Roger Garaudy kimdir?

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Roger Garaudy kimdir?


Prof. Luc Colles ile Roger Garaudy'yi konuştuk.


Brüksel’in saygın üniversitelerinden Catholique de Louvain’in Edebiyat ve Felsefe Fakültesi’nde profesör olan Luc Colles, dunyabizim.com için Roger Garaudy’i derinlemesine anlattı. Kültürler arası diyalog mevzuunda birçok eseri bulunan profesör Colles, üniversitesinde dilbilim, kültürel pratikler ve teoriler, göçle gelen gençlere dil eğitimi vb. başlıklı derslerin hocalığını yapmakta.
Garaudy kimdir?
Garaudy, 20. yüzyılın büyük bir filozofudur. 1913’te işçi bir aileden dünyaya gelen Garaudy, siyasî ve sosyal mücadelesine protestan inanışına sahip bir militan olarak başlar. Protestan inancı taşıması, kendisinin 1933’te Komünist Partisi’ne girmesine ve parti içinde yıldırım hızıyla yükselmesine engel olmaz. Bir yandan da felsefe tahsilini sürdürür.
Müslüman askerler onu kurşuna dizmeyi reddetti
1939’da askere alınınca, Vichy hükümetinin Kuzey Afrika’daki kamplarına sürgün edilir. Vichy rejimine karşı o kadar sert bir tavır takınır ki bu yüzden idama mahkum edilir. Ama müslüman askerler kendisini kurşuna dizmeyi reddeder. Önemi daha sonra kendisini gösterecek olan esaslı bir olaydır bu. 1945’te Merkez Komitesi üyesi olunca önce Tarn’dan milletvekili seçilir (1945-1951), sonra Seine milletvekili (1956-1958) ve son olarak Paris’ten senatör olur (1959-1962).
Marksist İnceleme ve Araştırma Merkezi müdürü iken, yıllarca Komünist Parti’nin resmî filozofluğunu yapar. 1970 Haziran’ında Sovyetlerin Prag’ı istilâsını protesto etmesinin ardındansa Parti’den ihraç edilir.
Derken komünist idealinden vazgeçmeksizin Katolikliği benimser. Hatta Hristiyanlık’la marksizmin birbirinin tamamlayıcısı olduğunu düşünür ve kendisini kurtuluş ilahiyatlarına çok yakın hisseder.
En mükemmel analizleri estetikle alakalı
Garaudy, eserlerinde, zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki uçurumun altını çizerek ve “piyasa tektanrıcılığı”, batı toplumunun kâr ve ‘cangıl bireyciliği’ peşinde dizginsizce koşuşunu yerden yere vurarak, 20. yüzyılın önemli hadiselerinin çoğunu gündeme getirmiştir. Fakat en mükemmel analizlerini estetiğe ayırmıştır. 1974’te yayımladığı Geleceği Müjdeleyen 60 Eser gerçek bir şaheserdir. O kitapta büyük sanat eserlerinin, her dönemde, insanın çevresiyle, diğer insanlarla ve Tanrı ile ilişkilerini gözler önüne serdiğini ortaya koyar.


1982’de eski ideallerine sırt dönmeksizin İslâm’a girer. İslâm, diğer ikisini “kendisinde toplayan” ve vahyi tamamlayan bir dindir. Garaudy, aynı zamanda “ezilmiş”lerin ve daha önce hayatını kurtarmış olanların tarafında olmak ister. İspanya’da, Kurtuba’da kendi vakfını, Roger Garaudy Vakfı’nı kurdu. Senegal’in eski cumhurbaşkanı Senghor’la birlikte Gorée adasında Değişimciler Üniversitesi’ni de kurdu. (Değişimci “mutant”, kendisinde ekonomik, sosyal ve kültürel yeni bir düzen projesi taşıyan ve böylece bir “tarihî değişim”i hazırlayan insan veya insan grubudur.)
1966’da, kendisine dava açılmasına ve medya tarafından linç edilmesine yol açan İsrail, Mitler ve Terör kitabını yayımladı.
Komünizm idealine doğu ülkelerindeki rejimler tarafından ihanet edilmiştir
Garaudy’nin fikirleri Komünist Partililer’i etkilemiş midir?
Komünist olduğu dönemde Garaudy, tarihî maddeciliğin sözcüsü oldu. Fakat onun fikirleri, Marks ile Lenin’in fikirlerinin basit bir açıklaması olmaktan çok daha ileridedir. Garaudy özellikle 20. yüzyıla özgü bilimsel ve teknik devrimin önemine, sibernetik devrime dikkat çekmiştir: Onun gözünde sosyal ilişkilerde bir devrim olması yarının büyük bir şansıdır. Yarının sosyalist toplumunu hazırlayabilen ve hazırlamak zorunda olan marksistlerle aynı aileden gelen hıristiyanların sayılarının günden güne artmasının altını çizerken, devrimci isteklerine vurgu yapmayı da ihmal etmemiştir. Sonunda da, estetik eğitiminin, her birimizden bütün yabancılaşmalara karşı çıkan bir ‘devrim militanı’ ve bir ‘yaratma şairi’ ortaya çıkarmaya çalıştığını doğrulamıştır.
Gelelim bugüne; Garaudy, komünist idealini hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Fakat o, komünizmin hiçbir zaman var olmadığını da düşünmüştür, yani komünizm idealine doğu ülkelerindeki rejimler tarafından ihanet edilmiştir.
Garaudy batıyı nasıl eleştirmiş? Medeniyetlerin veya kültürlerin diyaloguna bakışı nasıldır?
Garaudy’nin eseri ‘medeniyetler diyalogu’ nişanıyla yazılmıştır. Aslında medeniyetlerden ziyade ‘batılı olmayan kültürler diyalogu’ desek daha doğru olur. Ona göre, 16. yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna kadar, batılı dünyanın gelişimi 3 şeyi ortaya çıkarır: Eylem-Emek, Akıl ve İlerleme. Roger Garaudy’e göre, böyle bir model bugün sadece kriz döneminde sürdürülebilirdi.

17745.jpg
Peygamberî bakış açısının hatırlatıcısı

Ona göre, biz küçük çocuklarımızı kendi elimizle öldürüyoruz: İlerleme modelimiz yüzyıllardır biriktirilmiş bir zenginlikler jenerasyonunda saçıp savruluyor. Bu politika, 3. dünya ülkelerindeki 50 milyon insanın açlıktan ölmesine sebep olur. Amerika ve Fransa’da askerî müdahale güçleri ortaya çıkar ki bu kriz, nükleer krize, toplumumuzun ve ideolojilerinin uyum sağlamamasına sebep olur. Bu durum bir medeniyetin asla ilerlemesine izin vermeyen ciddi bir durumdur. Roger Garaudy, 5000 yıllık geçmişin bilincinde olup; İslam, Latin Amerika, Afrika, Asya medeniyetlerinden müteşekkil evrensel bir diyalog taraftarı olmuştur. İslamî bir sosyalizmden bahsetmenin yanında, en güzel peygamberî bakış açısının hatırlatıcısı olmuştur.
Ona göre, mutlu bir gelecek, batılı olmayan kültürlerdeki insanın bütün açılardan geliştirilmesine bağlıdır. Hayatı anlamak, öncelikle onu bütünlüğü içerisinde kavramayı gerektirir. Garaudy, bu tezini Pour un Dialogue des Civilisations (Denoël, 1977) ve Appel Aux Vivants (Seuil, 1979) adlı kitaplarında geliştirecektir.
Çin ve Japon dinleri insana, Büyük Bütün’le diğer elemanların füzyonunu öğretir. Taoizm, kavrayışa dair bir bilgiyle doğa ve insanın birliğini seyredişin evrensel ilkede sindirimini gerekli kılar.
Song dönemindeki Çinli ressamlara göre (960’dan 1279’a kadar), doğa, efendiye dönüşmüş durağan bir madde değildir. Doğa, hayatın hareketiyle canlanan bir Bütün’ü şekillendirir. Bu Bütün; dağları, ırmakları, ağaçları kapsadığı gibi kayaları, kuşları da kapsar. İnsan bu sonsuz döngünün sadece bir momentidir. Resim, Zen deneyiminin bir aracıdır. Bizim Rönesans tablolarımızın aksine, ressam bir oyunu temsil etmeye uğraşmaz, o doğanın ruhunun bir haliyle iletişim kurmaya çalışır sadece.
Afrika sanatı da görünmez olanı görünür kılmaya çalışır. Yunan sanatının aksine, Afrikalı sanatçı, deneyimini Büyük Bütün’den hareketle yapar. Örneğin bir maske öncelikle bir enerji yoğunlaştırıcısı olarak değerlendirilir. Kuvvetin kaynağı: Doğa, Öncekiler ve Tanrılar’dır. Afrika yapıtları seyir için değildir. Onlar ritüellere katılım nesneleridir. Örneğin Afrikalıların maskeleriyle dans ettiklerinde, bütün toplulukta olan bir enerjiye sahip olabilirler.
Müslüman sanatının, Garaudy’nin bahsettiği Afrika, Çin, Japon sanatlarıyla benzerlikleri bulunmaktadır: ‘Sign’i açığa çıkarmak için anlamadan kaçınmak. Dünyadaki İslamî anlayış realist temsilde ısrar etmez. Ona göre, bütün imajlar, inanan kişinin ‘Tanrı’yla bir olmaya’ götüren ibadetlerinde ortaya çıkar. Bu, tıpkı camilerin Kur’an ayetleriyle dekore edilmesine benzer. Kaligrafinin gelişmesi de İslam’ın bu karakteriyle (Kutsal bir metin ve Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği, Kelam’ın etrafında konumlanan
bir din) açıklanır.

17746.jpg


Garaudy bir antisemit miydi?

Garaudy, üç dinin kitaplarına büyük saygı duymaktadır. Ama Mit, İsrail ve Terör kitabının yayınlanmasından sonra, antisemit olarak tanıtılmaya başlandı.
Aslında Garaudy’nin üstünde durduğu şey İsrail emperyalizmidir. İsrailliler, Filistinliler’i kendi topraklarından çıkarmaya çalışmalarını ve onları maruz bıraktıkları baskıyı meşrulaştırmaya uğraşırlar. Bu nedenle onlar, Tanrı’nın bir halkı ve bir toprağı (vaat edilen toprak) seçtiğini düşünerek İncil’i yorumlamaktadırlar. Diğer taraftan, batılı yahudi kıyımını engelleyememenin suçluluk duygusu üzerinden Shoah’ı yorumlarlar.
Garaudy, 4 milyon yahudinin -az ya da çok olması önemli değil- öldüğünü ve bir soykırım olduğunu düşünür. Skandal olarak değerlendirilen şey, Garaudy’nin gaz odalarına dair hiçbir izin bulunmadığını gösteren dokümanları doğrulamasıdır. Yahudiler tifüsten ölmüşlerdir ve yakma yerleri hastalığın kurbanlarının kadavralarını yakmak için kullanılmaktadır. Bu konuda zayıf tanıklar da yoktu. Şöyle düşünülebilir ki, Naziler aslında bütün iğrençliklerinin izlerini silmek için böyle yaptı. Nazi askerlerine yapılan işkence soykırımı unutturmak içindi. Böylelikle Garaudy’den bir ‘negasyonist’ ortaya çıkmıştır. 1982’den itibaren, Roger Garaudy’nin radikal antisiyonizmi, siyonizmi ve nazizmi aynı plan üzerinde oturtarak konumlanmıştır. 1980’den itibaren İslam dinini benimsedi, bu süreçte Arap ve müslüman entelektüellerin, özellikle ifade özgürlüğü başlığı altında, desteğini almıştı.
27 Şubat 1998’de insanlık suçlarını tanımadığı ve ırksal lekelemede bulunduğu gerekçesiyle mahkûm edildi. Bundan böyle, 60 ve 70’lerde çok tanınmış olan eserleri, batı kütüphanelerinde bulunmaz hale geldi. Hal böyle olunca, Roger Garaudy’nin son bir eser verme durumu kışkırtılmış oldu, bu eser Batı Terorizm’idir (Al-Qalam, 2004).

* Türkiye’de Roger Garaudy dendiğinde akla ilk gelen isim olan Cemal Aydın, röportajımızın gerek soruların hazırlanması kısmında, gerekse Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmesinde yardımlarını esirgememiştir. Kendisine teşekkürü bir borç biliriz.

Sümeyye Sel, misak-ı milli içinde düşüne düşüne unuttuğumuz bir büyüğü hatırlattı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Roger Garaudy vefat etti

Türkiye’de ve bütün dünyada tanınan ünlü Fransız düşünürü Roger Garaudy (Roje Garodi), Paris’te 99 yaşında hayata gözlerini yumdu. Garaudy 18 Haziran Pazartesi günü Paris’te toprağa verilecek.



Dünyaca ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy (Roje Garodi) vefat etti.
Türkiye’de ve bütün dünyada tanınan ünlü Fransız düşünürü Roger Garaudy (Roje Garodi), Paris’te 99 yaşında hayata gözlerini yumdu. Garaudy 18 Haziran Pazartesi günü Paris’te toprağa verilecek.
Eserleri kırkı aşkın dile çevrilen Roger Garaudy (Roje Garodi), geride 60 kadar eser ve sayısız makale bıraktı.
Roger Garaudy (Roje Garodi), Fransız Komünist Partisi’nde en yüksek düzeyde görev yapan ve dış dünyaya Fransa’nın yüz akı olarak takdim edilen bir düşünürdü. Charles de Gaulle, Stalin, Castro, Picasso, Aragon, Gaston Bachelard, Jean-Paul Sartre, Romain Rolland gibi dünya çapında lider ve sanatçılarla yakından görüştü.
1982 yılında Müslüman olan Roger Garaudy (Roje Garodi), İslâm’la ilgili olarak da önemli eserler verdi.
Roger Garaudy (Roje Garodi)’nin “Hatıralar: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum” ve “İnsanlığın Medeniyet Destanı” başta olmak üzere dilimize 30 kadar eseri çevrilmiş bulunuyor.
Sitemizde de yakın zaman önce Roger Garaudy hakkında geniş kapsamlı bir söyleşi yapılmıştı. Yıldız Ramazanoğlu'nun, Garaudy'nin dostu ve eserlerinin mütercimi Cemal Aydın ile yaptığı bu söyleşi, Graaudy üzerine Türkiye'de bugüne kadar yapılan ilk derinlikli söyleşi olması hasebiyle de dikkat çekmişti.
Roger Garaudy'ye Allah'tan rahmet dileriz.


