dedekorkut1
Doçent
SAĞLIK EĞİTİM MERKEZİ'NDEN ADLİ TIP'A
SELİM GÜRBÜZER
Üniversiteden mezun olduktan sonra meslek hayatımın yarısı dirilerin sağlığıyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında çalışmakla geçti, diğer yarısı da daha çok ölülerin DNA analiz işlemleriyle ilgili Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi laboratuvarında çalışmakla geçti dersek yeridir. Dahası dirilerle geçen bölümün ilk iki yılını İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezinde, iki yılını Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezinde, en son on üç yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde biyolog olarak mesleğimi yürüttüm. Ölülerle olan kısmın on beş yılını ise Ankara Adli Tıp Kurumunda yine biyolog olarak DNA analiz çalışmalarını yürüterek mesleğimi icra ettim.
Dile kolay meslek hayatımın tam tamına otuz beş yılı aşkın laboratuvar analiz çalışmaları içerisinde şöyle geriye dönüp baktığımda pek çok bir dizi hatıralarla baş başa kaldığımı gördüm. Hiç kuşkusuz mesleki hayatın ilk yıllarının heyecanı bir bambaşkadır, hele ki İstanbul gibi bir yerde göreve başlamak apayrı bir duygu selidir. İlk göreve başladığımda bekârdım, sağ olsunlar o zamanki yöneticiler Anadolu’dan gencecik bir fidan olarak ayağımı attığım İstanbul’un o koca keşmekeşliğinde telef olmayım diye bir yılını çalıştığım laboratuvarın iç kısmında ki bir odada kalmam yönünden bana kolaylık sağladılar. Böylece çalıştığım laboratuvarla içli dışlı olup birbirinden ayrılamayan ikiz kardeşler gibi olduk. Bu bir anlamda benim için ” gece yat laboratuvar, sabah kalk laboratuvar, gündüz çalış laboratuvar” üçgeninde nevi şahsıma münhasır bir hayat modeli oldu. Ta ki mesleğe başlamanın ikinci yılında evleninceye dek bu böyle devam etti. Evlenince de ister istemez bu kez günün çoğu yollarda geçen bir hayat modeli alacaktır. Öyle ya, hayat hep tozpembe olacak değil ya, hele ki meslek hayatına İstanbul’dan başlamışsan hayatın tozpembe olması ne mümkün. Nitekim İstanbul’un Anadolu yakasının ta ucu diyebileceğim bir yerden, yani Pendik tarafından bir ev tutmuştum ki buradan benim Sultanahmet’te ki işyerime varmam yaklaşık iki saati buluyordu. Olsun sonuçta görev aşkı bu ya, mesleğimi icra etmenin mutluluğu bu zahmeti çekmeye değerdi. Düşünsenize sabahleyin erken vakitlerinde Anadolu’nun yakasındaki Güzel Yalıdan trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapurla Karaköy’e geçip Galata köprüsünden Cağaloğlu’nun yokuşlarına yürüyerekten Sultanahmet’teki Sağlık Eğitim Merkezine bir gün değil iki gün değil haftanın tam beş gününü bu tempoda mesleği devam ettirmek her babayiğidin taşıyacağı yük olmasa gerektir. Gerçekten de meslek hayatının ilk başlangıcında yaşayanlar çok iyi bilir ki, her işin başlangıcında ki görev aşkı üst düzeydedir hep. Hele birde İstanbul gibi yerde o üst düzey heyecan olmalı ki tren, vapur ve otobüs vs. bilumum üç vesait ile kat edilen yolun çilesine katlanılabilsin. Derken daha sakin bir yere tayinimi aldırmak gerektiği düşüncesi hafızama yer ettiğinde bu kez soluğu Balıkesir Sağlık Eğitim merkezinde aldım. İlginçtir Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezine atandığımda laboratuvar filan yoktu, sanki gel de laboratuvar kur diye atamışlardı beni, nitekim öyle de olup sıfırdan laboratuvar kuraraktan İstanbul’da olduğu gibi görev aşkım burada da aynen devam edecektir. Hele ki tedavi olmak için gelen öğretmenler laboratuvarın kurulduğunu gördüklerinde gelişime pek sevinmiş olsalar gerek ki soranlara en basit bir kan sayımı ve idrar tahlili için bile hastaneye gitmek zorunda kalmadıklarını dile