dedekorkut1
Doçent
RNA MUCİZESİ
SELİM GÜRBÜZER
RNA için hücre içi ve hücre dışı faaliyetlerde en önemli elçimiz dersek yeridir. Hatta eski tabirle veziri azam, yeni tabirle de Başkan yardımcısı dersek yine yeridir. İşte kendisine atfettiğimiz bu sıfatlardan da anlaşıldığı üzere genetik sistem sırf DNA üzerine kurulu bir sistemden ibaret değildir. Nasıl ki DNA, kimyasal açıdan 3 farklı molekülün (5 karbonlu şeker, azotlu baz ve fosfat) birleşmesiyle oluşan nükleotid polimerlerden meydana gelmiş bir yapıysa RNA’da kimyasal açıdan ribo nükleik asit nükleotid moleküllerinden oluşmuş bir polimer yapıdır. Üstelik bu yapı DNA başkanlığınca yürütülen sistem içinde enzimlerle de işbirliği içerisinde olan bir yapıdır. Zaten son derece kompleks yapı içerisinde RNA ile birlikte adeta harıl harıl makine gibi çalışan enzimlerin de işin içinde olması gerekir ki DNA tarafından gönderilen mesajlar yerini bulsun. Hem mesajların yerini bulup anlam kazanabilmesi içinde malum:
-Sistem içerisinde mRNA olmalı ki ilgili yerlere gönderilen şifreli mesajlar okunabilsin.
-Sistem içerisinde, ribozomlar da yer almalı ki gönderilen mesajlar protein sentezi olarak işlenebilişin.
-Sistem içerisinde tRNA olmalı ki ribozom limanı üzerinden protein sentezi olarak işlenecek amino asitler dizilimleri bir anlam kazanabilsin
-Sistem içerisinde katalizörlük işlemlerini gerçekleştirecek enzimler de olmalı ki sistemin çarkları hız kazanıp kendi kendini yenileyebilir bir şekilde döngüsünü tamamlayabilsin.
Tabiî yukarıda sıraladığımız sistemi oluşturan ana arter unsurların tümü icabında tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. İlla ki sistemi oluşturan tüm bu unsurları bağrında barındıracak canlı vasat ortamının, yani hücre ortamının da olması gerekir ki sistem tüm unsurlarıyla birlikte işlerlik kazanmış olsun. Öyle ya, teşbihte hata olmasın ortada ekilecek biçilecek bağ bahçe ve tarla ortamı olmalı ki, yani hücre ortamı olmalı ki biyolojik hayat için gerekli olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin vs. gibi ürünler vücut iklimimizde meyve vermiş olsun.
İşte yukarıda maddeler halinde sunmaya çalıştığımız sistemi tüm unsurlarıyla bir arada ele aldığımızda; biyolojik hayatın yeşermesinde tarla vazifesi gören her bir hücre arazisi öyle sanıldığı kadarıyla birkaç çalı, birkaç kuru ottan ibaret donatılı araziler değildir, tam aksine bir dizi hücre organellerini bağrında barındıran kompleks yapılarla donatılmış arazilerdir. İşte böylesi komplek yapılarla donatılmış arazilerden herhangi bir canlının doku ve organlarıyla birlikte ete kemiği bürünmüş bir halde tesadüfen vücut bulduğundan dem vurmak akla ziyan bir tutum olsa gerektir. Düşünsenize, şayet bir adama sürdüğü arabanın tüm aksamlarının tesadüfen bir araya gelip arabayı oluşturması sayesinde arabayı sürebildiğini inandırabilirsek, vücut hücrelerinin de tesadüfen bir araya gelip dokularını oluşturduğunu, dokularının tesadüfen bir araya gelip organlarını oluşturduğunu ve bu sayede nefes alıp soluduğunu, yiyip içip beslenip hareket ettiğini de inandırmış olacağız demektir. Tabii işin şakası bir yana, maalesef tüm bu trajikomik tesadüfi iddialar karşısında bizde ister istemez ironi yapıp onlar hakkında trajikomik yorumlar yapmak zorunda kalıyoruz.