Roger Garaudy (Roje Garodi) Müslüman oluşunu “Hatıralar: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum” kitabında şöyle anlatır:
“Okudukça Kur’an, bana daha çok yaklaştı. Sanki bugün yazılmıştı ve doğrudan bana sesleniyordu.
Bizzat yerin, Kıyamet günü, sarsıntısıyla birlikte, insanların eylemlerine ve hatalarına şahitlik edeceğinin anlatıldığı Deprem (Zilzal) sûresini okurken, ayaklarımın altındaki toprağın homurdandığını hissediyorum.
Sorumluluğun bu uyanışını ben, hiçbir zaman çok çarpıcı bir mesel olan “Gece Yolculuğu” (İsra)’yı okurkenki kadar güçlü yaşamadım. O gece Hz. Peygamber rüyasında, dünyayı ve insanları toptan temaşa etmek üzere, bir insanın çıkabileceği en son nokta olan Yüce Allah’ın yakınlarına kadar yükselerek bütün göklerin katlarını dolaşır. Nitekim bu sure Dante’ye, onun dinî destanı olan İlâhî Komedya’sını ilham etmiştir. Eşi Hz. Ayşe’nin bildirdiğine göre, Hz. Muhammed bu sureyi her gece okurdu.
Mirac, her ibadetin ruhudur. Çünkü o an, eylemlerimizin her birini ferdin bakış açısı olmayan bir bakış açısı içine oturtmayı denemek üzere, gündelik meşguliyetlerden kurtulunduğu andır. Ben merkez değilim. Allah’tır merkez. O zaman, yer Kıyamet Günü’ndeki gibi titrer ve yeni bir mücadelenin saati çalar.
Bu yol alışın ana noktalarına, iki kitabımda, L’Islam habite notre avenir / İslâm Geleceğimize Yerleşmiş ile Promesses de l’Islam / İslâm’ın Vaad Ettikleri’nde temas ettim. Daha sonra Müslüman ülkeleri dolaştıktan sonra, Mosquées, Miroir de l’Islam / İslâm’ın Aynası Camiler adlı eserimde, Allah’ın mevcudiyetinin görünür işaretleri olarak, dünyanın büyük camilerinin mimarî mekânının ve güzelliğinin manevî izahını vermeyi denedim.
Cenevre’de, 2 Temmuz 1982’de, imam Buzuzu’nun önünde müslümanlığa girişin anahtarı olan “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Hz. Muhammed O’nun elçisidir” kelime-i tevhidini söylediğimde demek ki, kendimi bu karara tamamiyle hazır ve bunun bütün sorumluluğunu üstlenecek durumda hissediyorum.
O gün, hem iç tedirginliği veren bir kopuş, hem de sükûnet verici bir bağlanış duygusu içindeyim. Bir dünyadan, benimkinden, bundan böyle beni reddedecek olan Batı dünyasından kopuyorum. Ama aynı zamanda, bende her zamanki inancımdaki devamlılık duygusu da var. Bendeki bu iman, Kur’an’ın, numunesini Hz. İbrahim’de ve onun Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyetinin belirtisi olan kurbanında gösterdiği bu iman sade ve güçlü, köklü ve ilk imandır.
Yalnızlığım, bana yalnızlık gibi görünmüyor. Sûfîlerin, yani bütün zamanların en büyük şairi Mevlâna Celâleddin Rûmî’den, Müslüman İspanya’nın keşif adamı Mürsiyeli İbni Arabî’ye ve onun aşk destanına kadar, İslâm’ın derûnî hayatının manevî efendilerinin varlığıyla dopdoluyum.”
Roger Garaudy daha Müslüman olmadan önce, 1975’te yayımlanan İnsan Sözü kitabında şunları yazıyordu:
“Ben ölümü hayatı sevdiğim aşkla seviyorum.
Çünkü ikisi bir bütün eder.
Ölüm -bununla, emek ve sevgiyle geçen uzun bir hayattan sonra gelen doğal ölümü kastediyorum- bir sınır, yaşamın inkârı değildir. Tersine, ölüm hayata en yüksek anlamını kazandırır.
Kendi ölümüm hep idealimin kişisel bir ideal olmadığını hatırlatır. Ben ancak beni aşan bir ideale katılıyorsam insanımdır.
Kendisine karşı mücadele vermemiz gereken aslı mesele, yapacak çok şeyleri olan çocukların, gençlerin vakitsiz ölümünü engelleme mücadelesidir. Savaş ve yoksulluk tanımayan bir toplum düzeni ve toplumun insanca bir örgütlenmesi için büyük çaba harcamalıyız.
Bir yaşlının ölümüne gelince, meselâ insanî görevimin sonunda gelecek olan kendi ölümüm, benim için hiç de bir felâket değildir. Böyle bir ölüm sadece yaşlılığın son ufkudur. Yapabileceklerimin yelpazesi ben yaşlandıkça daralıyor, ideallerimin alanı küçülüyor, ortaya bir şeyler koyma gücüm gittikçe daha azalıyor. Bu gidişin içinde benim ölümüm, artık varıp sınıra dayanma oluyor.
Çalışmamla, düşüncemle, sevgimle ortaya koyabildiğimi her şey, insanın insanla sürüp giden varoluşuna iyice kazındı ve sonsuza dek de orada kalacak. Tıbbın bir uygulaması, saçma bir biçimde kendisi amaca dönüşmüş bir uygulama, bir süre daha beni bitkisel hayatta tutmayı sürdürse de, İnsanlığını hayatına katkım kırıldığı anda artık benim bir canlı olmam son bulmuş demektir. Bu katkım olmadıkça, tıbbın beni saçma bir şekilde bitkisel hayatta tutmasının hiçbir anlamı yoktur.”

Mehmet Emre Ayhan haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Derdi karpuz iriliğine ulaşanlara!

Roger Garaudy'nin 'Kafka' kitabı okuruna ne anlatıyor? Garaudy ile Kafka'nın hangi yönleri birbirine benzer?


Masalları unuttuğumuz yaşlarda okumaya başladığımız yazarlar vardır. Aslında, biz mi masalları unutmuşuzdur yoksa okuduklarımız mı unutturmuştur, bu paradoksta kıvranmak yersiz… Mamafih, sonuç alamayacağımız bir soruyu heybemize eklemiş olmaktan öteye gidemeyiz. Bir masalı güzel yapanın; süslü kıyafetler, ihtişamlı şatolar, ışıl ışıl balolar ve en nihayetinde kavuşan, mutlu yaşayan insanlar olduğunu hepimiz biliriz. Biliriz bilmesine ya; içinden tek tek sahneleri seçtiğimizde, masalda, güzelliklerden ziyade travmatik acıların varlığını çocuk zihnimiz ya da masal anlatıcısının yetenekli üslubu bizden saklar.

19476.jpg


Bezelye kafasının içine yerleştirilmiş meğer

“Yedi kat yatağının altına bezelye tanesi konulduğu için uyuyamayan prensesin çektiği acıyı, onun dışında kim tarif edebilir ki?” sorusu beni kendimden almışken, Roger Garaudy’nin 2003 yılında Türkçe’ye çevrilen Kafka adlı kitabını (Çev.: Mehmet Sert, Yirmi Dört Yayınları) karıştırmaya başladım. Üç bölümden oluşan kitabın sonuna geldiğimde bezelye tanesinin Kafka’nın kafasının içine yerleştirildiğini, lâkin masaldaki gibi oluşan rahatsızlığın bezelyeyi yerleştirenler tarafından takdir edilmediğini gördüm. Prensesin narinliğini tartan kayınvalide siluetini Kafka’nın hayatına yansıttığımızda, bu narinliğin, etrafındaki toplum tarafından anlaşıldıktan sonra ödüllendirmeye ya da ölçülü olmaya değil; ezmeye, kabalaşmaya ve soyutlamaya yol açtığını görürüz.
Roger Garaudy, kitabının “Yaşadığı Dünya ve Çatışmaları” adlı ilk bölümünde Kafka’ya şu ana kadar bakılmamış bir açıdan bakarak; onun kötümser, umutsuz ve münzevi bir kişi olmadığını, insanlarla bütünleşmek için elinden geleni yaptığını dile getirmiştir. Nitekim topluma yönelik bu denli yerinde tespitleri yapabilen birinin, toplum dışında münzevi bir hayat yaşadığını iddia etmek gülünç olur. Denilebilir ki Kafka, insanların oluşturduğu bir çemberin tam ortasındaydı; herkesi görüyor ve herkes tarafından görünüyor olmak bazen kişiyi olabileceğinden daha yalnız kılardı. Kafka’nın başına gelen de çemberin merkezinde herkesi seyretmesi ve normal bireylerin çok üstünde bir “bezelye rahatsızlığı”na sahip olmasıydı.
“İç dünyamda kendimi her zaman bir kanun kaçağı, toplumun sur duvarlarına saldıran bir vahşi olarak hissettiğim halde, sevecen davranışlar beni her şeyden çok etkiler. Çevremde toplanan köpeklerin ilgisi bile beni mutlu etmeye yeter.” Bu cümlelerin sahibi Kafka’dır. O, dili Almanca olan bir Yahudi; Yahudi cemaatini, anlamını kavrayamadığı inançlara ve ritüellere bağlı, yobazlar olmakla eleştiren bir yazar; kendi cemaati tarafından dışlanan ve bu yüzden Tanrı tarafından da kabul görmeyeceğini düşünen, inanç ve inançsızlık arasında bir sarkaç gibi gidip gelen bir kul; hayatını sadece okumakla geçirebileceğini söyleyen bir memur; babasının istediklerini yapmasına rağmen takdirini kazanamayan bir evlattır. Kafka çatışmaların, belirsizliklerin ve çelişkilerin odağı olmuştur.
Garaudy ile Kafka’nın benzer tarafları var mı?
Roger Garaudy’i Kafka’ya çeken gücün ne olduğunu merak etmeye başlayarak, Garaudy’i derinlemesine araştırmaya koyuldum. Çünkü biyografi meraklısı biri olarak biliyorum ki; kurcalanacak hayatın sahibiyle yazarın hayatında paralellikler dikkat çekicidir. Tezer Özlü ile Cesare Pavese’nin aynı gün doğmuş olması, Nilgün Marmara’nın Sylvia Plath’ın intiharını tezine konu yaptıktan sonra kendi ölüm şekli, Van Gogh’un delirmesine dair araştırmalar yapan Antonin Artaud’un uzun seneler akıl hastanesinde, tıpkı hayatını kaleme aldığı ressamın kaldığı gibi kalması… Örnekler ışığında devam edersem Roger Garaudy’nin Kafka’yla olması muhtemel benzerliklerinin açığa çıkması an meselesi.

19479.jpg


Sonradan İslam’ı seçen Roger Garaudy, soykırım aleyhindeki açıklamaları sebebiyle dışlanmış ve yargılanmıştır; Kafka, cemaatine yönelik eleştirileri yüzünden aynı hareketlere maruz kalmıştı. Her ikisi de kendini sıkıştırılmış hissediyordu; Kafka, önce babasının yanında çalışarak işveren-işçi arasındaki düşmanlıkta kendine işçi konumunu seçti. Sonrasında memurluk hayatı başladığında yine aynı konumda olmak istedi. Nitekim iki seçiminde de kabul görmedi. Garaudy, kabul görmeme macerasında, İslam’ı seçmeden evvel marksist olarak sürdürdüğü fikrî ve manevi hayatında da aynı sıkışmışlığı yaşamıştır. İslam’ı seçtikten sonra da manevi dünyasında ulaştığı ferahlama akademik çevre tarafından kendisine yaşatılanın tam zıddıdır.


Kafka çözümlemeleri için sadre şifa bir eser
Yazarın, Kafka’ya dair hazırlanan bu eseri Türk okurlar tarafından fazla karmaşık olarak değerlendirilse de Kafka’nın birkaç eserini okuduktan sonra bu eleştirinin tümüyle yersiz olduğu görülecektir. Özellikle Baba’ya Mektup, Defterler ve Amerika okumaları yapıldıktan sonra Roger Garaudy’nin eserinin hiç de karmaşık olmadığı fark edilecektir. Eş zamanlı okumalarla, mektupların içinde gezinirken, babayla oğul arasındaki iletişimsizliğe tanık olup aynı zamanda bu iletişimsizliğin nasıl sonuçlar doğurduğunu, ya da Köy Hekimi’nde hiç kimseyi memnun edemeyen birinin kayboluşunu Kafka’nın memurluğuyla bütünleştirecek, Açlık Cambazı’nda kendine göre bir yiyecek bulamayan şampiyonun eriyişini kendine göre bir dünya kuramayan Kafka’nın siluetiyle tamamlayacaksınız.
Garaudy seçkin Kafka okuru için karmaşıklıktan çok uzak uzun bir makale tadında bir kitap hazırlamıştır. Konu Kafka olduğu için neşeyle okuyacağınız bir kitap olmayacak, çünkü onun kafasının içindeki bezelye sizi de rahatsız edecek, lâkin dünya bu haldeyken rahatsız olmak pek de güç kabul edilebilecek bir durum olmamalı. Asıl sıkıntı artık bezelye tanesi boyutlarından karpuz büyüklüğüne ulaşan cisimden rahatsız olmamakta.

Z. Ayla Karadağ, daha ileri safhalardaki rahatsızlıklar için cismen daha büyük meyvelerin arayışında
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Garaudy Filistin'i anlatıyor!


Roger Garaudy'nin Türkçeye geç çevrilen eseri 'İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin' Filistin meselesindeki gerçekleri ifşâ ediyor.

Filistin üzerine çokça konuştuğumuz ve oradaki ümmetin sıkıntısını hep birlikte üstlenmek niyetinde olduğumuz şu zamanlarda Filistin'in öncesini ve şu an yaşananları daha iyi yorumlamak için okunması gerekenlerden biri de Roger Garaudy'nin kitabı. “İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin” 1986 yılında yazıldı ancak devletlerin dış politikalarının aslında nasıl olduğunu gözler önüne serdiği için bir çok Avrupa ülkesinde yasaklandı. Türkiye'de ise geç kalınmış olsa dahi Cemal Aydın tarafından çevirisi yapıldı ve geçtiğimiz ay Türk Edebiyat Vakfı tarafından yayınlandı. İsrail'in devlet yapısını,hukuk sistemini, siyasetini, ekonomik yapılanmasını ayrı ayrı başlıklar altında incelemiş.

27817.jpg


İlk kısım tereddütlü

Garaudy öncelikle Filistin tarihi konusunda kapsamlı bir bilgi vererek kitaba başlamış. İbraniler, Hıristiyanlar ve Müslümanlarla Filistin arasındaki tarihi ilişki için ayrı ayrı incelemeler yapmış. Bu incelemeleri yaparken ise bilimsel yöntemi kullanmayı tercih etmiş. Filistin tarihiyle ilgili olan araştırmalar yapılırken temel yanlışın Tevrat'ın doğru kabul edilmesi ve tarihi araştırmaların da buna dayanılarak yapılmasında olduğu üzerinde durmuş ve kitabın bu kısmında Tevrat'taki bilgiler ile tarihi araştırma arasında ayrımlar yapmış. Ancak bu yöntemle hiç Kur'an'a değinmemiş sadece Tevrat'tan alıntı yapmış dahi olsa Kur'an'daki ayetlerle de sabit olan bazı bilgilerin tarihi metinlerde olmadığını söylemiş. Bunların çokça olması kitabın bu ilk kısmı hakkında oldukça tereddüt yaratıyor. Mesela, “Tevrat şu şekilde yer alan.” “Kızıldeniz'i ikiye bölene ve İsrail'i ortasından geçirene Firavun ile ordusunu Kızıldeniz'e atana şükredin.” “Bu kadar önemli hadiselerden Mısır metinlerinde en ufak iz yoktur. Aynı şekilde mezopotamya din ulularında da.” Bu şekilde yapılan yorumların farklı örneklerle de tekrarlanıyor olması oldukça garip çünkü bu kitap yazıldığında Garaudy iki yıldır Müslümandır.
Kubbet-üs-Sahra'yı uzun uzun anlatıyor
Bu hususu dışarıda bırakırsak kitabın bu ilk bölümünde Filistin toprağına Yahudilerin yerleşmesi ve orada şimdiye dek oluşan medeniyetler tarihi olarak anlatılmış. Çevirmen kitabın bu kısmının Eskiçağ tarihçilerini ve arkeologlarını daha çok ilgilendirdiğini ayrıca belirtmiş çünkü verilen bilgiler oldukça teknik. İslam'la ilişkisini incelerkense öncelikle Filistin’in fethi kısmını anlattıktan sonra ilk İslam şaheseri olarak kabul edilen Kubbet-üs-Sahra’yı sayfalarca anlatır. Özellikle bu kısım da mimari ve dini öğeleri birbiriyle bağdaştırır ve oldukça farklı tespitlerde bulunur. “Orjinalinde, yani ardı ardına yapılan restorasyonlardan önce, kubbenin kavisi hafifce vurgulanmıştı. Bu da Hz. Peygamber'in gök katmanlarında yaptığı gece yolculuğuna (miracını) yâd ettiren o yukarıya yükseliş hareketini hissettirmek için olsa gerekti."
Yahudilerin iddia ettikleri vaat edilen toprak söyleminin ise seçmeci okumanın benimsenmiş olmasından kaynaklı olduğunu özellikle vurgular. Bu okuma ile Yahudilik milliyet haline gelmiş ve tanrıtanımaz olanlar bile kendilerini yahudi olarak tanımlar olmuştur. Bunun sonucu olarak da Filistin'in onlara verildiği fikri her alanda kullanılmıştır. Ancak Yahudilerin dünyanın çeşitli yerlerine dağılmalarıyla birlikte reformist Yahudiler grubu oluşmus ve mesela Almanya’da varolan bu gruplardan biri kendilerini “Yahudi dinine mensup almanlar” olarak tanımlarlar. Garaudy kitabında çokça seçmeci yorumdan vazgeçilmesi gerektiğini çeşitli hahamların konuşmalarında da alıntılar yaparak savunmuş ve asıl Yahudilerin bu okumayı reddetmeleri gerektiği üzerinde durur.
Avrupa ülkelerinde neden yasaklandı?
Kitabın siyasetle ilgili olan kısımları ise neden Avrupa ülkelerinde yasaklandığını anlatır cinsten. Garaudy kitabın tamamında verdiği bilgileri belgeliyor ve yaptığı yorumları da belgeler üzerinden kanıtlıyor. Bunlardan en ilgi çekici olanı ise Hitler ve Yahudi işbirliği kısmı. İkinci dünya savaşı sonrası milyonlarca Yahudinin öldürülmesi artık herkes tarafından bilinen ve Yahudiler tarafından da çokça kullanılan bir gerçek ama anlatılmayan kısmı bunların yapılmasından Yahudi yöneticilerinde haberdar olması ve bizzat kendilerinin ayarlamış olmasıdır. Dönemin Yahudi yöneticileri Hitler'le anlaşarak Yahudileri trenlere bindirtir ve onların Filistin'e gideceklerini söylerler. Aslında Alman polisi tarafından tren durdurulacak ve içindekiler Alman kamplarında katledilecektir. Siyasetin bu kadar iki yüzlü olduğu bir ortamda dünyada yaşananlara şaşırmamak gerekir. O kadarki 6 milyon kişi bu siyasetin bir parçası olarak öldürülebilmiştir.
Kitapta siyasi Siyonizmin asıl kurucusunun Teoder Herzl olduğu ve bu hareketin aslında eylemli olarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren oluşturulduğu üzerinde durulur. Herzl bizzat kendi günlüklerinde siyasi örgütlenmenin nasıl gerçekleşeceğini belirtir. Ona göre Yahudi devletinin kuruluşunda “dönüş” mitinin kullanılması gerekir çünkü bunun dışında hiçbir nedenle insanlar harekete geçirilemez. İkincisiyse imtiyazlı şirketlerin kurulması ve bu şirketlerin Filistin’den toprak almasıdır. Bu iki hedefin de büyük oranda gerçekleştirilmiş olduğunu söylemeye dahi gerek yok. Bu hususta o kadar ileri gitmişlerdir ki şirketlerde çalışanların Yahudi dışında kimseler olmaması gerektiği kural haline getirmişlerdir. Aynı tutum orada alınan topraklar içinde geçerlidir ve o topraklarda ek iş gücü gerektiğinde dahi Yahudi işçi kullanılacaktır. Çokça kullanılan ve günümüzde de bu mantık üzerinden devam ettirilen siyasetin Ortadoğu coğrafyasında ne hal aldığını, kilitlenen bir problem haline geldiğini izlemekle yetiniyoruz malesef.
Kendi iç ilişkilerinde belirledikleri hedefler bunlarken dış politika da ise daha kapsamlı siyaset geliştirmişlerdir. Öncelikle antisemitist hareket (Yahudi düşmanlığı) tüm ülkelerde yine Yahudiler tarafından kışkırtılacak ve böylelikle Yahudilerde farklı ülkelerde yaşadıkları sürece kendilerinin oraya ait olmadıkları duygusu canlı tutulacaktır. Bunun yanında farklı ülkelerde kurulan şirketler oralardaki ticareti elde tutacaklar ve basın yayın organlarının her alanında yahudilerden birileri var olacaktır. “Vaat edilen topraklar”a ulaşılabilmesi için bu politikaların uygulanması 20. yy. başında kararlaştırılmış ve günümüze kadar uygulanagelmiştir.
Kirli ilişkileri ifşâ ediyor
Bir çoğumuzun ulaşamayacağı ve haberdar dahi olamayacağı bu çarpıcı bilgilere kitapta çokça yer verilmiş ve özellikle ABD ile İsrail arasındaki bağa ve İsrail’in ne kadar uçuk rakamlarla desteklendiği bir çok farklı örnekle belirtilmiş. Filistin topraklarındaki zulmün eskiden beri İsrail kaynaklı olması nedeniyle çok geniş olarak İsrail zihniyeti anlatılmış. Son kısımda ise “Filistin direnişi” ayrıntılı olarak izah edilmiş. Müslüman yöneticilerin ne kadar zulüm altında dahi olsalar hangi noktadan baktıkları farklı konuşmalardan alıntılar yapılarak belirtilmiş. Bunlardan biri de Yaser Arafat’ın Birleşmiş Milletler konuşmasında kendi halkına yapılan zulmü uzunca anlattıktan sonra kurduğu şu cümledir “...Bütün bunlar bizi ırkçı yapmadı... O yüzden Yahudilere karşı yapılan bütün cinayetlere üzülüyoruz...".
Hemen her devletle İsrail arasında olan bağı bu kadar içerden okuduktan sonra hem dünya siyasetine hem de ülkemizin siyasetine daha farklı bakmak mümkün. Özellikle son dönemde Ortadoğu devletlerinde çıkan karışıklıkların, çatışmaların değerlendirilmesi yapılırken de bu kitaptan yararlanmak gerekir. Tarihi olaylarla şimdi yaşanan olaylar arası benzerliklerin bu kadar belirgin olması ister istemez okuyan herkesin kafasında soru işaretlerine sebep olacaktır.
Şehbâl Erenay derinlemesine yazdı
(Kitabın çevirmeni olan Cemal Aydın ile yapılan radyo programının kaydına ise buradan ulaşabilirsiniz.)
(Kapsamlı bir Roger Garaudy blogu: www.rogergaraudy.blogspot.com)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tarih kitabı ama geçmişe değil geleceğe dönük!



