur!.
 
Son düzenleme:

ŞAKİROĞLU

Asistan
Katılım
16 Nis 2013
Mesajlar
375
Tepkime puanı
3
Puanları
18
Yaş
73
Konum
İSTANBUL
Web sitesi
www.hikayeler.net
FETOşçulara laf atmak isteyen kişi, yazımdan alıntı yapıyorsa, yani yazımı onlarla ilişkilendiriyorsa, aklından zoru vardır.

FETOşçu kafalar benim yazdıklarımı hiç beğenmezler, yazdığımla karışılaştıklarında şeytan üfler, onlar hırlar.

Yukarıda bir tanesi kendini belli etmiş.
 

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
EBCED VE CİFİRİ SAVUNAN SAİD NURSİYE REDDİYE
Ebced sisteminin İbranice ve Aramice'nin etkisiyle Nabatice'den Arabca'ya geçtiği bilinmektedir. Arap alfabesindeki harflerin sayısal karşılığının İbranice ve Aramice'nin harfleriyle aynı değerde olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir.
(Mustafa Uzun, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "ebced" maddesi, c: 10, s. 70)
Cifr, ansiklopedilerde, "gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine inanılan ilmin adı" olarak tanımlanır.
(Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "cefr" maddesi, c: 7, s. 215)
Said Nursi; Yahudilerin bilhassa büyücü ve sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal mahsulü ve yalan olan gaybdan ve gaybii haber vermeye dayanan ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini (kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmişdir.

“Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). …… Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. ….” (Nisa 46)
“Yazık o kimselere ki kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki, karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara 79)
Bu ayetlerin muhatabı sadece Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir.
‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi ) yapınca tefsir’ mantığı yanlıştır.
Reşid Rıza, Ebced-Cifir hakkında şunları söyler:
“Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları, valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.”
Katip Çelebi ise der ki;
“Cefr ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline gelmiştir.”
İşin ilginç bir tarafı da şudur:
Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu gaybî anahtarı (!) "gelecek" kapısının kilidine sokmuşlardır.
Edebiyatçılar, ebced hesabını meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı anahtarı zaten açık olan "geçmiş" kapısının kilidine sokup durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını Kur’an ayetlerine ve hadislere, hatta Hz. Ali’ye isnat edilen uydurma kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya çalışmaktır.
Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesapla yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi.
Tefsirci Cerrahoğlu bu konuda şöyle der;
"Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur’an’ın asıl maksadını ve manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca remiz, işaret ve bâtın adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek için delillerini Kur’an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ”
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Remil
Bir takim çizgi ve noktalarla gaybe dair haberler verme sanatı-şirki.