Her neyse bir kısım aklı evveller kendi tezlerini doğrulamak adına tesadüfler zincirlerine ümitlerini bağlaya dursunlar, şu bir gerçek vücut biyokimyamızın en önemli sacayaklarından RNA’mızda hiçbir şekilde tesadüfü zincirlerin her hangi bir halkasından kopup da ansızın ortaya çıkmış bir yapı değildir. RNA’mızda hiç şüphesiz tıpkı DNA gibi nükleotidlerden oluşmuş mükemmel donatılmış bir yapıdır. DNA ile aralarında nükleotid yapı bakımdan en belirgin fark; DNA’da ki timin yerine RNA’da urasil nükleotidi bulunmasıdır. Nitekim RNA’daki nükleotid dizilimi “adenin, guanin, sitozin ve urasil” diye bilinen 4 çeşit organik baz (nükleotid) üzerine kurulu bir zincir halkası olarak karşımıza çıkar. Böylece bu dizilimde Timin yerine Urasil’in devreye girmesiyle birlikte nükleotid eşleşmesi A-U, G-S şeklinde zayıf hidrojen bağları ile birbirleriyle bağlanıp RNA zincir halkasının basamaklarını oluşturmuş olurlar. Şu da bir gerçek RNA nükleotidleri tek bir zincir halkası boyunca dizilim göstermesine gösterir ama DNA’da olduğu şekliyle adenin miktarı urasile, guanin miktarı stozine eşit bir şekilde dizayn olmazlar. Yani bu demektir ki; RNA, DNA’daki gibi güçlü halkalı hidrojen bağlarıyla değil zayıf halkalı hidrojen bağlarıyla bağlı olduklarından zincir halkası her an kopmaya hazır bir dizilim göstermekteler. Değim yerindeyse kartlarını DNA’daki gibi çift kart üzerine değil tek kart üzerine oyunun kurallarını oynayarak hücre içerisinde etkinliğini göstermekteler. İşte tek kartlı bu yapı özelliğinden dolayıdır ki laboratuvar çalışmalarında DNA için uygulanan analiz ve izolasyon metotları, RNA için geçerlilik arz etmeyebiliyor.
Evet, anlaşılan o ki, RNA sadece yapı bakımdan değil üstlendiği görev bakımdan da DNA’dan farklılık arz etmekte. Görev icabı bir bakıyorsun RNA’nın %90’ı hücre sitoplâzmasında bulunup oradan da ribozomlara giciş yapıp her daim aktif halde bulunabiliyorlar. Aktif halde bulunmaları da gayet tabii bir durumdur. Zira merkezi idare DNA’ya özgü çekirdek bir alan, yerel idare de RNA’ya özgü sitoplazmik bir alandır. Ki, DNA’nın idari başkanlık konutu çekirdeğin tamda merkezinde yer almakta. Zaten yürütmenin başı olarak tamda merkezde bulunması icab eder. DNA adeta bir hükümdar edasıyla tahtının (çekirdekte ) başında emrine amade başta veziri RNA olmak üzere diğer alt birim kadrolarıyla birlikte hareket edip bir anda hücre içi faaliyetlerini hücre dışına da taşıyaraktan küresel boyut kazandırabiliyor da. Hiç kuşkusuz yürüttüğü tüm faaliyetlerde RNA moleküllerinin çok büyük destek payı vardır. Öyle ki RNA’nın omuzlarına binen yük, öyle sıradan yük olmayıp bilakis protein sentezine yönelik tüm aşamaları da kapsayacak türden sorumluluk gerektiren ağır bir yüktür. Nitekim sorumluluk gerektiren yükün altına girdiği içindir protein sentezi yönelik faaliyetlerde tek başına değildir, bilakis kendi uhdesinde ki kadroyla birlikte hareket etmekte olup teşkilat şeması da ona göre belirlenmiştir. Malum, kendi uhdesinde olan teşkilat şemasının en önemli sacayaklarını ise:
“-Kalıp RNA (mRNA-Messenger-RNA),
-Taşıyıcı RNA(tRNA- transfer),
-Ribozomal RNA (rRNA)” oluşturmaktadır.