Kalıpların dışından dünyaya, tarihe bakmayı denemek isterseniz Roger Garaudy'nin bir kitabını önereceğim sizlere.


“Ay’a ayak bastığında buradan dünya güzel ve ışıklı; yek vucüt halinde ve sakin görünüyor diyen uzay adamı, dünyayı birlik ve bütünlük içinde görebilen ilk ve tek insandır.” İnsanlığın Medeniyet Destanı kitabında dünyaya dışardan bakabilmenin önemini böyle vurgulayan yazar, kalıpların dışına çıkan bir bakışla geleceğimizi etkileyecek bir geçmiş sunuyor bize. İnsanlığın Medeniyet Destanı’nda Roger Garaudy, Batının kültürel hegomanyasını reddeden bir üslupla gerçek bir medeniyet tarihini anlatır.
Gerçek ve evrensel bir medeniyet tarihi
nsanl-n-medeniyet-destan-1309872825.jpg

Bugün Batının kendi efsaneleriyle dolu kitaplar hükmediyor dünyaya: Batının keşifleri, Batının icatları, Batının sanatı, Batının felsefesi velhasıl kelam Batının dünyası… Kitap bu noktada Batı hegomonyasından kurtularak gerçek bir medeniyet tarihi anlatır bize. Mesela cebirin Hindistan’da doğduğunu ve Bhâskara’nın diferansiyel hesabını Newton’dan beş asır önce bulduğunu… Mayaların astronomide bir yılı 365,222 gün olarak hesaplayışlarının beş asır sonra ortaya konan 13. Gregorius takviminin verdiği rakamlardan daha doğru olduğunu…Hindistan’da kan dolaşımının Harvey’den on beş yüzyıl önce bilindiğini, metalürji tekniklerinde Avrupanın 19. Yüzyılda ulaştığı teknolojiyi Hintlilerin daha 5.yüzyılda uyguladıklarını… Pascal üçgeni bulmadan tam dört asır önce Çin’de üçgenin ve hatta denklemlerin çoktan bilindiğini, saatçilik ve saat maşası hareketinin Avrupa’dan altı yüzyıl önce bilindiğini, kağıtçılık ve matbaacılığın Gutenberg’den 700 sene önce icat edildiğini… Avrupa’nın ‘büyük keşiflerde’ kullandığı ‘son teknoloji’ gemilerin, daha bin yıl önce Çinliler’in Kamçatka ile Madagaskar arasında dümen kırdığı gemilerden daha ileri teknoloji olmadığını, top barutunun daha 9.yüzyılda Tanglarda bulunduğunu…
Bugün dünyayı bir paspas gibi kullanma cürretkârlığını gösteren Batının, hangi aşamalarla ruhsuzlaştığı bu kitapta safha sahfa görülebilir. Zira Bizans sanatı Allah’ın noktai nazarından görülen dünyayı anlatmaya çalışırken, bir sonraki aşama olan gotik sanatta ilâhî olan insanîleştirilir. Nihayet insanın herşeyin merkezi ve ölçüsü olduğu rönesans sanatına gelindiğinde ise insan artık ilâhlaştırılır. Tarihte insanî gaye üzerine kurulmayan tek medeniyet olan Batı, tabiatı depo ve çöplüğe çevirir, toplumda bir cangıl ferdiyetçiliği oluşturur, insanı her türlü ilâhî boyuttan kopararak sakat bırakır. Batının insanlığı nasıl intihara sürüklediği bu kitapta apaçık bir şekilde ortaya dökülmektedir.
Sözü de sesi de mahkûm edildi!
Kitabın yazarı Fransız düşünür Roger Garaudy, eğitim müdürlüğünden milletvekilliği ve senatörlüğe varan birçok önemli devlet kademesinde görev almış. Fransız Komünist Partisinde yükselmiş iken yaptığı eleştiriler dikkate alınmadığı için görevinden ayrılarak üniversitede profesörlük yapar. Bu süre zarfında bir çok eser yayımlayan yazar, 1982 yılında İslâmı seçip, İsrail’in işgalci politikalarına karşı Filistin’in savunuculuğunu üstlenince, yayınevlerinden bir ambargo yiyerek bir süre kitaplarını yayınlayamaz. Bugün yirmiyi aşkın dile çevrilen eserleriyle Roger Garaudy, Batının çirkin yüzünü göstermeye çalışan ancak yine Batının içinden çıkan bir mütefekkirdir.

Onur Pınargil haber verdi
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Allah Teala kusurlarını afuv etsin.amin..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İsrail'in maskesini düşürmüştü!



Duyduk ki Cemal Aydın Garaudy'i ziyaret etmiş. Biz de Cemal Aydın'ı ziyaret ettik.




Türk Edebiyatı Vakfı Müdürü Cemal Aydın, hatırası ve bilgisi bol bir isim. Bu vakıf altında çeşitli işlere imza atıyor, önemli eserleri Türkçeye çeviriyor, kitaplığımıza değerli eserler kazandırıyor. Onun Roger Garaudy ile tanış olduklarını biliyorduk. Garaudy'nin Türkçeye çevrilen bir çok kitabının çevirisini de bizzat kendisi
filistin-kitab-.jpg
yapmıştı. Son olarak Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları'ndan bu yıl içinde iki kitabı daha tercüme etti: "İlahî Mesajlar Toprağı Filistin" ve "Medeniyetler Diyaloğu". Ünlü düşünür Garaudy'in düşüncelerini, ıspatlarıyla beraber tezlerini sunduğu bu değerli kitapları çevirmek, elbette kolay bir iş değil. Cemal Aydın bu çeviriler için çok vakit ve emek harcamış. Kendisini Türk Edebiyatı Vakfı'nda ziyaret etmek istedik, kırmadı, kabul etti. İş yoğunluğunun arasında hem sohbet ettik, hem de Garaudy'i onun bakışıyla tanımaya çalıştık.1982 yılında İslam'ı seçen eski milletvekili ve senatör olan, altmışa yakın eseriyle en önemli yazarlardan Roger Garaudy hakkında konuştuk.
Tüm dünyada saygı gören bir düşünür
Roger Garaudy, çok büyük bir isim. Müthiş bir deha. Onun kitaplarını çevirmek kolay olmasa gerek..
Roger Garaudy bir filozof. Felsefeyi su gibi biliyor. Eski bir Marksist, Marx'ı da çok iyi biliyor. Aynı zamanda estetikçi, geniş bir resim bilgisi var. Bilgi sahibi olduğu alanları ve sıfatlarını bir çırpıda sayamayız. Şöyle söyleyeyim, yeryüzünde kutsallık atfedilen bütün kitapları okumuştur ve onlar hakkında derin bilgi sahibidir. Kutsal kitaplar derken, sadece dört kitabı kastetmiyorum. Zerdüştlük de dahil buna. Hindular, Japon inanışları, Mısır kutsal kitapları da dahil. Hatta Kızılderililerden kalma eski eserleri bile araştırıp bulmuş, okuyup incelemiş biridir. Bir resme baktığı zaman orjinal olup olmadığını anlayacak kadar da resim bilgisi vardır. İlgilendiği her alanda derinlemesine çalışmış birinin kitaplarını çevirmek de kolay değil tabi. Müslüman olmadan önce dünya çapında saygı gören bir isimdi. Müslümanlığı sonrasında elbette işine gelmeyen bazı çevrelerce dışlanmak istendi. Diyeceğim odur ki, herhangi bir isimden bahsetmiyoruz. Kaddafi'den tutun da Che'ye, Nazım Hikmet'e kadar birçok isimle görüşmüş, görüştüğü herkesten takdir toplamış bir isim Garaudy. Bütün bu uğraşlar, çabalar da boşa değil tabi; kendisinin bir sancısı var. Medeniyetler diyaloğu kavramını ortaya atıyor bu yüzden.

Roger Garaudy ile tanışmanız nasıl oldu peki? Çevirdiğiniz kitapları mı vesile oldu?
Pınar Yayınları benden "Yaşayanlara Çağrı"yı tercüme etmemi istedi. Çok ağır bir kitaptır. Çevirisi iki yılımı aldı. İkinci olarak "İslam ve İnsanlığın Geleceği" kitabını çevirdim. Bu kitabı 1988'de muhabir olarak gittiğim Cezayir'de gördüm. O zamanlar Tercüman gazetesinin muhabiriydim. Kitabı görünce bir tane edindim ve dilimize çevrilmesi gerektiğini düşündüm. Onunla yüzyüze tanışmamız ise 1983-84 yıllarında, İran Konsolosluğunda oldu. Konuşma sırasında kendisine tercümanlık etmemi istediler, kabul ettim. Beni o gün davet eden kişi de Abdurrahman Dilipak'tır. Garaudy bildiği konularda tek başına yürümekten çekinmeyen biridir. O gün de kendisine İran devrimi hakkında ne düşündüğünü sordular. Soru İran konsolosluğunda gelmişti, kendisinden beklenen cevap belliydi. O ise aynen şunları dedi: "Bir halk silahsız, çıplak el ve çıplak ayakla dünyanın yenilmez denilen ordusunu yere serdi. Bunu hürriyeti için yaptı. Ama şimdi o halka bu hürriyet veriliyor mu, emin değilim"
İsrail meselesine değinince...
Doğru bildiğini her yerde söylediği için ceza da aldı, değil mi?
İsrail aleyhine yazdığı kitap ceza aldı. Fakat cezalar o kadar da ağır değil, kendisi hiç hapis yatmadı. Ceza aldığında sorulduğu zaman: "Bir konuda gerçeği biliyorsam ve bütün cihan yanılıyorsa, ben o yanılgıya uymak zorunda mıyım? Pişman değilim!" demişti.

Kendisi ile görüşmeye devam ediyorsunuz sanırım. En son ne zaman görüştünüz?
Fransa'ya her gittiğimde görüşürüz. En son Ekim ayında sadece onu ziyaret için Fransa'ya gittim. İki yıldır çok rahat hareket edemiyor, kendisi artık 98 yaşında.

Sürekli tehdit aldığını biliyoruz. Bu şekilde yaşamak zor olmalı.
Son 10 yılda, hatta daha fazla bir zaman onu çok yıpratmaya çalıştılar. Tehditler, mahkemeler, Siyonistlerin mahkemede onun şahitlerini bariz şekilde tehdit etmesi... Fakat O yapacağından geri kalmadı, İsrail'in maskesini düşürdü. Mavi Marmara gemisi gideceğinde çok destek geldi insanlardan. Çünkü onun gösterdikleri ve yazdıklarıyla bilinçlenmişti insanlar. Mavi Marmara'daki desteklerde onun emeği çoktur.
Tanrı öldüren
Kitabı yasaklandı sanırım, fakat okunmaya devam edildi.
İsrail ile alakalı kitabı resmen yasaklanmıştı bir dönem. Ama tezgah altından satıldı. Yasaklanması okunmasına engel olamadı. Son çevirdiğim kitaplarından "İlahî Mesajlar Toprağı Filistin"i şiddetle tavsiye ederim. Bu kitabı okuyan İsrail'in hafızasını okur. Elbette bütün Yahudileri kastetmiyorum. Bizim dinimiz Yahudileri sevmeyin, demez. Hatta, biz onlara ehl-i kitap deriz, onlara saygı duyarız. Ama Batıda bir kelime var. (Cemal Aydın burada bir sözlük çıkarıp, kelimeyi gösteriyor) "Deicide" kelimesi. Bu kelimenin manası nedir, biliyor musunuz?

"Tanrı öldüren" anlamında sanıyorum.
Evet. Bu kelime İngilizcede ve Fransızcada aynen geçiyor. Ama bizde yok. Biz onların hiçbir zaman düşmanı olmak istemedik çünkü. Zaten bizde İsa tanrı değildir, yahudileri de böyle bir sıfatla anmayız. Endülüs zamanını hatırlayın, biz tarihte de yahudi düşmanı olmadık. Ama Batı Yahudileri sevmez, bu kelimeden de bellidir. Neyse, konuya dönecek olursak, Garaudy'e çok zorluk çıkartıldı. Bu zorluklar onu yıldırmadı, sadece zaman kaybettirmiştir. Basın da bu olaylar karşısında sustu. Biz buna "sükût suikasti" diyoruz.

Bundan sonra çevirmeyi istediğiniz bir başka Garaudy kitabı var mı?
Don Kişot üzerine yazdığı bir değerlendirme kitabı var. Bakalım, zamanla göreceğiz.

Sümeyye Karaarslan, Cemal Aydın vasıtasıyla herkese Garaudy'den selam getirdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tasavvufun doğu batı mistisizmiyle ilgisi yok!



Roger Garaudy’nin ‘İslam ve İnsanlığın Geleceği’ kitabı kaynağını Kur’an ve sünnetten alıyor..

