Piri reis ve dünya haritasi

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
PİRİ REİS VE DÜNYA HARİTASI

SELİM GÜRBÜZER
Kim derdi ki bir gün gelip Fatih Sultan Mehmed’in talimatı doğrultusunda Karamanlı bir ailenin İstanbul’a yerleşmesiyle birlikte o aile içerisinden denizcilik ve haritacılıkta ün salmış bir oğul dünyaya gelecek. Tahmin etmişsinizdir o oğlu, asıl adı Ahmet Muhyiddin Piri Bey olan Piri Reis’den başkası değil elbet. Her ne kadar soy kökü kara ikliminden gelen bir aileye dayansa da kendisi deniz iklimi Gelibolu’da doğması hasebiyle çocuk yaşta denizciliğe merak salacaktır. Nitekim denizcilikte ilk on dört yılını amcasının gemisinde geçirmek suretiyle hem kaptanlık maharetini konuşturacak hem de denizcilik tarihine ışık tutacak ‘Kitab-ı Bahriye’ eseriyle dikkat çekecektir.
Elbette ki tarih boyunca bize sadece Piri Reis ışık olmuş değil, daha pek çok pirlerde ışık kaynağıdırlar. Ama gel gör ki, Osmanlıyı 600 yıl ayakta tutan pirlerimizin bilgi birikiminden bihaber haldeyiz. Kaldı ki Osmanlı da başlı başına bir ışıktır. Nasıl ışık olmasın ki, bugün yaşadığımız küreselleşme ve globalleşme dalgasının temelinde bile Osmanlının Nizam-ı âlem stratejisinden mülhem esinlenme söz konusudur, maalesef bundan da bihaberiz. Öyle anlaşılıyor ki; küreselleşme denen hadise yeni keşfedilmiş değil, ta öteden beri bize özgü patenttir. Kim ne derse desin Osmanlının üç kıtada at koşturması asla iş olsun babından bir koşuşturma değildi, bilakis Nizam-ı âlem uğruna bir koşuşturmaydı. Hem de bu öyle bir koşuşturmaydı ki, günümüz küreselleşme dalgasına bir şekilde etki yapmışta. Tabii günümüz küreselleşme hadisesi farklı dalga boyunda tezahür etmiştir. Nasıl mı? İşte küresel baronların (küresel güçler) tüm insanlığı iliklerine kadar sömürmeye yönelik uygulamaları bunun bariz göstergesidir. Oysa Osmanlıda tam manasıyla adalet perspektifi doğrultusunda âleme çeki düzen verme şeklinde bir küreselleşme vardı. İyi ki cihana adaletiyle hükmeden Osmanlımız vardı, bu sayede Nizam-ı âlem davasının sınırların ötesine nizam götürme bir ülkü olduğunu idrak etmiş olduk. Zaten değil midir ki bu ülkü; Piri Reis’i önce korsanlıkta pişirmiş sonrasında ise amiralliğe (kaptan-ı deryalığı) giden yolda Atlantis ötesine kanatlandırmıştır.