Kelime olarak remil, kum demektir. Bu ad, eskiden kağıt bulunmadığı için bu şekillerin kum üzerine çizilmesinden almıştır. Remil işlemini yapan kimseye "remmâl" denir.
Remil'in esası noktalar ve on altı şekilden oluşur. Her iki nokta bir hat kabul edilir ve bunların burçlarla bağlantılı olduğuna inanılır. Çizilen bu şekillerin anasır-i Erbaa (4 Tabiata göre) (toprak, su, hava, ateş) ve burçlarla olan nisbetleri hesap edilerek incelenir, sonuçlar çıkartılır ve niyet edilen şey hakkında bilgi verilir!
Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini kendi yazdığı (pardon habersiz ve iradesiz yazdırılan!) Risale-i Nur’dan misallerle görelim :
(…) “Acaba Risale-i Nur’u, Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur’an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev’indeki tabakattan “mâna-yı işârî” tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim. (…)” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 67-68
“(…) Seyranîdir. Bu zat, Husrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. “Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!” Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.” Lem’alar, Onuncu Lem’a
( Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i cifre karşı olmasında ve Said Nursî’yi bunlardan vazgeçirmek istemesinde bulan bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: “Sen bunca hapsi, kendi hevana ve hevesine göre Kur’an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ akıllanmıyorsun!” Ne cevap vereceksiniz?..)
“(… su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen “toprak” (ﺪﻳﻌﺻ )ın Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir:
(…) Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu âyetteki “sa‘îden” kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve Birinci Şua 31.ayette
Ayet; açıkça abdestten, gusülden, teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki “eğer hasta iseniz” anlamına gelen “ve in küntüm merzâ” cümlesi çarpıtılarak “dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı, Nur Risaleleri’nin Kur’anî ilaçlarıyla giderilebilir” anlamı verilmiş “Bir sapık fırka, üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa- faaliyetlerine devam edecektir” diye de tahrif sürdürülmüştür.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. …” (Nûr,35)
Yuh ki ne yuh!!
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
“Hem işaret eder ki; Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. … Hem, nasılki bu cümlenin mânevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de Nur suresi 35.ayet
Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları bir yana, görüldüğü gibi, Kur’anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya çıkabilmektedir.
“Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur’an)den şüphe içindeyseniz, haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz.” (Bakara,23) ayetinin ebcedî tefsiri
“Fe’tû bisûratin min mislihi” (ebced hesabı ile) 1880′dir. Son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur’ân’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Tılsımlar Mecmûası, 193
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Nur Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre “tağut” Mustafa Kemal kabul edilirken aynı yolun (Ebced-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in “Mehdî” ilân edildiğini görüyoruz.
Bu da bizlere; uygulanmasıyla aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar sapıklık olduğunu gösterir.
SAİD NURSİ KENDİNİ KURANIN İÇİNE SOKUYOR !!!!
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 72
Elhasıl: Bu âyet, müteaddit ve çok tabakalarından, bir işârî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a, hem müellifine (KENDİNE), hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebde’ine remzen, belki işareten, belki delâleten bakar.

¨
âyetinin tetimmesi EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR
EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR *
EN'AM 122 AYET
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid, hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazan’da kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki, EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR kelimesine tam münasip Said’dir. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 73
Üçüncüsü: Bu âyet, cifir ve ebced hesabıyla, her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek, âyetteki EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR adedine tam tevâfukla hususi işarete mazhar bir mâsadak Saidü’n-Nursî’dir.
Sabri’nin sadâkatinin bir kerametidir.
Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazan’ın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim. Hayretle dedi: "Bu hem Sabri’nin, hem Risale-i Nur’un bir kerametidir."
Şimdi de Said Nursi'nin ebcet yoluyla tahrif ettiği bazı ayetlerden sonra şimdi de tahrif ettiği hadislerden bazılarına bakalım:
“Ve vasfuke’s-Sa‘îdu fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (…) Yani: (Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın “es-Said”dir. Sen, Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye “Hâşiye” düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍﺏﻧﺠﻦﻤﻠﺪﻴﻌﺳﻠﺍﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç def’a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (…)“ Tılsımlar Mecmûası, 186
“Mes’ut kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (…)” mealindeki bu hadiste geçen “es-Sa‘îd” sözcüğünden kastedilenin “Said Nursî” olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba?
“Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir’at-ı Peygamberî’dir.” Tılsımlar Mecmuası, 205
diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir. Hâşâ ve kellâ… Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır:
“Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184)
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:
” Kur’an’da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?”
Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman (!) Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.
Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa;

“Bakara 220’. ayette “(…) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (…)” buyurulmaktadır. “Müfsid” (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin “Bediüzzaman”a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.) ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: " Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” dese ne yaparsınız?

Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif (“Ümmetinden birtakım insanlar, kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir).” hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi:
….. Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil’ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…)
Tılsımlar Mecmuası, 205
Said Nursî, hadiste belirtilen topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E, Said Nursî’nin muhtırası durur mu, hemen ihtar eder hadisi…
Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koymasının da üzerinde durmak gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba muttali olunmaya çalışılacak… Bu, fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır.
Şatibi derki;
“Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur’an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur’an’da zikredildiğini iddia etmesi bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.”
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Said Nursî’nin ve onun bu saçma sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı yolun yolcuları için etmiş.
Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım:
“Aklı zayıf olanlar, hakkı adam ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar, hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır.
Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir dalâlettir.”
Esasen Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesaplarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için, ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla Said… Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman…
İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür. Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır.
Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini istediği “hamd”, “köpek”le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz.
Nurcular Risalelerdeki bütün bu çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir:
1. Bâtın mananın, Kur’an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,
2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer’î bir şahidin bulunması,
3. Verilen bu manaya, şer’î veya aklî bir muarızın bulunmaması,
4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.

İşarî tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin olmadığı görülmektedir.
Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin, işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir.
Bâtınîler; lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani, manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima… ettiğinin delili kabul edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır. Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler, lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir.
Nesefî akaid risalesinde Said-i Nursi gibilerine şöyle der:
“Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve küfürdür.”
Gazalî, Said-i Nursi gibilerine şöyle der:
“Bazıları tevil yaptıklarına inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür. Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir."
Muhsin Abdulhamid, Said-i Nursi gibi hurafeciler için şöyle der;
“Evet, bu işle uğraşan kişi Kur’an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest bırakılsa da Kur’an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi, birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.”
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Ne yazık ki Said-i Nursi, ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müridleri de Said’e kanıp Risalelere iman ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır.
Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur’an-ı Kerim tefsirinde Kur’an-ı Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır?
Allah (c.c) Ali İmran,7’de;
“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” buyuruyor.
Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği, yoruma açık ayetler konusunda biz Müslümanların “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” demesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor;
“yalnız gözü bulunan kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur’an’ın bir nevi alamet-i i’câzı vardır. Şöyle ki:
Hâfız Osman hattiyle ve basmasiyle olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: “ve sâminuhum kelbuhum” kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki “kıtmîr” kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.” Mektubat, Ondokuzuncu Mektub
Kehf suresinin bu ayeti, Kur’an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (müteşabihtir) olduğu iddia edilen “kıtmîr” (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk, çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet 435. sayfadadır.
“Ve sâminuhum kelbuhum” ifadesinin altındaki yapraklar delinse (!) bile, “kıtmîr” kelimesi açılan deliğe denk gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295. sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; “kıtmîr” kelimesi 435. sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin isminin “Kıtmîr” olduğunu ve bunu Kur’an’ın şifreli bir şekilde belirttiğini göstermez.
Kur’an’ın icazını bu şekilde gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevaplarını bulmamız için Kur’an’ın hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin tutarlı olmasının bir gereğidir.
1. Ashab-ı kehfin isimleri ne idi?
Her hâlde Kur’an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir.
2. Yiyecek almaya giden hangisiydi?
3. Şehirden alınan erzakın cinsi ne idi ve miktarı ne kadardı?
4. Köpek hangisinindi?
5. Köpeğin cinsi ve rengi ne idi?
Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat herhâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir.
Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur’an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir. Hele bunları Kur’an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur.

Bir de cifir ve ebced hesabları, değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin mabeyninde câri bir medar-ı istihrac ve esrardır. Kur'an-ı Azimüşşan’ın sureleri başındaki mukattaat-ı hurufun bu hesabla münasebeti bulunduğunu, bu Hadis-i Şerif isbat ediyor:
Bir zaman Yahudi ulemâsından bir kısmı, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam’a demişler: "Senin ümmetinin müddeti azdır ki, Elif lam mim işaret ediyor."
Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam ferman etmiş ki: " kef he ye ayn sad , ha mim , ayn sin kaf gibi daha çok var." Onlar bu cevabtan sonra susmuşlar... Demek işârât-ı Kur'aniyenin cifir ile münasebeti var.
( Siracü'n-Nûr, 215; Müdâfaalar, 120, Denizli Müdâfaası.)
 