Güncelleme: 16:25, 14 Haziran 2012 Perşembe

Bir zaman akademisyenlik de yapan ünlü düşünür, siyasetçi, aktivist Roger Garaudy’nin İslam ve İnsanlığın Geleceği isimli eserinin merkezini teşkil eder bu cümle. Komünist ideolojinin içinde yüksek görevlerde bulunan ve gerek o zamanki çevresinde gerekse de İslam’la müşerref olmasından sonra ideolojik, siyasi ve düşünsel eserler ortaya koyan Garaudy, eserlerine konu ettiği tüm bu zihinsel faaliyetlerin merkezinde ve bir parçası olarak hayatını sürdürmüştür. Bundan dolayıdır ki nihai noktası olan İslam’ın tüm kurum ve kavramlarla olan münasebetini de çok daha iyi bir gözlem ve tahlille okuruna sunabilmiştir.
Garaudy, hem günlük yaşantımızın kavram kargaşasına bir merhem niteliği taşıyan, Kur’an ve sünnet ışığında ördüğü ve örneklendirdiği eserleriyle, hem de tarihî olay ve isimler etrafında örneklendirme ve açıklamalarla meseleleri somutlaştırmaya çalışıyor.
İslam ve İnsanlığın Geleceği’nde ayetleri merkeze alarak yazılarını vücuda getiren Garaudy, namaz, oruç, hac, zekat gibi birer ilmihal konusu olan ‘şart’ları güncel bir yorumla ele almış; samimiyet, kardeşlik, yardımlaşma ve birliğin altını da bu ‘şart’larla koyu renklerle yeniden çizmiştir.
Tasavvufun kaynağı Kur’an’dır
İçtihad meselesi ve Gazali etrafındaki tartışma ve tenkitler Garaudy tarafından da ele alınmış ve Muhammed İkbal, Reşid Rıza, Abduh, Afgani gibi isimlerden hareketle içtihad konusunu yorumlamaya çalışmış.
Garaudy’nin eserinde yorumlamaya çalıştığı bir diğer konu ise her zaman güncelliğini koruyan bir konu olan “manevi hayat ve tasavvuf” bahsidir. Yazar bu konuyu da ayrıntılı olarak ele alır. Müslümanlar arasında tasavvuf düşüncesinin ortaya çıkmasında Asya ve Batı mistisizmiyle ilgili bir durumun söz konusu olmadığını ve bunların aynı kökten gelmediklerini dile getiren yazar, tasavvufun kaynağı olarak yüce kitabımız Kur’an’ı gösterir. Kudsi hadisler ve tasavvufî düşüncenin öncülerinden örneklerle bu düşüncesini pekiştirmeye çalışır.
İslam’ın şahlanışı kusursuz iman edişle sağlanacaktır
Kitabın şüphesiz en önemli bölümü de İslam’ın yeni bir yayılışının nasıl olması gerektiği ve hâlihazırdaki İslamî çalışmaların sorunlarının ve eksiklerinin neler olduğunun tartışıldığı bölümdür. Burada tartışılan ve dünyanın birçok bölgesinden örneklerle izah edilmeye çalışılan konu, günlük meseleler ve insanlara yapılan davetteki sorunların çözüm ve cevaplanması konusunda yaşanan sorunlardır.
Bilim, teknik ve akıl, gelişme düzeyi, ekonomi, bankacılık sistemi, kapitalizm ve sosyalizm tehlikesi, sınıf mücadeleleri ve sistemlerin iflası, kurumlar ve kavramların yeniden ihya ve inşası, İslam’da hürriyet ve her daim tartışılıp, çokça çarpıtılan kadın gibi konular eleştirinin yanında yeni çözüm önerileriyle ele alınıyor kitapta.
Kusursuz bir iman edişle…
Yazar İslam’ın doğuş yıllarındaki o kusursuz canlılığın, sadece kuru ayin biçimindeki şeklî ibadetlerle değil, kaynaklara dönmekle bugün tekrar sağlanabileceğini dile getiriyor. Ve İslam’ın şahlanışının yeniden, ancak, kusursuz bir iman edişle mümkün olabileceğini belirtiyor.
İslam ve insanlığın geleceği, İslam’a davet prensiplerinin yeni bir yöntem ile dünyaya açılımının sağlanabilmesiyle en yüksek mertebede garanti altına alınabilecektir. Yüce kitabımızın seçili bazı bölümlerinin tekrar edilmesiyle değil, onun yeniden okunarak ve günümüz problemlerine çözümler aranarak hayatımızı onarıcı kılmamız düşüncesi yazarın dünyayı ve İslam’ı algılamasındaki genel perspektifin ortaya çıkmasını sağlayacak en güçlü referans noktasını teşkil eder. Ancak bu yöntemle İslam’da mevcut olan yayılma gücü ortaya çıkarılabilecektir.

Yavuz Ertürk bahsetti
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Türk solu Garaudy'den neden soğudu?!


Türk solu bir zamanların Komünist Parti Genel Sekreteri Roger Garaudy'den neden soğudu, Garaudy'yi takip etmeyi neden bıraktı? İdea Ayrıntı dizisi mesela gündemine neden almasın Garaudy'yi?


Pazartesi günü Dunyabizim.com'da önemli bir söyleşi okuyacağız inşallah. Değerli yazarımız Yıldız Ramazanoğlu, Roger Garaudy'nin mütercimi Cemal Aydın ile bir söyleşi yaptı. Söyleşi Türkçede Garaudy hakkında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı söyleşi.
Söyleşinin tam metnini hem sitemizde hem de kaynakmetinler.com sitemizde okuyabileceksiniz inşallah.
Şimdi bu önemli söyleşide insanların 'hangi dünyaya kulak kesildi ise diğerine sağır' olduğunu gösteren bir bölüm var. Yıldız Hanım, Garaudy'nin Marksizm hakkında yıllarca kaynak olarak kullanılmış kitapları olduğunu ve bu eserlerin Türk solunun ilgisini çekmediğini söylüyor ve sol birikimin artık bunu neden önemsemediğini soruyor.
Türk solu bir zamanlar tam 12 eserini Türkçeye çevirmişti Garaudy’nin
Cemal Aydın ise Garaudy'nin gerçekten de Marksizmle ilgili kaynak eserler verdiğini, Fransız Komünist Partisi’nin bütün dünya çapında temsilciliğini yaptığını, adının bütün cihanda duyulup kabul gördüğünü belirttikten sonra şöyle diyor: “Türk solu onu Müslüman oluncaya kadar bağrına bastı. Çünkü Garaudy Nazım Hikmet’le tanışmıştı. Birkaç kitabında Nazım’dan ve özellikle de onun ‘Sen yanmazsan, ben yanmazsam…’ şiirinden söz eder. O yüzden olsa gerek, Garaudy’nin eserlerini Türkçeye ilk çevirenler ve onu bu ülke insanına tanıtanlar bizim solcularımız oldu. Doğan Avcıoğlu o mütercimlerden biridir.
Dahasını söyleyeyim; Garaudy 1982 yılında Müslüman oluncaya kadar Türkiye solu kendisinden tam 12 eser çevirdi! Hayli yüksek bir rakam değil mi? Garaudy’nin, Fransa’nın dünyaca ünlü bir numaralı entelektüel gazetesi Le Monde’da ‘Niçin Müslüman Oldum?’ başlıklı yazısı çıkıncaya kadar Garaudy’yi bağrına basan solcularımız, o andan itibaren kendisinden yüz çevirdiler. Neden çevirdiler? Yorumunu siz yapın!”
İyi ki TÜYAP Kitap Fuarı ilk açılış yılında Garaudy’yi ‘onur konuğu’ olarak davet etti!
Yıldız Hanım’ın, "Peki, Müslüman dünyada yerini bulabildi mi, yeterince anlayabildik mi onu?" sorusuna 1983 yılındaki ilk Tüyap Kitap Fuarı’na adeta yanlışlıkla(!) yeni Müslüman olmuş hali ile davet edilişini ve ardından yokluğa mahkum edilişini hatırlatan Aydın şöyle diyor:
"İyi ki solcular bize Garaudy’yi tanıttı! İyi ki TÜYAP Kitap Fuarı ilk açılış yılında Garaudy’yi ‘onur konuğu’ olarak davet etti! Yoksa Müslüman kesimin kendisini tanıması ve tanıtması o zaman pek değil, hiç mümkün değildi. Bu konuda bizler hazıra konduk. Sol bu işi eskiden çok iyi başarırdı. Şimdi Müslümanlar artık onlardan daha iyi başarıyor. Solun ve sol aydın kesiminin şimdilerde pek hükmü kalmadı. Bir avuç kadar hepsi. Müslüman aydınlar ise taşkın sel gibi. Entelektüel meseleler çok yakında tamamen Müslümanların tekelinde olacak.
Türkiye de dâhil olmak üzere dünya Müslümanları arasında Garaudy’nin hâlen tam yerini bulduğu söylenemez. Çünkü Müslüman entelektüeller henüz yeterli olgunluğa kavuşmadılar. Bir sözünden ötürü koca bir fikir adamını yok saymaya gidebiliyorlar. Suudi yetkililer Garaudy’yi sevmez. Çünkü onların aşırı derecede Amerikan uşaklığına Garaudy’nin tahammülü yok. Kendisine Faysal Ödülü verilmesine rağmen, Suudi Kralı için Garaudy ‘siyasî ******’ tabirini kullanmaktan
çekinmedi. Çünkü Garaudy Amerika’ya körü körüne kapılanmayı ve yaltaklanmayı asla kabul etmez. İran’a yönelik olarak da eleştirileri var. İslâm’a yaraşır bir hürriyetin halka verilmediği kanaatini taşıyor. En çok itibar gördüğü ülke benim bildiğim kadarıyla Türkiye ve Mısır. Fakat yakın gelecekte Garaudy daha iyi değerlendirilecek ve onun fikirlerinden daha fazla yararlanılacaktır.

...
Garaudy bir zamanlar Türk solunun göz bebeğiydi. Kendisinden hayli etkilendiler. Fakat Müslüman olduktan sonra birden çark ettiler ve görmezden gelmeye başladılar. Sol bırakınca Müslüman kesim sahip çıktı. Müslüman aydınlar ve gençler üzerinde hayli etkili oldu. Yaşından beklenilmeyecek bir hareketliliğe ve bir tür gençlik heyecan ve idealine sahip olduğu için ülkemizde büyük ilgi gördü. Hâlâ da görüyor. Ülkemizde konferanslar vermesi tebliğler sunması Müslüman aydına ufuklar açtı. Batı’nın değerlendirilişini bir Batılıdan dinlemek onlarda yepyeni fikir ve bakış açıları oluşturdu. Garaudy’nin neredeyse bütün eserleri Arapça ve Farçaya çevrildi. Türkçeye de yarıdan fazlası aktarıldı."
Fransızlar, Türkçeye çevrilen Garaudy kitaplarını görünce “yazıklar olsun Fransa’ya” diyorlar
Cemal Aydın, röportajda Garaudy'ye nasıl bir sansür uygulandığını, Fransa'da Garaudy'nin kitaplarını bulamayan Fransızların Türkiye'de Garaudy'nin kitaplarının Türkçesini Sultanahmet'te, Türk Edebiyatı Vakfı’nda görünce kitaplarının Fransızcasını sormalarını örnek vererek, "Zordur Müslüman olmak! Zordur mazlumu savunmak!" cümleleri ile şuna da değiniyor:

donkisot.jpg


"Garaudy, öncelikle Filistinlileri savunup Siyonistlere meydan okuduğu için, bir yandan da Katolik Hıristiyanlığın ağababalığı genlerine kadar işlemiş sözde laik Fransa’da İslâm’ı seçmiş olduğu için mahkûm edilmiştir! Zordur Müslüman olmak! Zordur mazlumu savunmak! Zordur haksızlıklar karışışında dik durabilmek! Bu erdemler er kişinin kârıdır ancak.


Evet, ambargo ve karartma hâlâ devam ediyor. Kendisini sükût suikastına tâbi tutuyorlar! Geçen gün Marsilya’dan bir hanım geldi. Türk. Marsilya’da Garaudy’nin kitaplarını hiçbir kitabevinde bulamamış. ‘Yazıklar olsun Fransa’ya!’ diyordu benimle dertleşirken. Türk Edebiyatı Vakfımıza gelip Garaudy’nin eserlerinin Fransızcalarını soran bazı Fransızlar olmuyor mu, işte o beni yürekten yaralıyor. Fransa’da eserleri neredeyse hiç basılmıyor çünkü."
Pazartesi günü bu önemli söyleşiyi kaçırmayın! Yıldız Ramazanoğlu Hanım’a da bu vesile ile dunyabizim.com ekibine bir büyüğümüz olarak hoş geldiniz, şeref verdiniz diyoruz.

Asım Gültekin haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tarafsız bilge: Roger Garaudy


Fransız komünistlerinin ruh mimarı. Hıristiyan öğrenciler birliği başkanı, maddeci bilgi teorisi sahibi, milletvekili… Ya sonra…


Fransız komünistlerinin ruh mimarı. Hıristiyan öğrenciler birliği başkanı, maddeci bilgi teorisi sahibi, milletvekili, senatör, profesör, yüz binler oy almış cumhurbaşkanı adayı… Tüm bunları gölgede bırakan tüm bütün hepsini sıradanlaştıran hakikat: Müslüman.
Marksizm ve Hıristiyanlığın burgaçları
Garaudy’nin hayatını İslam öncesi ya da İslam sonrası gibi iki kutba ayırmak zor çünkü o bir ömür bedeli her ne olursa olsun gerçeği söylemekten bir adım geri durmadı. Batı dünyasının gören gözü, düşünen beyni olarak sosyal cephe ile burjuvazi arasındaki uçurumun gün geçtikçe derinleşmesi onu Marksizm’e yöneltti. Hıristiyanlık ile Sosyalizmi birleştirmeye çalıştı ise de elinde Hıristiyanlığın sosyal hayata dair tek bir örneği ve tek bir sözünün olmadığını, zamana yenildiğini gördü.

25874.jpg


Katolik kilisenin Filistin meselesine yaklaşım şeklini Siyonist felsefenin Hıristiyan eğitim sistemini nasıl yönlendirdiğini söylemesi ile Yahudi düşmanı ilan edildi. Sovyet Rusya’nın Çekoslavakya’yı işgaline karşı çıktı. Sosyalizmin zorla kabul ettirilemeyeceğini savundu, sonuç olarak kırk yıllık üyesi olduğu Komünist Partiden uzaklaştırıldı. Sovyetler Birliği halk devriminin artık anlamını yitirdiğini, Sosyalizmin üçüncü dünya ülkelerini sömüren, onları silahlandırmaya boğan, tahakküm altına almak isteyen bir sistem haline geldiğini tüm dünyaya ilan etti. Taassuptan uzak, tarafsız kararları onu İslam’a götürdü çünkü yıllardır besleyip büyüttüğü uğrunda bir ömür yürüdüğü rüyasının yeryüzünde henüz gerçekleşmiş tek bir örneği dahi yoktu.
Ve İslam
Cezayir çöllerinde, mahkûmiyetinde namlunun ucundan dönüşü ona hem maddi hem manevi bir iklimin kapısını araladı. Cezayirli komutanın “Bir Müslüman’ın şerefi silahsız birine ateş etmeye izin vermez” sözü kendi iç dünyasından aydınlığa hiç bilmediği Doğu’ya götürdü. Her seferinde başarısızlığı hayatın anlamı sayması, Don Kişot’a olan hayranlığı, tüm her şeyini kaybettiği anda intiharın aklından “soğuk bir gölge” gibi geçmesi kalbini İslam’ın fethine hazırladı. (Yoksa devrim mi demeliydik.)
Sanat, politika ve din üzere kurduğu ruh dünyası politikayla sarsılmış olsa da İslamiyet’i kabulü ona 68 yaşında yeni bir hayat sundu. Ona göre dünyadaki var olmuş, hayat bulmuş tek topluluk Peygamberimiz Efendimizle neşv ü nema bulmuştu.
Eşitliğin en somut hali
Eğer İslamiyet’i toplum ve fert olarak ele alacak olursak: Toplumsal gerçekçiliği, insanı ferdiyetçilikten uzaklaştıran ve totaliterizmden koruyan sistemler üstü ulviliği ve ‘insan’a hak ettiği prestiji ya da yıllar önce o komutanın dediği gibi şerefini sunan insan dışında hiçbir paydaya ihtiyaç duymayan bütüncül bir din. Sosyalizmin yıllardır dilinden düşürmediği fakat bir kez dahi gerçek olmamış toplumsal eşitçiliğine kölesinin ve Hz Ömer’in ( Hz. Ömer hayatta olsa idi kölesinin isminin önce yazılmasını isterdi) bir yolculukta bir deveye sırayla binmesi cevap olarak yetti.
İslam tereddütsüz itaattir
Diğer tüm bütün dinler zamanla yoruldu ama İslam’ın gün geçtikçe parlayan bir nur olduğu tüm güzellikleri içinde barındıran bir türkü gibi durduğu onun sesiyle beste oldu.
Garaudy İslamiyet’i İbrahimilik ile kavradı O’na göre İslam demek kusursuz ve tereddütsüz itaatti çünkü yine onun ifadesiyle:
“Gerçek aşk ümide ihtiyaç duymaz”


Bedrettin Kara yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Derin sularda yalnız bir mümin: Garaudy


Türkiye'de Roger Garaudy üzerine yapılmış ilk derinlikli söyleşi.. Yıldız Ramazanoğlu, Cemal Aydın ile konuştu..