Evet, Nizam-ı âlem ülküsü sayesinde nice bilge pirlerimiz bulundukları dönemlerde adeta kendinden geçip ötelere kanat çırparaktan medeniyet hamlesini gerçekleştirmişlerdir. Peki ya bizler? Maalesef aynı ceddin nesli olmamıza rağmen ne böylesi ülkünün varlığından ne de Piri Reis’in dünya haritasından haberdar olduk. Tabii Osmanlı göz ardı edilirse haberdar olmamamız gayet tabiidir. Bakın tarihimize ve ecdadımıza o kadar hor bakar hale gelmişiz ki, bize ait her ne keşif varsa neredeyse tüm bunları uzaylılar yaptı diyecek hale gelmişiz. Ne diyelim işte görüyorsunuz ahvali durumumuz üç aşağı beş yukarı bu halde. Her neyse asıl gelelim şu harita meselesine. Hani ikide bir Kristof Kolomb’un güya kendisi çizip de bir türlü bulunamayan haritalarından söz edilir ya hep, oysa asıl sözü edilmesi gereken haritanın iz düşümlerini Piri Reis’in 1513 tarih itibariyle çizdiği o Amerika kıtasını gösterir haritasında aradığımızı bulabilirdik pekâlâ. Dolayısıyla Kristof Kolomb’a atfen söylenilen haritalar bulunsa ne bulunmasa ne, sonuçta Piri Reis haritalarına geçte olsa ulaşıldı ya, bu yetmez mi? Malum buna Piri Reise ait parçalanmış halde bulunan haritalar da dâhildir. Piri Reis haritaları eksik ya da tam parça, sonuçta bulunan parçalarla eksik kalan kısımları tamamlanmış şekilde önümüzde duruyor ya. Kaldı ki bu haritalar ortaya çıkmasa ne olurdu ki, bikere Piri Reis Kitabı Bahriye eserinde: amcası Kemal Reis ile bir deniz savaşında esir aldıkları bir denizcinin Kristof Kolomb ile okyanus seyahatine üç kez katıldığını ve bu denizciden bir harita edindikleri bilgisinin tüyosunu çok önceden vermiş bile. Böylece Piri Reis’in hatıralarından hareketle amcasının esir aldığı kölesi Rodrigo ile birlikte Antilya denilen bugünkü Amerika kıtasına gittiğinin sonucuna çok rahatlıkla varabiliyoruz. Sakın ola ki, kölenin kılavuzluğu da neymiş diye meseleyi hafife alıp sulandırma gafletine düşmeyelim. Unutmayalım ki kendisi Kristof Kolomb’la üç kez buralara seyahat etmiş bir köledir. Yani, sıradan bir köle değil o. Nitekim bir tarihçi bu bilginin doğruluğunu teyit edecek ipuçlarını verirken; Kristof Kolomb’un asıl buralara geliş gayesinin Hıristiyanlığı yaymak için toplayacağı altınlarla haçlı seferlerine finansman sağlamak olduğunu belirtmiştir. Gerçektende Kristof Kolomb’un ayak bastığı toprakların yeni bir kıta olduğunu bilmediği o kadar net açık kendini belli eder ki, kıtaya ilk ayak bastığında buraların Hint adaları olduğunu zannına kapılmıştır, neyse ki kılavuzu Rodrigo’nun yönlendirmesiyle Amerika olduğunu fark edince öyle haritası çıkarılır buraların.
Evet, böylesi köleye can kurban, hem usta bir tayfa, hem de iyi bir gözlemci. Bundan daha da o’nu ilginç kılan yanı o sıralar Müslüman olduğunu sadece Christopher Columbus (Kristof Kolomb) biliyor olmasıdır. Nasıl mı? İşte Kristof Kolomb’un kendi el yazmasıyla yazılmış Amerika seyahati notları Paris’te “Biplouthegue Nationele”de yani Fransız kütüphanesinde muhafaza altına alınmış eseri bunun bariz delili zaten. Malumunuz Fransız amirallerinden Dr. Charcot, 1928’de yayınladığı “Colomb Vu Par Un Marin-Bir Denizci Tarafından Kristof Kolomb Hakkında Görüşler” adlı eserinde, Kolomb’un kitabından şu satırları naklediyor: “Rodrigo sıradan bir tayfa değildi. Osmanlı Deniz Kuvvetlerine mensuptu. Dinini gizlemek zorundaydı. O’nun Müslüman olduğunu benden başka bilen yoktu. Geceleri pek az uyur, devamlı harita üzerinde çalışır ve hesaplar yapardı. Bu haritanın ve tuttuğu notların birer kopyasını çıkardım. Doğrusu keşfin şerefini bir Müslüman’a kaptırmamak için açıklamadım…”
Elbette ki kıtanın keşfi çok mühim hadisedir, ama daha mühim olan yine Dr. Charcot’un “Colomb Vu Par Un Marin” adlı eserinde “Amerika’nın keşfi Kolomb’a ait değil Müslüman denizcilere aittir” şeklinde dile getirdiği hadisedir. Dr. Charcot sadece Kolomb’un kitabından aktarmalar yapmakla yetinmeyip işin hakkaniyetini de asıl sahiplerine teslim ederekten tarihe çok büyük not düşmüş olur. İyi ki de not düşmüş, bu sayede kıtanın keşfinde asıl Osmanlı deniz kuvvetlerinden Rodrigo’nun yönlendirmesinin çok büyük rolü olduğu gerçeğini zihinlere düşürmüş olur.