getirmekten kendini alamamışlardır. Aslında bir şeyler yapma gayreti ve heyecanı oldubitti çocukluktan beri bende meleke hale gelmiş bir haslettir. Öyle ki üniversiteden mezun olup İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezine atamamı beklemeye koyulduğum aylarda bile boş durmayıp Ankara’daki Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde deneyim kazanmak maksadıyla staj türünden laboratuvar çalışmasına koyuldum da. İyi ki de ön hazırlık babından laboratuvarda gönüllü olarak çalışmışım, bu sayede Sağlık Eğitim Merkezi yöneticilerinin bendeki o çalışma heyecanı ve gayreti yerinde görmekle İstanbul’a atanmamın üzerinden tam dört yıl geçtikten sonra bir şekilde akıllarına düşüp bana Ankara’ya naklen tayinimi aldırmak istediklerini bildirdiler. Bende bu teklife kayıtsız kalıp hayır diyemezdim elbet. Hem ne de olsa ardımdan Balıkesir’de dört dörtlük olmasa da en azında kurulu bir laboratuvar düzeni bırakacağım ve benden sonra hangi meslektaşım gelirse gelsin rahatlıkla yürütebileceği bir sistemde oturtmuştum. Madem öyle, bu durumda artık gönül rahatlığıyla Ankara’ya gidebilirdim. Hem kaldı ki o an böylesi bir teklifle karşı karşıya kaldığımda başkente tayinimi aldırmakla mesleki hayatımda daha da ilerlemeler kaydedeceğimi düşündüm. Nitekim düşündüğüm gibi de oldu. Derken İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezi ve Balıkesir Sağlı Eğitim Merkezinde yürüttüğüm toplamda dört yıllık hizmet sürecimin en son halkasında ki 13 yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinin Hematoji laboratuvarı ve Biyokimya laboratuvarında canla başla çalışaraktan geçirip son üç yılım hariç çok büyük tecrübe kazanmış oldum.
Evet, Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde ki son üç yılım iş tecrübesi açısından pek iyi geçmeyecektir. Neden mi? Zira tüm Laboratuvar çalışanları olarak Biyokimya laboratuvar şefimizin yeniliğe açık olamamasından kaynaklanan birtakım dalgalanmaların üzerimize sineceği bir huzursuzluğun ortasında kendimizi buluverdik de ondan elbet. Nitekim Biyokimya laboratuvar çalışanları olarak manüel tekniklerden otomasyona geçelim dediğimizde Biyokimya laboratuvar şefimiz Gülten Erkut’un inadım inat manüel sistemde ısrarcı davranması hem kendisine bağlı çalışan personelle hem de idareyle arasının açılmasına yol açıp bir başka sağlık kuruluşuna sürgün edilmesine varacak bir dizi dalgalanmalara sahne olur laboratuvarımız. Hatta o yıllarda hiç unutmam laboratuvar şefi bu hususta bana ne düşünüyorsun dediğinde, bende cevaben “Gülten hanım, bak onca yıldır manüel tekniklerle biyokimya analizlerini çalışacağımız kadar çalıştık, gayri artık tenekeden de olsa oto analizörle çalışmak zamanıdır” diyerekten tavır koydum da. Zaten laboratuvarda çalışma aşkı statik kalmayı değil sürekli yenilenmeyi gerektirir. Ve böylece kazanan statükocu laboratuvar anlayışı değil geçte olsa değişimden yana ve yeniliğe açık egemen laboratuvar anlayışı kazandı. Derken MEB Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde oto analizörle çalışmak nasip olurda. İşte Laboratuvar alanında bitip tükenmek bilmeyen bu söz konusu azim ve gayretimi çok iyi fark edenlerden biride hiç şüphesiz ki, taa Lise ve üniversite yıllarından beri kendisini her daim abi kardeş olarak bildiğim Anka Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Daire Başkanı Nurullah Zengin’den başkası değildi elbet. Kendisi tıpkı benim gibi laboratuvardan yoksun MEB Balıkesir Sağlık eğitim Merkezine tayin olduğum yıllarda sıfırdan kurduğum laboratuvara benzer hamleyi o da Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı bünyesinde