Yıldız Ramazanoğlu son aylarda Roger Garaudy okumaları yapmakta idi. Okumalarının sonucunda Garaudy'nin Türkçedeki mütercimi Cemal Aydın ile uzun, dolu dolu bir söyleşi gerçekleştirdi. Garaudy üzerine yapılmış bu derinlikli ve ne yazık ki bir "ilk" olan önemli söyleşiyi sizlere sunuyoruz.
Cemal Aydın, 1948 Isparta, Şarkikaraağaç doğumlu. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız ve Roman Dilleri ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Tercüman gazetesi dış haberler servisinde çalıştı. Bu arada Cezayir, Irak ve Singapur’u görüp gezme fırsatı buldu. Üniversite yıllarından itibaren Fransa’ya sık sık gitti. Çeşitli liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. Emekli olduktan sonra Türk Edebiyatı Vakfı’na müdür oldu.
Fransızcadan dilimize otuzu aşkın eser çevirdi. Bunlar arasında Roger Garaudy (Roje Garodi)’den 10, Eva de Vitray-Meyerovitch (Eva dö Vitre-Meyeroviç)’ten de İslâmın Güleryüzü, başta olmak üzere 4 kitap tercümesi bulunuyor. Roger Garaudy’den Amerikan Efsanesi çevirisi ile Türkiye Yazarlar Birliği 2002 yılı çeviri ödülünü kazandı.

Roger Garaudy ismi anılınca Türkiye’de ilk akla gelen kişi mütercimi ve dostu olarak elbette sizsiniz. Kitaplarıyla ve kendisiyle karşılaşmanız nasıl oldu?
Garaudy denilince ilk akla gelen ben miyim değil miyim bilemem. Fakat bu iltifatınıza teşekkürler. Kendisini “Yaşayanlara Çağrı” kitabıyla tanıdım. Pınar Yayınları tercüme etmemi teklif etmişti. Kitabı okudum ve korktum. Demir leblebiydi. Nuri Aydoğmuş adlı bir arkadaşım beni yüreklendirdi ve gerçekten eserin çevirisine büyük emeği o verdi. O olmasa doğrusu cesaret edemezdim. Derken Garaudy’nin eserlerine ve üslûbuna alıştım. Türkiye’ye gelince de kendisiyle tanıştım. O tanışıklık giderek dostluğa dönüştü.
Onu nasıl tanımlarsınız? Pozitif bilimlerin ve sanat dallarının birçoğuyla ilgilenen, mimarî, edebiyat, sanat, ekonomi, teknik ve tıp alanlarından anlayan ve yetkinliği olan kişilere “Rönesans adamı” deniliyor. Leonardo da Vinci gibi mesela. Birçok mahareti vardı aynı anda. Bu manada Garaudy nasıl bir entelektüel?
Ele avuca sığmaz bir adam. Gerçekten de çok yönlü. Rönesans adamı denir mi denmez mi kendisine, doğrusu bilemem. Sadece Batılı değerlere saplanıp kalınmasına şiddetle karşı çıkan ve o yüzden Batı Rönesansını yeterince insanî ve bütün insanlığı kuşatıcı bulmayan biri. İnsanı her bir yönüyle yakından tanımaya ve insanoğluna yardımcı olmaya çalışan bir fikir ve eylem adamı. “Nasıl bir entelektüel” sorunuza verilecek en iyi cevap ise belki de şu olur: “Bütün din, medeniyet ve kültürler konusunda derin bilgiye sahip bir entelektüel. Bildiğini eyleme dönüştürerek adaletsizliğe ve zulme başkaldıran bir aydın. İnsanlığın mutluluğu ve huzuru için gözünü budaktan esirgemeyen ve bu uğurda her şeyi göze alabilen bir düşünür.”
Bir önsözünüzde Garaudy’nin kitaplarını çevirmenin güçlüğünden söz ediyorsunuz. Kısırlaştırılmış bir Türkçenin yaşattığı zorluklar… Tercümeleri gerçekleştirirken nasıl bir süreç yaşanıyor? Çalışma yönteminizi biraz açabilir misiniz; tercümenin gizli dünyasını, detaylarını, kelimelerle maceranızı?
İtiraf edeyim, Garaudy’nin hangi eserini okumaya başlasam büyük haz alırım. Yazdıkları ufkumu açar. Beni mest eder. Tercüme etmeye başlayınca ise daha ilk satırlardan itibaren beni bir korkudur sarar. Okurken anladığımı sandığım cümleleri okura hakkıyla aktaramama tedirginliği kaplar içimi. Bu tedirginlik eser bitinceye kadar sürer. Pek çok kelimeye apayrı anlamlar yükler Garaudy. Sözlüklerde tam karşılığını bulamazsınız.

ilahi-mesajlar-topragi-filistin-3801-51355.jpg


Kendine göre çok güçlü, çok kapsamlı kelimeler, hatta deyimler icat eder. Zaten savunduğu fikirler de ancak öyle bir kelime veya deyimlerle ifade edilebilir. Ama onu dilimizde acaba nasıl ifadelendirsem… Bunalırım. Entelektüel yanı olan Fransız arkadaşlarıma o cümleleri gönderirim. Buradaki güvendiğim kişilere sorarım. Çoğu zaman onlar da işin içinden çıkamazlar. (Eskiden kendisine sorardım.) Sonunda birçok kitabını okuduğum, konferanslarında bulunduğum ve özel sohbetlerimiz olduğu için “şunu demek istiyor” deyip kayda geçerim.
Bazen bir kitaba, bir romana gönderme yapar. “O kitapta da vurgulandığı gibi” veya benzeri bir cümle kurar. Ne demek istediğini anladığım da olur, anlamadığım da. O zaman tercümeyi bırakır, bahsettiği kitabı bulur ve mecburen baştan sona okurum; hata yapmayayım diye. Son cümleyi de çevirdikten sonra bir ay veya daha fazla süre demlenmeye bırakırım. Başka kitaplar, edebî yanı güçlü Türkçe eserler okurum. Bunu Fransızca cümle kuruluşuna göre kurgulanan beynimin, dilimize göre yeniden şekillenmesi için yaparım. Eserle mesafem iyice açıldıktan sonra tercümeyi tekrar ele alır, baştan sona gözden geçirir, gerekli düzeltmeleri yaparım. Anlaşılmaz veya tercüme kokan cümleleri daha iyi bir Türkçeyle vermeye çalışırım. Bu arada vakti olan dostlarım tercümemi okumak zahmetine katlanırlarsa, onlara veririm ve tenkitlerini değerlendiririm.
Tabii en büyük zorluğu kelime seçiminde çekerim. Dilimiz öylesine fakirleştirilmiş ki… Hele felsefeyle ilgili terminoloji. Garaudy, bildiğiniz gibi güçlü bir filozoftur. Eski kelime kullansam gençler ve büyük bir kesim anlamaz, uydurma kelime kullanmak zaten çözüm değil… Tercümede beni en çok yıpratan bir husus da kelime seçiminde orta yolu bulabilmektir. Kusura bakmayın, şimdi aklıma geldi. Eğer varsa, tercüme edeceğim eserin İngilizce ve Arapçasını getirtirim. Bu bana çok yardımcı olur. Meselâ “İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin” kitabının İngilizcesini bulamadım, ama Arapçasını edindim ve tercümede bana çok yararlı oldu.
Genelde mütercimliğin nasıl bir sanat olduğundan ve mahiyetinden söz etmenizi rica etsem. Bir şiir, bir fikir, bir muhayyile başka dilde nasıl tekrar hayat bulabiliyor, nelere dikkat ediyorsunuz?
Az önce bunun cevabını kısmen verdim. Mütercimlik çok zor bir sanattır, eğer sanatsa… Başkasının düşüncesini, başkasının kendi kelime, deyim ve üslûbuyla oluşturduğu bir eseri, bambaşka bir dilin kalıbına dökmek hiç de kolay değildir. Kalıba döktüğünüzde o kalıptaki bazı bölümler tam dolacak, bazıları eksik, bazıları da fazla olacak. Ne yapacaksınız? Öyle bırakamazsınız. Kalıbı dümdüz hâle getirmelisiniz. O da emek ister. Lâtinler, “Mütercim haindir” derler. Bu sözde çok büyük hakikat payı var. Yabancı dili olan herkes iyi bilir ki sizin gönül tellerinizi titreten bir türküyü, başka bir dile onların gönül tellerini titretecek şekilde tercüme edemezsiniz. Bunu başarmanız için o dilin insanlarının duygulanabileceği kelimeleri bulmanız lâzım… O da hiç kolay olmasa gerek. Çünkü her bir kelimenin her bir dilde apayrı çağrışımları vardır. Bir “gül” bize Efendimiz’den başlayarak, bülbüle kadar uzanıp giden ne engin çağrışımlar yaptırır değil mi?
Özetle söyleyeyim: Eğer bir mütercim kendi ana dilinin edebî yanını çok iyi biliyorsa, aktarmada büyük bir çaba da gösteriyorsa, edebî eser çevirisinde nispeten başarılı olabilir. Nispeten diyorum, çünkü türkü ve şarkılarda olduğu gibi edebî metinlerde de bazı kelime ve deyimlerin yazarın yazdığı dilde öyle dinî, millî, örfî ve efsanevî çağrışımları vardır ki siz onu çatlasanız da patlasanız da kendi dilinizde aynen veremezseniz. Meselâ Hz. İsa ve Havarileri ile ilgili öyle kelimeler, deyimler vardır ve bunlar Batılıların zihinlerine öylesine yerleşmiştir ki onlardan ancak Batılılar haz alır, ruhları onlarla coşar. Sizin halkınızda ise onlar en ufak bir etki uyandırmaz. Çünkü o tedailerden tamamen uzaktır. Bizim hâlimiz de Batılılara aynen aksetmez. Bir karı kocanın yalnızlığını ifade için kullandığımız “Bir Köroğlu bir Ayvaz” deyimini başkalarının lisanına nasıl aktarırsınız? Köroğlu denir denmez bir sürü şey uyanır zihninde bizim insanımızın, Ayvaz denince de… Peki, bir Batılı için Köroğlu ve Ayvaz’ın ne anlamı olabilir ki?

entegrizm-kulturel-intihar-186870.jpg


Koca bir hiç! Nasıl çevireceksiniz o ifadeyi? Çeviremeyeceksiniz; çevirecekseniz de çok yavan kalacak.
Fikrî eserlerin çevirisine gelince, onlarda edebî bir dili olmak yetmez, ayrıca o fikir dünyasından hayli nasipli olmak da lâzım.
“Bütün bu dediklerinizi sizi başarabiliyor musunuz” diye sorsanız, hayır derim; gayret ediyorum, ama başardığımı asla iddia edemem.
Aslında başka yayınevlerinden çıkan 20. Yüzyıl Biyografisi (Fecr) ve Entegrizm (Pınar) de önemli kitaplar. Ben Garaudy deryasına İslamın Vaadettikleri kitabıyla giriş yapmıştım uzun yıllar önce. Sizin ilk çevirilerinizin baskısı var mı, yayınlanıyor mu, yoksa Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum içinde mi onlar da?
İlk çevirim Yaşayanlara Çağrı tükendikçe basılıyor, İslâm ve İnsanlığın Geleceği de öyle… İnsanlığın Medeniyet Destanı ise 5. baskıya ulaştı. İsrail, Mitler ve Terör kitabına gelince, en az yedi sekiz baskı yaptı ve ilgi görmeye devam ediyor (zaten Garaudy bu eserinden dolayı para cezasına çarptırıldı.)
Garaudy’nin Cezayir’e gitmesi nasıl oldu, orada ne yaşadı da derinden etkilendi? Müslümanların eline geçmesi, öldürülmesinin istenmesi ama bunun gerçekleşmemesi… Nasıl oldu bu olaylar? İslam’a intisap etmesine etki ettiğini düşünüyorum.
Garaudy İkinci Dünya Savaşı çıktığında Fransız ordusunda askerdi. Fransa’nın Hitler’le işbirliği yaptığını görünce birkaç arkadaşıyla birlikte el ilanları hazırlayıp kışladaki tuvaletlerin içine onları yapıştırdı. “İşbirlikçiliğe hayır!” denmesini savundu. Yakalandılar. Kelepçelendiler. Birbirlerine zincirlerle bağlandılar. O zaman Fransız sömürgesi olan Cezayir’in çölümsü bir yerine sürgün edildiler. Etrafı çitlerle çevrili çadır hayatına mahkûm edildiler. Bir gün İspanya’dan yakalanıp getirilen faşizm karşıtı komünist savaşçı yoldaşlarını görünce, onları Enternasyonal Marşı ile ve coşkuyla karşılamak istediler. Bu yüzden kırbaçlandılar. Meydandan ayrılıp çadırlara kapanmayı reddettiler. Fransız komutan bu disiplinsizliği ağır bir cezayla cezalandırmak istedi. Hepsini kurşuna dizdirmek için emir verdi. Hizaya geçirildiler. Karşılarında Cezayirli Müslüman askerler. O an yirmi beş yaşında. Biraz sonra bir kurşun kalbine saplanacak. Onca yıllık hayatı bir film şeridi gibi saniyeler içinde zihninden hızlıca gelip geçer. O duygularını burada uzun uzan anlatamam tabii. “Ateş!” emri verilir. Ve o an bir mucize olur. Ateş edilmez! Kurşun tenine saplanmaz! Hayattadır! Fransız subay kudurmuşçasına Müslüman askerleri kırbaçlamaya başlar. Ama tek bir askere olsun ateş ettiremez. O Müslüman askerler sayesinde kendisi ve arkadaşları hayatta kalır.
Bu hatıra insanın unutabileceği bir hatıra değil ki! Garaudy’yi savaş bittikten sonra bir meraktır sarar. Niçin ateş etmediklerini öğrenmek ister. Meğer o Müslüman askerler eli silâhlı olmayan bir adama ateş etmeyi “küfür/kâfirlik” olarak görürlermiş. İmanlarını kaybetmemek için ateş etmemişler. Garaudy bunu öğrenince çarpılır. “Ben ki güya felsefe doçentiyim, gelin görün ki İslâm ve İslâm düşüncesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Nedir bu Batı odaklı felsefe ve düşünce sistemi?” diyerek harekete geçer. İslâm’ı araştırır. İslâm felsefesini inceler. Hidayetine giden yol böyle açılır.
Çok can alıcı bir hikâye. Aklıma Yvone Rindley’in hikâyesi geldi. Tanıştığımda hayranlık duyduğum bir gazeteci. The Observer, The Sunday Times, Independent ve Daily Mirror gibi önemli gazetelerin yorumcusu. Eylül 2001’de burka giyip Afganistan’a girmiş ve zalim Müslümanları incelemek için çalışmalara başlamıştı ki Taliban onu yakalayıp tutukladı. Orada kendi söyleyişiyle bağırıp çağırmasına, kötü sözler sarfetmesine rağmen ona iyi davranmış ve Kur’an’ı okuyup incelemeye söz verirse kendisini bırakacaklarını söylemişlerdi. Bırakıldı ve sözünü tutup okudu. Büyülendiğini söylüyor içindeki adaletin genişliğiyle. Okumaların ardından Müslüman oldu o da.
Siz, 1988’de Cezayir’e gittiğinizde izlenimleriniz ne oldu? Bu ülkede yaşananlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Tekrar gittiniz mi Kuzey Afrika’ya? Orada nasıl bir fikrî birikim var, sanat estetik adına ilginizi çeken bir şeyler olmuştur.
Oraya Filistin Devleti’nin ilânı ile ilgili o çok önemli toplantı için gitmiştim. O sıralar Tercüman’da dış haberler servisinde çalışıyordum. Sokak ve caddelerde konuştuğum Cezayirliler çok öfkeliydiler. Pasif bir isyan içinde görmüştüm onları. Kendilerini misafir ettiğim, evden eve ziyafet çektiğim dostlarım vardı. Beni orada pastahane pastahane dolaştırdılar da evlerine götürmediler. Daha sonra Le Nouvel Observateur (Lö Nuvel Observatör) dergisinden öğrendim sebebini. Meğer devlet yeni bina yapmıyormuş, evlenenler aile içinde bir odada kalıyormuş. İçimden kendilerine sitem etmiştim, bu gerçeği öğrenince ağlayacak oldum.
Cezayirli entelektüel bir dostum, “Doğalgazı olup satan, petrolü olan dünyanın bilmem kaçıncı ülkesiyiz. Ama Fransa’nın emrindeki generaller ve muktedirler ceplerini dolduruyor. Paraları Fransız bankalarına yatırıyor. Bizlerse yoksullukla cebelleşiyoruz” demişti. Gizli bir Fransız ve Batı sömürgeciliği Kuzey Afrika’da hâlâ yürürlükte. Fakat şimdilerde Tunus kapıyı araladı. Yakın gelecekte Kuzey Afrika ve hatta Afrika’nın Müslüman ülkeleri bellerini doğrultacaklar. Cezayir’den o sırada bol kitap aldım, çünkü devlet desteği olduğu için Fransızca kitaplar çok ucuzdu, Fransa’daki fiyatlarının altındaydı. Bir daha da gitmedim, şimdilik gitmek de istemiyorum. Doğrusu korkuyorum da, çünkü oranın asıl yöneticisi ve akbabası generaller aleyhinde çok şeyler yazdım. Bir gazetede o zamanlar çıktı.
Cezayir’i Malik Bin Nebi aracılığıyla tanıyordum. Ne acıdır ki Malik Bin Nebi çölde açmış çiçek gibi bir şey. Tanıdığım Cezayirli dostlarıma sizin bana sorduğunuzu ben yıllardır sorarım. Ne Cezayir’de ne de Kuzey Afrika’nın başka ülkesinde fikir ve edebiyat alanında göz kamaştırıcı bir parıltı göremedim. Fakat çok yakında olacak. O ülkeler buna hamile. Nereden biliyorsun, derseniz, sadece sezgilerim, çok kuvvetli sezgilerim bana bunu hissettiriyor derim. Neredeyse her yıl gittiğim Paris’te Kuzey Afrikalı gençlerle kitap evlerinde, Paris Camii’nde karşılaşırım. Konuşur, tartışırım. Gelecekten müzmin şekilde ümitliyim. Uzun yılların Batı -özellikle Fransız- sömürgeciliği onların beyinlerini boşaltmış, daha yeni yeni şarj oluyorlar.
Garaudy İslam’ı temelden kavramış bir 20. yüzyıl mühtedisi. Bana göre İslam şudur diyor: “İslam’ın büyük Peygamberi 'yarın ölecekmiş gibi ahrete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın' derken her şeyi anlatmıştır. İslam anlaşılıyor ki hem maddeye hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılamaz: 'İlim Çin'de bile olsa gidip alınız, çünkü ilim ve hikmet Müslümanın kaybolmuş malıdır, ara bul!' diyor. İlmin çalışmanın burada sınırı yoktur. İslam, dünyayı sarsan bu iki olaya sınır koymadığına göre dünyayı sarsmıştır. Nasıl sarsmıştır? Getirdiği sistemle. Bu sistem nasıldır? İnsanı yaratılmışların en olgunu ve en şereflisi olarak kabul ederken onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır. İsraf, gösteriş ve lüksü tamamen yasaklayan, kazancı alın terindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire ölçülü ve ahlak kaideleri içinde aktaran, faizi tembelliğe ve fakiri ezmeye ittiği için yasaklayan ve gayrımeşru serveti bu kaideyle imha eden bir sistemler manzumesidir İslam... Halife ile kölenin eşit hakka sahip olmasını mecbur kılmıştır. Bir deve olayı vardır ki bu kralların kılıçlarından daha keskin bir hadisedir. Hz. Ömer ile kölesi bir şehirden bir şehre giderken deveye sıra ile binerler. Zaman zaman devenin yularını halife çeker, zaman zaman da köle. İşte adalet ve hukukta aklın devrimidir bu.” Garaudy bu kavrayışa ulaşmak için nasıl bir yol katetti, bu noktaya hangi yollardan geldi?
Garaudy, büyük annesi çamaşırcılık yapan bir ailenin çocuğu. Kiliseye pazar âyinine gidebilecek düzgün bir elbisesi bile olmadığı için ancak yakındaki bir Kızlar Manastırı’nda haftalık dua veya ibadetini yapabilen bir büyük annenin torunu. Koca aile içinde bir tek onu okutmaya güçleri yetiyor. Eşitsizliği, sömürüyü çocuk yaşta yaşayıp isyan eden biri. Üniversitenin felsefe bölümünde okurken gidip Komünist Gençlik Kulübü’nün yetkilisine, “Ben Hıristiyanım ve size katılmak istiyorum” demesi bundan. Yani komünizmin insanlar arası eşitliği savunması idealinden… “Mozart olabilecek bir kabiliyette olan birine bu imkân niçin tanınmıyor?” düşüncesinden yola çıkan bir idealist. Bu ideali komünizm getirecek sanarak komünistliği benimsiyor. Stalin’le ailecek tanışıyor. Moskova’da uzun süre ikamet ediyor.
Zamanla Marks’ın istediği komünizmle, uygulanan komünizm arasında dağlar kadar fark olduğunu görüyor. Sovyetler Birliği’ne tapınırcasına bağlanma fikrinden vazgeçiyor. Sovyet Rusya’yı tenkide, hatta protestoya başlıyor. Bu arada bütün dünyayı turlamaya, her medeniyet ve kültürü, her din ve inanışı ana kitaplarından okumaya devam ediyor. Öncelikle kendisine değil de insanlığa yararlı bir sistem ve inanış peşinde koşuyor. Giderek İslâm, din olarak ağır basıyor. İslâm’da zihnindeki eşitlik ruhunu keşfedince, bu dine büyük saygı duyuyor ve ona yöneliyor. İslâm onun tâ çocukluğundan itibaren hayalini kurduğu bir dünyanın en güzel numunesi. Garaudy’nin onca fikrî emek ve büyük çaba sonunda ulaştığı İslâm ile bizim Müslümanlığımız kıyas götürmez. Bizler öyle bir düşünce imtihanından geçmeden anadan atadan Müslümanız. O ise alnının teriyle, beyninin ekmeğiyle hidayete erip Müslümanlığa ulaşan biri.
Yolculuğunun yalnız olduğunu söylüyor. Birçok büyük düşünce adamı bunu dile getirmiştir aslında. Peki, Garaudy keskin eleştirelliği yüzünden mi yalnız kaldı? Sonuçta her devrim iddiası onun kaleminden payını aldı. İran devriminin de hatalarını söylemiş, Müslümanlara canalıcı eleştiriler yöneltmiş, açıkçası yalnızlığı pervasızca göze almış bir fikir ve estetik adamı.
Hiçbir kimseye yaranamıyor. Komünistken “Öte âlem inancı olmayan, Allah’a imanı taşımayan bir sistem ayakta kalamaz! Zaten Marks’ın hayal ettiği komünizm bu değil!” diyor, Hıristiyan papazlarla komünistler arasında diyalog başlatıyor. O zamanlar komünizmin kalesi olan Sovyetler Birliği Çekoslovakya’ya müdahale edince isyan bayrağı açıyor. Derken komünistler kendisini dışlıyor.
“Eski Yunan’dan tâ 16. yüzyıldaki Rönesans’a kadar, insanlığın felsefe yapmaması, düşünmemesi mümkün değildir! Bakın, o boşluğu İslâm düşünürleri doldurdu!” dediği için Haçlı zihniyetini genlerinden atamamış Batılı aydınlar ondan uzaklaşıyor.
“Hıristiyanlık, İmparator Konstantin’in çarpıttığı bir şekle bürünmüş, o zamandan beri ezilenin değil de ezenin yanında yer almıştır!” dediği için Hıristiyan din adamları kendisini aforoz ediyor.
“Hitler bizi öldürdü diye diye dünya milletlerinin vicdanlarını kanatıp istismar ediyor, fakat Hitler’in size yaptığının daha insafsızını şimdi Filistinlilere sizler bizzat kendiniz yapıyorsunuz!” dediği için Yahudiler, daha doğrusu Siyonistler kendisine düşman kesiliyor.
“Bir zamanlar kelebeklerin mum ışığına üşüşmesi gibi neredeyse bütün dünya milletleri İslâm egemenliğine kucak açarken, şimdi İslâm ülkelerinde niçin o hürriyet ortamı yok? Siz atalarınıza sahip çıkmayı, atalarınızın yaktığı ocağın külüne sahip çıkmak olarak anlıyorsunuz. Hâlbuki aslolan ata ocağının külüne sımsıkı sarılıp onu saklamak değil, o ocağın alevini bugünlere ve yarınlara taşımaktır. Geri geri giderek gelecek asırlara giremezsiniz!” diye haykırdığı için bazı Müslümanlar kendisini yapayalnız bırakıyor.