Hele bir kıtaya ayak basılmaya görülsün, gerisi zincirlemesine gelecektir elbet. Nitekim Kristof Kolomb’dan sonra kıtaya dört kez ayak basıp adından söz ettiren sıradaki isim Amerigo Vespucci olacaktır. Vespucci kıtaya ilk adım attığında gördüğü manzaranın büyüsüne kapılıp buraya Yenidünya anlamına gelen Mundus Novus demekten kendini alamaz da. Keza Alman haritacı Martin Waldsee Müller’de büyük bir vefa örneği gösterip buraya Vespucci’nin adını verecektir, yani ismiyle müsemma Amerigo… Ancak yerliler bu ismi bir türlü kabullenip içine sindiremeyecektir. Zira Amerikan ihtilalcılar bu hususta kendi ülkelerini Birleşmiş Müstemlekeler (UNİTED COLONİES) olarak isimlendirmişlerdi. Tabii sonradan karşıt grupların ‘Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’ tanımlamaları daha ağır basmış olacak ki, Thomas Paine bu tanımlamadan hareketle bu ifadenin baş kısmında ‘Kuzey’ kelimesini çıkarıp sadece ABD adını zihinlere yerleştirecektir. Dedik ya zincirlemesine buralara ayak basma böyle bir şeydir, bir bakmışsın Columbus’un Antilya’sı, Vespucci’nin Mundus Novus’u, Martin Waldsee Müller'in Amerika'sı derken en nihayet Thomas Paine en son mührünü vurup ABD ismi kalıcılık kazanır.
Tabii ki zincirlemesine keşfedilen bu kıta hangi isimle anılırsa anılsın, bizim açımızdan Piri Reisi anmak daha bir önem kazanır. Çünkü o rüzgâra göğsünü gere gere mavi sulara kendini adamış deniz feneridir. O halde bize de “vira vira bismillah” deyip adını mavi sulara yazmak düşer.
Yukarıda da belirttik ya, Piri Reis önceleri korsanlık yaparmış. Nitekim ‘Kitab-ı Bahriye’ adlı eserinde bahsettiği üzere korsanlık sayesinde; Kristof Kolomb’la seyahat eden esir aldıkları bir denizci vesilesiyle buralarla alakalı haritayı ele geçirdiğini, ele geçen bu haritanın yanı sıra daha pek çok haritadan yararlanarak bir dünya haritası çizdiğini beyan edecektir. Yine Piri Reisin hatıralarından anlaşıldığı üzere bu gün ABD olarak adından bahsettiğimiz kıta aslında o gün Antilya imiş.
Öyle ya Piri Reis bu kıtayı ismiyle cismiyle keşfeder de Osmanlı’da kendisini keşfetmez mi? Hem de nasıl, Osmanlı Padişahı II. Bayezid’in dikkatine mucip olarak keşfedilir. Derhal payitahta davet edilir edilmez kendisinden istifade edilir de. Derken bu davet üzere korsanlığı bırakıp Osmanlı’nın hizmetine amade olur. Keza amcası Kemal Reis’de Yavuz Sultan Selim döneminin gözde bilge âlimiydi. Fakat Kemal Reis vefat ettiğinde bu kez kendisi devreye girecektir. Yani 1513 yılında Avrupa ve Afrika’nın batı kıyı şeridini ve Güney Amerika’nın doğu şeridini gösteren dünya haritasını Yavuz Sultan Selim’e sunmakla amcasının yokluğunu aratmayarak devreye girer. Tarihin ivmesi 1526 yılını gösterdiğinde Kitab-ı Bahriye adlı eserini Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edecektir. İki yıl sonrasında ise yeni bilgilerle, yani Kuzey Amerika’nın yerini belirleyecek şekilde yeniden derlemiş olduğu dünya haritasının ikincisini Kanuni Sultan Süleyman’a takdim eder. Böylece çok büyük takdir toplar. Elbette ki; takdire şayanlığı terfi etmesine yetecektir. Malumunuz Piri Reis'in Osmanlı donanmasında terfi ettiği en son görev Mısır kaptanlığı olmuştur. Belki de idam edilmeseydi daha da terfi edecekti. Zira bir sefer esnasında kuşatmayı kaldırmak, donanmayı bırakmak hasebiyle yargılanacaktır. Her ne kadar kendisi bakımsız donanmayla denize açılmanın sakıncalarından bahsederekten savunma yapsa da bu yaptığı savunma idam edilme hükmünü kaldırmaya yetmeyecektir.
