SAĞ ELİN VERDİĞİNİ SOL EL GÖRMEMELİDİR HADİSİNİN PEDAGOJİK TAHLİLi

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
SAĞ ELİN VERDİĞİNİ SOL EL GÖRMEMELİDİR HADİSİNİN PEDAGOJİK TAHLİLİ

Peygamber Efendimiz (SAV)’in sağ elin verdiğini sol el görmemelidir (1) şeklindeki hadisi şerifinde İslam âlimlerince yapılan izahatlerde anlatılmak istenen şeyin insanların yaptığı ya da yapacağı maddi yardımların gizli olması gerektiğidir. İnsanların yaptıkları yardımları reklam etmesi başkalarına duyurması hoş olmaz. Üstelik yardım alan insanların gururları da kırılır. Bu nedenle gizli olması daha faziletlidir. Allah’ın bilmesi yeterlidir. Başkalarının bilmesine gerek yok.

İslam dini paylaşmayı, kardeşliği öğütlerken; kaçınılmasını da şiddetle öğütlediği bir şey vardır. O da şüphesiz övünmek ve başkalarını küçümsemektir. Peygamber efendimizin bu bilindik hadisi de bizlere bunu öğütlemektedir. Yardım yapın ancak bununla övünmeyin.

Zira yapılan yardımla övünmek kişiyi kibre götürür. Yardım edilen kişi için ise bu durum bir acizlik ilanı gibi olacağından kötü bir durumdur. Yardım edilmeye çalışılırken o insanı incitmeye kadar gidecek bir durum söz konusu olabileceğinden yapılan iyilik, yardım gizli tutulmalıdır. Bu söz bu durumu çok yerinde özetlemiştir bu açılardan. (2)

Hadis-i şerife pedagojik açıdan da bakacak olursak:

Her çocuk, anne-babasıyla uyum içinde yaşamaktan büyük huzur duyar. Çünkü anne-baba, çocuk için yaşamın kurallarını öğreten bir ‘dış kılavuzdur.’ Nasıl ki çocuk kendi içindeki buyurucu iç kılavuzun tesiri ile ‘insan olma’ mücadelesi verir; anne-babasını kendisine ‘dış kılavuz’ olarak kabul eden bir çocuk da, onlarla uyum halinde olmaktan ve yaşamın kurallarını onlardan öğrenmekten büyük keyif alır. Yalnız burada ince bir ayrıntı vardır:

Çocuk dış kılavuzunu kendisi seçer. Kendisini kimin yanında güven içinde hissediyorsa, kimin yanında huzur içindeyse, ona uyum sağlar. Çocuk dış kılavuzuna güvenmiş ve onu kendisine zarar vermeyen biri olarak kabul etmişse, ne zaman darda kalsa, ondan yardım isteyecektir. 0 yardım, ‘çocuğu ezmeden, incitmeden sunulduğu sürece,’ çocuk dış kılavuzundan yardım almaktan hoşnut olacaktır.

Yalnız, çocuk bilmediği bir konuda dış kılavuzundan yardım almaya yöneldiğinde, ‘ezici’ ve ‘incitici’ bir tutumla karşılaşırsa, bu kişinin rehberliğini gönül rızasıyla kabul etmeyecektir. Belki baskı ve zorlamalar ile o kişinin isteklerine boyun eğiyor görünse de, ruhunun derinliklerinde kendisini inciten yetişkine karşı içten içe bir tepki geliştirecektir. Bu nedenle; anne-babalar çocukları ile kurdukları ilişkilerde, ‘çok bilen’ ve ‘çok güçlü’ yetişkin ruhundan sıyrılmalıdır. İma ile dahi olsa çocuğa çelimsizliği, yetersizliği ve beceriksizliği hissettirilmemelidir.

Çocuğa teklif edilen yardımlar, ‘minnet’ oluşturulmadan sunulmalıdır ki, çocuk minnet duygusunun kendi benliğinde oluşan baskısı ile anne-babasının yanında yaşayacağı ‘huzur’ hissini kaybetmesin.