yuzyilimizdayanlizyolculugum.jpg


Bu durumda “Yolculuğunun yalnız olduğunu” o söylemesin de kim söylesin!
İnanılmaz bir başeğmezlik. Sanırım bu yüzden o yirminci yüzyıl filozofu olarak kabul edilse de şükürler olsun ki hayatta ve 21. yüzyılı da aydınlatmaya devam ediyor.
Bütün kutsal kitaplara hâkim olduğunu da görüyoruz aynı zamanda Garaudy’nin. Dünya dinlerinde nasıl bir yolculuğu var? Akılla yol alarak İslam’a ulaştı demek mümkün mü? Birçok edebiyat, sanat ve düşün insanı benzer arayışlardan geçip bir müntehir olarak da karşımıza çıkabiliyor sonuçta. Kalbî bir sıçramayla mı karşı karşıyayız?
Garaudy’de sınır tanımaz bir insan sevgisi var. Bizim Yûnus’umuzun sadece sözünü ettiğimiz, ama ruhunu yakından kavrayıp yaşayamadığımız bir yüce deyişi var biliyorsunuz: “Yaratılanı sevdik Yaradan’dan ötürü.” Asırlar öncesinden Anadolu’dan yükselen bu sesi sanki Garaudy Fransa toprağında duymuş ve tam anlamıyla da özümsemiş. Bütün insanlara eşit mesafeden bakıyor. Helâlinden kazanmış ve yoksula arka çıkan zenginlere asla düşman değil. Fakat çocuğunu okutamayan, zehir gibi bir zekâya sahip çocukların heba olup gitmesine, okuyup yükselememesine hücrelerine varıncaya kadar isyan ediyor. İnsanları sevdiği için onların inanışlarının bilinmesi gerektiğini düşünüyor. O yüzden Eski Mısırlıların “Ölüler Kitabı”ndan, Amerikan Yerlilerinin kutsal kitaplarından günümüzdeki bütün milletlerin kutsal eserlerine varıncaya kadar her dinin temel kitabını içine sindirerek okuyor. Her dinde, her kutsal kitapta ayrı ayrı güzellikler yücelikler ve fazlasıyla ortak noktalar buluyor. Hepsinin insanı iyi insan olmak ve diğer insana iyi gözle bakmayı öğütlemek gibi özellikler taşıdığını görüyor. Onca kutsal kitabı öylesine hazmederek okuyan başka bir düşünür var mıdır, olmuş mudur? Yoktur sanırım.
Beynine ve kalbine en yakın gelen İslâm’ı bu arayışın sonunda seçiyor. Fakat Müslüman olurken diğer dinlerin mensuplarıyla bağları koparmak değil, sağlamlaştırmak istiyor. “Medeniyetler Arası Diyalog” tezini sanırım ilk defa ortaya atan, bunun için bir Enstitü kuran ve bu konuyla ilgili eserler yazan biri o. “Oh, ben Müslüman oldum, kurtuldum!” demiyor, sanki Kur’ân’daki “Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye milletlere, kabilelere… ayırdık” meâlindeki âyeti daha komünistken yüreğinde hissedip harekete geçmiş bir düşünür. O yüzden İslâm olunca aynı meseleyi çok daha güçlü bir şekilde devam ettirmek istiyor. İslâm’ın “Senin dinin sana, benimki bana” düsturunu önceden hazmetmiş bir olgun insan. Ruhî bunalımı hiç yok. Sadece Allah’ın kullarının refah ve huzur içinde yaşaması için ne yapmam gerekir düşüncesi var yüreğinde. Hayatın anlamını en iyi veren inanış sistemini İslâm’da bulduğu için Müslüman oluyor. Hem aklıyla, hem kalbiyle buluyor İslâm’ı. Estetik konusunda söz sahibi. Güzellikler karışışında son derece hassas, beyni Batı’nın dar felsefe kalıplarından kurtulmuş, bütün cihanın hikmetlerine göğsünü açmış biri olduğu için hidayete erişi hiç zor olmamış.

sosyalizm.jpg


“İslam’a bir elimde İncil bir elimde Marks ile giriyorum” diyen bir filozofla karşı karşıyayız, bunu nasıl anlamak lâzım?

Garaudy, eserlerinde İslâm’dan bahsederken sık sık “Ben türedi bir elçi değilim” veya “Peygamber olarak gelen ilk insan ben değilim ki!” ya da “Ben [Allah'ın] elçilerin[in] ilki değilim” gibi anlamlar verilen (Ahkâf, 46/9) âyetini hatırlatır. O yüzden İncil’den İslâm’a geçişin tabii bir geçiş olduğunu söyler. Aynı vahiy kaynağından gelen yeni bir ilâhî mesaja kulak verdiğini belirtir. Gılgamış Destanı’ndan tutun da diğer bütün milletlerin inanışlarının ilâhî bir mesaj taşıdığına inanır. Marks’ı ise Garaudy bir inanç sistemi olarak değil, sadece bir “metod” olarak benimsediğini söyler. Komünizmi bir din olarak asla görmemiştir. Sadece metodoloji olarak benimser.
Marksizm hakkında yıllarca kaynak olarak kullanılmış kitapları var ve yanılmıyorsam bu eserler Türkiye solunun ilgisini çekmiyor. Üniversitede öğrenciyken açıkçası kendisinden söz edildiğini duyuyorduk, kitaplarından biriyle karşılaşmıştım ağabeyim vasıtasıyla ama Müslüman olmadan önce kaleme aldığı eserler Müslümanlar arasında da fazla rağbet görmemişti, bu dönemde ilgi nasıldı, sanki sol yeterince ilgi göstermedi. Şimdi de geçerli olan bu durumu neye bağlıyorsunuz, yayınevlerimiz ve sol birikim bunu neden önemsemiyor?
Sorunuzun ilk kısmına katılıyorum. Çünkü gerçekten de Marksizmle ilgili kaynak eserler vermiştir. Fransız Komünist Partisi’nin bütün dünya çapında temsilciliğini yapmıştır. Adı bütün cihanda duyulmuş ve kabul görmüştür. Sorunuzun ikinci kısmına katılmak mümkün değil. Siz benden sonraki kuşak olduğunuz için tabii ki eski dönemi bilmiyorsunuz. Türk solu onu Müslüman oluncaya kadar bağrına bastı. Çünkü Garaudy Nazım Hikmet’le tanışmıştı. Birkaç kitabında Nazım’dan ve özellikle de onun “Sen yanmazsan, ben yanmazsam…” şiirinden söz eder. O yüzden olsa gerek, Garaudy’nin eserlerini Türkçeye ilk çevirenler ve onu bu ülke insanına tanıtanlar bizim solcularımız oldu. Doğan Avcıoğlu o mütercimlerden biridir.
Dahasını söyleyeyim, Garaudy 1982 yılında Müslüman oluncaya kadar Türkiye solu kendisinden tam 12 eser çevirdi! Hayli yüksek bir rakam değil mi? Garaudy’nin, Fransa’nın dünyaca ünlü bir numaralı entelektüel gazetesi “Le Monde (Lö Mond)”da “Niçin Müslüman Oldum?” başlıklı yazısı çıkıncaya kadar Garaudy’yi bağrına basan solcularımız, o andan itibaren kendisinden yüz çevirdiler. Neden çevirdiler? Yorumunu siz yapın!
Peki, Müslüman dünyada yerini bulabildi mi, yeterince anlayabildik mi onu?
İyi ki solcular bize Garaudy’yi tanıttı! İyi ki TÜYAP Kitap Fuarı ilk açılış yılında Garaudy’yi “onur konuğu” olarak davet etti! Yoksa Müslüman kesimin kendisini tanıması ve tanıtması o zaman pek değil, hiç mümkün değildi. Bu konuda bizler hazıra konduk. Sol bu işi eskiden çok iyi başarırdı. Şimdi Müslümanlar artık onlardan daha iyi başarıyor. Solun ve sol aydın kesiminin şimdilerde pek hükmü kalmadı. Bir avuç kadar hepsi. Müslüman aydınlar ise taşkın sel gibi. Entelektüel meseleler çok yakında tamamen Müslümanların tekelinde olacak.
Türkiye d edahil olmak üzere dünya Müslümanları arasında Garaudy’nin hâlen tam yerini bulduğu söylenemez. Çünkü Müslüman entelektüeller henüz yeterli olgunluğa kavuşmadılar. Bir sözünden ötürü koca bir fikir adamını yok saymaya gidebiliyorlar. Suudi yetkililer Garaudy’yi sevmez. Çünkü onların aşırı derecede Amerikan uşaklığına Garaudy’nin tahammülü yok. Kendisine Faysal Ödülü verilmesine rağmen, Suudi Kralı için Garaudy “siyasî ******” tabirini kullanmaktan çekinmedi. Çünkü Garaudy Amerika’ya körü körüne kapılanmayı ve yaltaklanmayı asla kabul etmez. İran’a yönelik olarak da eleştirileri var. İslâm’a yaraşır bir hürriyetin halka verilmediği kanaatini taşıyor. En çok itibar gördüğü ülke benim bildiğim kadarıyla Türkiye ve Mısır. Fakat yakın gelecekte Garaudy daha iyi değerlendirilecek ve onun fikirlerinden daha fazla yararlanılacaktır.

insanligin-medeniyet-destani-4.jpg


Siz Garaudy’nin açık denizlerinde, mütercimi olarak en derinden yüzen kişi oldunuz. Üzerinizdeki etkilerinden bu yolculuktan söz edebilir misiniz biraz?