Şu bir gerçek Piri Reis’imizin bu şekilde dünyadan göç etmesine gönlümüz razı olmasa da, sonuçta ardından şu fani dünyanın haritasını miras bıraktı ya, bu bizim için kıymet değer göçtür diyebiliriz. Hele Osmanlının bakiyesi üzerine kurulu Türkiye Cumhuriyetine geçişte gün yüzüne çıkan o müthiş haritasıyla gerçek kıymetini daha da idrak edip gönül tahtımızda hep anarız da.
Malumunuz 1929 tarihi itibariyle Topkapı Sarayı müze haline getirilirken, restorasyon çalışmaları esnasında Milli Müzeler Müdürü Halil Ethem (Eldem)’in bir an gözü Topkapı Sarayı arşivinde deve derisine işlenmiş tomar evraka ilişir. Bir de ne görsün sağ yanı kopmuş halde bir harita. Oysa bu bir Piri Reis haritasıdır. Hayretler içerisinde seyre dalacaktır Tabii seyre daldıkça iyiden iyiye incelemeye koyulur, ama işin içinden çıkamaz. Olsun paha biçilmez bu kıymetli eser bir şekilde Türk Denizciliğinde uzman olan Alman Bilim adamı Paul Kahle’ye gösterilip teşhis edilmesiyle birlikte kendini ele verecektir. Şöyle ki; ilk Piri Reis haritasının kayıp parçalarının aranmasına hız verildiğinde, bu kez ceylan derisine işlenmiş ikinci bir harita daha bulunur. Böylece ceylan derisi haritanın birinci haritayla karşılaştırılması yapıldığında birincisinin güncelleştirmiş hali olduğu anlaşılır. Dahası bu ikinci bulunanın günümüz verilerine daha bir uyumluluk gösteren bir harita olduğu ortaya çıkar. Şimdi gel de bu haritalar karşısında hayretler içerisinde kalma, ne mümkün. Düşünsenize ele geçen Piri Reis haritaların bugünkü verilerle neredeyse birebir örtüştüğü gibi bilhassa Amerika’nın doğu kıyılarının tam isabetli diyebileceğimiz çizimi söz konusu. Tabii bitmedi dahası var; haritada Kristof Kolomb’un ayak bastığı toprakların profili çıkarıldığı gibi birde kenar notu diyebileceğimiz haşiyeler döşenmiş bile. Bakın Piri Reis kenar notların birinde ne diyor: Bunu Kemal Reis’in birader zadesi diye meşhur, Hacı Mehmedin oğlu fakir piri 919 (1513) Muharremülharamında Gelibolu’da yazdı, Allah ikisini de affetsin.”
Hele Piri Reis haritaları temaşa edilmeye görülsün sanki karşımızda harita değil, devasa bir ansiklopedi var sanırsın. Düşünsenize kıtada canlı cansız her ne varsa hayvanlardan tutunda orada yetişen bitki türlerine ait birtakım donatımlarda yer verilmiştir. Bilhassa haritada Amerika’nın hem kuzey hem güneyini içini kapsayacak şekilde dizayn edilişi de ihmal edilmemiştir. Hatta harita içeriğinde Antarktika kıtası ve üzerindeki dağlara da yer verildiği söylenmekte.
Velhasıl, harita üzerinde kim ne beyanda bulunulursa bulunsun, sonuçta bizim açımızdan Piri Reis’le okyanus ötesine açılmak çok daha mühim hadisedir. Çünkü bizi asıl cezbeden Piri Reis pusulasıyla Nizam-ı âleme yelken açma sevdasıdır.
Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1634/piri-reis-ve-dunya-haritasi.html
 
Üst