Oysaki birçok anne-baba, çocuğunun ruhunu minnet duygusu oluşturarak teslim alma yönelişi içindedir. Zira minnet öyle bir duygudur ki, kim kimin minneti altında kalmışsa, ona karşı kendini ezik, mecbur ve çaresiz hisseder. Anne-babalar, minnet duygusunun işe yaradığını (!) gördükçe, çocuklarının kendilerine boyun eğiyor olmasının yanılgısına kapılmaktalar. Evet, belki minnet duygusu kişiyi esir almaya yarayabilir, kişiyi itaate mecbur bırakabilir; ama o kişinin ruhunda oluşan tahribatlar, elde edilecek kazanmalardan çok daha fazladır.

Örneğin, çocuklarının karşılaştığı hatalar ve yanlış sonuçlar karşısında, “Ben sana dememiş miydim?" diyerek, kendi bilgi ve görgüsünün ne kadar da önemli olduğunu vurgulamak ve kendisine itaat etmemenin sonucunda neler olacağının bilinçaltı işaretini vermek, neredeyse anne-babalar için sıradan bir davranış olmuştur. Hâlbuki böyle bir minnet zehirlenmesi, çocukları kendi gibi olmaktan alıkoyan, kişilik gelişimini zedeleyen en önemli etkenlerden biridir.

Çocuk yanlış yaptıkça doğruyu bulur, yanlış yaptıkça yaşama dokunarak hayatı öğrenir. Anne-babalar ise maalesef çocuklarının yanlış yapmalarına izin vermiyorlar. Çocuklar da erken yaşta yaşamı öğrenebilecekken, genellikle küçükken izin verilmeyen yanlışları yetişkinlik döneminde tekrarlıyorlar.

Anne-babaların bu konudaki en büyük korkuları, “Ya yanlışta alışkanlık kazanırsa?”dır. Hâlbuki ruhen hasta olmayan hiç kimse yanlışı bile bile yapma eğiliminde değildir. Zira insan en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Çocukların yanlış yapmalarının en büyük nedeni, çoğu defa neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmemekten kaynaklanmaktadır.

Çocuk, kendisine göre doğru olduğunu zannettiği bir şeyi yaparken, yetişkinin sadece ‘incitmeyecek’ bir yol göstericiliğiyle karşılaşırsa, yapılan yanlıştan geriye döner. Döndükten sonra da doğrunun ne olacağı konusunda bir fikir sahibi olur. Yol göstericilik ve rehberlik esnasında çocuk incitilir, küçük düşürülür ve minnet duygusu içine itilirse, yanlışı görse bile, kendi kişiliğini korumak adına, kendisini inciten yetişkinin gösterdiği doğru yola girmemeyi tercih eder.

Minnet, insan ruhuna en çok zarar veren duygulardan biridir; âdeta zehirli bir akrep gibidir. Minnet duygusu oluşturarak çocuğun benliğini esir almak, o kadar yaygın bir anne-baba davranışıdır ki, çoğu defa anne-babalar hangi davranışın çocuğunun üzerinde minnet duygusu oluşturduğunu dahi karıştırır haldedir.

Okulda zayıf not alan çocuğuna karşı yetişkinin, “Ben sana kaç kere derslerini vaktinde yap, dedim, bak sonunda böyle zayıf aldın” sözü, çocuk ruhunda “Anne-babama itaat etmezsem, zayıf almaya devam edeceğim sanırım” düşüncesini çağrıştıran bir minnet duygusu diyalogudur. Bu söz ile yetişkin çocuğun başarıya ulaşması için kendisine itaat etmeye mecbur bırakmaktadır. Hâlbuki öğrenme bir itaat işi değil, anlama işidir. Eğer anne-baba, çocuğunun zayıfıyla gerçekten ilgileniyorsa, onu çaresizleştirip kendine itaate zorlamak yerine, hangi konularda eksiklerinin olduğunu birlikte araştırıp bulmak ve o sahalarda çocuğuna rehberlik yapmak zorundadır.