Son düzenleme:

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u ebcedî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini nümune için beyan edeceğiz.
Birincisi: Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberîde surelerin başlarındaki ELİF LAM MİM kef he ye ayn sad gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
"Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır." Onlara mukabil dedi:
"Az değil." Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular...
[(Şuâlar, 559-560; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 98, Birinci Şuâ/İzahtan Evvel Mühim Bir İhtar/Beşinci Nokta.)

**************************************************
Said Nursî, bu hadisin ne kaynağını ne de sıhhat derecesini belirtmiş, üstelik hadisi hem eksik, hem de yanlış nakletmiştir:
Hadisi İbn İshak, İbn Abbas (r.a.)’tan rivayet etmiştir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir:
Hz. Peygamber (s.a.v.), Bakara suresinin başındaki "Elif, lâm, mîm. Zâlike’lkitâbu (...)" ayetlerini okurken, yanına Ebu Yasir b. Ahtab geldi. Sonra Ebu Yasir’in kardeşi Hayy b. Ahtab ile Ka‘b b. el-Eşref de geldiler. Hepsi, Hz. Peygamber’e "elif, lâm, mîm"in manasını sordular ve:
-Kendinden başka ilâh olmayan ALLAH için söyle, bunun sana gökten geldiği doğru mu? dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-Evet, aynen böyle indi, buyurdu. Hayy da:
-Eğer doğru söylüyorsan, ben bu ümmetin ecelinin kaç sene olduğunu bilirim, dedi ve şöyle devam etti:
-Ümmetinin ömrünün sadece 71 sene olduğunu, bu harflerin ebced hesabının gösterdiği bir adamın dinine nasıl gireriz?
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü.
Hayy: -Bundan başkası da var mı? deyince,
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, sâd, dedi
Hayy da: -Bu, birinciden daha çok ve ebced hesabı ile 160 sene eder. Başka var mı? dedi.
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, râ, dedi.
Hayy da: -Bu, birinciden ve ikinciden daha çok. Biz şehadet ederiz ki, eğer doğru söylüyorsan, ümmetinin 231 senesi var. Daha var mı? deyince,
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, râ var, dedi.
Hayy: -Şehadet ederiz ki, sana iman etmiyoruz ve hangi sözüne inanacağımızı bilemedik, dedi.
Ebu Yasir de: -Ama ben, peygamberlerimizin bu ümmetin hükümran olacağını haber verdiklerine, yalnız ne kadar hükümran olacaklarını açıklamadıklarına şehadet ederim. Eğer Muhammed doğru söylüyorsa, ben onu, bütün bu söylediklerini birleştirmiş olarak sayıyorum, dedi.
Bunun üzerine Yahudiler kalktı ve şöyle dediler:
-İş büsbütün karıştı. Azı mı, çoğu mu alacağımızı bilemiyoruz.
(Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 1/418-419; İsma‘îl Ebu’l-Fidâ İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur'âni’l-‘Azîm: Hadîslerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, çev. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul 1984, 2/146-147; Suyûtî, İtkān, 2/25.)
İmam İbn Kesir, bu hadisin zayıf olduğunu belirtmektedir. ( İbn Kesir, aynı yer.)