İşte hücre nizam-ı âlem prosedürünün işlemesi açısından böylesi bir teşkilat şemasının üçlü sacayağı üzerine kurulu olması hücrenin selameti için zaruri bir durumdur. Ama gel gör ki, hücrenin selametini tesadüfün kollarına teslim edip tüm ümitlerini sihirli değneğe bağlayanlara bu üçlü sacayağının gerekliliğini ‘olmazsa olmaz şart’ hükmünde bir zaruriyet olduğunu anlatmak çok zordur. Onlara kalsa utanmadan sıkılmadan tıpkı urasil bazından timin bazının türediklerini iddiasında bulundukları gibi bu üç sacayağın aktörlerinin de birbirlerinden evrimleşerek türediklerini dile getireceklerdir. Hem kaldı ki tesadüfler zincirinden, başıboşluktan, dağınıklıktan beslenen kerameti kendinden menkul bu tip kafa yapısına sahip aklı evvel kişiler için teşkilat, organizasyon, hücre hiyerarşisi, hücre nizam-ı âlemi gibi kavramlar her daim yabancıdır zaten. Bikere zihin dünyaları algılarında canlı hayatı tesadüfü oluşmuş bir takım kümelerin üst üste binerek kör yığınlar olarak görmek vardır, yani hayata bakışları bu. İşte onlar bu nedenledir ki, hücre anarşizmin zıddı olan hücre Nizam-ı âleminden, hücre içerisinde kraldan çok kral kesilmenin zıddı DNA Başkanlığında ki işleyen katılımcı yönetim anlayışından pek haz etmezler. Haz ettikleri sadece nerede kanser hücreleri gibi başıboş oluşumlar var, nerede nizamsızlık içeren mutajenik yapılar var hemen oralara balıklamasına dalıp kırık dökük enkaz yığınlarından evrime delil teşkil edecek bir şeyler bulma sevdasındadırlar. Aslında onlarda gayet iyi biliyorlar ki yönetimin olduğu yerde intizamsızlığa başıboşluğa ve tesadüf oluşumlara yer yoktur, bu yüzden birtakım gerçekleri saklayıp baklayı ağızlarından mümkün mertebe çıkarmamaya çalışıyorlar. Onlara gerçekleri gizleye durun, oysaki ortada net bir şey var, o da malum yaratılışın orjinin de intizama, tertibe ve tevafuka yer vardır. Hem kaldı ki gerek makro âlem üzerinde, gerekse mikro âlem üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen verilere derinlemesine incelediğimizde olağan üstü şuurlu ve planlı bir yaratıcı elin devreye girip tüm yaratılış kanunların yönetiminde yaratıcı güç olarak varlığı sezilmektedir. Bu yüzden deriz ki, yönetimin olduğu bir yerde her şeyi tesadüfi oluşuma bağlamak hem akla ziyan bir düşünce olur, hem de abesle iştigal bir tutum olur. Hem bu hangi akla hizmetse bir bakıyorsun DNA başkanlığında ve Başkan Yardımcısı RNA ile birlikte belli bir hiyerarşik bir düzen içerisinde mükemmel işleyen böylesi bir sisteme tesadüf diyebiliyorlar. Hem yine bu hangi akla hizmet etmekse bir bakıyorsun DNA’nın idarenin başı olarak mRNA üzerinden ekip olarak yürüttüğü tüm hücre içi ve hücre dışı faaliyetleri görmezden gelebiliyorlar. Onlar görmeseler de biz görüyoruz ya, bu yetmez mi? Hatta bizimle beraber hücre içerisinde faaliyet gösteren her bir organelin olan biten hemen her şeyden haberdar oldukları da besbelli. Nasıl mı? Gayet net bir şekilde gözü kulakları hep DNA’dan gelecek talimatlar üzerine odaklanmış durumdalardır. Üstüne üstük bu durumda böylesi mükemmel bir hiyerarşik yapının başkanı DNA’nın çekirdek tahtından çıkmasına da gerek yoktur. Ne de olsa hücre organellerine talimatları gerekli yerlere ulaştıracak emrine amade mRNA vardır. Öyle ki emri yüklenen mRNA daha yola çıkmadan yolunu dört gözle bekleyen hücre organellerinden en sabırsız olanı vardır ki o da malum ribozomdan başkası değildir. Çünkü ribozom bir an evvel protein sentezini gerçekleştirmenin aşkı ve heyecanı içerisinde bir hücre organelidir.