Biyoloji İhtisas Dairesinin kurulumunda gösterecektir. Böylece bu sayede DNA’sı olmayan Ankara Adli Tıp Kurumu DNA’sına kavuşmuş olacaktır. Öyle ki, bizatihi kendisinin büyük emek sarf edip kuruluşuna vesile olduğu Biyoloji İhtisas Dairesi’nin Başkanı olurda. Tabii Daire Başkanı olunca da ilk işi beni yanına almak olur. Her ne kadar kurup faaliyete geçirdiği DNA analiz laboratuvarı benim için bilmediğim alan olsa da bir şekilde laboratuvar çalışmalarında azim ve gayretime güvenerekten aynı tempoyla Adli Tıp Kurumunda ’da çalışmam devam edecektir. Öyle ki Adli Tıp Kurumuna biyolog olarak daha atanır atanmaz yeni kurulan laboratuvarın imini cimini öğrenme aşkım gözlerden kaçmaz da. Ancak laboratuvarın kuruluşunda emeği geçen oradaki meslektaşlarımın bir kısmı bilgi paylaşımında pek cömert davranmayıp dosya almamda gecikmeme sebep olurlar, beni daha çok bilgisayar başında chat’le oyalayarak ancak hızımı keseceklerini düşünmüş olsalardı gerek. Oysa bilmedikleri bir şey vardı ki, o da Adli Tıp’a atanmadan önceki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezlerinde her çalışanın masasında bilgisayar olmadığından daha doğru dürüst bilgisayara girmeyi ve çıkmayı dahi bilmiyordum. Dolayısıyla o arkadaşlar beni chat’e alıştırıp oyalaya dursunlar bilakis chat sayesinde benim işime yarayacak bilgisayar kullanımı yönümdeki eksikliğimi fırsata çevirip ilerisinde dosya aldığımda on parmak kullanaraktan bilgisayar üzerinden en erken rapor çıkaran eleman olarak adımdan söz ettirecek konuma geldim. Sadece erken rapor çıkarmak mı, gerek koli açmada, gerek mikroskobik incelemede gerekse izolasyonda hızıma kimse yetişemeyecek konumda oldum da. Ancak ne var ki dedim ya, koli açma, mikroskoba bakma, DNA izolasyonu ve PCR gibi jşlemlerinin dışında birde diğer teknik alanlar vardı ki, adeta kozmik odaymışçasına kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bu alanlar hiç kuşkusuz genetik analizör cihazının kullanımının olduğu ve sonuçların değerlendireceği cihaz okumaların yapıldığı bölümlerden başkası değildi elbet. Ki, bu alanlarda bizden bilgi paylaşımı ve pratik uygulamalar esirgenip daha çok teorik bilgilendirmelerle iş geçiştiriyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla bir kısım arkadaşlar bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tekelinde tuttukları bu alanların kullanımında ben ve benim gibi birkaç arkadaşımın GenMapper gibi kapiller elektroforez genetik analizör okuma cihazların kullanım kabiliyetlerinin gelişmesinde ve öğrenmesinde geri kalmalarına sebep oldular. Oysa Daire Başkanımız Nurullah Zengin laboratuvarın kuruluşunda izlediği stratejiyi personeliyle bir toplantıda paylaştığında bizden bilgi paylaşımını esirgeyen bu arkadaşlara “hiç çekinmeden cihazlara dokunun, gerekirse söküp parçalayın yeniden kurun” dediğini biliyorum. Böylece işin teknik kısmının dokunaraktan kavranabileceğini, yani uygulayaraktan öğrenileceğinin mesajını vermiş oldu. Tabii ben ve benim gibi laboratuvarın taa ilk kuruluşunda bulunmayıp da sonradan dâhil olan arkadaşlar, bizden önce bulunan arkadaşlarla aramızda tatsızlık olmasın diye hiçbir zaman bu hususu şikâyet konusu yapmadık. Kaldı ki şikâyet etmek karakter sahibi bir insan için tevessül edeceği bir yol yordam olamazdı. Ne de olsa zamanla DNA analiz çalışmalarıyla birlikte işin geriye kalan diğer teknik kısmının tüm detayını da bir şekilde kavrayacağımız muhakkaktı. Bu yüzden ben ve benim tıynetimde olan arkadaşlar şikâyet etmek yerine işi doğal akışına bırakmayı yeğlerler hep. İşte bu nedenledir ki bir yerlerde herhangi birisinin ağzından şikâyet lafı çıksa bu tip