Bu hadis, sahih değildir. Bunu naklettikleri şeyin gerçek olup olmadığını araştırmayan bazı müfessirler, İbn İshak’ın Siyer’i gibi makbul olmayan siyer ve meğazî kitaplarından almışlardır. Bu gibi kitaplardaki rivayetlerin çoğu mutemet değildir. ( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51. Reşid Rızâ, İbn İshak’ın Siyer’inin siyer ve meğazî kitabı olması açısından makbul olmamasını kastetmemiş, "Hadisler, siyer kitaplarından alınamaz, bu kitaplar hadis rivayetinde delil olarak kabul edilemez" demek istemiştir)
İbn Münzir de bunu, başka bir tarîkle İbn Cüreyc’ten mu‘dal olarak rivayet etmiştir.
( Suyûtî, aynı yer. Mu‘dal: İsnadında birbirini takip eden iki ve daha fazla râvîsi düşmüş hadîslerdir. (...) Mu‘dal hadîsler, isnadlarından düşürülen râvîlerin kimlikleri bilinip adalet ve zabt yönünden hâlleri tesbît edilmedikçe merdûd hadîslerden sayılırlar. (Talât Koçyiğit, Hadîs Istılahları, AÜİF Yayınları, Ankara 1985, 356-357.))
Her şeyden önce, bu hadis zayıftır, hüccet olarak ileri sürülemez. Zaten, siyer kitapları zayıf rivayetler ile doludur ki, bu rivayetler asla delil olamazlar. Said Nursî birçok ayeti ebced hesabı ile tefsir ettiğine göre, buna delil olarak ileri sürdüğü bu hadisin, en azından herhangi bir hadis kitabında yer alması gerekmez miydi?
Sonra, bizzat İbn İshak, bu rivayetinden sonra şöyle der:
Surelerin başındaki bu harfler, müteşabih ayetlerdendir. Bunların ne manaya geldiğini ancak ALLAH Tealâ bilir. Yahudilerin bunları cümmel usûlüne göre hesaba kalkışmaları ve böyle anlamaları üzerine "Kitabı sana indiren odur. Onun bazı ayetleri muhkem (açık anlamlı)dir ki, bunlar Kitabın anasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için müteşabih ayetlerin ardına düşerler. Oysa onun tevilini ALLAH'tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. Bunu akıl sahiplerinden başkası düşünmez." (Âl-i İmrân, 7) ayeti nazil olmuştur.
(İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; A. Hamdi Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, (M.Reşid Rızâ, Muhâverâtu’l-Muslih ve’l-Mukallid tercümesi içinde), sad. Hayreddin Karaman, DİB Yayınları, Ankara 1974, 48)
Haydi diyelim ki, Yahudiler ile alâkalı hadis, rivayet bakımından sahihtir; fakat bu takdirde de bunu dirayet bakımından inceleriz. Bu inceleme sonunda görürüz ki, hadis yine onların çektiği manaya gelmez. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Ahtab oğlu Hayy ile Yasir’e verdiği cevaptan maksadı, onların anladığı manayı iptal ve şüphelerini gidermek olması da mümkündür. Hz. Peygamber biliyordu ki, onların maksatları gerçeği gizlemek ve insanları şüphe içinde bırakmaktır. Hatta verilen cevap üzerine kötü maksatlarını açıklamaya mecbur olan Hayy: "Muhammed! Senin işin bize karışık geldi" demiştir.
( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51-52)
 

ihs@n

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Haz 2019
Mesajlar
71
Tepkime puanı
14
Puanları
0
İmam İbn Kesir de şöyle der:
Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler ise; Kur'an’da olmayan şeyler iddia etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya kalkışmaktadırlar. Bu husus, zayıf bir hadiste varit olmuştur ki, bu hadis bile istihracın doğruluğundan çok, batıl olduğuna delâlet etmektedir. ( İbn Kesir, aynı yer)