Evet, mRNA elçi konumunda bir misyon şefidir. Bundan dolayıdır ki üçlü şifre denen bilgi kodonu dokunulmazlığı zırhıyla gittiği yerlerde aracı olarak ilettiği mesajları sorgulanmaz. Belli ki atalarımız “elçiye zeval olmaz” sözünü boşa söylememişler, hiç kuşkusuz bu söz mRNA içinde geçerlilik arz eden bir atasözüdür bu. Ancak mRNA’nın burada dikkat etmesi gereken kraldan çok kral kesilmeyip, kendisine nükleustan çıkışında ne emredilmişse onu sağ salim sitoplazmada protein sentezinin yapım yeri olan ribozomlara iletmek olmalıdır. Üstelik elçilik faaliyetlerini yürütürken de yalnız değildir, en azından kendi uhdesinde mesajlarını taşıyacağı tRNA, ribozomlar üzerinde protein sentezine yönelik işbirliği içerisinde bulunacağı rRNA gibi ekip elemanları vardır. Derken bu ekip çalışması ruhu sayesinde protein yapımı sürecinden beklenen maksat hâsıl olur da. Şöyle ki bu süreçte RNA polimerase enzimi mRNA molekülünün sentezlenmesini başlattıktan sonra zincir uzamasını tıpkı DNA replikasyonunda olduğu gibi tek iplikçi kol kısmında dizili haldeki bazların karşısına komplementer RNA nükleotidlerini konumlandırıp eşleştirmesiyle gerçekleştirir. İkinci aşamasına gelindiğinde de zincir uzaması terminatör sekans noktasında sonlanmış olacağından RNA polimerase enzimi, görevini yerine getirmenin mutluğuyla herhangi bir nükleotid dizilimine yönelik katalizör görevi yapmaksızın serbest halde kalır. Bu arada enzimle sentezlenen mRNA ise endoplazmik retikulum üzerine yapışaraktan ribozomlar üzerine mesajlarını düz bir hat şeklinde iletmek suretiyle bağlanmış olur. Bir başka ifadeyle mRNA DNA’dan aldığı genetik bilgileri protein sentezi yapımında kullanmak üzere ribozomlara taşıyaraktan kalıp görevini en iyi bir şekilde ifa etmiş olur. Artık ne de olsa DNA’daki üçlü şifreyi nükleustan sitoplazmaya geçirerekten ribozoma bağlayıp alnının akıyla görevini tamamlamış oldu, şimdi onun için geri dönüş hazırlıklarına koyulmak zamanıdır. Bunun içinde ilk yapması gereken kendi ürettiği feed-back (geriye doğru iletişim) mesajıyla mRNA üretimini durdurmak olmalı, ikinci yapması gerekense dönüşüne katalizör etki yapacak enzim üretimini gerçekleştirmek olmalıdır. Tavsiye etmek haddimize mi, gerçekten de bir bakıyorsun her şeyin gereğini yapmış bir elçi olarak DNA tahtından hücre içine gelişindeki muhteşemliği kadar dönüşü de muhteşem olur. Öyle ki başlangıçta bir gen tarafından protein sentezine yönelik üretilen bir cümlelik mRNA mesajı yerini bu kez ‘maksat hâsıl olmuştur’ şeklinde sabit bir cümlelik feed-back mesaja bırakmak suretiyle görevini tamamlamış olur.