şikâyeti huy edinmiş arkadaşlar yüzünden başka kurumlara tayin aldıran arkadaşlarımızın hal ve ahvalleri aklıma düşüverir de. Hem nasıl aklıma düşüvermesin ki, öyle böyle değil, sanki şikâyetin biri bin para ettiği bir süreç yaşıyorduk. Bir bakıyorsun laboratuvar çalışanlarından biri en ufak hata yaptığında, hatayı yerinde çözmek yerine şikâyeti meslek edinen birkaç meslektaşımızın yaptıkları hem Adli Tıp gibi gözde bir kurumda çalışmanın onuruna gölge düşürüyordu, hm çalışma hevesimizi söndürüyordu, hem de arkadaşlar arasında ki çalışma barışını bir anda yerle yeksan edici bir durum yaşıyorduk. Mesela mikroskopta nadir görülebilen örneklerde bir arkadaşımın görebildiği diğerinin göremediği durumlarda bir bakmışsın spermi gören arkadaş soluğu başkanın yanında alıp ‘ben gördüm partnerim göremedi’ türünden şikâyete koşanlar oluyordu. Oysaki partnerlik birbirini şikâyet etmek için kurulmuş bir çalışma düzeni değil bilakis birbirinin eksiklerini tamamlamaya yönelik çalışma birlikteliği düzenidir. Bir gün hiç unutmam partnerimle birlikte frotti örneğinden sperme bakmak üzere santrifüj ettiğim maserasyon sıvısını ters yüz edip lavaboya boşalttığımda partnerimin bir anda çığlık çığlığa “eyvah eyvah!” nara sesleri kulağımda çınladığında doğrusu o an benimde rengim benzim soluverdi. Oysa ortada telaşlanmaya mahal bir durum yoktu ki, bikere Adli Tıp’a gelmeden önce çalıştığım Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında idrarda lökosit, eritrosit, epitel ve sperm bakmak için santrifüje ettiğimizde de lavaboya boşaltıp tüpün dibine çöken pelletten hiçbir hücre kaybı olmaksızın mikroskop altında çok rahatlıkla hücrelerin varlığını tanımlayabiliyorduk. Nitekim burda da aynı mantıktan hareketle süpernatanttan geriye kalan tüpün dibindeki pelletin (çökeltinin) mikroskobik incelemesinde hem spermi gördüğümüz gibi hem de tüpün dibinde geriye kalan sıvıdan şüpheli şahsa ait DNA profilini tespit ettik de. Böylece partnerim neticeyi idrak etmiş oldu.
SELİM GÜRBÜZER
Üniversiteden mezun olduktan sonra meslek hayatımın yarısı dirilerin sağlığıyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında çalışmakla geçti, diğer yarısı da daha çok ölülerin DNA analiz işlemleriyle ilgili Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi laboratuvarında çalışmakla geçti dersek yeridir. Dahası dirilerle geçen bölümün ilk iki yılını İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezinde, iki yılını Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezinde, en son on üç yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde biyolog olarak mesleğimi yürüttüm. Ölülerle olan kısmın on beş yılını ise Ankara Adli Tıp Kurumunda yine biyolog olarak DNA analiz çalışmalarını yürüterek mesleğimi icra ettim.
Dile kolay meslek hayatımın tam tamına otuz beş yılı aşkın laboratuvar analiz çalışmaları içerisinde şöyle geriye dönüp baktığımda pek çok bir dizi hatıralarla baş başa kaldığımı gördüm. Hiç kuşkusuz mesleki hayatın ilk yıllarının heyecanı bir bambaşkadır, hele ki İstanbul gibi bir yerde göreve başlamak apayrı bir duygu selidir. İlk göreve başladığımda bekârdım, sağ olsunlar o zamanki yöneticiler Anadolu’dan gencecik bir fidan olarak ayağımı attığım İstanbul’un o koca keşmekeşliğinde telef olmayım diye bir yılını çalıştığım laboratuvarın iç kısmında ki bir odada kalmam yönünden bana kolaylık sağladılar. Böylece çalıştığım laboratuvarla içli dışlı olup birbirinden ayrılamayan ikiz kardeşler gibi olduk. Bu bir anlamda benim için ” gece yat laboratuvar, sabah kalk laboratuvar, gündüz çalış laboratuvar” üçgeninde nevi şahsıma münhasır bir hayat