Faraza, çocuğa harçlık verilirken, “Paranın kıymetini bil, ben bu parayı ne zorluklarla kazanıyorum” demek veya “Ben senin yaşındayken paranın ne olduğunu bilmiyordum, bak biz size bu imkânları sunabilmek için nasıl da fedakârlık yapıyoruz, kıymet bil” demek, çocuk üzerinde minnet duygusu oluşturarak, onun benliğini ele geçirmeye çalışmaktır. Tabii ki çocuk, kazanılmış paranın kıymetini bilecek, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak, çocuğa paranın kıymetini bildirmek için ‘ne kadar zorluklar içinde çalışıldığını’ söylemek, çocuğun bilinçaltına hitap ederek minnet duygusu oluşturmak, verilen paranın da, pulun da kıymetini azaltır. Çocuk bu şekilde verilen paraya karşı vefalı olmayacağı gibi, kendisinde minnet oluşturan yetişkine karşı da rahat olamayacaktır. Onun yanında kendisini huzursuz hissedecektir. Böylesi bir huzursuzluk hissi, genellikle çocuk ile yetişkinin birbirinden kopuş sürecinin de işaretidir.

Bu nedenle anne-babaların minnet duygusu altında ezici tavır ve davranışlar içinde bulunmamaları gerekir. Birçok anne-baba çocuklarında oluşturdukları minnet duygusu ile, çocuklarının sadece kendilerine itaat etmeye mecbur olduklarını düşünür. Oysa minnet öyle bir duygudur ki, erken yaşta çocuğun ruhuna bir kene gibi yapışır. Çocuk bu duygunun verdiği ezikliği yaşamı boyunca taşır. Sanki herkese karşı bir minnet borcu varmışçasına ezilir, kendisini ortaya koymaktan çekinir, kendisini ikinci sınıf bir insanmış gibi hisseder.

Anne-babalar, çocuklarının ruhunu minnet duygusu oluşturarak ve ezerek teslim almak için çaba sarf etmemeli, farkında olmadan dahi çocuklarda oluşacak olan minnet duygularının önüne geçmelidir. Bundan dolayıdır ki; Anadolu Pedagojisi'nde “Sağ elin verdiğini sol el görmemeli" şeklinde bir ifade yerini almıştır.

Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, aslında çocuklar anne-babaya itaat etmekten ve onları kendilerine rehber edinmekten oldukça büyük mutluluk duyarlar. Ancak bu itaat hissi zorlayıcı olmamalı, sinsi bir şekilde çocuğun ruhunda eziklik oluşturmamalıdır. Çocuğun anne-babasına karşı gerçek muhabbeti ve itaati, ancak onlara güven duyabilmesiyle mümkündür. Benliğini anne-babasının tehdidi altında hissetmiyor oluşu ile mümkündür.

Anne-baba da çocuklarına karşı, minnet duygusundan veya zorlama ile oluşturacakları bir itaatten daha çok, bilgi ve saygınlığa dayanan bir ebeveyn-çocuk ilişkisini kurmaya çalışmalıdır. Bu tarz bir ilişki, çocuğun anne-babasını rehber ve yol gösterici olarak kabul etmesine neden olur.

Bu açıdan bakıldığında, çocuğun kendisini anne-babasına ‘bilinçsiz ve zoraki itaate’ mecbur hissetmesi, edilgenleşmesine ve kişiliksizleşmesine yol açar. Bunun aksine, çocuğun anne-babasına saygı duyup, kendisini onların yanında emniyet ve güven içinde hissederek onlarla olmaya ve onlara itaat etmeye çalışması ise kişilikli ve etken çocuk olma sürecini hızlandırır. (3)

Şüphesiz Allah (cc) en doğruyu bilendir.


Ebu Taha bin Mahmud
11 Safer 1439
(m. 31 Ekim 2017)



Kaynaklar:

1. Buhârî, Ezân 36, Zekât 16; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2.

2. Bkz. Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn: 2, (3366); İbrahim Canan, Kütüb i Sitte Tercüme ve Şerhi (Akçağ Yayınları: 10/32-33).

3. Adem Güneş, Çocukluk Sırrı. Nesil Yayınları, İstanbul 2017; s. 91-6.
 
Üst