SELİM GÜRBÜZER
RNA için hücre içi ve hücre dışı faaliyetlerde en önemli elçimiz dersek yeridir. Hatta eski tabirle veziri azam, yeni tabirle de Başkan yardımcısı dersek yine yeridir. İşte kendisine atfettiğimiz bu sıfatlardan da anlaşıldığı üzere genetik sistem sırf DNA üzerine kurulu bir sistemden ibaret değildir. Nasıl ki DNA, kimyasal açıdan 3 farklı molekülün (5 karbonlu şeker, azotlu baz ve fosfat) birleşmesiyle oluşan nükleotid polimerlerden meydana gelmiş bir yapıysa RNA’da kimyasal açıdan ribo nükleik asit nükleotid moleküllerinden oluşmuş bir polimer yapıdır. Üstelik bu yapı DNA başkanlığınca yürütülen sistem içinde enzimlerle de işbirliği içerisinde olan bir yapıdır. Zaten son derece kompleks yapı içerisinde RNA ile birlikte adeta harıl harıl makine gibi çalışan enzimlerin de işin içinde olması gerekir ki DNA tarafından gönderilen mesajlar yerini bulsun. Hem mesajların yerini bulup anlam kazanabilmesi içinde malum:
-Sistem içerisinde mRNA olmalı ki ilgili yerlere gönderilen şifreli mesajlar okunabilsin.
-Sistem içerisinde, ribozomlar da yer almalı ki gönderilen mesajlar protein sentezi olarak işlenebilişin.
-Sistem içerisinde tRNA olmalı ki ribozom limanı üzerinden protein sentezi olarak işlenecek amino asitler dizilimleri bir anlam kazanabilsin
-Sistem içerisinde katalizörlük işlemlerini gerçekleştirecek enzimler de olmalı ki sistemin çarkları hız kazanıp kendi kendini yenileyebilir bir şekilde döngüsünü tamamlayabilsin.
Tabiî yukarıda sıraladığımız sistemi oluşturan ana arter unsurların tümü icabında tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. İlla ki sistemi oluşturan tüm bu unsurları bağrında barındıracak canlı vasat ortamının, yani hücre ortamının da olması gerekir ki sistem tüm unsurlarıyla birlikte işlerlik kazanmış olsun. Öyle ya, teşbihte hata olmasın ortada ekilecek biçilecek bağ bahçe ve tarla ortamı olmalı ki, yani hücre ortamı olmalı ki biyolojik hayat için gerekli olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin vs. gibi ürünler vücut iklimimizde meyve vermiş olsun.
İşte yukarıda maddeler halinde sunmaya çalıştığımız sistemi tüm unsurlarıyla bir arada ele aldığımızda; biyolojik hayatın yeşermesinde tarla vazifesi gören her bir hücre arazisi öyle sanıldığı kadarıyla birkaç çalı, birkaç kuru ottan ibaret donatılı araziler değildir, tam aksine bir dizi hücre organellerini bağrında barındıran kompleks yapılarla donatılmış arazilerdir. İşte böylesi komplek yapılarla donatılmış arazilerden herhangi bir canlının doku ve organlarıyla birlikte ete kemiği bürünmüş bir halde tesadüfen vücut bulduğundan dem vurmak akla ziyan bir tutum olsa gerektir. Düşünsenize, şayet bir adama sürdüğü arabanın tüm aksamlarının tesadüfen bir araya gelip arabayı oluşturması sayesinde arabayı sürebildiğini inandırabilirsek, vücut hücrelerinin de tesadüfen bir araya gelip dokularını oluşturduğunu, dokularının tesadüfen bir araya gelip organlarını oluşturduğunu ve bu sayede nefes alıp soluduğunu, yiyip içip beslenip hareket ettiğini de inandırmış olacağız demektir. Tabii işin şakası bir yana, maalesef tüm bu trajikomik tesadüfi iddialar karşısında bizde ister istemez ironi yapıp onlar hakkında trajikomik yorumlar yapmak zorunda kalıyoruz.