İbn Haldun da der ki:
Şurası da bilinmektedir ki; Ebu Yasir ve Hayy’den nakledilen kıssa, İslâm milletlerinin ömrünün mezkur adet ile tayinine ve tahdidine delâlet etmez, bunu ifade ve ispat edemez. Çünkü, bu harflerin muayyen sayıları ifade etmesi akla, yahut da tabiatta bunun böyle olduğuna dayanmaz. Bunun temeli hesap ve cifir ilimleriyle uğraşanların "cümmel hesabı" dedikleri sonradan icat edilmiş bir esasa dayanır. Bu hesap öteden beri kullanılmaktadır, şairler ve nâsirler ( yazanlar) bundan faydalanmışlardır; ancak bu mezkur harflerin ALLAH nezdinde de aynı sayıları ifade ettiğini göstermez. Ebu Yasir ve Hayy’in bu husustaki görüşleri Müslümanlar arasında değil, Yahudiler arasında bile delil olmayıp, istidlâl için elverişli değildir.
( İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, 48.)
Arapların, sayılara delâlet etmek üzere huruf-u mukattaa kullanmaya alışkın oldukları izaha muhtaç bir konudur. Belki de, onların böyle bir şey kullandıkları bulunamaz... Siyercilerin söylediklerine göre, onun aslı Yahudilere dayanır.
( Cemâleddin el-Kāsımî, Mehâsinu’t-Te'vîl: Tefsir İlminin Temel Meseleleri, çev. Sezai Özel, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 69)
Reşid Rıza da, cümmel hesabının eski olduğunu, bunun Araplara Süryanîler ve İbranîlerden geçtiğini belirtmektedir. ( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 49)
İmam Şatıbî de şöyle der:
Bazılarına göre huruf-u mukattadan maksat, bu ümmetin ecelini belirleyen sayı remizleridir (cifr hesabı gibi). Siyer kitaplarında bu manaya delâlet eden sözler vardır. Bu iddianın dikkate alınabilmesi için, Kur'an indiği sırada Arapların harflere belli sayılar yükleyerek tarih düşme ya da zaman belirleme gibi bir usûlü bildikleri sabit olmalıdır. Oysaki onların böyle şeyleri bildikleri asla sabit değildir. Bunun aslı, siyer müelliflerinin de zikrettiği gibi Yahudilere dayanmaktadır.
(İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, Muvafakāt, çev. Mehmed Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 3/383)
İbn Abbas’tan rivayet edilen haberlerin bir kısmının uydurma olduğu, bilinen bir gerçektir. Tefsirde bir çok söz, söylemediği hâlde kendisine isnat edilmiştir. Bu hadisin ravisi olarak gösterilmesine karşın, İbn Abbas ebced hesabının bir çeşit sihir olduğu görüşündedir:
Allâme İbn Hacer şöyle der: Bu (ebced hesabı ve ondan ümmetin beka müddeti, olaylar, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılması vb. şeyler) batıldır, ona itimat edilemez. İbn Abbas’ın Ebî Câd hesabından sakındırdığı ve onu sihir cümlesinden saydığı sabittir. Bu (sihir saymak) uzak bir görüş değildir, çünkü bu işin şeriatta aslı yoktur.
( Suyûtî, İtkān, 2/26 el-İtkān fî ‘Ulûmi’l-Kur'ân, Dâru Kahramân, İstanbul 1978/1398, 2/14. Ayrıca bak. Salih, Kur'an İlimleri, 188-189; Rızâ, age, 51.)