İtiraf edeyim, ben Garaudy’yi okudukça pek çok bakımdan kendimi hayli eksikli görüyorum. Onu hakkıyla takdir edebilmem için onun gibi bütün Batı felsefesini bilmem lâzım, ama yeterince bilmiyorum. Dahası ne Kapital’i okudum, ne de büyük komünist yazarları. Eski Yunan felsefesini özümsemiş olmam lâzım, o da bende yok. Bütün kutsal kitapları o okumuş, bense pek azını okuyabildim. Estetik konusunda dört dörtlük bir uzman. Ben ise o konuda sıfır mıyım, neyim bilmiyorum. Bu da onun “engin denizinde yüzmek” için büyük bir noksan. O yüzden sizin “en derinden yüzen kişi” deyişinizi bir teveccüh olarak, bir iltifat olarak kabul ediyor, fakat kendimi hiç de öyle görmüyorum.
Sağ olsun, onun sayesinde benim ufkum açıldı. Beni en çok etkileyen kitaplarından biri “İnsanlığın Medeniyet Destanı”dır. O kitabı çevirdikten sonra, dünya insanlığına daha başka bir gözle bakmaya başladım. “İslâm ve İnsanlığın Geleceği” kitabı bana değişik bir bakış açısı kazandırdı. Filistin meselesindeki yeterli şuurlanmamı da onun kitaplarına ve tespitlerine borçluyum. Onun sayesinde kazandığım daha pek çok haslet var, fakat bunları inanın dillendiremem. Mümkün değil. İfadelendirilmesi öyle zor ki…
Ailesi, özellikle baba tarafı Vizigot ya da Frank olmakla övünüyor. Anneannesi ise Mağripli, Berberî kadını. Müslüman olup olmadığını bilmiyoruz sanırım. Bu köken babanın ailesinde küçümsenen, neredeyse murdar sayılan bir durum. Ağır ırkçılık var yani. Garaudy’nin babası ise rahip olması için papaz okuluna gönderilmiş. Bunlar ona nasıl etki etti acaba?
Anneanne tarafından Mağripli olmasına Mağripli. Ama Avrupalılar, hele o dönemde Mağripli Müslümanları hiç Müslüman bırakırlar mı? Onları çok önceden zorla Hıristiyanlaştırdılar. O yüzden anneannesi Müslüman falan değil. Tam aksine koyu bir Hıristiyan. Evet, dedesi, Fransızların büyük çoğunluğu gibi gizli veya açık ırkçı. Onun için Mağrip kökenli bir büyükanneyi hazmedemiyor. Babasının rahip okuluna gönderilmesi normal. Gerçi sonunda dinsiz olup çıkmış ya. Her neyse. Eskiden Fransız aileler ilk oğullarını papaz yapmaya, ikinci oğullarını da muvazzaf asker yapmaya büyük önem verirlerdi. Fransa’ya “Kilise’nin Büyük Kızı ya da Ablası” denilmesinin sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Garaudy’nin çocuk yaştan itibaren olgunlaşmasında böyle bir ailenin büyük etkisi olduğunu sanıyorum. Çünkü ataların genleri insanları kolay kolay bırakmıyor. Anneannesi şuursuz da olsa, genlerinde bir İslâmî duyarlığı taşıyordu herhalde.
Aile deneyiminin etkilerinin yanı sıra dünyanın alt üst oluşuna, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarına tanıklık etti filozof. Babasının Birinci Dünya Savaşı’ndan koltuk değnekleriyle ve son derece asabi biri olarak dönmüş olması az bir şey değil. Kendisinin bu savaşlara bilfiil iştiraki nasıl oldu?
Birinci Dünya Savaşı’na katılacak yaşta değildi. Kendisi 1913 doğumlu. Sadece Birinci Dünya Savaşı’nın acısını çocuk yaşında derinden duydu. Hiç görüp tanımadığı bir adam bir gün evlerine geliyor. Sakat bacaklı bu adam kendisine “İşte baban!” diye tanıtılıyor. O yabancılığı, o acıyı bizler herhalde anlayamayız.
İkinci Dünya Savaşı’nda askerdi. Fakat daha önce söylediğim gibi, isyan etti. Hitler’le işbirliğine karşı çıktı. Askerleri isyana teşvikten tutuklandı ve Cezayir’e sürgün edildi. Fransa Almanya tarafından işgal edilince, o kurtuluş savaşında yiğitçe çarpıştı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Madalyalar aldı. İlk karısını bu yüzden kaybetti. Uzun yıllar süren ayrılık eşleri birbirine yabancılaştırdı. Birçok Fransız ailesi aynı dramı yaşadı.
Ali Şeriati, “bir mum sönünce ışığı nereye gider” sorusunun peşinden gittiğini söyler. Garaudy de 1933’de tam yirmi yaşındayken “Hayatta yapmam gereken nedir?” sorusuyla hayatın içine fırlatılıp atıldığından bahsediyor. Bir cümlenin peşine takılmak, belki de olması gereken bu. O yıllarda Hitler iktidara yürümekte, dünya allak bullak olmaktadır. Yapması gerekenin ne olduğuna dair neler vardı kafasında?
Garaudy’nin o dönemi kendini hesaba çekiş dönemidir. Kendisiyle yüzleşme dönemi. Vicdanıyla hesaplaşıyor. Her şeyi sorguluyor. Özgürce sorguluyor. Bu arada yaptığı uzun araştırmalar, onun okumaları kendini Allah’a sımsıkı bağlıyor. Bu iman ona büyük cesaret veriyor. İman etmenin hem hazzını, hem de onun verdiği derin gönül gücünü yakalıyor. İnsanlığa bu yeni pencereden bakarak nasıl yardımcı olabileceğini kurmaya başlıyor kafasında. Ekonomik yönden allak bullak olan, savaşlar yüzünden sarsılan bir Avrupa’da neler yapılması gerektiğini düşünüyor.
Burada bir parantez açalım: Her iki cihan savaşı Batılıları dinden alabildiğine soğuttu. Bu da Batılı din adamlarının hatası. Allah’ı hep affedici ve hep yardıma koşan ve şeytanla bizzat mücadele eden bir Tanrı olarak takdim edegeldiler. Allah’ın insanoğluna haksızlık yapıldığında intikam alabileceğini, bir adının da Müntakim olduğunu unuttular. Sömürgelerinde uzun yıllardır yaptıkları zulümlerin, o masum halkların çektiklerinin bir diğer şeklini Allah onlara sonunda tattırdı. Avrupalılar bu ilâhî hikmeti kavrayamadılar. Ve “iyi” olan Tanrı bize bunu nasıl yapar, böyle bir şeye nasıl müsaade eder? “Demek ki Tanrı yokmuş!” çıkarımını yaptılar. Hâlâ bu yanlış değerlendirme Kilise’de devam ediyor. Hatırlayın, şimdiki Papa Nazilerin insanları mahvettiği o Auschwitz kampını gezerken “Tanrım, neredeydin?!” diye haykırmıştı. Kendisine verilecek cevap, “Siz Kızılderililere, siz Afrikalı Siyahilere, siz dünyanın dört bir yanındaki sömürgelerinizdeki insanlara neler ve neler ederken neredeyse, o zaman da oradaydı!” diye cevap vermek lâzım. Sanki Allah uzaklardaydı da oraya yetişemedi mi? Allah zâlime mühlet verir, ama sonunda gün gelir belini büker.

donkisot.jpg


Her neyse, böylesi bir Avrupa’da Garaudy, ne yapması gerektiğini düşünüyor ve kendi tabiriyle “Don Kişot”luğa soyunuyor. Kendisinin tabiriyle “idealin gerçekten daha gerçek” olduğuna ve olabileceğine yürekten inanıyor. Bizim anladığımız manada olmayacak işleri yapmaya değil, tam anlamıyla olabilecek işleri oldurmak için kolları sıvıyor.
Kirkegaard’ın “Korku ve Titreme”si beni derinden sarsmıştı, hiç ayırmadım yıllardır yakınımdan. Bu küçücük kitabı okuyup da etkilenmeyen yoktur sanırım. Garaudy’de de adeta büyük bir inkılabın başlangıcı olmuş. İmanla cinayet arasındaki o ince çizginin diyalektik lirik anlatımı. İbrahim’in Allah’ın emriyle oğlu İsmail’in boynuna bıçağı dayadığı anın anlatımı.
Garaudy için, yola çıkarken dünyevî aklı bırakıp imanı yanına almasında etkili oldu bu kitap belli ki. İnsanı allak bullak eden bir imandan söz ediyor yolculuğunda. “İman bizi bütün yolların dışına atabilir, ispatlanması beklenmez, ispatsız tasdik.” İmanın temeli budur ona göre. Akılla yol alan bir filozof için bu kendini inkâr mıdır?
Hayır, bu kendini inkâr değil, tama aksine aklın sınırının idrakine varıştır. Hikmet veya bir diğer deyişle bilgelik de zaten o andan itibaren başlıyor. Onun Allah’a olan imanı akılla varılan bir iman değildir. Belki şaşacaksınız, ama Allah’ın varlığı konusunda akıl yürütmeyi çok saçma bulur Garaudy. O yüzden Gazali, İbn Rüşd, Aziz Thomas ve Descartes (Dekart)’ın akılla Allah’ı bulmalarına karşı çıkar. Buna itiraz eder ve “Ben Allah vardır demeyi bile küfür addedegelmişimdir!” diyerek adeta kükrer.
Hatıralar: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum” kitabında geçen bu ifadenin öncesinde o filozofları tenkit ederken de şöyle der: “Benim, ellerimizle veya mantığımızla yapabileceğimiz ağaçtan veya akıldan putlara hiç ihtiyacım yok!” Bu ve bir önceki ifadesi size de o saygıdeğer kocakarının dediklerini hatırlattı, değil mi? Herhalde Gazali olacak. İnsanlar meydanı doldurmuşlar, kendisine arz-ı hürmet ediyorlarmış. O kocakarı sormuş: “Kim bu adam?” Cevap vermişler: “Aaa! Bilmiyor musun? Allah’ın varlığını bin bir delille ispat eden büyük âlim falancadır.” Kadın burun kıvırmış: “Vah vah! Demek, Allah’ın varlığına bin bir şüphesi varmış!”
İlim ise “ilk sebeplerle nihai sonuçlar konusunda cevapsız kalan sorular için açılmış parantezlerden ibaret” Garaudy için. Tanrı olmayan her türlü ilahı reddetmekle Allah fikrini arıtmaktan ibaret bir tanrıtanımazlıktan söz ediyor. Kierkegaard’ın tanrıtanımazlığı “kâmil imandan önceki son safha” olarak tanımlaması. Çarpıcı açıklamalar. Bu fırtınalar içinde Komünist Parti militanı olarak yazılıyor. “Ben Hristiyan bir militanım, sizin partinize girmek imanımın gereği diyor” mesela. Nedir buradaki ruh hâli?
Hatırlarsanız daha önce de belirttim. Onun bu ruh hâli bence toplumdaki eşitliksizliğe ve adaletsizliğe bir isyan. Hem de dört dörtlük bir isyan. Komünizmin bu yanlışları giderebileceğine olan inancı da o sırada tam. Onun için Parti’ye giriyor. Allah konusunda hayli kafa yormuş biri olarak da komünistliğin Allah’ı inkâr etmesinin gerekmediğine inanıyor ve girdiği Parti’ye bu gerçeği haykırıyor. Zaten onlar da böyle bir imana karşı çıkmak şöyle dursun, saygı duyuyorlar. Ezilenlere duyduğu yürek acısı ve ezenler karşısında duyduğu bir öfke onu böyle bir ruh hâline yol açıyor desek yanlış olmaz.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından hiç yara almadan kurtulan Amerika’nın, kansız cansız kalmış, harabeye dönmüş Avrupa için inayette bulunduğu Marshall planına, ABD’nin politikalarına bakışından biraz söz edebilir misiniz? Garaudy’de ABD’nin karşılığı nedir?
Garaudy, ABD’yi bir bakıma akbaba olarak görür. Her iki dünya savaşının da Amerikan ekonomisini beslediğini ve semirttiğini düşünür. Amerika’yı savaş zengini bir ülke veya başkalarının kanının dökülmesinden parsa toplayan bir memleket olarak değerlendirir. Ekonomik çıkarı için yapmayacağı bir şey yoktur Amerika’nın Garaudy’ye göre. Zaten Garaudy, ABD’ye, millî karakteri olan oturmuş bir devlet olarak değil de, bir tür süpermarket olarak bakar. Herkesin bir şeyler alıp sattığı bir süpermarket. Böyle bir süpermarket ise, diğer dünya milletlerini şu veya bu yolla, açıktan veya gizlice sömürmek, hem de alabildiğine sömürmekle ancak ayakta kalabilir. Amerikan politikaları da hep buna göre ayarlıdır.

281785-2_1.jpg


Bir zamanlar gerçekleştirilen o Marshall planı ise, Garaudy’ye göre, ABD’nin Avrupa’yı daha iyi sömürmek için geliştirdiği bir sistemdir. Eski sömürücü akbabalar olan Avrupa ülkelerinin başına ABD geçmiştir. ABD hem bütün dünya ülkelerini Avrupa’yla birlikte sömürmeye çalışmakta, bu arada Avrupa’yı da sömürmektedir. “Amerikan Efsanesi” kitabında bunu çok güzel izah eder.
Şahitlerim adlı kitabında iletişim içinde olduğu yazarlar, din adamları, sanatçılardan söz ederken Sartre da geçiyor. Fakat kitapta yazışmalardan başka detay yok. Birlikte bir takım çabaları olmuş, uzun tartışmalara girmişler gibi imalar var. Nedir Sartre ile ilişkisi ve uzlaşamadıkları alanlar nedir? Sartre, İslam hakkında ne düşünüyordu acaba? O da Cezayir’in kurtuluşu için mücadele etmiş, bu uğurda Nobel edebiyat ödülünü 1964’de onurluca reddetmiş bir düşünce adamı.
Efendim, Sartre (Sartr)’la çok önemli bir tartışma yapmıştır Garaudy. Ve Sartre’ı yenmiştir. Zaten daha kimleri yenmemiştir ki? Meselâ karşısına Nobel Ödülü alan Jacques Monod (Jak Mono) çıkmış. Hani şu “Raslantı ve Zorunluluk” diye dilimize çevrilen eseri yazan bilgin. Allah’ın varlığını kesinlikle inkâr eden adam. Onunla yaptığı bir tartışmada kendisini çok kısa bir sürede pes ettirmiştir. Öte yandan Sartre’la yaptığı o tartışmadan hareketle “Jean-Paul Sartre’a Sorular” adlı apayrı bir eseri bile vardır Garaudy’nin. Sonunda Sartre Garaudy’ye hak vermiştir. Sartre’ın hanım arkadaşı yazar Simone de Beauvoir (Simon dö Bovar) bu tartışma sonrasında Sartre’ı hayli hırpalamıştır; tongaya düştün diye.
Garaudy İstanbul’a geldiğinde, IRCICA’da verdiği bir konferansta, “Sartre bana kendi varoluş felsefesinin bakış açısından hareketle bir ahlâk anlayışı yazacağını söyledi. Ben de Sartre’a, ‘sen Varoloşçuluğun ahlâk kitabını yazamazsın!’ dedim. Gördüğünüz gibi yazamadı, yazamazdı; onun felsefî anlayışı bir ahlâk felsefesi yazmasına imkân vermezdi. Ben bunu önceden gördüm ve kendisini haklı olarak uyardım” demişti.
Sartre’ın İslâm’la ilgisi konusunda doğrusu hiçbir bilgim ve fikrim yok. Öyle bir ilgisi olsa herhalde haberim olurdu. Sadece filozof Michel Foucault (Mişel Fuko) ile birlikte İran İslâm devrimini desteklediğini biliyorum. Cezayir konusunda da sömürgeciliğe karşı olduğu için Cezayir’i destekledi. İslâm’a olan saygısı veya sevgisi yüzünden değil. Kendisi dinsiz olmasına rağmen ölüm döşeğinde kendisine bir papazın getirilmesini istemiş ve ev arkadaşı yazar Simone de Beauvoir buna mani olmuş. Bir Fransız dergisinde (Paris Match/Pari Maç’ta) okumuştum bunu.
Edebiyata ilgisi çok güçlü. Bir denizciyi anlatırken “saçları, kayalara çarpıp kırılınca beyazlaşan bir dalgayı andırıyor” der, “deniz kadar büyük, bir ömür kadar uzun sır günü”nden bahseder çocukluğunu anlatırken. Bunun gibi nice cümleler. Aslında “Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum” kitabı bana Ali Şeriati’nin “Yalnızlık Sözleri” kitabını hatırlattı. Kendini en çok açığa vurduğu kitap. İleri yaşlarda, ama genç bir delikanlı edasıyla, ruhuyla yazılmış. Hikâye tadında hatıra-deneme karışımı bir anlatı.
Haklısınız. Tespitleriniz tamamen doğru. Benim sizin söylediklerinize ilâve edeceğim bir şey yok. Kendisine bahsettiğiniz kitabın çevirisini götürünce, “Oldukça edebî ağırlıklı bu eseri nasıl çevirdin?” demişti. Bu sözü doğrusu iltifat mıydı, yoksa çevirimden kuşkusu mu vardı bilemiyorum. Ben kendisine “Efendim, beni çok uğraştırdı, ama elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım” karşılığını vermiştim. Ardından da Japoncaya çevrilen bir kitabını göstermiş ve “Bak, ne kadar güzel kapak yapmışlar!” diye sevincini açığa vurmuştu. Gerçekten de Japonlar bez ciltli nefis bir kapak yapmış, en iyi iç kâğıdı da kullanmışlardı. Bir yazarın bir başka dilde eserinin çok güzel basılmasından nasıl memnun olduğunu o zaman görmüş ve kendisinin o heyecan ve mutluluğuna şahit olmuştum.
“Hayatımın İlk Günü” adlı bir roman yazmış ve zamanın en büyük filozofu ve edebiyat adamı saydığı Romain Roland’a yollamış. Gelen cevap etkileyici gerçekten de. Roland’ın “En güzel ahengin zıtlıklar arasında olabileceğini, ama romanında gelmesi gereken uzlaşmanın çok ani gerçekleştiğini” söylemesi onu çok etkilemiş. Roman kahramanı Melaine, sevdiği kadın gerçek hayatta da ve evlenmişler hatta genç yaşta. Bu roman yayınlandı mı ya da başka romanlar yazdı mı acaba, bu konuları hiç sorabildiniz mi görüşmelerinizde? Romana ilgisi nedir?
O roman yayınlandı, fakat o adla değil de “Yaratılışın Sekizinci Günü / Le Huitième Jour de la Création” başlığıyla. Bunun dışında iki roman daha yazdı. Biri “Antée”dir. Antée, Eski Yunan ve Berberi efsanesine göre, Toprak Ana’nın oğludur ve toprakla teması sürdüğü sürece asla yenilmezdir. Çünkü toprağa her değişinde annesi ona yepyeni bir canlılık verir. Herakles, onun toprakla bağını keserek öldürmüştür. Garaudy, bu efsaneden hareketle kendine göre ezilenleri savunan bir roman ortaya koymuştur.
Bir diğer romanı ise “Sizce Ben Kimim? /Qui dites-vous que je suis? ” romanıdır. Bu romanında insanlar arasında barışın, huzurun ve mutluluğun nasıl sağlanabileceği savunulur. Bir bakıma medeniyetler diyaloğu ile ilgili düşüncelerinin romanlaştırılmış şeklidir.
Bu üç romanından ayrı olarak bir de “Geceye Karşı / À Contre-Nuit” başlığını taşıyan şiir kitabı vardır. Bu da kendisinin edebiyata ne kadar fazla önem verdiğini gözler önüne serer. Şiirleri konusunda bir değerlendirme yapamam, fakat romanlarıyla ilgili düşüncemi soracak olursanız… Derim ki herkes her dalda değil de kendi asıl dalında, en başarılı olduğu dalda eser verse çok daha iyi olur.