Her neyse bir kısım aklı evveller kendi tezlerini doğrulamak adına tesadüfler zincirlerine ümitlerini bağlaya dursunlar, şu bir gerçek vücut biyokimyamızın en önemli sacayaklarından RNA’mızda hiçbir şekilde tesadüfü zincirlerin her hangi bir halkasından kopup da ansızın ortaya çıkmış bir yapı değildir. RNA’mızda hiç şüphesiz tıpkı DNA gibi nükleotidlerden oluşmuş mükemmel donatılmış bir yapıdır. DNA ile aralarında nükleotid yapı bakımdan en belirgin fark; DNA’da ki timin yerine RNA’da urasil nükleotidi bulunmasıdır. Nitekim RNA’daki nükleotid dizilimi “adenin, guanin, sitozin ve urasil” diye bilinen 4 çeşit organik baz (nükleotid) üzerine kurulu bir zincir halkası olarak karşımıza çıkar. Böylece bu dizilimde Timin yerine Urasil’in devreye girmesiyle birlikte nükleotid eşleşmesi A-U, G-S şeklinde zayıf hidrojen bağları ile birbirleriyle bağlanıp RNA zincir halkasının basamaklarını oluşturmuş olurlar. Şu da bir gerçek RNA nükleotidleri tek bir zincir halkası boyunca dizilim göstermesine gösterir ama DNA’da olduğu şekliyle adenin miktarı urasile, guanin miktarı stozine eşit bir şekilde dizayn olmazlar. Yani bu demektir ki; RNA, DNA’daki gibi güçlü halkalı hidrojen bağlarıyla değil zayıf halkalı hidrojen bağlarıyla bağlı olduklarından zincir halkası her an kopmaya hazır bir dizilim göstermekteler. Değim yerindeyse kartlarını DNA’daki gibi çift kart üzerine değil tek kart üzerine oyunun kurallarını oynayarak hücre içerisinde etkinliğini göstermekteler. İşte tek kartlı bu yapı özelliğinden dolayıdır ki laboratuvar çalışmalarında DNA için uygulanan analiz ve izolasyon metotları, RNA için geçerlilik arz etmeyebiliyor.
Evet, anlaşılan o ki, RNA sadece yapı bakımdan değil üstlendiği görev bakımdan da DNA’dan farklılık arz etmekte. Görev icabı bir bakıyorsun RNA’nın %90’ı hücre sitoplâzmasında bulunup oradan da ribozomlara giciş yapıp her daim aktif halde bulunabiliyorlar. Aktif halde bulunmaları da gayet tabii bir durumdur. Zira merkezi idare DNA’ya özgü çekirdek bir alan, yerel idare de RNA’ya özgü sitoplazmik bir alandır. Ki, DNA’nın idari başkanlık konutu çekirdeğin tamda merkezinde yer almakta. Zaten yürütmenin başı olarak tamda merkezde bulunması icab eder. DNA adeta bir hükümdar edasıyla tahtının (çekirdekte ) başında emrine amade başta veziri RNA olmak üzere diğer alt birim kadrolarıyla birlikte hareket edip bir anda hücre içi faaliyetlerini hücre dışına da taşıyaraktan küresel boyut kazandırabiliyor da. Hiç kuşkusuz yürüttüğü tüm faaliyetlerde RNA moleküllerinin çok büyük destek payı vardır. Öyle ki RNA’nın omuzlarına binen yük, öyle sıradan yük olmayıp bilakis protein sentezine yönelik tüm aşamaları da kapsayacak türden sorumluluk gerektiren ağır bir yüktür. Nitekim sorumluluk gerektiren yükün altına girdiği içindir protein sentezi yönelik faaliyetlerde tek başına değildir, bilakis kendi uhdesinde ki kadroyla birlikte hareket etmekte olup teşkilat şeması da ona göre belirlenmiştir. Malum, kendi uhdesinde olan teşkilat şemasının en önemli sacayaklarını ise:
“-Kalıp RNA (mRNA-Messenger-RNA),
-Taşıyıcı RNA(tRNA- transfer),
-Ribozomal RNA (rRNA)” oluşturmaktadır.