modeli oldu. Ta ki mesleğe başlamanın ikinci yılında evleninceye dek bu böyle devam etti. Evlenince de ister istemez bu kez günün çoğu yollarda geçen bir hayat modeli alacaktır. Öyle ya, hayat hep tozpembe olacak değil ya, hele ki meslek hayatına İstanbul’dan başlamışsan hayatın tozpembe olması ne mümkün. Nitekim İstanbul’un Anadolu yakasının ta ucu diyebileceğim bir yerden, yani Pendik tarafından bir ev tutmuştum ki buradan benim Sultanahmet’te ki işyerime varmam yaklaşık iki saati buluyordu. Olsun sonuçta görev aşkı bu ya, mesleğimi icra etmenin mutluluğu bu zahmeti çekmeye değerdi. Düşünsenize sabahleyin erken vakitlerinde Anadolu’nun yakasındaki Güzel Yalıdan trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapurla Karaköy’e geçip Galata köprüsünden Cağaloğlu’nun yokuşlarına yürüyerekten Sultanahmet’teki Sağlık Eğitim Merkezine bir gün değil iki gün değil haftanın tam beş gününü bu tempoda mesleği devam ettirmek her babayiğidin taşıyacağı yük olmasa gerektir. Gerçekten de meslek hayatının ilk başlangıcında yaşayanlar çok iyi bilir ki, her işin başlangıcında ki görev aşkı üst düzeydedir hep. Hele birde İstanbul gibi yerde o üst düzey heyecan olmalı ki tren, vapur ve otobüs vs. bilumum üç vesait ile kat edilen yolun çilesine katlanılabilsin. Derken daha sakin bir yere tayinimi aldırmak gerektiği düşüncesi hafızama yer ettiğinde bu kez soluğu Balıkesir Sağlık Eğitim merkezinde aldım. İlginçtir Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezine atandığımda laboratuvar filan yoktu, sanki gel de laboratuvar kur diye atamışlardı beni, nitekim öyle de olup sıfırdan laboratuvar kuraraktan İstanbul’da olduğu gibi görev aşkım burada da aynen devam edecektir. Hele ki tedavi olmak için gelen öğretmenler laboratuvarın kurulduğunu gördüklerinde gelişime pek sevinmiş olsalar gerek ki soranlara en basit bir kan sayımı ve idrar tahlili için bile hastaneye gitmek zorunda kalmadıklarını dile getirmekten kendini alamamışlardır. Aslında bir şeyler yapma gayreti ve heyecanı oldubitti çocukluktan beri bende meleke hale gelmiş bir haslettir. Öyle ki üniversiteden mezun olup İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezine atamamı beklemeye koyulduğum aylarda bile boş durmayıp Ankara’daki Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde deneyim kazanmak maksadıyla staj türünden laboratuvar çalışmasına koyuldum da. İyi ki de ön hazırlık babından laboratuvarda gönüllü olarak çalışmışım, bu sayede Sağlık Eğitim Merkezi yöneticilerinin bendeki o çalışma heyecanı ve gayreti yerinde görmekle İstanbul’a atanmamın üzerinden tam dört yıl geçtikten sonra bir şekilde akıllarına düşüp bana Ankara’ya naklen tayinimi aldırmak istediklerini bildirdiler. Bende bu teklife kayıtsız kalıp hayır diyemezdim elbet. Hem ne de olsa ardımdan Balıkesir’de dört dörtlük olmasa da en azında kurulu bir laboratuvar düzeni bırakacağım ve benden sonra hangi meslektaşım gelirse gelsin rahatlıkla yürütebileceği bir sistemde oturtmuştum. Madem öyle, bu durumda artık gönül rahatlığıyla Ankara’ya gidebilirdim. Hem kaldı ki o an böylesi bir teklifle karşı karşıya kaldığımda başkente tayinimi aldırmakla mesleki hayatımda daha da ilerlemeler kaydedeceğimi düşündüm. Nitekim düşündüğüm gibi de oldu. Derken İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezi ve Balıkesir Sağlı Eğitim Merkezinde yürüttüğüm toplamda dört yıllık hizmet sürecimin en son halkasında ki 13 yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinin Hematoji laboratuvarı ve Biyokimya laboratuvarında canla başla çalışaraktan geçirip son üç yılım hariç çok büyük tecrübe kazanmış oldum.