Subhi es-Salih bu konuda der ki:
Bu nevi hesaba dayalı neticeler "Ebî Câd hesabı" olarak isimlendirilir ki, âlimler şiddetle buna karşı çıkmış ve ondan sakındırmışlardır. ( Salih, Kur'an İlimleri, 188.)
Manidardır ki, yine İbn Abbas (r.a.)’tan, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Nice Ebu Câd harflerini öğrenen vardır ki, ancak müneccimlik yapmıştır.
Kıyamet günü ALLAH indinde, onun için iyilikten ve hayırdan bir nasip yoktur."
Râmûz, 1/288. Hadisi, Taberânî Kebîr’de rivayet etmiştir. Hadisin metninde geçen "hurûfi Ebî Câd" tabirini, Râmûz mütercimi Abdülaziz Bekkine "Ebced Harfleri" diye tercüme etmiştir ki, bu, hadisin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Hem âlimlerin kitaplarından, Arapların ebced hesabını bilmediklerini, bunun Yahudi kaynaklı olduğunu aktarmamız, hem de bu hadisi burada nakletmemiz okura tutarsız gelebilir. Denilebilir ki: Madem Araplar bu hesabı bilmiyorlar, Hz. Peygamber, çoğu okuma yazma bilmeyen sahabîleri, bilmedikleri bir şeyden nasıl men etmiş olabilir? Cevaben deriz ki: Said Nursî’nin ebced hesabına delil olarak getirdiği hadisi inceledik ve bunun delil olamayacağını ispat ettik. Bu hadisi Taberânî’nin rivayet etmiş olması, İmam İbn Hacer’in ebced hesabı hakkındaki açıklamaları, İmam Suyûtî’nin de bu açıklamaları aktarması ve huruf-u mukattaanın bu ümmetin ecelini bulmaya yarayan sayı remizleri olduğu yönündeki sözlerin siyer kitaplarında yer alması, bize bazı sahabelerin bir şekilde bu hesaptan haberdar oldukları yönünde bir kanaat vermektedir. Nitekim, özellikle hicretten sonra Müslümanların Yahudilerle birçok ilişkilerinin olması, bazı Yahudilerin Müslüman olması ve İbn Abbas gibi bazı sahabilerin Yahudi âlimleriyle ilmî alış-verişleri bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Doğrusunu ALLAH bilir, muhtemel ki bu hadis, bu hesabın teşmil edilmesini nehyetmek üzere varit olmuştur. Zaten, seleften hiç kimsenin bu hesaplarla uğraştığına dair bir rivayet yoktur.
Biz, bu hadisi Râmûz’da gördük. "Uydurma olanlar dâhil, her tür hadisin yer aldığı Râmûz’da her hadisin alındığı kaynak ya da kaynaklar gösterilmektedir."
(İsmail Lütfi Çakan, Hadîs Edebiyâtı, MÜİFY, İstanbul 1989, 131.)
( Gümüşhanevî, -bütün hadislerin olmasa da- birçok hadisin sıhhat derecelerini metnin kenarında vermektedir (ne yazık ki, bu durum tercümede dikkate alınmamıştır). Gümüşhanevî, bu hadis için bir not düşmemiştir. )
Yine İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis de şöyledir: Hz. Peygamber buyurmuştur ki:
"Yıldızlardan bir ilim alan (muneccimlik yapan), sihirden bir şube alır. (Bilgisi) arttıkça o (sihir) da artar."
(İbn Mâce, Edeb, 28/3726. İsnadı sahihtir.)
Bu hesabın; adı ne olursa olsun, hangi milletten alınırsa alınsın, Araplar onu ister kullanmış olsun ister olmasınlar, incelediğimiz bu hadis ister zayıf ister sahih olsun , varacağımız son nokta şudur:
Arap elifbasındaki harflere verilen sayı değerlerinin -bu değerlerin muhtelif olduğunu da biliyoruz-, ALLAH indinde de aynı sayıları ifade ettiğini ileri sürmek, ALLAH hakkında bilmeden söz söylemek demektir.

İbn Abbas (r.a.) ebced , cifir ile uğraşan ve müneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir:
"Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)
İbn Mesud'tan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasipleri yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)
Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:
"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasip yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)


Fotoğraf açıklaması yok.

''Sihir büyü ve İslam demek!!''
 
Son düzenleme:

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Bir yolun doğru yol olduğunu anlamak ve bilmek için o yolun ortaya koyduğu eserlere ve yetiştirdiği insanlara bakmak kafidir ! Şimdi, şu Risalecilerin (nurcuların-kubra) yoluna bir bakalım ! Ortaya koyulan bir eser var mı? Yok ! Çünkü, Risaleler onlara göre kıyamete kadar yeterli !.. Yetiştirilen insan var mı ? Var ! Yeni Asya Gurubun içinde Cadde-i Kubradan yetişen F.G. , yönetimi ele geçirmek için kalkıştığı darbe ile 250 kişinin kanına girmiş ve vatana ihanetten yargılanmak üzere kırmızı bultenle aranıyor ! Bu şahıs için, halâ yayın hayatında olan Yeni Asya Gazetesinin olumsuz bir tavrı oldu mu? Daha doğrusu nurcuları top-yekün bir ayaklanması ve FETÖ'yü reddi oldu mu? Ne gezer !
İşte size hakikat ve asla şaşmaz gerçekler ve örnekler !
 
Üst