İşte hücre nizam-ı âlem prosedürünün işlemesi açısından böylesi bir teşkilat şemasının üçlü sacayağı üzerine kurulu olması hücrenin selameti için zaruri bir durumdur. Ama gel gör ki, hücrenin selametini tesadüfün kollarına teslim edip tüm ümitlerini sihirli değneğe bağlayanlara bu üçlü sacayağının gerekliliğini ‘olmazsa olmaz şart’ hükmünde bir zaruriyet olduğunu anlatmak çok zordur. Onlara kalsa utanmadan sıkılmadan tıpkı urasil bazından timin bazının türediklerini iddiasında bulundukları gibi bu üç sacayağın aktörlerinin de birbirlerinden evrimleşerek türediklerini dile getireceklerdir. Hem kaldı ki tesadüfler zincirinden, başıboşluktan, dağınıklıktan beslenen kerameti kendinden menkul bu tip kafa yapısına sahip aklı evvel kişiler için teşkilat, organizasyon, hücre hiyerarşisi, hücre nizam-ı âlemi gibi kavramlar her daim yabancıdır zaten. Bikere zihin dünyaları algılarında canlı hayatı tesadüfü oluşmuş bir takım kümelerin üst üste binerek kör yığınlar olarak görmek vardır, yani hayata bakışları bu. İşte onlar bu nedenledir ki, hücre anarşizmin zıddı olan hücre Nizam-ı âleminden, hücre içerisinde kraldan çok kral kesilmenin zıddı DNA Başkanlığında ki işleyen katılımcı yönetim anlayışından pek haz etmezler. Haz ettikleri sadece nerede kanser hücreleri gibi başıboş oluşumlar var, nerede nizamsızlık içeren mutajenik yapılar var hemen oralara balıklamasına dalıp kırık dökük enkaz yığınlarından evrime delil teşkil edecek bir şeyler bulma sevdasındadırlar. Aslında onlarda gayet iyi biliyorlar ki yönetimin olduğu yerde intizamsızlığa başıboşluğa ve tesadüf oluşumlara yer yoktur, bu yüzden birtakım gerçekleri saklayıp baklayı ağızlarından mümkün mertebe çıkarmamaya çalışıyorlar. Onlara gerçekleri gizleye durun, oysaki ortada net bir şey var, o da malum yaratılışın orjinin de intizama, tertibe ve tevafuka yer vardır. Hem kaldı ki gerek makro âlem üzerinde, gerekse mikro âlem üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen verilere derinlemesine incelediğimizde olağan üstü şuurlu ve planlı bir yaratıcı elin devreye girip tüm yaratılış kanunların yönetiminde yaratıcı güç olarak varlığı sezilmektedir. Bu yüzden deriz ki, yönetimin olduğu bir yerde her şeyi tesadüfi oluşuma bağlamak hem akla ziyan bir düşünce olur, hem de abesle iştigal bir tutum olur. Hem bu hangi akla hizmetse bir bakıyorsun DNA başkanlığında ve Başkan Yardımcısı RNA ile birlikte belli bir hiyerarşik bir düzen içerisinde mükemmel işleyen böylesi bir sisteme tesadüf diyebiliyorlar. Hem yine bu hangi akla hizmet etmekse bir bakıyorsun DNA’nın idarenin başı olarak mRNA üzerinden ekip olarak yürüttüğü tüm hücre içi ve hücre dışı faaliyetleri görmezden gelebiliyorlar. Onlar görmeseler de biz görüyoruz ya, bu yetmez mi? Hatta bizimle beraber hücre içerisinde faaliyet gösteren her bir organelin olan biten hemen her şeyden haberdar oldukları da besbelli. Nasıl mı? Gayet net bir şekilde gözü kulakları hep DNA’dan gelecek talimatlar üzerine odaklanmış durumdalardır. Üstüne üstük bu durumda böylesi mükemmel bir hiyerarşik yapının başkanı DNA’nın çekirdek tahtından çıkmasına da gerek yoktur. Ne de olsa hücre organellerine talimatları gerekli yerlere ulaştıracak emrine amade mRNA vardır. Öyle ki emri yüklenen mRNA daha yola çıkmadan yolunu dört gözle bekleyen hücre organellerinden en sabırsız olanı vardır ki o da malum ribozomdan başkası değildir. Çünkü ribozom bir an evvel protein sentezini gerçekleştirmenin aşkı ve heyecanı içerisinde bir hücre organelidir.