Evet, Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde ki son üç yılım iş tecrübesi açısından pek iyi geçmeyecektir. Neden mi? Zira tüm Laboratuvar çalışanları olarak Biyokimya laboratuvar şefimizin yeniliğe açık olamamasından kaynaklanan birtakım dalgalanmaların üzerimize sineceği bir huzursuzluğun ortasında kendimizi buluverdik de ondan elbet. Nitekim Biyokimya laboratuvar çalışanları olarak manüel tekniklerden otomasyona geçelim dediğimizde Biyokimya laboratuvar şefimiz Gülten Erkut’un inadım inat manüel sistemde ısrarcı davranması hem kendisine bağlı çalışan personelle hem de idareyle arasının açılmasına yol açıp bir başka sağlık kuruluşuna sürgün edilmesine varacak bir dizi dalgalanmalara sahne olur laboratuvarımız. Hatta o yıllarda hiç unutmam laboratuvar şefi bu hususta bana ne düşünüyorsun dediğinde, bende cevaben “Gülten hanım, bak onca yıldır manüel tekniklerle biyokimya analizlerini çalışacağımız kadar çalıştık, gayri artık tenekeden de olsa oto analizörle çalışmak zamanıdır” diyerekten tavır koydum da. Zaten laboratuvarda çalışma aşkı statik kalmayı değil sürekli yenilenmeyi gerektirir. Ve böylece kazanan statükocu laboratuvar anlayışı değil geçte olsa değişimden yana ve yeniliğe açık egemen laboratuvar anlayışı kazandı. Derken MEB Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde oto analizörle çalışmak nasip olurda. İşte Laboratuvar alanında bitip tükenmek bilmeyen bu söz konusu azim ve gayretimi çok iyi fark edenlerden biride hiç şüphesiz ki, taa Lise ve üniversite yıllarından beri kendisini her daim abi kardeş olarak bildiğim Anka Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Daire Başkanı Nurullah Zengin’den başkası değildi elbet. Kendisi tıpkı benim gibi laboratuvardan yoksun MEB Balıkesir Sağlık eğitim Merkezine tayin olduğum yıllarda sıfırdan kurduğum laboratuvara benzer hamleyi o da Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı bünyesinde Biyoloji İhtisas Dairesinin kurulumunda gösterecektir. Böylece bu sayede DNA’sı olmayan Ankara Adli Tıp Kurumu DNA’sına kavuşmuş olacaktır. Öyle ki, bizatihi kendisinin büyük emek sarf edip kuruluşuna vesile olduğu Biyoloji İhtisas Dairesi’nin Başkanı olurda. Tabii Daire Başkanı olunca da ilk işi beni yanına almak olur. Her ne kadar kurup faaliyete geçirdiği DNA analiz laboratuvarı benim için bilmediğim alan olsa da bir şekilde laboratuvar çalışmalarında azim ve gayretime güvenerekten aynı tempoyla Adli Tıp Kurumunda ’da çalışmam devam edecektir. Öyle ki Adli Tıp Kurumuna biyolog olarak daha atanır atanmaz yeni kurulan laboratuvarın imini cimini öğrenme aşkım gözlerden kaçmaz da. Ancak laboratuvarın kuruluşunda emeği geçen oradaki meslektaşlarımın bir kısmı bilgi paylaşımında pek cömert davranmayıp dosya almamda gecikmeme sebep olurlar, beni daha çok bilgisayar başında chat’le oyalayarak ancak hızımı keseceklerini düşünmüş olsalardı gerek. Oysa bilmedikleri bir şey vardı ki, o da Adli Tıp’a atanmadan önceki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezlerinde her çalışanın masasında bilgisayar olmadığından daha doğru dürüst bilgisayara girmeyi ve çıkmayı dahi bilmiyordum. Dolayısıyla o arkadaşlar beni chat’e alıştırıp oyalaya dursunlar bilakis chat sayesinde benim işime yarayacak bilgisayar kullanımı yönümdeki eksikliğimi fırsata çevirip ilerisinde dosya aldığımda on parmak kullanaraktan bilgisayar üzerinden en erken rapor çıkaran eleman olarak adımdan söz ettirecek konuma geldim. Sadece erken rapor çıkarmak mı, gerek koli açmada, gerek mikroskobik incelemede gerekse izolasyonda hızıma kimse yetişemeyecek konumda oldum da. Ancak ne var ki dedim ya, koli açma, mikroskoba bakma, DNA izolasyonu ve PCR gibi jşlemlerinin dışında birde diğer teknik alanlar vardı ki, adeta kozmik odaymışçasına kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bu alanlar hiç kuşkusuz genetik analizör cihazının kullanımının olduğu ve sonuçların değerlendireceği cihaz okumaların yapıldığı bölümlerden başkası değildi elbet. Ki, bu alanlarda bizden bilgi paylaşımı ve pratik uygulamalar esirgenip daha çok teorik bilgilendirmelerle iş geçiştiriyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla bir kısım arkadaşlar bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tekelinde tuttukları bu alanların kullanımında ben ve benim gibi birkaç arkadaşımın GenMapper gibi kapiller elektroforez genetik analizör okuma cihazların kullanım kabiliyetlerinin gelişmesinde ve öğrenmesinde geri kalmalarına sebep oldular. Oysa Daire Başkanımız Nurullah Zengin laboratuvarın kuruluşunda izlediği stratejiyi personeliyle bir toplantıda paylaştığında bizden bilgi paylaşımını esirgeyen bu arkadaşlara “hiç çekinmeden cihazlara dokunun, gerekirse söküp parçalayın yeniden kurun” dediğini biliyorum. Böylece işin teknik kısmının dokunaraktan kavranabileceğini, yani uygulayaraktan öğrenileceğinin mesajını vermiş oldu. Tabii ben ve benim gibi laboratuvarın taa ilk kuruluşunda bulunmayıp da sonradan dâhil olan arkadaşlar, bizden önce bulunan arkadaşlarla aramızda tatsızlık olmasın diye hiçbir zaman bu hususu şikâyet konusu yapmadık. Kaldı ki şikâyet etmek karakter sahibi bir insan için tevessül edeceği bir yol yordam olamazdı. Ne de olsa zamanla DNA analiz çalışmalarıyla birlikte işin geriye kalan diğer teknik kısmının tüm detayını da bir şekilde kavrayacağımız muhakkaktı. Bu yüzden ben ve benim tıynetimde olan arkadaşlar şikâyet etmek yerine işi doğal akışına bırakmayı yeğlerler hep. İşte bu nedenledir ki bir yerlerde herhangi birisinin ağzından şikâyet lafı çıksa bu tip şikâyeti huy edinmiş arkadaşlar yüzünden başka kurumlara tayin aldıran arkadaşlarımızın hal ve ahvalleri aklıma düşüverir de. Hem nasıl aklıma düşüvermesin ki, öyle böyle değil, sanki şikâyetin biri bin para ettiği bir süreç yaşıyorduk. Bir bakıyorsun laboratuvar çalışanlarından biri en ufak hata yaptığında, hatayı yerinde çözmek yerine şikâyeti meslek edinen birkaç meslektaşımızın yaptıkları hem Adli Tıp gibi gözde bir kurumda çalışmanın onuruna gölge düşürüyordu, hm çalışma hevesimizi söndürüyordu, hem de arkadaşlar arasında ki çalışma barışını bir anda yerle yeksan edici bir durum yaşıyorduk. Mesela mikroskopta nadir görülebilen örneklerde bir arkadaşımın görebildiği diğerinin göremediği durumlarda bir bakmışsın spermi gören arkadaş soluğu başkanın yanında alıp ‘ben gördüm partnerim göremedi’ türünden şikâyete koşanlar oluyordu. Oysaki partnerlik birbirini şikâyet etmek için kurulmuş bir çalışma düzeni değil bilakis birbirinin eksiklerini tamamlamaya yönelik çalışma birlikteliği düzenidir. Bir gün hiç unutmam partnerimle birlikte frotti örneğinden sperme bakmak üzere santrifüj ettiğim maserasyon sıvısını ters yüz edip lavaboya boşalttığımda partnerimin bir anda çığlık çığlığa “eyvah eyvah!” nara sesleri kulağımda çınladığında doğrusu o an benimde rengim benzim soluverdi. Oysa ortada telaşlanmaya mahal bir durum yoktu ki, bikere Adli Tıp’a gelmeden önce çalıştığım Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında idrarda lökosit, eritrosit, epitel ve sperm bakmak için santrifüje ettiğimizde de lavaboya boşaltıp tüpün dibine çöken pelletten hiçbir hücre kaybı olmaksızın mikroskop altında çok rahatlıkla hücrelerin varlığını tanımlayabiliyorduk. Nitekim burda da aynı mantıktan hareketle süpernatanttan geriye kalan tüpün dibindeki pelletin (çökeltinin) mikroskobik incelemesinde hem spermi gördüğümüz gibi hem de tüpün dibinde geriye kalan sıvıdan şüpheli şahsa ait DNA profilini tespit ettik de. Böylece partnerim neticeyi idrak etmiş oldu.