Röportajın devamını buradan okuyabilirsiniz.
Yıldız Ramazanoğlu konuştu
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dünya Bülteni/ Haber Merkezi

Dünyaca ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy vefat etti. 1982 yılında İslam'ı seçen Garaudy, geçtiğimiz hafta hayatını kaybetti
Eserleri kırkı aşkın dile çevrilen Roger Garaudy, geride 60 kadar eser ve sayısız makale bıraktı.
Roger Garaudy, Fransız Komünist Partisi'nde en yüksek düzeyde görev yapan ve dış dünyaya Fransa'nın yüz akı olarak takdim edilen bir düşünürdü. 1982 yılında Müslüman olan Roger Garaudy, İslâm'la ilgili olarak da önemli eserler vermiş ama Batı medyası tarafından ambargoya tabi tutulmuştu.
Roger Garaudy'nin "Hatıralar: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum" ve "İnsanlığın Medeniyet Destanı" başta olmak üzere dilimize 30 kadar eseri çevrilmiş bulunuyor.

GARAUDY İÇİN NE DEDİLER?
Düşünceleri ile bütün dünyada dikkatleri üzerine çeken Garaudy üzerine sayısız çalışmalar yayımlandı. Vefatından sonra kendisini tanıyan yazarlar ve eserlerini Türkçe'ye kazandıran isimler Garaudy ile ilgili görüşlerini Dünya Bülteni'ne anlattı.

OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

PAUL ELUARD'IN ROGER GARAUDY'YE İTHAF ETTİĞİ ŞİİR
Gerçeküstücü dönemi olduğu gibi toplumcu gerçekçi dönemi de olan Paul Eluard'ın belli dönemde teolojik olarak aynı özden beslendiği Garaudy'ye ithaf ettiği şiir erken tarihli olmasına karşın Garaudy'yi anlamak için de önemli bir imkân. Aslında her iki isimde de hem toplumcu gerçekçi yan hem de yaratıcılık, şiirsel yeti ve zenginlik noktasında gerçeküstücü bir yan olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Paul Eluard'ın Garaudy'ye ithaf ettiği şiir erken tarihli olmasına karşın Garaudy'yi anlamak için de önemli bir imkan...

ŞİİRİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

ROGER GARAUDY'NİN HAYATINDAN KESİTLER
Garaudy'nin Cezayir'den Küba'ya, Türkiye'den Mısır'a, Cenevre'den Kudüs'e uzanan hareketli bir hayatı oldu. Büyük düşünürün hayatından çeşitli kesitler içeren fotoğrafları sizler için toparladık.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ

MÜSLÜMAN OLDUKTAN SONRA İLK YAZIYI M. SAİT ÇEKMEGİL YAZMIŞTI
Roger Garaudy'nin Müslüman oluşundan sonra onun düşünceleri hakkında Türkçede çıkan ilk eleştiri metnini Kriter dergisinin 37. sayısında M. Sait Çekmegil yazmıştı. Yazı, Maurice Bucaılle ile ilgili kısa bölümü dışında tümü Garaudy'nin düşüncelerinin olumlu ve olumsuz yönlerini ele alıyordu. Garaudy'nin cenazenin yakılarak küllerinin Akdeniz'e savrulmasını isteyişinin temelinde kendisi ne kadar reddederse etsin panteizme varan yaklaşımlarının da etkili olduğu düşünülebilir. Çekmegil'in "Roger Garaudy kardeşimiz de inşallah Müslüman kalarak imtihanını tamamlar" şeklindeki duası da dikkat çekiyor. Bu açıdan Garaudy'nin kritiğe tabi tutularak ve ayıklanarak okunmasında yarar var.

ÇEKMEGİL'İN YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ

FETHİ NACİ GARAUDY'İ YAZMIŞTI
Fethi Naci Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde 2001 yılında 1975 yılından çıkıp gelen "Roger Garaudy ve Aşk" adını taşıyan yazısını yayımlamıştı. Onun bu yazısını okurken şunu da dikkate almak lazım: Fethi Naci'nin 1953-1956 arasında yazdığı yazılardan oluşan İnsan Tükenmez'de adını andığı düşünürler arasında da yer alan Garaudy o dönemde durmadan okuduğu Fransız Marksistleri arasında yer alır.

FETHİ NACİ'NİN YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ

GARAUDY'NİN ÇEVİRMENİ TERCÜME SÜRECİNİ ANLATIYOR
Garaudy aynı zamanda sanat ve edebiyat dünyasını da ciddi olarak etkilemiş bir isimdir. Yazı üslubu Antik Yunan ve Romalı filozoflarının düşüncelerini şiirsel bir söylemle ortaya koyma biçimine yakın duran Garaudy'de felsefi düşünceyle şiir, şiirle felsefi düşünce iç içedir. Hatıraları başta olmak üzere çoğu düşünce yazılarını bile şairane bir dil kullanarak düzyazı şiir yazar gibi yazmış olan Garadudy bağlamda Martin Heidegger, Bachelard, Bataille, Benjamin, Thomson, Caudwell gibi düşünürleri çağrıştırır. Onun Türkçe edebiyat dünyasını etkileyen Kıyısız Bir Gerçeklik Üzerine (1963) kitabı da önemlidir. Sosyalist gerçekçilikten kopuşun ipuçlarını sunan bu kitabın önsözünü Aragon yazmıştır. Gerçekten büyük bir olay olan bu kitabın çevirmeni Mehmet H. Doğan, Garaudy'yi çevirme sürecini "Kırk Yılın İçinden" adlı yazısında anlatıyor.

MEHMET H. DOĞAN'IN YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
İslamcılığın yeniden yazılımı ve Garaudy

Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılda dağılış süreci öyle acılara, mübadelelere, ölümlere, göçlere, işgallere, bölünmelere ve parçalanmalara yol açtı ki, bunların insan ruhunda ve birbirinden kopup giden toplumlarda açtığı yaralar hâlâ kapanmış değil.

Bütün bunları anlatan insan hikâyeleri ancak yüz yıl sonra yazılmaya başlandı desek yeri var. Bazı siyaset adamları ve Osmanlı aydınları arasında hiç değilse devletin ana gövdesini oluşturan Müslüman halklar arasındaki bölünmeyi önlemek için bir ittihad-ı İslam arzusu vardı. Bütün dünyada Avrupalı devletlerin sömürgesi konumuna düşen Müslüman halklara itibarını iade edecek, aşağılamaların aksine seçkinliğini hissettirecek bir söylem gerekliydi. Tam da Fransız İnkılâbı'ndan milliyetçi fikirlerin neşet ettiği, Rusların Ortodoksları, İngilizlerin Protestanları, Fransızların Katolikleri yücelttiği zamanlar. Millet tanımını aynı inancı taşıyan insanların oluşturduğu bir ümmet olarak yapmak ve Müslüman olmayanlara da adaletle hakkını hukukunu teslim etmek olarak görülebilecek yaklaşıma İslamcılık denildi. Bu devlet İslamcılığı olarak görülebilir ve hükmetme üzerine inşa edilmiş bir yapılanmadır. Fakat Müslüman olmalarına rağmen mesela Arnavutlar bağımsızlık mücadelesine girince, İslamcılar hayal kırıklığına uğramaya başladılar.
Üniversite yıllarımızda "dünya emekçileri birleşin" sloganıyla başka bir enternasyonale çağrılıyorduk ve bu çağrı inancı büsbütün dışlıyor ve yüz yıllara dayalı İslami birikimden bırakın yararlanmayı esinlenmeyi bile gereksiz görüyordu. Bir diyalog mümkün değildi o şartlarda. İslamcılık devlet kurma beklentisini sürdürdüyse de zaman içinde bunun yukarıdan aşağıya değil bireyden topluma bir insanlık ve adalet tezahürü olarak yapılanabileceği düşüncesi ağır basmaya başladı. Aslında mücadele yaşam tarzı mücadelesine evrildi. Dünyanın birikimini ve yeni gelişmeleri dışlamadan bütün tecrübeleri içine alan bir İslami hayat nasıl gerçekleştirilebilirdi? Bu noktada milliyetçi mukaddesatçı ya da İslamcı gençliğin okuduğu Osman Turan'ın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi kitabının yanına İsmail Cem'in Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi gibi kötü günlerimizi analiz eden kitapları eklemek hiç kolay değildi. Hakikatimizi görmek meselelerin hallinin ilk şartıydı.
Buhranlarımız kitabında Said Halim Paşa, Batılı mütefekkirlerden alınan bilgi ışığının özgüven yoksunluğu yüzünden aydınların görüşünü köreltmesini üzüntüyle karşılıyordu. 'Yenisini kurmak için yok etmeye yönelen zihinlerin eskiden kazanılmış tecrübeyi tümüyle reddettiklerini' yazıyordu. Oysa bilgilerimiz çok acı tecrübelere mal olmuştu ve kendimizden yola çıkarak yeni bir şey inşa etmek mümkünken deneyimimizden istifade etmekten mahrum bırakılmıştık.
Garaudy'nin İslam'ın Vaat Ettikleri kitabı tercüme edildiğinde, Mevdudi, Kutub, Fadlallah, Gannuşi, Said Nursi, Afgani, Abduh okumaları yapan genç bir kuşak vardı. Garaudy'nin İslam dünyasıyla birlikte Türkiye Müslümanlarının düşünce hayatını derinden etkilediğini söyleyebiliriz. Açıkçası Batı'nın her bakımdan en yetkin şekilde içinden gelen birinin analizleri ve bunların İslam öncülerinin yaklaşımlarıyla çoğu kez örtüşmesi Doğu ve Batı'nın ortak aklının tezahürü bakımından yabana atılacak bir şey değildir. Külliyatına bakıldığı zaman dünyanın medeniyet birikimine hâkimiyeti ve insanlığın hasretini çektiği ortak adalet yolunu görebilen biri olması, modern zamanlarda İslami düşünceye eleştirel bakışını da değerli kılmıştır. Onu dindarlardan önce solun keşfetmiş olması ve birçok kitabının yayınlanması şaşırtıcı değil. Eleştirel akıl yürütmeleri ve dine olumlu misyon biçen Marks analizleri dikkatle izleniyordu. Çünkü Sosyalizmin Büyük Dönemeci, Sosyalizm ve İslam gibi kitapları Müslüman olmadan önce yazmıştı ve komünist olduğu zaman İncil'e sadakatle bağlı biri olarak, İslam'a da bir elinde Marks bir elinde İncil'le geldiğini söylemişti. Aslında 20. yüzyıl Marksizm'i, Marksizm ve Varoluşçuluk, Marksizm ve Ahlak, Aforozdan Diyaloğa gibi önemli kitaplarından bazıları hâlâ Türkçeye çevrilmiş değil. Marksizm'in teorisyeni olan ve Fransız komünist partisinin kurucusu olan, I. Dünya Savaşı'nda cephede savaşan ve Cezayir'de ölümden kıl payı kurtulan bir düşünürün bu kadar tecrübeden sonra zihninden süzülen İslami bakış açısı her bakımdan ufuk açıcı. İslam'ın ne vaat ettiğini açıklarken Kur'anî ilkelere dayanan ekonominin, büyümeyi değil dengeyi amaçladığını, kör bir işleyişe boyun eğmeyip, hem insani hem de ilahi olan daha yüce gayelere göre düzenlendiğini söyler. Bu da üretim ve tüketimin bizzat amaç olduğu Batı modeli büyüme ile taban tabana zıttır. Hükmeden, mülk sahibi olan ve kanunlar koyan sadece Allah olunca kimsenin hükümranlığı söz konusu olamaz. Herkes insanlığa karşı sorumludur ve insanlar da mülk de birbirine emanettir. Bu duygu terbiyesiyledir ki Haçlı seferlerinin en kızgın ve şiddetli zamanında Filistin'de Arap doktorların savaş durulunca Hıristiyan kamplarına giderek yaralı savaşçıları tedavi ettiklerini yazar.

21. YÜZYILA SÖZ SÖYLEYEN BİR FELSEFECİ
Adı 20. yüzyıl düşünürü olarak geçmesine rağmen aslında 21. yüzyıldaki tartışmalara kaynaklık etmiştir ve sözünü ileriye doğru söylemiştir. Ona göre ilim de aklın basit gayelerden yüce gayelere yükselmesi, kendi dışında kalan her şeye de derin bir anlam vererek işlemesidir ve yüce birliği hedef alır.
Aslında bir felsefe profesörü olarak Batı felsefesinin "bilgi nasıl mümkündür" sorusunun karşısına İslam felsefesinin "nübüvvet nasıl mümkündür" sorusunu koyar ve yoluna bu soruyla devam eder. Ona göre Rönesans'ın yeni felsefesinin fatihi olarak adlandırdığı Descartes'ın "düşünüyorum, o halde varım" buluşunda, düşünülen ve üzerine kafa yorulan şey, dünyaya hâkim olmak ve onu işletmek, tabiatın efendisi ve hâkimi olmak arzusundan ibarettir.
Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum kitabında içinden geçtiği süreçler ve hakikatin peşinde geçen uzun bir ömür ayan beyan karşımıza çıkıyor. Yalnızdır çünkü eleştirilerini Batı Rönesansı'na, adeta her kademesinde yüzdüğü Marksist düşün ve pratik alanına yöneltmekle kalmamış, İslam dünyasının zaaflarını da gözler önüne sermiştir. Böylece bir mühtedi olarak onu alkışlayan kimi insanlar muhalif tavırları görünce uzaklaşabildiler. Entegrizmi aynı ismi taşıyan kitabında "dini veya siyasi herhangi bir inancı bir dönem sahip olduğu kültür yapısı ve müesseselerle özdeşleştirip, bunun mutlak doğru olarak kabulünü dayatmak" olarak tanımlar. İslam dünyasında 'kaynaklara dönüş' kimilerine göre 'şekillere dönüş'tür ve Kur'anî prensiplerin özde tamamen hilafına da olsa dini liderlere akletmeden tabi olmayı zorunlu kılar. Bu düşünceleri elbette tarihselcilik tartışmalarıyla birlikte ele almak gerekebilir. Bazı isabetsiz görüşleri de olabilir. Fakat Suudi, İran ve genelde Ortadoğu tecrübelerinden yararlanmak en iyisi. Cemal Aydın'ın çevirisiyle yayınlanan Don Kişot kitabında Batı'nın doğru ve insani yolda bir Rönesans gerçekleştirme imkânını Granada'dan Yahudileri haksız yere çıkarmakla baştan yitirdiğini söyler. İlahi Mesajlar Toprağı Filistin kitabında da Yahudi halkının diğer halklarla birlikte burada varoluşunu temellendirir ve şimdi yaşanan katliamları kınar sadece. İnsanlık onuru adına kıyımlara, zalimliklere karşı duran her entelektüel gibi haksız ithamlarla susturulmak istendi ahir ömründe. Aslında hak ve hakikat yolcuları bu dünyada kimseye yaranamazlar, böyle bir kaygıları da olmaz zaten.


Yıldız Ramazanoğlu
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
Sayin Roger Garaudy icin Allahü tealadan rahmet dileriz .
Mevlam takdiratini af , mekanini cennet eylesin insAllah

ruhuna 1 Fatiha 11 Ihlas ...
 
Üst