Evet, mRNA elçi konumunda bir misyon şefidir. Bundan dolayıdır ki üçlü şifre denen bilgi kodonu dokunulmazlığı zırhıyla gittiği yerlerde aracı olarak ilettiği mesajları sorgulanmaz. Belli ki atalarımız “elçiye zeval olmaz” sözünü boşa söylememişler, hiç kuşkusuz bu söz mRNA içinde geçerlilik arz eden bir atasözüdür bu. Ancak mRNA’nın burada dikkat etmesi gereken kraldan çok kral kesilmeyip, kendisine nükleustan çıkışında ne emredilmişse onu sağ salim sitoplazmada protein sentezinin yapım yeri olan ribozomlara iletmek olmalıdır. Üstelik elçilik faaliyetlerini yürütürken de yalnız değildir, en azından kendi uhdesinde mesajlarını taşıyacağı tRNA, ribozomlar üzerinde protein sentezine yönelik işbirliği içerisinde bulunacağı rRNA gibi ekip elemanları vardır. Derken bu ekip çalışması ruhu sayesinde protein yapımı sürecinden beklenen maksat hâsıl olur da. Şöyle ki bu süreçte RNA polimerase enzimi mRNA molekülünün sentezlenmesini başlattıktan sonra zincir uzamasını tıpkı DNA replikasyonunda olduğu gibi tek iplikçi kol kısmında dizili haldeki bazların karşısına komplementer RNA nükleotidlerini konumlandırıp eşleştirmesiyle gerçekleştirir. İkinci aşamasına gelindiğinde de zincir uzaması terminatör sekans noktasında sonlanmış olacağından RNA polimerase enzimi, görevini yerine getirmenin mutluğuyla herhangi bir nükleotid dizilimine yönelik katalizör görevi yapmaksızın serbest halde kalır. Bu arada enzimle sentezlenen mRNA ise endoplazmik retikulum üzerine yapışaraktan ribozomlar üzerine mesajlarını düz bir hat şeklinde iletmek suretiyle bağlanmış olur. Bir başka ifadeyle mRNA DNA’dan aldığı genetik bilgileri protein sentezi yapımında kullanmak üzere ribozomlara taşıyaraktan kalıp görevini en iyi bir şekilde ifa etmiş olur. Artık ne de olsa DNA’daki üçlü şifreyi nükleustan sitoplazmaya geçirerekten ribozoma bağlayıp alnının akıyla görevini tamamlamış oldu, şimdi onun için geri dönüş hazırlıklarına koyulmak zamanıdır. Bunun içinde ilk yapması gereken kendi ürettiği feed-back (geriye doğru iletişim) mesajıyla mRNA üretimini durdurmak olmalı, ikinci yapması gerekense dönüşüne katalizör etki yapacak enzim üretimini gerçekleştirmek olmalıdır. Tavsiye etmek haddimize mi, gerçekten de bir bakıyorsun her şeyin gereğini yapmış bir elçi olarak DNA tahtından hücre içine gelişindeki muhteşemliği kadar dönüşü de muhteşem olur. Öyle ki başlangıçta bir gen tarafından protein sentezine yönelik üretilen bir cümlelik mRNA mesajı yerini bu kez ‘maksat hâsıl olmuştur’ şeklinde sabit bir cümlelik feed-back mesaja bırakmak suretiyle görevini tamamlamış olur.